September 29, 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 2

September 29, 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

274 SERVETİFÜNUN Dıl kurultayı Dil kurultayının Dolmabahçe sarayı kubbesi altın- da ve Türklüğün büyük halâskârı Gazi Mustafa Kemal hazretlerinin himayesinde çalışmağa başlaması Türk milleti ve, Türk irfanı için çok mühim, tarihi bir vak'- adır. Bu vak'a pek yücedir. Dolmabahçe sarayı Cum- huriyet ilânma kadar Türklüğün yükselmesile, türk dilinin kıymetile hiç uğtaşmamıştır. Aksine olarak Türkü, Türklüğü, Türk dilini aşağılatırlardı. Sarayın için- dekiler bütün milli varlıkların yabancısı idiler. Onlar varlıklarımızı asla benimsemezlerdi. Padişahlar devrinin resmi mahfellerinde ve yazı âleminde öz türkçe kul- lanmak ayıp sayılırdı. O zaman, en büyük hüner, arabi, farisi kelimeleri bol kullanmak, bu dillerin kaidelerile tumtıraklı ve müsecca izafetler ve mutabakatlar yap- mak, eski tabirle ayınlar çatlatmak idi. Bu vadide o kadar ileri gitmişlerdi ki Türklüğü tezyif için etraki bi idrak tabirini kullanmaktan ve yazmaktan utan- mamışlardı. Bu tarzdaki azgınlıkların ana kaynağı, o vaktin tabirince, sarayı humayunu meymenel makrun idi. Serkâtip, serkarin makamlarından yazılan kâğıtların içinde halis türkçe kelime bulmak çok zor idi. Çün- kü onların hepsi kendilerine öcndeidirine, abdtkemter, abdımemlük sıfatlarını takarak yine kendi tabirlerince veliyyi nimeli bi minnetleri yanında köle olmuşlardı. Türk dilinin yüksek mahfellerde fena görülüşü, uzak tutuluşu devam ederken milli dilin millet içinde aşık- ları yok değildi. İrfan hayatımızın hareketlerine 1885 senesindenberi karışmış, onun içinde hemen yarım asır tekerlenmiş bir eski yazıcı olmak sebebile eski vak'alar: sinema şeridi gibi gözümün önünden geçi- rebiliyorum; bir çok hadiseleri hatırlıyorum. Müsaa- denizle bazılarını anlatayım ; goreceksiniz ki o zaman- lar bile ana Türk dilimizin aşıkları vardı; bütün bu engellere bakmadan uğraşırlardı. 1300 tarihine tesadüf eden 1884 te dahi, eski Babiâli yokuşu yine edipler, şairler uğrağı idi; Oza- man çıkan gazetelerde bir münakaşa açılmıştı : Tercümanı Hakikat ile Tarik gazetelerinin sütunları bu münakaşa ile dolu idi. Tercümanı Hakikat sade bir Türk dili istiyor, bu fikri müdafaa ediyordu. Bu gazete matbaasının adı Kırkanbar idi. Cevap verenler matbaaya konulan bu öz türkçe attan dolayı bile gürültü ederlerdi. Devam eden münakaşaya (Asmai) isminde galiba Türkistan'dan gelme bir âlim de ka- rışmıştı. Mübahaseler ateşli surette devam ediyor, fenni tabirlerin türkçesini bulmak kabil iken arapçasını aramakta mana Olmadığı söyleniyordu. Fakat günün birinde birden bire bu mübahase gazetelerede durdu!! Çünkü, saraydan iradesi seniye çıkmıştı ve başkâtibin tabiri veçhile Türk dili etrafında Zinkar yazı yazılma- ması onların tabirince Kerihai #lham 8 ıbihadan ferman buyurulmuştu. Türk unsurunun kuvvetile, yardimile kurulduğu halde kozmopolit, renksiz, istiklâlsiz şekilde yürüyen bir devletin başına geçen Osman oğulları, kendileri- nin Türklük ile uğraştıklarını göstermekten korkarlardı; çünkü onlar Türk işile, Türk dilile uğraşmağı saltanat aleyhine hareket diye tanımışlardı. Evet, bu sarayların içinde, bu kubbelerin altında yaşayan, ve milleti idare ediyoruz zannında bulunan- lar, pek çok defalar Türklüğü, Türk irfanını boğan böyle sayısız fermanlar çıkarmışlardı. Hatta dediğim dil münakaşasını yasak eden iradeden bir sene evvel mili? Türk piyesleri de ortadan kaldırtılıp o piyeslerin oynanmakta olduğu Kedikpaşa tiyatrosu bir gecede yıktırılmış ve sabahleyih kalkanlar irfanımızda epi rolu olan bu eski tiyatronun yerinde bir yığın ankaz görmüşlerdir. Bu günkü cumhuriyetin sahipleri olan Türkler bunu korkunç bir masal gibi dinlerler. Fakat dediğim ol- muştur, ben gözlerimle bu yığını gördüm. Vaktile ricakkiram denilen güruh, Türklüğün ve türkçenin okadar yabancısı olmuşlardı ki Topkapı sarayı içinde yüz sene evvel kurulan resmi matbaanın adı yarım türkçe olarak, #asmahane olduğu halde yabancı dillerin meftunu olan bu zatler, yarm türkçe- ye bile dayanamamışlar, Basmahane tabirini fena görerek resmi matbaanın kapısının üstüne Darütisba- atül amire levhasını hakettirmişlerdi. Şimdi oObuna bir fıkra daha ilâve edeyim: İlk adı Basmahane, sonra Matbai amire, nihayet darüttibaantül amire olan ve irfan hayatımıza çok hizmetleri dokunan bu matbannın yaşamasına bile sarayt humayun tahammül edememişti; Padişahların adının yaldızlı basılmış sahifesinin devlet yıllık kitabına ters yapıştırılmış olması bahane edilerek Basmahane dahi 1902 de bir gecede kapanmış kapısı mühürlen- mişti. Burası 1908 temmuzuna kadar kapalı kaldı. Dil ve edebiyat hakkında fikri böyle olan sarayın güzel san'atlerle dahi hiç alâkası yoktu. Bundan do- layıdır ki arasıra sarayda komik işler de yaparlardı. Bir bayram günü muayede alayı seyrediyordum: Sır- malı sarık vn kavuklarile, renkli cübbeleri ve pabuç- larile sıralanan, göğüsleri türlü türlü nişanlarla dolu ülema etek ve saçak öpmeğe gidiyorlardı. Bu anda mabeyin humayun muzikası Madam Ango-run hoplama parçasını çalıyordu. O 'vaktın saray bendeleri bunun bile farkında değillerdi. Gözümün önünden geçirdiğim sinema şeridi bana bu vak'aları hatırlatıyor. Şimdi gözümün önündeki yüce ve çok parlak hareketi düşündükçe, uzun sene- lerin yorgunliğile zaiflamış olan gözlerim muttasil se- vinç yaşı döküyor. Çünkü Türk irfanının, Türk dilinin boğulmasına hesapsız fermanlar çıkaran Saray kubbesi altında, kutlu dilimizin tarihi büyüklüğü cihana gös- teriliyor, dilimizi en modern dil haline getirmek için büyük kurultay işe başladı, onun başında Türkün ulu No.18856 —200

Bu sayıdan diğer sayfalar: