2 Eylül 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

29- Rebiülahar- 198351 ÇTT Ç L '.İİ'W —w SON POSTA -— aT TETFE CUU - T N e " f kLaLI FF T Dünya Haâdiseleri Petrol Fışkıran Topraklar Bir zamanlar dünyayı altın hırsı bir hastalık gibi sarmıştı. Denilebilir ki şimdi de onun yerini petrol almıştır. Pek eski insan- larca malüm olduğu iddia olunan petrolun ehemmiyeti hakkında fazla söz söylemiye lüzum yok- tur. Yalnız petrol olmasa, ne otomobilden ne de tayyareden istifadeye imkân bulunamıyaca- ğını söylemek, bu maddenin azim ehemmiyetini —ifadeye — kâfidir. Bugünkü insanlar, on dokuzuncu asrın son nısfından itibaren pet- roldan istifade etmiye başlamışlar- dır. Ve ilk gaz kuyusunu, 1859 se- nesinde ÂAmerikanın Pensilvanya eyaletinde, Edvin Drak isminde bir Amerikalı açtırmıştır.. Onu takiben, yer yer yeni madenler keşfolunmuş, bunların etrafında muazzam şehirler türemiş ve de- nilebilir. ki- Amerikanın büyük serveti, bu kuyular üzerine ku- rulmuştur. Bu kuyunun açılmasında hazır bulunanlardan şimdi ancak bir tek adam hayattadır. Adı Sam Şmittir. ve —Amerikadadır. Pu adam, kuyunun açılmas nı görmekle kalmamış, bizzat çalış- mış ve petrolun topraktan fışkır- dığını ilk defa görmüştür. Bu kuyuyu açtıran Edvin Drak her- caimeşrep bir adam olduğu için ihtiyatsız hareket etmiş, petrolün çıkması ihtimalini düşünmemiş, hazırlık yapmamış. O derece ki, açılan kuyudan fışkıran petrolları doldurmak için civar kasabanın evlerinden yüzlerce kova tedarik etmek mecburiyeti hasıl olmuştur. O gün, bugün Edvin Drak efsanevi bir mahiyet almıştır ve onun açtırdığı bu ilk kuyunun Üzerine heykeli konmuş, kuyunun :kendisi de milli bir âbide olarak itina ile bugüne kadar muhafaza edilmiştir. Kırmızı Derlillerin Talll Petrol — bulundukça ve hali araziler medenileştikçe Amerika hükümeti, kırmızı derilileri mem- leketin en uzak ve ıssız köşele- rine sürmüştü. O suretle ki bu biçareler Oklahoma denilen tabii zenginliği — olmıyan, toprağında ot bitmiyen bir beyabana atılmış- 'Tardı. Fakat bu adamlar, orada da petrol keşfettiler. Hem o derece- de ki, Amerikanın en zengin membaları şimdi oradadır ve bu suretle, birdenbire milyonlar ka- zandılar. Yani kahır yüzünden en büyük nimete uğradılar. Avrupanın En Süratli Tayyaresi Berlin, ©! — —Avrupanın en süratli tayyaresi olarak imal edi- len tecrübeleri — muvaffakıyetle neticelenmiştir. Ekspres - 143 - Fankon ismindeki bu — Alman tayyaresinin azami sürati 255 kilometredir. T A KVİ M — CUMA EYLÜL - 932 hızır 120 Rumt 20- Ağustos-se 15- 1348 —— Vakit |Euut vasall| Vakit ]Enıl Güneş | 104i 5. 26|Akşam ögı. 5. 31 (1Z. 14 | Yatsı llı'ıı.iı 9. 11 f15. 55| İmsac ——— ——— 0 Gün- 2 Arabi varı e — | 18 44 D 36 |20 21 8. 55|3 40 BîR SÜNNET DÜĞÜNÜNDE Pederden Kalma Tamam Kırk Bir Senelik Meşhur Bir Ustura “A.. Nemelaâazım.. Oğlumu .Hiç Kimseciklere Değişmem. Bizim Oglan Aslan Oğlu Aslandır Maşallah...,, — Cellât geliyor! Koşun cel- - İ1ât geliyor! Sünnet çocuğunun maşallah yazılı mavi takkesi altında yüzü kireç gibi oldu. Cellâdın mana- sını herkesten evvel o anlamıştı. Yastıklarına kenarı incili ar- | mudiye altınları sıralanan beyaz işlemeli karyola, son defa göz- den geçirildi, Bütün hazırlıklar tamam... Sünnetçiye salındı: — Yukarıya buyursun!. Bir cellâda bu kadar itibar?.. Olur şey değil.. Uzun boyu, pala bıyıkları, dirseklerine kadar sıvalı kollarile yeniçeri kıyafethanesindeki man- kenlerin canlanmış bir nümunesi ile karşılaşıyoruz: Cellât dedikleri sünnetçi, bu İşte.. Bir zamanlar Selânikte, hat- tâ bütün Rumelide, mehareti ve elinin çabukluğu ile şöhret almış bir adam. İsmini söylesem, kari- lerden bir kısmı kendisini derhal haber hemen tanıyacaklar: Kaymak Hüseyin | Efendi! Sünnetçi Kaymak — Hüseyin Efendi, iş başın? geçmiye hazır- dı. Fakat beklenen birisi daha vardı: Davulcu... Davulcu gelmedikçe, sünnet bir türlü yapılamazmış meğerse... Bereket versin, bu zat, düğün halkını çak bekletmedi. Göğsüne astığı haşmetlü davulile merdive- nin başında arzı endam etti. Davulcunun sünnet esnasında vazifesi mühim... Çocuk, bağırıp çağıracak olursa, davulun güm- bürtüsü arasında feryadı boğulup gidecek, sesini kimse işitmiyecek! Boynunda — sıra sıra — beşibir yerdeler dizili şal kuşağı, başında elmaslı tal, - si ile sünnet çocu- ğu, ortaya y etirildi. Artık kom- plimanların bini bir para,.. — Gereyim seni, beni utan- dırma | — Aslandır maşallah.. — A... Neme lâzım.. Oğlumu hiç kimseye değişmem.. — Gayret — yavrum.. dişini... Kaymak Hüseyin Ef, , çocuğu Sık önüne getirdikleri sırada elile davulcuya işaret etti. Çocuk bağırıyor ve — davul çalıyor. Haykırma fazlalaştıkça davul da gümbürtüsünü arttırdı, Merdiven başlarında, köşe pen- cerelerinde için için ağlaşmalar: — Allah sana da mürüvvetini göstersin Hatçanımcığım. e l lisi Lambros'un — başkâtibi bile elimden — kurtulamadı. Bir gün, kahvede otururken bir jandarma geldi: — Seni valinin çağırıyor! dedi. Malüm ya, korkulu günlerde- yiz. Yüreğim, — başladı — çarp- mıya.. acaba bir iftiraya mı uğradık diye... Ceketi geyip, — jandarmanın arkasına düştük. Başkâtip, beni görünce — gülümsiyerek — yanına davet etti: Doktorlar, sünnet ol- masını tavsiye etmişler.. Fakat başkâtibi : hem fazla para arıyor, hem de | kat'i surette iyileşeceğini temin edemiyorlarmış. Ben, istediği teminatı verince: Bir sünnet düğününden manzaralar — Amin!.. inşaallah.. Kaymak Hüseyin Efendi bir- kaç saniye içinde işini bitir- mişti. Dışarı çıkıp tekrar - içe- ri girdiğim zaman baktım: Kar- yolada bir değil, iki #ünnet ço- cuğu yatıyor! Bu da kim? diye sordum. Anlattılar: — Tek çocuk sünnet etmek uğurlu sayılmaz.. Mutlaka yanın- da birisi daha olacak. Mahallede bir fakir çocuk bulduk. İkisi de bir çırpıda çıkıverdi. Çocukların alınlarında mavi çizgi gözüme ilişmişti: — Ya, bu nedir ? Cevap verdiler: — Çivit ! — Allahallah.. Bunlar çama- şır mı ki çivitliyorsunuz ? Yooo.. Hele buna biç itiraz olmazmış. Çocuk, sünnet olunca Ana ile baba ila birer onu kem gözlerden korumak lâzımmış. — Kibrit — çöpile — al- nının — ortasına — yazılan — elif işte bu tehlikeyi karşılarmış. & Kaymak Hüseyin Efendi ile bir aralık yalnız kalmıştık. Ken- disine sordum: Kaç senelik sünnetçisiniz? Dedi ki: — Tamam 35 sene oldu, bu zanaata başlıyalı... Şimdiye kadar kaç kişiyi sünnet ettiğimi hatır- lamıyorum, gülerek ilâve etti: — Bana sayı ile vermediler ki bileyim.. Önüme geleni kestiml.. Sünnet ettiklerimin içinde yedi günlük yavrudan tut, 56 yaşında pinpona kadar, hepsi var.. Mü- badele başladığı sene, eski ve | ' gonra bana devretti. Otuz beş yeni Yunanistanda 5-6 bin ço- cuk sünnet ettim!/.. O zamanki Selânik umum va- e BB . — Gelelim — Bu İş kaç para ile biter? diye sordu. Boynumu büktüm: — Siz ne münasip görürse- niz verin... — 500 drahmi yeter mi? O zamanlar beş yüz drahmi epeyce para. Pazarlıksız” razı olduk. Ameliyatı yaptım. Delikanlıyı yürüye yürüye evine gönderdim. Elli altı yaşındaki sünnet ço- cuğu (!) da İzmirli bir Rumdu. İskemleye oturtarak onu da sln- net ettim. Bizim şark vilâyetleri ahalisi çocuklarmı çok geç — sünnet ettirirler. Ben, bunların arasında (30) luk (35) lik çok adamlara rastladım. Yahudiler ise, bilâkis çocük yedi günlük oldu mu, hemen Âdeti yerine getirirler! ustura — bahsine... Benim sünnet yaptığım usturala- rın fiati en aşağı iki İngiliz Hirasıdır: Yani yirmi liraya yakın... Vaktile Kırımın — Bahçesaray usturaları vardı. Bunlarla hiç bilemeden kırk elli çocuğu sün- net ettiğim çok olmuştur. Şim- diki usturalar, eh.. şöyle böyle... Kaymak Hüseyin Efendinin, bu kadar rağbet kazanmasının bir sebebi de temizliği.. Ustura- sını ve diğer aletlerini bol ispirto ile yıkayıp, ondan sonra yine ispirto alevine tutup iyice temiz- ledikten sonra kullanıyor. Kırmızı gaz boyamasına sarılı hediyelerle — süslenen — masadan bir ustura alıp gösterdi: — Tamam kırk bir seneliktir! Merhum pederim Kaymak Meh- met, bunu altı sene kullandıktan senedenberi kullanırım. Hem ya- digârdır, hem de uğurlu ustura- A Eylâl 2 Bı'lmecemiz Geçen Bilmece- mizi Doğru Halledenler Muhtıra defteri qlacaklar: Heybeliadadan Bedriye, — İstanbul Erkek Muallim mektebi Tatbikat kıs- mından 103 Fikret, Keşan Avukat Şemseddin Bey yazıhanesinde —Ali Rıza, Cihangir yokuşunda numara 19 Mahmut, Üsküdar 21 inci mektop ta- lebesinden Muzaffer Oğuz, Ankara İstasiyon memuru Kemal Bey oğlu Muzaffer, Beyazıt Ginci mektep dör- düncü — sınıf — talebesinden Muazzez Hüseyin, Galatasaray lisosi talebosin- den 929 Bülent Necdet, Ankara Orta Ticaret mektebi talebesinden 108 Se- miha, Davutpaşa Ürtamektebi talebhe- sinden 95 Fahri, İstanbul Son Posta Klüp azasından 600 Nuriye Ali Hanım ve Beyler. Birer adet kart alacaklar : Beyoğlu il inci ilkmöektep talebe- sinden Gabi Sason, Balıkesir Hacıis- hak mahallesi —Mustafapaşa — sokak No, 8 Firdevs, Ankara Mukaddem mahallesi istasyon caddesi No. 78 Akif, Adana Yeniadana matbuasında H. Basri, İstanbul Kız mektebi talek besinden 69 Nurünnisa İlhami, Adana Kayalıbağ mahallesinde — No. 21 Ke- mal, Heybeliadadan Sevim, Bandırma Büyük otol yanında berber Ali El oğlu Ahmet, Divanyolu — No. 1116 Ayşe Cemali, Beyoğlu 12 inci mektep beşinci sınıftan Ahmet, Ortaköy Çifte lik sokak No. 50 Cenap Şahabettin, Aksaray Cerrahpaşa caddesinde No, 46 Asım, İstanbul 44 üncü mektep talebesinden 48 Sabahattin Hâmit, Ortaköy Divanyolu No. Bi İbrahim, Sandıklı Avukat Zeki B. kâtibi Mü- nür, Adana 'Türkiye Ziraat Bankası Etajyer Ahmet Refik, Değirmendere İlkmektep — talebesinden 23 Fazıl, Adana Saathane civanında Bsaatçiler ittlaalinde No. 87 Fikri, Erenköy Kavaklıbağ Cahide İbrahim, Adana posta kutusu Ti Kaya Hâmi, Adana Kale kapısında fırıncı Mustafa oğlu (Devami — uncu sayfada ) e dır. Şimdiye kadar bir gün bile körlenmedi. Kaymak Hüseyin Ef. emektar çantası elinde evden çıkarken kimi udunu, kimi kemanını, kimi defini kapıp düğün evine koşan mahalle delikanlıları, #ünnet ça- cuklarını eğlendirmiye başlamış- lardı. Kapının önünde düğün şerefine yanan beş yüz mumluk lâmbanın etrafında konu komşu, pervane gibi dolaşıyorlar. Herbiri kendine düşen hiz- meti görüyor. Ne giren belli, ne çıkan.. Tam düğün evi... Yalnız, kadınlarla erkeklerin arasında karagöz — göstermeliği gibi, kafesli bir paravana vart Hâlâ, harem, selâmlık usulü.. kas dın erkek bir arada oturuyor amma, bu paravan, nedense orlta- dan kalkmıyor. taraf taraf kurulan içki sofrala- rindan hararetli davetiyeler gell- yor : T — Nazlanma canım... — Bir kadehçik rakı.. İnsanı öldürmez! — İç be! Mürüvvetindir yahu. Bu mürüvvet sözü, yüreği garipsiyen babanın en zayıf da- marına dokunmuştu. Dudaklarına kadar uzatılan rakıyı bir hamle- de boşalttı : — Şerefe !... Ve böyle, tanyeri ağarın- cıya kadar herkes biribirinin şerefine içti durdu. Sabah gü- | neş doğarken, bütün bir mahal- leyi dolduracak, gürültülü bir kalabalık, önde davul, zurna, ağır ağır “Ey gaziler yol görün- dü.. , türküsünü söyliyerek evle- xine dağıldılar. apaf Sünnet çocuğunun babasına - âı:"ı I |

Bu sayıdan diğer sayfalar: