22 Ekim 1934 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

22 Ekim 1934 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Muharriri: A. R. No.: 70 Sıkılan Yumruklar.. Rahip Löyüla Acı Bir Şekilde Mağlüp Olmuştu. Bunun İntikamını Bedbaht ve muztarip İnsan- lara yardım ve iyilik etmeyi, her şeye tercih etmişlerdir. Eğer ara- mızdaki sırrın burada.. Şu - kıral bazretlerinin.. Şu muhterem asıl- zadelerin huzurunda ifşa edilme- Bİni caiz görüyorsanız, size bunu ispat edeyim.. (Fondi) de sizden ayrıldığım — dakikadan ilibaren, gerek Madritte — ve gerek sair yerlerde, bugüne kadar geçirdi- ğim macerayı anlatayım da, bütün şüphelerinizi izale eyliyeyim. Rahip Löyulâ, hiddet ve asa- biyetle cübbesinin göğsünü kapa- dı. Ateşler saçan bir nazarla gövalyeye baktı: — Hayır.. Buna Ben, sizinle tekrar isterim, efendi. — Hay hay, Fakat şunu lüzum yok. görüşmek rahip efendi.. Arzetmeme mü- saade buyurunuz ki, eğer yine böyle — rahip — cübbesile karşıma çıkarsanız, sizinle görlü- şecek hiçbir söz bulamıyacağıma emin olunuz... Onun için, Üzer- nizde manda derisinden zırhınız olduğu halde karşılaşmamızı rica ederim. — Pekalâ.. Bu sabah, güneş doğarken sizi (Grev) meydanında bekliyorum. Rahip Löyulâ, bu mağlübiye- tin intikamını pek acı bir şekilde alacağından emin olarak bir adım atmıştı. Şövalye. müstehzi bir lisanla arkasından baktı: Ve, — Rahip Efendil.. Yarım ka- lan emrinizi ikmal edeyim mi?.. Diye bağırdı. Löyulâ, sıkılmış dişleri arasından şu iki kelimeyi homurdandı: — Artık, buna lüzum kalmadı. Ve sonra, kapıya doğru adım- Tarını sıklaştırdı. Kıral da, salonu dolduran yüz- lerce insan gibi, bu sahne karşı- sındâ dona kalmış.. Gözlerile takip ettiği rahip, ancak kapıdan çıktıktan sonra - korkulu bir rüyadan uyanır gibi - kendini toplamıştı. O zaman başını çevir- miş, Şövalyeye bakmış.. Üzerinde hiçbir süs ve dantel bulunmıyan koyu lâcivert saten elbisesi için- de, sülün gibi vücudu haşmet ve zarafet saçan; çelik kabzeli kılı- cına dayanarak esalirt? bir-kahra- man gibi dimdik duran bu terte- miz kalpli adama ellerini uzatmış: — Hey Allahın günü.. Hangi devirde yaşıyoruz?.. ( Rolan ) öldü, diyenler çok yanılıyorlar.. İşte, bu bir Rolandır. Diye bağırmıştı.. Kıralın bu sözlerini müteakip, her taraftan şiddetli bir — alkış tulanı koparak bütün salonu kap- ladı.. Pencerelerden — dışarı taştı. Her şeyden gafil ve bihaber olan halk.. o, bedava bir tas bal şer- beti içebilmek için biribirini ezen, çiğneyen, ıstırap içinde inliyen ve biribirine söven halk, — kıralın alkışlandığını zannederek coşkun bir feryat ile kaynaştı: — Yaşasın kıral.. Sedaları, bir. kasırga gibi Luvr sarayının duvarlarına, kule- lerine çarplı. Tam bu sırada, saraydan çıkarak halkın arasına karışan rahip — Lüyulâ, ömründe — i,k — defa — hisset- Almayı Düşünüyordu.. tiği mağlübiyetin kalbi yanarâk, —başını çevirdi, sarayın renk ve ziya fışkıran pencerelerine baktı. Yumruklarını sıkarak: — Görüşürüz, Fransuva... Diye homurdandı. * Krıalın, bir anda neş'esi av- ateşlerile SON POSTA Kıral Ava Çıktı !.. “Franuz Hıük;lüıü.. det etmişti. Şövalyenin ellerini | KİT sıkıyor: — Aziz dostuml.. Yalnız muh- terem - Rahip Löyulâyı değil.. Beni de hayrette bıraktınız. Ar- tık biz sizin hayatınizdan tama- mile ümidimizi kesmiş. ve pek müteessir. zamanlar geçirmiştik. İstanbuldan avdet eden Kont Franjpani bize pek meş'um ha- berler getirmişti. Şimdi sizi böyle karşımızda görmek... Hey, Allahın günü.. Öyle tuhaf bir gece geçi- riyoruz ki... E, söyleyiniz, bakalım. Nasıl kurtuldunuz. — Ooo, bu epeyce uzun bir hikâyedir. haşmetponah.. Şimdi kıymetli zamanımızı buna bağlâ- mak saygısızlık olur. Yalnız şu kadar arzedeyim ki; en sadık bendelerinizden olan şu peskopos efendi, bu hususta epeyce mühim fedakârlıkta bulundular. Şaşkınlığı henüz zail olan kıral, ancak o zaman rahip Plisyenin de geldiğini hatırlıya bildi. Ve başımı ona çevirdi: — Ah muhterempeder!. Sizi Ihmal ettiğimden dolayı kusura bakmayınız.. Geçen şeyleri siz de gördünüz.. hiç şüphe etmiyorum ki, siz de benim kadar möütehayyir kaldınız ve, şaşırdınız... Size tev- di ettiğim vazifeleri, Istanbulda büyük bir dirayet ve muvaffaki- yetle ifa ettiğinizden dolayı bilhas- sa teşekklir ederim. Şimdi şura- dan öfke ile çıkan rahip efendi- nin, aleyhimizde çevireceği fırıl- dakları biliyorum. İhtimal ki doğ- ruca Romaya Vatikana gidecek.. bizi çekiştircektir. Ve belki de, bütün hıristiyanlık âlemini aley- himize çevirecektir. Buna muka- bil acaba şarkta bize tarftar ola- caklar var mı? Monpelye peskoposu Plisye, büyük bir emniyet vae itimatla, cevap verdi : — Haşmetpenahi, Marüz kal- dığınız felâkete karşı Romanın gösterdiği kayıtsızlık bütün Şark — hiristiyanlarına anlatılmış, ve bunların bütün muhabbet ve merbutiyeti, zatı haşmetleri üze- rinde toplanmıştır.. Onun için, muhterem rahip, İgnas dö Löyülân hazretlerinin Romada girişeceği her türlü teşebbüs, büyük bir netice vermeden akamete uğra- yacaktır. Sonraaa.. Bizim İstam- buldan hareketimizden bir gün evvel, Türk ordusuna hareket emri verilmiştir. Büyük bir kana- atle temin edebilirim ki, düşman- larınıza — karşı - verilmesi lâzım gelen cevabı, zatı haşmetlerinden evvel, bu ordu verecektir. — Şu halde, bizim için yapı- lacak şey?... — Büyük bir sükünetle neti- ceyi beklemekten ibarettir. Fransuva, büsbütün neşelen- mişti. ÇArkamı var ) Bu resmi sıra ile takip edecek olursanız, kıralın vurduğu tavşa- nın nereden geldiğini görürsünüz. Çünkü kıral köpeğini böyle alış- tırmıştı. MenermenELALeEnAELANE AAt SEAEAALSAL SA YENESEDEEENESEcNNa. Dünya İktisat Haberleri |Amerikalılar Da Anlaşmıya Başladılar Aylardanberi Birleşik Ameri- Gümrük | ta mt“kgm“lîı_'i mı e Haa Lera e :lı:ı yukıeky(:ı.'lfe iliyor mu? | ter tatbikı saye- sinde, memleketin hariçle olan ticari münasebatından ziyade da- hili ticaretin inkişafını temine çalıştığı malümdur. Beynelmilel iktısadi haberler- den memnuniyetle Aanlıyoruz. ki Şimalt Amerika Birleşik cümhu- riyetleri de anlaşmalar yaparak gümrük duvarlarını indirmek ve milletler arasındaki ticari müba- deleleri Jıuırıuık kararını — ver- mişlerdir. Gümrük işlerine bakan dairenin âmiri M. Hull ilk iş ola- rak Cenubi Amerika memleket- lerl ile müzakereye girişmiştir. Haber aldığımıza göre bu mem- leketlerin bir kısmı ile ticari an- laşmalar yapılmış diğerleri ile de konuşmalar neticelenmek üzere bulunmuştur. M. Hull şimdi de — Avrupa davletleri İle temasa girmek lze- redir. Belçika ile müzakerelerin başlaması için lâzım olan zemin hazırlanmıştır. Teşrinievvel ayı içinde Ameri- ka - Belçika ticaret anlaşması için müzakerelere — başlanması beklenmektedir. Aynı hal Fransa için de mevzuubahstır. Memleketimizle Amerika ticari münasebalı esasen gayet dostane bir tarzda i edilmekte oldu- ğundan yeni bir konuşma için lüzum görülmemektedir. * Bulgaristan şimendifer idaresi tarafından yapılan bir istatistiğe göre bu s#ene Eylül so- nuna kadar muh- , telif Avrupa mem- leketlerine gu ih- racat yapılmıştır. Malın cinsi — Vagonu Taze Üzüm — 1.702 Taze erik 185 Elma 25 Ceviz 26 20.500 Sebze 81 5$58.908 Bu madelerden Bulgaristanın yaptığı ihracat işleri Sofyadan bildirildiğine göre hararetle de- vam edilmektedir. Bulgarista- nın taze meyva ve sebze ihracatı Kilosu 5.560.963 1.600.000 40.500 Birinci teşrin 22 Bu Sütanda Hergâün Yazan: Firdevs İsmail İLK-AŞE Onu görmiyeli yirmi sene ol- muştu. Maziye âit bir sürü hâtı- ralar arasında onunki bende, meh- taplı Bir yaz gecesinin en sessiz, | en sakin bir saatinde sevgilisini tahayyüle dalan âşığın kulağına gelen hazin bir keman sesi gibi tatlı ve güzel olarak kaldı. Diye- bilirim ki hiçbir şey maziyi hazin musiki parçaları kadar — güzel canlandıramaz. Sevdiğim bütün kadınları ayrı bir musiki parça- sile hatırlarım. Evet, ilk sevgilimi çocukken evlerinin balkonunda ekseri mehtaplı gecelerde bera- ber dinlediğimiz bir şarkı ile hatırlarım : «Gel çıt bile yok bekliyorum bahçede yalnız. » Kardeş çocukları olduğumuz için beraber yetiştik. Ikimiz de on altışar yaşında. iken, hayatın bu en tehlikeli zamanında “aşk,, denen varlık kendini gösterdi. Fakat biz, biribirimize bir şey söylemiyerek ruhun bütün arzu- larını — gözlerimizden — okuyarak seviştik. Onun, dantel yapan ince par- maklarının hareketini; güzel boy- nunun inceliğini, alnını, saçlarını korkarak seyrederken düyada ol- duğumu unutacak kadar kendim- den geçerdim. Bazan hiç lüzumu olmıyan bir sualle onun Ürkek masum gözle- rini görmiye çalışırdım. Benim da- kikadan dakikaya artan heyeca- nıma rağmen o daima sakin durur ve dantelini yapardı. Onu okşa- mak arzusile yanarken, arzula- rımı sezerek benden nefret etme- sinden korkarak hiçbir harekette, heçbir imada bulunmazdım. Nihayet bir gün, Ağustosun yakıcı bir öğle vaktinde dayana- mıyarak onu ilk defa kucakladım, bu yakınlığın verdiği heyecan okadar derin oldu ki saatlerce bir kelime bile konuşmıya cesaret edemiyerek nihayetsiz süküt içinde kuşların cıyıltılarını dinledik, Fa- kat ne yazık! Bu temiz sevgi çok devam etmedi. — Ertesi sene babam öldüğü için tahsilimi yarıda bırakarak hayatımı kazanmak için ta Konyaya gittim. Beş sene sonra döndüğüm zaman sevgilimin bir iki ay evvel zengin bir gençle evlendiğini öğrendim. Uzun zaman neş'e, rahat, huzur bana haram oldu. Daha sonraları ilk aşkımı mukaddes bir yadigâr olarak içi- me gömmiye mecbur oldum. Fakat geçen sene Ankarada tesadüfen kacasile — karşılaştım. Şişman, kısa boylu pek hatırhüvaz olan bir adam, gazetelerde sık sık resmini — gördüğü karısının yakın akrabası meşhur muharrirle yani benimle — tanıştığına çok memnun oldu. İki elile elimi &- karken karısının bütün romanla- rımı elde ettiğini, uzun zaman- danberi görmediği yeğenini her- halde görmek - istiyeceğini sami- miyetle söyledi, ve Ankarada kaldığım müddetçe hiç olmazsa birkaç günü evlerinde geçirmemi rica etti. Tam yirmi sene sonra onu görmek fırsatının önüme çık- tığına bir türlü inanamıyordum, Onlar, şehirden biraz uzakta kendi çiftliklerinde oturuyorlardı, Çiftliğe yaklaştıkçe — heyecanım artıyor, kalbim şiddetle çarpıyor- du. Kocası beni güler yüzle kar- şıladı. Beraber eve girdik, kar- şımda onu görünce ne söyliye- | cektim? Bir mektepli çocuk gibi şaşırdım. Aralık kapıdan Ayşeye pek benzeyen şişman bir kadın gördüm, yoksa — o mu idi? On yedi yaşında iken çılgınca sevdi- ğim Ayşa omu idi? Ne kadar hantallaşmış, ne kadar —manasız- Taşmıştı. Kalbim — birdenbire boşaldı, ne olduğunu — bilme- diğim kıymetli bir şeyin içim- den — kaybolduğunu — hissederek üzüldüm. Osırada kapı açıldı, ar- kasında emprime bir elbise, saç- ları karmakarışık, şişman bir ka- dın girdi. İşten bozulmuş - elini bana uzattı: — Hoş geldin Fahri. Nasılsın? Seni kışhedıli kaç sene oldu? — Yirmi sene Ayşe, tam yir- mil, Sen nasılsın bakalım ? — İyiyim. Sihhatim yerinde Allaha şükredip oturuyorum. Der- ken minnettar bakışlarını kocasına çevirdi. Sonra tekrar konuşmağa başladı : — Bizde kaç gün kalacaksın? Üç gün mü?.. Çok az. E artık sen meşhur adam oldun!.. Vaktim olmadığı için güzel yazılarını okur yamıyorm amma bütün kitapla- rını arattım. buldurdum. Hepsi yatak odamdaki masanın üÜstünde duruyor. Ona şaşkın, meyus, müked- der baktım. Bir zamanki ince ruhlu Ayşe bu mu İdi? Yüzü manasızlaşmış, gözleri çukurlaşmış ve islenmişti. Saatler- ce beyhude yere o yüzde, o göz- lerde maziye ait bir hatıra, bir heyecan aradım, ne gezer, Biribi- rl arkasına odaya giren çocukla- rını bana tanıttı: — Ayban, Ayten, — Keyser, en büyüğü on sekiz yaşınde ve lisede okuyormuş. Evde yoktu. İlâve etti: — Ona senin ismini koydum. Al benim ismimi — koymuş! demek eskisinin hatırası içinde hâlâ yaşıyor. Bir anheyecana ka- pıldim. Fakat ilâve etmekte ge- cikmedi: — Kocamın babasının ismi de Fahridir de. Yemekten sonra çocuklar bi- rer birer çekildiler. Ayşe, ben, ko- cası bahçenin ağaçlık bir köşe- sinde kaldık. Konuşuyorduk. Maziden, kaybettiğimiz akra- balardan, gençlik hatıralarından uzun uzun bahsettik. Sonra Ayşe ve ben sustuk, Yıldızların solgun ışığında onun, başı önünde hare- ketsiz durduğunu — görüyordum. Maziye karışan aşkımızı, düşün- düğüne emindim. Onun bu düşün- cesi sibirli bir koku gibi tâ içime kadar nüfuz ediyor, bir mâyi gibi ondan bana akıyor ve bütün benliğimi tutuşturuyordu. Belki o, dikenli, kederli mücadele dolu hayat yolunda benimle beraber yürüyemiyerek ayrıldığına benim olamadığına pişmandı. Heyecan- dan onun yüzüne bile bakmağa cesaret edemiyordum. O esnada cıvar köşklerin bi- rinden hazin bir keman sesile berrak, gür bir erkek sesi yük- seldi; «Gel çıt bile yok bekliyorum bahçede yalnız...» Buz. — gibi — kesildim bana Ayşenin — aşkını, — ilk aşkımızı hatırlatan eski zamanı hayalimde canlandırıyordu. Aman yarabbi, bu, ne tesadüftü. Gözlerimi korkarak ona çevk rirken derin, rahat bir nefes ku- laklarımı — tırmaladı. - Dikkatle baktım. Ayşe oturduğu yerde — hafif hafif nefes alıyor ve uyukluyordu.

Bu sayıdan diğer sayfalar: