4 Haziran 1935 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

4 Haziran 1935 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 Sayfa SON POSTA - Haziran 4 Bu Derece İyilik, | © HİKÂYE Y T n e ı e AlI R'*' ı s a n No B Bir Acı Söze Bir Kılıç Çekilmişti.. Ancak en korkulusu bun- dan yirmi üç, yirmi iki yıl kadar önce olmuştu. Rahmetli baban da, Sarı Şahin Bey de senin gibi genç iİdiler, sen üç yaşında ka- dar bir çocuktun. Kaleyi — aylardanberi sarmış olan düşmana karşı dayanmamı- zın artık yolu kalmamış gibi görünüyordu; — içimizde açlıktan ölenler bile olmuştu. Kale dw- varları Alınan güllelerile yıkılmış, dökülmüştü. Kale — kumandanı koca “Hızır,, Bey kadınları ve çocukları kurtarırım diye düp manla vereyi (!| konuşmaya baş- lamıştı. Hatta bizim elçilerle kâ- firin ordugâhıma baban da git mişti; düşmanın kumandanı bu gimdiki (Nadajdi)nin babası idi. Bu herif Türklerin olduğu gibi çıkıp — gitmesi — şartile kalenin teslimini kabul etmedi. Bizim el- çilerin başı rahmetli Çakır Meh- medin babası — sipahi — Turgut Beydi. Turgut Bey — nihayet (Nadajdi)ye: — “Kumandanımız koca Hr zır Bey de beraber olmak üzere Subuskanın — bütün — erkeklerini tutsak ediniz, Buna da razıyız, Ancak suçsuz kadınları, çocukları bırakınız, (Bodin) kalesine kadar sağlam gitmelerine söz veriniz! Nadajdi, sende şu kadarını İst- yoruz; biz erkekleri hep kılıçtan — gezirerek bizden kırk yıllık öcünüzü İstediğiniz gibi alınız; kadınlarla çocukları (Budin)e gönderelim ! ,, Sipahi — Turgut Beyin — lâfına ( Nadajdi ) acı bir kahkaha ile gülmüş, elindeki şarap bardağını Türklere gösterereki — * Yarın bu şarap barda- gını bana ve bütün askerlerime sizin kınalı parmaklı kadınlarınız verecek! — Haydi — gidin, koca “Hızır,, Beye benden öyle söyle- yini,, karşılığını vermiş. Baban rahmetli çok ateşli, — öfkeli -bir adamdı, bu acı söze karşı şimşek gibi kılıcını çekmiş, meclis karma- karışık olmuş. Iki kişi onlardan yaralanmış, babanı da yaralı ge- tirdiler. Eğer (Rezin oğlu ) ile birkaç yaşh Macar Beyi ortaya girmeseymiş beş kişi olan bizim elçileri orada parçalıyorlarmış.. Aslan Beyin annesi hikâyesk nin burasında oğlunu unutmuş gibi durdu ve gözleri tekrar oca- ğin kan gibi alevlerine daldı. Şimdi bu Türk kadınının gözleri önünde, Türk kadınına söz söy- Tetmemek için bir orduya kılıç çeken genç kocası ve kendi genç- lik senelerinin temeli solmuş çi- çekleri vardı... Delikanlı da babasının bu İşi, bu hatırasile ateşlenerek titremiş ve pek mukaddes bir mabedde imiş gibi bu hatır önünde derin saygı ile susmuştu. Kadın başını kaldırdı, çok uzaklardan gelir bir sesle: — Evet, babanı o akşam ya- ralı getirdiler; yara korkulu bir- şey değildi, pazısında açılmış ge- nişçe bir e) yarası idi. Fakat ba- banın yüzü fırtınalı bir gök yüzü gibi kararmış, karmakarışık o İt Vere yukarda dediğimiz - gibi kaleyi şartla toslim etmek demektir. Vereyl konuşmak — teslim müza. koratına girişmek. GÜĞÜ — öelimemi İK muştu. O kadar öfkeli Idi ki; ya- rasını büsbütün unutmuştu. Ku- durmuş bir kaplan gibi odanın içinde — kızgınlıkla — dolaşıyordu. O bir şey söylemiyor, ben de kor- kumdan ve acımdan bir şey sora- miyordum. O gece yine bu odada idik. Sen ortada yuvarlanıp oy- niyordun. Yarasının acısını duy- miyarak birdenbire eğildi ve seni kucağına — aldı; kendi kendine söyler gibi: — *“ Her kişiye acıyıcı tanrım dedi; bu sevgili yavruyu kendi elimle nasıl kesmeli?,, Ben onun aklından geçenleri bir. anda — anladım!. — Zaten bir kaç gündenberi kadınlar ara- sında fısıltılar oluyor, en sonunda hangi yola başvurulacağı ağızdan ağıza yayılıyordu.. Baba- nın yanına gittim, titreyerek elini tutlum: — “Doğan! beni dinle, dedim, her doğan yıldız bir gün batar... Gün akşamlıdır. Ne mutlu ki: namusumuzla — ölelimi Sade sa- na birşey yalvaracağım; önce beni, sonra çocuğumu öldür ve onu mezarda kollarımın arasına koyda toprağı üstümüze öyle örtl,, Aslan Beyin annesi hikâyesinin burasında kendinden geçer gibi oldu; — sesi birdenbire - titredi.. Fakat kuvvetini topluyarak sözünü sürdürdü: — Fakat Tanrı büyük, Aslan! alçak ( Nadajdi ) nin düşüncesi çok — yanlış çıktı. Ertesi günü (Budin) Paşasının bayrakları, hu- dut beylerinin sancak ve alemle- rini Subuska ovasında dalgalanır gördük. Beylerbeyi büyük bir kuv- vetle nihayet imdadımıza yetişmiİşti. Kanlı bir savaştan sonra düşman yarısından ziyadesini Subuska ovasında bırakarak çekildi gilti. Aslan, ben pekâlâ biliyorum ki : Şimdi, yani o İşten yirmi sene sonra yine o kötü kapandayız; belki de ondan daha acıklı halde bulunuyoruz. Çünkü bu sefer ( Bodin ) paşası da bize yardıma gelmeden bozuldu. O çağlarda koca Nemse ve Macar devleti ile başlıbaşına dövüşen zorlu serhad Beylerimiz, — Paşalarımız — vardı; şimdi öyle Beyler de yok. Oğlum, sözün kısası o zaman başvurula| cak yolun yine sırası geldi. Bunu benden niçin saklamıya çalışı- yorsun; senin annen Türk kadı- mıdır; asker torunu, asker kızı, naker karısı ve Tanrıya alkış, - ker annesidir. Aslan Bey şiddetle yerinden fırladı; boğulan bir sesle: — Sus, ana, büyük Tanrının aşkına sus! Şimdi çıldıracağım... Annesl oğlunun tekrar elini tuttur Kahraman askerin çelik eli titriyor, lâkin melek yüzlü kadının güzel ince parmakları titremiyor- du, Yalnız bu el ve parmaklar buz gibi soğuk idi: — Oğlum, dedi, çıldıracak bir işyok. Bir ilâç mutlaka içilecekse, ne kadar acı olsa içilecektir; bu ilâcın önünde korkak bir çocuk gibli “Pek acı, içememi ,, diye ağlayıp sızlamak ne aşağı, ne gülünç bir şey olur... Siz erkekler vazifenizi yapacaksınız, biz kadın- lar da vazifemizi yapacağır. (Arkası var) üi *ö HÖi - -o Aptallıktır Iyi kalpll yaralı — (Hırsıza) Heey |. Pist, buraya bakl, Biça- Hangi Tipe Mensupsunuz ? (Beştarafı S inci yüz?e) Vücutlarının ve dimağlarının ka- biliyetl de bu hırs'arını takviye ettiğinden tuttukları işlerde ekse- riya erkeklerden ziyade muvaffak olurlar. Hareketlerinde serbest bulun- mak şartile evllik hayatları ol- dukça mes'ut geçer. — Kendileri gibi iradesi kuvvetli bir kocaya düşerlerse gayet iyi bir eş olurlar ve hayatta kocalarile yanyana çalışabilirler. İrade eri kendilerin: den daha zayıf erkeklerle evle- nirlerse bunlara karşı da bir anne tavrı takınırlar ve onları çocuk gibi sıyanet ederler. Erkek vaziyeti anlar ve buna katlanırsa evlilik hayatları gayet İyi geçer, Müşterek hayatın bütün mes'u'i- yeti kadınların yüklendiği bu gibi izdivaçlara son zamanlarda çok tesadüf edilmektedir. Bu tip kadınların çocukları ekseriya erkek olur. Bütün mezi- yetlerini analarından alan bu çocuklar babaları zayıf karakterli bile olsa, dalma gürbüz ve can- hıdırlar. Bu kadınlar dalma serbest ve müstakil olmak istediklerinden bir yanıhanede veya bir mağazada çalışamazlar, Daima emredecek bir vaziyette, mes'uliyetli işlerde bulunmayı severler. Yapılacak İş gerek mânen, gerek maddeten ne kadar zor olursa olsun onu başarmıya gayret ederler. Kon- dilerini hayale kaptırmazlar, İh- mal, tekâsül nedir bilmezler. Bunun için de arkadaşlarının hatalarını kat'iyen affedemezler. Gerçi onları yerlerinde dur- durmuyan, daima bir maballisarf arayan enerjileri yüzünden ken dileri de hayatta büyük büyük hatalar işlerler. Fakat bunları gayet çabuk ve büyük bir ma- haretle tamir eder ve koendilerini affettirmeye muvaffak olurlar. Gayretleri ve karakterlerinin kuvveti sayesinde bütün gayelerine vüsıl olabileceklerine kani olduk- larından, erkeğin — muhabbetini kazanmak, onu kendilerine çek- mek için kadın hilelerine müracaat etmeye, cinsiyetlerini bir silâh olarak kullanmıya — tenezzül et- mezler. Bu tip kadınlar ekseriya ya çok kuvvetli veyahut da çok zayıf karakterli erkeklerden hoşlanırlar. İradesi kuvvetli ,bir erkek intihap ederlerse onunla yanyana ve müsavi şerait altında çalışabilmek hakkını temin etmelidirler. Zayıf karakterli bir koca intihap eder- lerse bunun da halim, selim fakat ayni zamanda da gayet zeki o- masına dikkat etmelidirler. TEYZE Guy de Mapassant'dan: KLOŞET NİNE Gariptir; bazı hatıralar — insani okadar sarsar kl onları akıldan çıkarmak, silmek hiçbir. zaman kabil olamaz. Size anlatacağım bu hatıra da çok eskidir. Hattâ okadar eakidir ki bütün — teferrila- tile birliktte bu kadar zaman aklımda kalmış olduğuna ben bile şaşıyorum. Hayatımda bir #ürü acı, feci ve hattâ müthiş maceralara şahit oldum. Buna rağmen yine Kloşet ninenin ta küçüklüğüm- deki hali gözü- mün — önünden gitmiyor. Kloşet gine ihtiyar bir dikişçi kadındı. Her Perşembe günü ça- maşırların — söküklerini dikmek, yamalarını yapmak İçin evimize gelir, çalışırdı. O vakitler kasa- bada şato denilen fakat hakikatta bir iki küçük çiftliği bulunan eski, s.vri damlı bir evde oturuyorduk, Kloşet nire uzun boylu gayet zayıf bir kadındı. Yüzünün bher tarafı kıllı idi. Okadar ki, bu kıl- lar yüzünün her tarafında, yanak- larında, — burnunda, — çenesinde, umulmadık yerlerde, adeta bir deli tarafından ekilmiş gibi tutam tutam bitmişti. Kaşları da kalın ve çok kıllı idi. Ağarmış olan bu kalın kaşar yanlışlıkla gözlerin üzerine konmuş posbıyıklara ben- ziyordu. Kloşet nine ayni zamanda topaldı da. Fakat onun topallığı bambaşka bir topallıktı. Hareket- leri tipki dalgali denizde de- mirlemiş bir vapurun hareket- lerine — benziyordu. Uzun — sis- ka bacağını kaldırdığı zaman tıpkı bir. dalganın üzerinden aşacakmış gibi bir vaziyet alır, sonra da birdenbire o dalganın çukuruna batıyormuş gibi yere gömülüyordu. Başına daima beyaz bezden yapılmış geniş bir şapka giyer ve bunun arkasından — sarkan kurdelâları onun her hareketile sağa sola dalgalanır, dururdu. * Bon Kloşet nineyi çok sever- dim. Yatağımdın kalkar kalkmaz derhal dikiş odasına koşar. Onu orada, ayaklarını ayak ısıtacağı: nıin Üzerine koymuş, çalışır bulur- dum. Beni görür görmez, tavan arası olan büyük odada soğuk alacağımdan korkar, ayak ısita- cağını bana uzatır ve: — İyldir, başındaki kanı aşağı çeker, derdi. Bir -taraftan uzun, Çengelli parmaklarile dikişmi diker, bir taraftan da bana hikâyeler, ma- sallar anlatırdı. Gözleri iyi görmezdi. Kalın camlı — gözlüklerinin — arkasında, gözleri gayet iİri, derin, adeta iki misli görünürdü. Anlattığı hikâyeler, hep fakir- lerin sade hayatına dair şeylerdi. Köyde olan biten herşeyi anlatır, ondan sonra, ya çiftlikten kaçan ve Ferdası gün Proaper Malet'nla yoldeğirmeni — önünde, değirmenin — kanatlarına — aptal aptal bakarken bulunan ineğin, yahut ta klisenin çan kulesinde bulunan ve oraya nasıl geldiği bir türlü anlaşılamıyan tavuk yumurtasının hikâyesinl anlatırdı. Onun bir de Efendisinin ça- hnan pantolonunu ta uzaklardan bulup getiren va kurusun diye bahçeye seren bir köpek hikâyesi vardı. Bu, sade ve çocukça hikâ- bana okadar anlatırdı ki ben onları heyecanlı yeleri eiddiyetle birer macera, sihirli ve güzel birer şiir olarak dinlerdim, An- nemin akşamları bana okuduğu meşhur muharrir veya şairlerin hikâyeleri bunların yanında adeta yavan kalırdı. * Hiç unutmam, bir perşembe günü, bütün sabahı Kloşet ninenin dizlerinin dibinde, onun hikâye« lerini dinleyerek geçirmiş, öğleden sonra da bir uşakla beraber Noirpre çiftliğinin — arkasındaki ormanda fındık toplamaya git- miştim. Bir aralık içimde Kloşet ninenin yanına gitmek için yenik mez bir arzu duydum. Koşa koşa eve döndüm. Dikiş odasına çıktım ve kapıyı açtım. Ihtiyar bir dikişci kadın, sandal- yesinin dibinde yüzüstü yere 6 rilmiş yatıyordu. * Bir elinde dikiş iğnesi, öte- kinde de benim gömleklerimden biri vardı. Mavi çorap'ı sağlam bacağı sandalyenin altına doğra uzanmış, kalın gözlükleri duvarın dibine yuvarlanmış, parıldıyordu. Korkumu gidermek için ava- zım çıktığı — kadar bağırmaya başladım. Çok geçmeden ev halkı yetişti. Birkaç dakika #sonra da zavallı Kloşet ninenin artık ölümş olduğunu anladım. Küçücük kalbimi ozaman ya- kan, derin ve keskin acıyı bir türlü tarif ademem, Ayaklarımın ucuna basarak merdivenlerden indim. Misafir odasına girdim ve karanlık köşede duran kocaman koltuğun içine gömülerek sak-, — landım. Burada diz çökerek ağladım, ağladım. Orada ne kadar kaldr- ğımı bilmiyorum. Fakat biraz kendime gelmiye başlarken orta- lığın kararmış olduğunu gördüm. Birdenbire odaya lâmba ile birisi girdi, fakat beni göremedi. Bir müddet sonra da annemle babamın, sesinden tanıdığım İh- tiyar — doktorla — konuştuklarını işittim. Babam doktoru alel'acele ça- gırmişti. O da - şimdi ölümün se- beplerini anlatıyordu. — Bundan bir şeyler anlayamadım. Bir müd- det sonra doktor oturdu, bir ta* raftan annemin ikram ettiği İF körle bisküviyi yiyor, bir taraftan da anlatıyordu. Söyledikleri, hâlk kelimesi kelimesine aklımdadır. Ihtiyar doktor derin bir gö“ ğüs geçirdi: — Zavallı... Zavallı kadınca” gız, dedi. Garibi şurası ki bu kadın benim bu kasabadaki İlk hastamdı. Buraya geldiğim güf bacağı kırılmıştı. Arabadan iniP henüz ellerimi yıkayabilmiştim ki ( Devamı 13 üncü yüzde ) 4

Bu sayıdan diğer sayfalar: