23 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

23 Eylül 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

-”SON POSTA M Bendeniz min gay- ri haddin mahallem- de; komşulük huku- kuna riayet eder, a « dabı muaşerete vükti bir kimse olarak ta - nınırım. — Mahalleye yeni bir komşu ge - lirse, bir iki gün son- ra kendilerine beya « nı böşümediye git « meyi minelkadim â- det — edinmişimdir. Nitekim — geçenlerde bize bitişik haneye de yeni müstecirler taşındığı mesmuum olmuştu. — Elâlemin dili elimde değil ki onları istediğim gibi idare edeyim.. Yeni gelen komşular hak- kında bazı namünasip kelâm sarfedildiği kulağıma çalınıyordu. Gelenler, evvel - den Şişlide otururlarmış. Fazla alatran- ga imişler. Kadın kocasının bütün ka - zancını süsüne sarfedermiş. Her ne ise bunlar beni alâkadar etmezdi. Ben kom- guluk vazifemi yapmıya mecburdum. Ta- şandıklarının üçüncü akşamı yatsı çzanını müteakip evlerine gittim. Kapıyı başı beyaz hotozlu, önü beyaz önlüklü bir kız açtı: — Bay evdeler mi? — Evdeler. Merdivenin üstünden bir ses duyuldu: — Ne oluyor Gülsüm, gene bakkal çı - Taklarile amur mu? Ben bağırdım : — Hayır bayan ben bakkal çırağı de - ğilim, kapıbitişik komşunuz Kâşif amca- yım. Hamur filân istediğim yok. Sadece Size hoşümediye gelmiştim. — A buyurunuz bay, effedersiniz.. Hiz- Yirmi, yirmi beş yaşlarında hissini ve- Ten, kıvırcık saçlı, mosmor gözlü, dekol- teli bir kadın karşıma çıktı: — Affediniz bayla görüşmek istemiş- tim. Hem zannedersem münasebetsiz za- — Soyunmuş değilim, bilâkis şimdi gi- yindim. Buyurun! Baktım. O giyindim diyordu, amma hiç te giyimliye benzemiyordu. Elini uzattı. Ben de elimi uzattım, öpülmek üzere uzattığım elimi kendi elile birlikte ağzı- ma götürdü. Benden genç olmasına rağ - men elini öptürdü. Bir erkek göründü. Bimsiyah bir şeyler giymiş, isli soba bo- rusura dönmüştü. — Komşumuz Bay Kâşif! Adamı bana içaret etti: — Kocam Cemil! Her halde o da karısı gibi el öptür - mekten hoşlanırdı. Uzattığı elini tuttum. Öptüm ve başıma koydum. Birdenbire şaşırmıştı. Elini geri çekti. — Estağfurullah efendim, yer alınız.. — Ne alayım efendim. — Yer alınız.. Yani preneplâs. — Ha anladım bayım, yok bayım ben- deniz akşamları pırnayı çekmem. ne biraz, ne de çok. Eğer elinizi öptüğüm için beni sarhoş yerine koyuyorsanız; ba- yan zevceniz elini uzatıp öptürmüştü. Bendeniz de âdet böyledir diye zatıâ&lini- zin ellerini de öptüm. Odadaki koltuklardan birine oturdum! Erkek yüzüme baktı: — Bu akşam bir kaç dost go!eeıl—knı e bir parti çevirecektik. — Çok güzel olur, biz de eskiden bazan yapardık. Fakat evde olur mu, bilmem? — Niçin olmasın, daima klüpte olacak değil ya! — Bahçe müsaitse? .— Burada şu masanın üstünde yapa - rız. Benim bildiğim kuzu, kır. da filân çevrilirdi. Masa üzerinde kuzu çevrildiğimi hiç gürmemiştim. Ben burları düşünürken kapı çalın - dı, Erkeklikadınlı bir kalabalık içeri dol- du. Ev sahibi beni tanıttı: — Komşumuz Bay Kâşif kendileri çok Jatildir, F- Z A bi i Kâşif amca poker oynuyor Nakleden : İsmet Hulüsi Derkhal tashih ettim: — Antil adalarında hiç bulunmadım e- fendim, bendeniz yalnız Aynarozda kay- makarlık etmiştim. Ev sahibinin kayısı da söze karıştı: — Bay Kâşif enteresan bir zat. — Evet bayan; galiba beni bahçede en- | tari ile gördüler ki bu tarzda entari sev- diğimden bahsediyorlar. Hep birden güldüler. Bir şeyler söyle- mek, el sıkmak, el öpmek lâzımdı. Ka » dınlardan biri elini yüzüme doğru uzat- tı. Baktım. Tırnakları çok uzundu. Yü - zümü tırmalıyacak zannetiim. Bir adım geri sıçradım. Biraz daha uzattı; artık kaçacak yer yoktu. Duvara yapışmıştım. — Bayan, dedim, yüzümü tırmalıya - caksınız, bu hiç işime gelmez, eğer gı - dıklıyacaksanız 6 başka amma, ben pek Bgıdıklanmam da. Bayan elini öptürmek için uzatmıştı. Bunlar da ev sahipleri gibi el öptür - mek meraklısı imişler. Nereden bilecek- tim. Misafirlerden sarı saçlı bir kadınla, çıp- lak başlı bir erkek ortadaki masanın ba- şına oturdular: — Hiç durmıyalım, çevirelim! Nihayet merak ettiğim şeyi görecek - tim. Ev sahibinin karısı da masanın ba - şına oturdu. Çıplak başlı adam bana döndü: >Siz katıra yem olur musunuz? Dedi. Benimle alay mı ediyorlardı? — Hüşâ ben ne ata ot, ne de katıra yem olurum. — Öyle değil bayım. Pokerde dör - düncü olacaksınız? — Pokerte kaçıncı olursam olayım, fa- kat dediklerinizden bir şey anlamıyo - TUM, — Siz poker bilmez misiniz? — Daha yeni işidiyorum. Ev sahibi bayan atıldı: — Öğrenirler ne olacak ki, — Hay hay öğrenirim. Men allemeni harfen fekad sayyereni abdem. — Kadınlardan biri elini çırptı: — Bu modern bir lisan olacak; japonca söylediniz değil mi bay? — Hayır arapça.. — Ha evet, dua ettiniz. Araplar demek pokere başlarken böyle düa ederler. — Hayır, bu sözün manası bana bir harf öğretenin ben kölesi olurum, de - mektir. Nihayet ben de masaya oturdum. Ev sahibi u/ak ufak pullar getirdi. Bana: — Kaç kuruşluk istersiniz? diye sor» du: — Teşekkür ederim istemem, çocuğum yok ki bu pullardan alıp ana götüreyim Oynasın! — Hayır siz oynıyacaksınız. — Bu yaştan sonra oyuncaklarla oyna- mam' abes olmaz mı? . İzah ettiler. O pullardan alınacakmış. O pullar o- yunda pata yerine geçiyormuş. Onlarta oynıyacakmışız. Meğer çevircceğiz dedikleri şey kuzu değil poker denilen bir nevi kumar oyu- nu imiş, Bu zamana kadar x:ıpm.ıdığım bir şeyi nihayet komşu hatırı ıçin yap- yordum. Biri küğıtları aldı. Beşer tane dağıttı. Kâğıtlara baktılar: Ev sahibinin karısı: '"-büı — Paso! Dedi, çıplak adam: — Bop! Dedi. Hemen gör- mesin diye küğitları- mı kapadım. Sıra ba- na gelmişti. Öğren- miştim ya! Her üçü- nün de söyledikleri- ni tekrarladım: — Paso, bop, gör- düm. * — Olmadı. — Ya ne diyeyim? — Meselâ rest di- yebilirsiniz. . — Rest! — Gördüm. Hepsi ellerindeki kâğıtları açtılar. Ben de açtım. Adam görmemiş gibi ikide bir yüzüme tuhaf tuhaf bakan sarı saçlı ka- din, uzun tırnaklı parmaklarını uzatıp önümdeki bütüm pulları çekip almasın — Bayan bunlar oyuncak değil, para yerine geçiyor. i Bunları almak için ev sahibine beş li- ra verdim. — Siz rest dediniz. Ben de gördüm. — Ben rest dedimse önümdeki pulları al demedim ya? — Rest ne demektir? — Ben ne bileyim? Kadın çıplak kafalıya döndü: — Restin ne demek olduğunu bile bi- miyormuş. — Bilmiyordum ya! Ev sahibi bayan bana yardım etti: — Boş Hiralık daha pul alın Bay Küşif. — E sonra ne olacak? - Öğrendiniz, bundan sonra kazanır- sınız. Cebimden bir beş lira daha çıkardım. Gene biraz pul aldım. Gene böşer kâğıt dağıttılar. Bu sefer öğrenmiştira: — Pas, Dedim. Ev sahibinin karısı: — Bop! Dedi. Çıplak başlı adam da: — Rest! Dedi. Fırsat bu firsatt. 'Talih bana dönmüştü. — Gördüm! Dedim ve hemen elimi uzalıp hepsi- nin önündeki pulları topladım! — Ne oluyor monşer? — Monşer değilim affedersiniz, kendi halimde adamım. Rest dediniz, ben de gördüm, dedim, pulları topladım. De - min de siz öyle yapmamış mıydınız? Çıplak başlı kızmıştı: — Böyle oyun olmaz ki! — Demin de ben kızdımdı, sıra ile bu bayım.. Nasıl açıkgöz müsünüz.. Biz de açıkgözüz. Zarar yok bir başka sefore de siz kazanırsınız. Ev sahibi elini omuzu- ma koydu: — Bay Küşif pulları iade ediniz. — Hayır edemem, Hem artık uykum geldi, gideceğim. Şu pulları hesap edip parasını verin! — Nasıl olur? Siz kazanmadınız ki? Sarı saçlı kadını güsterdim: — Demin ben rest, dedim, bayan, gör- düm dedi, kazandı. Şimdi de bay rest de- yince, gördüm, deyip ben kazandım, Ar | . ük yutlturamazsınız. — BSiz poker bilmiyorsunuz ki?, — Bilmiyorum amma burada öğren - dim, Birisi rest dedi mi, Rördüm sözünü evvel söyliyen paraları alır! — Bu bir embesilmiş monşer, — Besili olduğumu anladımız da de - rimi yüzmek istiyorsunuz öyle mi? Yok, Kâşif amca kolay kolay dorisini yüzdün mez. Haydi bayan şu pulları al, paraları ver! Ev sahibi erkek kolumdan tuttu: — Çok aşırı gidiyorsunuz, sizi kapı dı- şarı atmak mecburiyetinde kalacağım. - Beni kapı dışarı atmak ha! Eski bir mülkiye memuruna bu hakareti ediyor- sunuz.. Hırsızlar ben size gösteririm. Kapıyı hızla çektim ve evlerinden çık- tım. Ne olduysa on lirama olmuştu. İsmet Hulüsi Nihayet Parise giriyoruz Daha şehre girmeden sağımdan, solumdan, önümden, arkamdan vızır vızır geçen otomobillerin arasında bi şaşkına döndüm, Ya içeride ne halt edeceğix? Yazan: Vasfi Rıza Zobu z Paristen bir manzara Avrupada bize en çok yakınlık göste-| vap, istintak. İnsanı seyahate çıktığına, ren millet, Almanlardır. Onların arala - rında gördüğüm samimi alâkayı başka| gülünç hali?. hiç bir tarafta görmedim. «İstanbul» ya - zilı plâkamızı okuyan, aylı, yıldızlı bay- rağımızı gören, yanımıza geliyor, toplu bir halde etrafımızı alıyorlar. Bize, hal ve hatır sorarken yüzlerinin aldığı şekil, sevgilerinin en büyük işareti olarak gö-|rar, rülüyor. Kapısından hürmetle girdiğim çıkacağına pişman ederler. Ya o vizelerin İstanbuldan trene binip Berlinde ineceksiniz. Bunun «toprağından geçiyorsunuz.» İstanbul ka- zan, siz kepçe. Konsoloslukları arar, so- tahkik edor, bulursunuz. Bir iki sa- tır yazı, bir mühür, ver paraları! Ma « bu diyardan, büyük bir muhabbetle çı «|dem ki her müracaat edene mührünü kıyorum. İşte bizi Almanyadan ayıracak olan Kel şehri. Yanıbaşında «Ren» neh- ri akıyor. Bunu geçer geçmez Strazburg- da, yani Fransada olacağız. Almanyadan çıkarken de, Fransaya gi- rerken de bizi gene gümrük muayene - sile sıkmadılar. Bu, otomobil yolcuları na mahsus bir imtiyaz galiba. Bundan evvel yaptığım tren ve vapur seyahatle- rinde, gümrüklerde çektiğim iziyetler aklıma geliyor da şimdiki hale şaşıyo - rum. Allahım neydi o «vizee ve «güm- rük» muamelâtı? Ne bitmez tükenmez iş! Bavul indirip kaldırmaktan harap olur- düm, Hepsine de ayrı ayrı dert anlata - caksın: «Paran var mı7>, <Evet!», «<ne ka- dar?», «şu kadar sterlin, şu kadar frank. » «göster bakalım!».. Birer birer sayacak- sın, kaydedecekler ve binbir itina ile yerleştirdiğin bavulunu altını üstüne ge- tirip yeni çocuk doğurmuş bir kadının odasına döndürerek gidecekler, Sonra budutlarda birbirlerine ne ka- dar yakın; tren düdüğünün, aksi sedası daha dağlarda çınlarken: « İkinci hudu- da geldik, diyorlar. Haydi tekrar mua - yene. Gene paralar sayılacak, gene ba - vullar açılacak, gene bir sürü sual, ce - basacaksın; ne uğraştırırsın. Bunu hu - dutlardaki polisler yapamazlar mı? Hiç unutmam, vize yaptırmak için A- tinada İsviçre konsolosluğuna gitmiştim. Bütün muamelâtı kapıcı yapmış, mührü de kapıcı basmıştı Madem ki bu kadar ehemmiyetsiz bir iştir, lüzumsuz yere ne diye beni saatlerce meşgul ederler. Gali- ba bu nizamları koyan adamları hudut - larda muayene filân etmiyorlar da, bu gibi icraatın ne kadar gülünç olduğunun farkında değiller. Strazburg, Almanlarla Fransızların a- rasında kalmış, ne yapacağını — şaşırmış zavallı bir şehirdir. İsminden de anlaşıl- Gığı gibi, tam manasile Alman olan bu şehre ve bu şehrin halkına şimdi Fransa hâkim. Peki amma, polis ve resmi me - mulardan başka kimsenin burada fran- sızca konuştuğunu duymadım. Herkes al- manca konuşuyor. Bir gün ve bir gece, kendini şaşırmış bu memlekelte kal - dim, Uzun boylu ekmeklerinden başka Fransızlara ait hiç bir şey görmedim. Sabah saat onda Strazburgdan hareket edip, akşam on dokuz buçukta Paris ka- ©o ÜügeĞei Şehir ortasında Bir ahır daha Pangaltıda Cedidiye (Ölçek) sokağında aturan bir okuyucumuz dün idarcbane- mise gelerek bize derd yandı. Diyor ki: e— Bizim sokağımızda bir ahır vardır ki, şehrin temizliği namına cidden bir ku- surdur. Bu ahırda bir çok beygirler ya- tarılır. Koku bütün sokağın evlerine ka- dar sinmiştir. Sabahları hayvanları yıka- mağa çıkardıkları zaman da pislik başka bir şekilde başgösterir. Bütün sokak ca- mur içinde kalır. Hayvanlar kaşağılanır- ken üsülerindeki mikroblar etrafa yayı- he ve sıhhatimiz tehlikeye girer. Bu sokaktaki evler artık oturulamaz bir hale gelmiştir. Çocuklarımızın, ailelerimi. zin sıhhatini tehdid eden bu ahırın kal- dırılması için belediyemizin nazarı dikkâ- tini celbederiz.r * Bu bina niçin yıktırılıyor? Modalı denizcilerden Tükmet Melih Denghiz yazıyor: — Mofa vapur iskblesinin üst kısmı son günlerde -senede M0 Hrx gelir getirdiği IMDWWİMM başka dileğliniz yoktur.. tan sorup soruşturdum ve kat'i bir sebeb bulamadım. Halbuki şehircilik mütehas- sısı verdiği beyanatta bilhassa Modaya temas ederek buranın usulü dalresinde tanzim edilmesine işaret etmişt. — Bina tam olarak matlub evsafı hulzdir, iskele ile beraber Modaya da zarif bir cazibe vermektedir. Alâkadarların dikkat nara- TImI celbederim.» * Yolsuz, işıksız ve susuz bir semj Hahcıoğlu Sütlücesinde Bademlik mev- kitnde oturan — okuyucularımızdan Şem- settin. yazıyor: Bizim. semtimiz şehir dahilindedir, her valandaş gibi yol vergimizi veririz, fakat tepeye çıkabilmek için yol yoklur, tenviriye paramımı veririz, fakat bir tek elektrik bulunmaz. Çöp parası veririz, fa- kat bir çöpçü şimdiye kadar bu semte uğramamıştır. Bütün bu derdlerden üstün olan bir derd var ki bixzi yakıp kavuruyor: Sasuzluk. Bademlikte bir tek terkos çeşmesi var. dır. Fakat çeşmeden bir damla su akmaz Burada sakalar vasıtasile bile cu bulmak müşküldür. Bu vaziyet karşısında ne ya- pacağımızı - şaşırdık. biraz da bu tarafa göz atmasını dilemektea İ İi İ y ğ 4 Khi üü h 4 f 4 ada AM B e ,

Bu sayıdan diğer sayfalar: