6 Mayıs 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

6 Mayıs 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TU UT FDUT HUU ÇUT D “6E-SONTELGRAF — 6 Mayıs 1937 KANUNİ SÜLEYMAN No. 11 Yazan : Nedim Refik SÜ K,7 | ——— Eski İstanbul batakhanele-'”” KUMAR.. eee YAZANI M 5. ÇAPAN' İkinci kısım —63- 4 Poker trişörlerinden biri isyan eder”” dedi ki: “bunlar çok paralı adamlart | Fırsat ele geçmişken atmalı sati Kocayı eve Bağlamanın sırrı ( 5 inci sayfadan devam) olan kadının kocası, boğazına düş- | kün bir zamana gelmiştir. 4 — 48 yaşından daha yukarı ©- | dan kadınlar ise, kocalarının yata- ..- Suriye isyanı bastırılmış, Sultan Süleymana dahilde baş kaldıracak kimse kalmamıştı Bahadır Sahip Suriy.y. vardığı zaman orada Yakup is- minde bir genç, karşısına çıktı Çoktan gece olmuş, ortalığı de- rin bir süküt kaplamıştı. Bir orma: nin kenarında Bahadır Sahip ge cenin bu derin sukütu içinde dü - şünüyor, vakit vakit başını kaldi- rarak gökyüzüne bakıyor, yıldız. « lara dalıyordu. Uzun müddet böyle geçli. Gece ilerlemişti. Nöbetçiler dolaştı. Son- ra ağaçların arasına daldı. Kimse- nin bunun farkına varmadığına e- mindi. Gideceği yeri iyi bilmiyor- du. Ancak tahmin edebiliyordu. Fakat giriştiği işin tehlikesini an - Jamıyor değildi: — Olsa olsa beni de mabüde (Ka- 1i) ye kurban ederler.. dedi. Orman içinde çok büyük değil, | fakat mabu: şanu şerefini yük- - Tni seltecek kadar süslü bir mabede S gha bi a ı»ldı 'Türlü lü ağaçlar arasında y K v g olan mabed katanlıktı. | !9 balundum, dönemem. Dönsem | “ya bekletmenin muvafik olmıya a girerken korkmamak ka « bil değildi. Ne olucak? - endişesini hatırdan çıkarmak imkânsızdı. Ba- Ladır Sahip te ölüm — korkusunu çoktan istihfaf etmiş olmasına rağ- men burada kalbinin çarpmasına mani olamıyordu. Onu korkutan pey tehlikeden ziyade burada hü - küm süren sessizlik olmuştu. Bu - rada hiç bir şey tu sanki. Hiç bir şey yok, hiç ey belli değil- di. İşte bu bilmemek korkunçtu. Acaba Bahadır Sahibi gözetliyorlar, tirdenbire üzerine atılarak tuta- caklar mıydı? Nasıl bir ölüm dar- besi bekliyordu? Mabetten içeri girdi. Yine hiç bir ses yoktu. Yirmi adım kadat yü - rüdü, Bu sırada sabah olmıya baş- lamış, ortalık ağarıyordu. Mabedin yukarısındaki pençerelerden ka « ranlık bir ışık girmiye başlamıştı. Bahadır Sahib gözlerini pencerele- re doğru kaldırarak bakmak ister- de beni bırakmıyacaklardır; dedi. Gözünün önüne pek sevdiği kı- zının annesi geldi. Bu felâketin te« essürü onda en şiddetli intikam his- lerini uyandırmıya kâfi idi, — Bu mektubu kim getirdi bı- Taktı?. diye sordu. Fakat maiye - tindekilerden hiç birinin bundan haberi yoktu. Bilmiyorlardı. Hepsi yemin ediyorlar, eğer dedikleri doğ- ru çıkmazsa en şiddetli cezalara Ta- zı olduklarını söylüyorlardı. — Sahip, dediler, biz hep bera « beriz. Şimdiye kadar bizden hiya- net gördünmü ki, bizi bu kadar tazyik ediyorsun?.. Bahadır Sahip bunu daha ziyade üzatmadı. Beklemeyi, zamanın kar- şısına çıkaracağı vukuata — intizar etmeyi muvafık buldu. Geceki yorgunluğundan, heye « candan ve mektubun hasıl ettiği te- sirden kurtulmak için biraz istira- Tat etmek Üzere Cağı fikrini pek kabul edemiyordu. Bu gelen emirde bir fevkalâdelik vardı. Askere toplanmak emri verildi, Bir kaç gün sonra payıtahta gelir gelmez raca tarafından kabul edi- len Bahadır Sahip ondan verilen bu âvdet emrinin sebebini öğrendi: — Doğrusu budür ki, senin kızın hastalandı. Bütün hekimlerim ba- şındadır. Çocuk şimdi çok iyidir. Fakal seni çağırmayı ben daha doğ- Tü buldum. Askerin dinlenir. İnşa- allah hiç bir şey olmaz. Haydi git evlâdını gör.. Babası Tacı Cihanı çok zayıfla « mış buldu. Vakit vakit hararet ge- liyor, çocuk yiyip içiyordu. Fakat bir kaç gündenberi iyi idi. Hekim- ler başından ayrılmıyor denecek kadar itina ve dikkatle bakılıyor » du. Baba ile kız biribirlerine sarıl- dıkları zaman Tâacı Cihan: ken, birdenbire ürperdi. İri, kor - Biraz uykuya dalmıştı. Kendisini — İyiyim, tyiyim, diyor, babasını kunç iki göz kendisine bakıyordu. “Yand"ddarî ğ inandırmıya uğraşır gibi masumi- Mabude (Kali) nin gözleri ile Ba- - Racadan emir var, Şimdi ge- | yetle israr ediyordu. hadır Sahibin nazarları çarpıştı!.. İhtiyarın sözlerini hatırladı. Fa- kat bu çok sürmedi, Cesareti yine yerine gelmişti. (Kali) nin uzun, cesim heykeline baktı. Çirkin, kor- kunç simsiyah taştan yapılmış bir şeydi: — İşte buna da tapıyorlar!.. diye kendi kendine söylendi. Sonra fır- ladı. Çok çevik bir hareketle (Ka- W) nin boynuna sarıldı. Kocaman kafasını iyice muayene etti. Al » nında en kıymetli taşlardan işlen- miş süsler de vardı. Yalnız tam Ien bir süvari getirdi. Mühürlü bir mektup. Bunu ıçlııı zaman şunları okudu: «Askeri orada daha ziyade bek « letmeden avdet et. Düşman artık taarruz etmediğine göre orada as- keri yormak muvalık değildir.» Raca bundan sonra selâm ve ilti- fatlarını yazıyordu. Bahadır Sahip, düşmanın kaç gündür hiç bir taar- ruz hareketi yapmamış olmasına ba-| kılırsa askeri burada uzun uzadı- Okuyucularla İhtiyar raca Bahadır Sahibi ça- Harttı. Kızını nasıl buldüğünü sor- du. O da hamdetti. Hükümdarın âlü- kasına teşekkürler etti. Fakat için- de gittikçe artan bir yeis ve elem wardı. Nihayet Raca ona: — Oğlum, dedi, sana yeni bir memuriyet çıktı. Memleketimizin selâmeti için bu vazileye seni ta- yin ediyorum. Bunu sen yapabilir. sin, (Devamı var) | HİKÂYE | alnının ortasında iri bir zümrüd altın bir zincirle asılı duruyordu M . ki bu görülmemiş cesametle idi. —| Y7 0 7 Tali oyunu Ne kadar kıymetli olursa olsun alova fadanı bu kıymetli taşlar onun hi DU Ööreeğta KeR'ü DBi l- yandırmadı. Buraya — (Kali) nin Vapur Vü güzel bir kuzu.. Boynunda güzel heykelini kırmıya gelmişti fekat TPori . mevi bir hocdetk... Mumaralar çe * gnu kırmadan müzcevherlerini al - arı f esi kiliyor, çıt işitilmiyor, havada ih- mayı bir türlü gururuna yedireme- di. Yere atladı. Artık İyice sabah ol- muştu. Burasını yalmız başına ge- lerek öğrendiğine memnundü. Tek- rar askecinin bulunduğu yere dön. mek üzere mabetten ayrıldı. Fev - kalâde bir şeye tesadüf etmeden döndü, geldi. Bahadır Sahip çadirı- na geldiği zaman orada bir mektup buldu. Her tarafi mühürlenmiş, kapalı bir mektup. Açtı. Kâğıdın en yukarısında bir takım garip i « şaretler vardı. Mektup Farsça ya- zılmıştı. Şöyle diyordu: «Mabudumuz (Kali) nin namı yüksek olsun!» Ey Bahadır Sahip Cenk! Aza « metli mabudeye yaptığın hakareti unutma, Onun alnındaki mukaddes taşı eğer hirs ve tamama mağlüp olup da alsaydın, şimdi sağ olarak çadırına dönmezdin, Müsterih ol, (Kali) intikamını şiddetle alır, fa- kat acele etmez.» Bahadır Sahip meydana çıkarak kendisi ile mücadele edecek her - hangi bir düşmanla uğraşmak için kendisinde kuvvet ve cesaret bu » luyordu. Fakat gizli ve hain düş - manlarla?.. — Bu ne kadar zor olursa olsun hattâ benim hezimetimle de bite- Okuyucularımızdan A. Naci Ö « zer imzasile aldığımız bir mektup- ta, 16 Mayısta tatbik edilmiye bâş- lanacak ilkbahar Yalova seferle- rinin değiştirilerek Saat 6,30 da Ya- Toyadan kalkacak vapurların — saat 5,30 da kalkmasının temin edilmesi istenmektedir. Okuyucumuz, İstanbulda vazife- si olanların, vazifelerine vaktinde yetişebilmeleri için, tarifede bu şekilde değişiklik yapılmasına za- rTüret olduğunu ileri sürüyor. CGe- çen sene de tarifenin ayni çe - kilde olması dolayısile şehre inen kimselerin sıkıntıya uğradıklarını ilâve etmektedir. Tarifede bu şekilde değişiklik yapmanın Bursa yolcularına da bir iki sant kazandıracağını söylemek. tedir. Kahvehaneler Arslan imzasile, bir okuyucumuz yolladığı mektupta, kahvehanele - rin muzir tesirlerinden bahset » mekte, ve buraların bir takım iş- sizlerin melcei olduğunu söylemek- tedir. Bu okuyucumuz, kahveha - nelerin açık bulunma saatlerinin belediyece tayin edilmesini istiyor. Bir takım fakir fıkaranın kazandı- d üç beş kuruşu da, gidip kah - velerde harcamasını doğru bulmu- cek olsa bile artık mücadeleye gir- | yor. & tiraslı bir sinir esiyor... — Tombala... Bu sefer Mihribandı. Ne heye - can, ne telâş fırladı, koştu, kuzuyu aldı. Bakınız, ne güzel diye bağırı- yordu.. Geri döndü. Fuat Koşarın kartelâs dizleri üzerinde tamamile dolmuş duruyordu. Genç kız şaşır- di: — Bu ne demek Bay Fuat. Sizin kartelârız benimkinden evvel ka- panmış!.. — Evet, efendim, fakat sizin de bir tek murabbamnız kalmıştı. Si- zin bu zevkinize mani olmak cesa- retini gösleremezdim.. — Ya başkası benden evvel tam- bala demiş olsaydı? — Mümkün, fakat size üzüntü veren ben olmıyacaktım. Kız uzun uzün düşündü. Necat Güngör: — Mihriban Hanım vâdinizi ha- :;:lılmamı Müsaade ediniz, diyor- a — Bayan Mihriban vâdinizi ha- — Sizi bu akşam yemeğe davet ediyorum, gelmez misini, dedi.. Necat Güngör şaşırmıştı. Mihriban: — Bana taâlilni terk edene dost- Tuğumu vermek istersem haksız - mayım, dedi.. ve ben olmuyacaktım.. | sigara vermem er gün kabartmalı.. Koca, ge- | yarısı uyandığı vakit, kat'iyyen i, fakat onu başka türlü oyalamasını bilmelidir. Amerikalı kadın. içtimaiyatçının hu sözlerine nazaran hareket eden kadınlar, Kocalarını, kendilerine tamamile bağlıyabilirlermiş. Genç zevceler, bilhassa, kocalarının gidiş gelişine, dışarıdaki meşguliyetine Jâkayit gibi görünmeli, fakat asla gözden uzak tutmamalıdır. Genç koca, karısı tarafından kıs- Kanıldığını bissedince, çapkırlık yapmak kararında bile değilse, ilk çıkacak fırsalı da kaçırmak iste- mez.. Binaenaleyh genç zevce, kocası- ni kat'iyyen kıskanmıyor görün - meli, bilâkis cnu kıskandıracak câ- N hareketleri ihmal etmemeli imiş. Amerikalı içtimaiyatçının yaptı- B tetkiklere göre, bu suretle ha- reket etmesini bilen bir çok genç ve zeki kadınlar, gayet mes'ut bir şekilde yaşıyorlarmış.. Çünkü, ko- ca, karısının bazan mübhem, bazan mânâlı vaziyetlerini görünce, ken- di hususi düşüncelerini bir tarafa bırakacak, mütemadiyen karısının Üüstüne düşecek ve onu çok sevecek, bağlanacak ve sadık kalacakıtr. Genç zevcelerin yapacakları bir iş daha vardır. O da, karı koca be- raber sinemaya gideceği vakit, ko- canın, hangi kadın artistten hoş « Tandığına dikkat etmektir. Zevce, bu artistin yaplığı makiyajı yap- mıya, ayni şekilde elbiseler giy- miye, ayni jestleri taklit etmiye ça- Tışmalıdır. Koca, evdeki karısını, daima bir sevgili gibi görmeli, o nu ebediyen, heyecanla sevmelidir. Sevgili, ekseriya, bir muamma- dır. İşte, zevce kocaya bir muam- ma değil, Cakat muâmma gibi gö- rünmeyi bilmelidir. Erkek dışarıda bir çok kadınlar görür. Bunların içinden çoğu, ken- di karısından hiç de güzel değildir. Fakat, buna rağmen hoşuna gider. İçini çeker.. Bunun sebebi, sokakta- ki o kadının, erkek için tamamile bir sır oluşu, muamma halinde ka- “ Beyoğlunan yan ıoılıuııınlııı birine saptık könün ne yaptığını anlamamışlar, şaşkın şaşkın (N.) nin yüzüne ba- kıyorlardı. (N)oııhndedlkı ae DA — (M. S.) le bana dua edin. O, bu adamı tanıyıp bana hıber ver« meseydi, herifi tığı i bal lışıdır. Koca, eve döndüğü vakit, karısını, zarif bir kıyafetle kar - pısında bulmalı, ona karşı gönlün- de bir sıcaklık hissetmelidir. Bazı kadınlar, evlendikten sonra ken- Hilerini tamamile ihmâl ederler. Sokağa çıkarken biraz üstlerine başlarına itina öderler. Hılbukı Oye li kadın sokaktan ziyade evde Za- rif, şık ve: sevimli olmıya mec - burdur. —Evli kadın, kocanın bü- tün hayatında göreceği, zevk ala - cağı yeğâne kadındır. —Her gün ayni kadın değil, zaman zaman, başka başka kadın olmak hissini kocaya duyurmak lâzımdır. NeaiNmNAe ü NÜreencndireceriyEreriyiNELENEYEDSEriDYE KENAAdIA SYN KA a aN ae ELeNiHEra h dNTİHmA NNK SaNNLmE hNt anmür. Kuzu, Dolma, Helva: işte Hıdırellez.. (5 İnci sayfadan devam) Eski Küâğithanenin en şöhretli hanendeleri Gülizar ve Gülistan adındaki iki çingene kadını idi. Ay- rı ayrı iki saz takımının başında dolaşan bu kadınların sesi haki - katen bir harika (di. Eski Hidrel- lez eğlencelerinin son günlerine, can çekiştiği demlere yetişmiş bi- ri sıfatile söylüyorum ki, Gülizar« la Gülistan şarkı söylemiye, ga « zel okumağa başladıkları zaman bütün Kâğıthane inler, dere tatlı bir nağme tufanı içinde süzülüp a- kardı. 'Türlü türlü renkle çarşaf, yel- dirme giymiş, ağır başlı, usturup- lu, şuh, fetten, hanım hanımcık ka- dınlar çayırlarda gezerler, dere ke- narlarında uslu uslu otururlardı. Sivri kalıp fesli, perçemli, sus « talı bıyıklı, boyunlarında renk renk ipekli mendiller taşan bir sürü er- kekler, Bolulu aşçılar, kunduracı çırakları, yaverler, kalem efendi « leri, müzellef sakallı softalar, toy medreşe talebeleri göz süzerek ha« fif tertip zamparalık yaparlardı. Saz sandallarının arkasına yüz- lerce ve yüzlerce sandal, kayık, kik takılır, kıvrak ve çapkın nağme - ler, gümüş yapraklı söğütlerin göl- gelendirdiği dere kenarlarında, Ha- licin sularında sonsuz akisler bı » rakırdı. Bu saz ve söz, bu hayühuy a - rasında hokkabazlar, sandallar i- çinde tuhaflıklar, hünerler, zurna muhavereleri yaparlardı. Uzun kü- Tâhlb, sarı sakallı (Portakal oğlu) elindeki zurnayı öttürmek istedik- çe, ustası binbir lâf bularak mâni olurdu. Nihayet palyaço bir fır - satını bulur, zurnayı ağzına götü- rür, üfler, ve üfler üflemez yüzü gözü un içinde kalırdı. Hidrellezde, en başta gelen ye - mekler kuzu ve yaprak dolması ve irmik helvası idi. Bunlar ya ev - lerde harırlanır, yahut gece yarısın-. da Küğithane yolunu tutan aşçı- lar, bir köşede ocağını yakar, ev halkı gelinciye kadar kuzuyu çe- virir, dolmayı sarar, helvayı kıva» mına getirirdi. Çayırın hangi tarafına baksanız, kazanların, tencerelerin kaynadı- Hını, börek tepsilerinin dizildiğini görürdünüz. Bir kısım halk sini- ler etrafında vaktini yemekle ge- çirir, gırtlağından başka bir çey dü- şünmez, bir kısmı da rakı içer, zur- na çaldırır, çingene kızlarını oy- natırdı. Hidrellezi geçirmek için Kâğıt- hane; Veliefendi, Çırpıcı taraf - Tarını ihtiyar eden olduğu gibi, Gök- su çayırı, Küçüksu, Sultaniye çÇa- yırına gidenler de çoktu. Bunların kirnisi sgndalla, bazıları öküz a- rabalarile giderler, halıları, kilim- | leri, hasırları beraber götürmeyi u- nutmazlardı. Bonmarşede karşılaşıp bin korku içinde biribirinin ellerine mektup sıkıştıran seydalılar, Hidreller gü- nü Kâğıthanede buluşurlar, dere kenarında aşk ve sevda konuşma- ları yaparlardı. Hürriyettepesinden — Kâğıtha - neye inen yol, landolardan, kupa arabalarından, faytonlardan bir tes- | bih dizisini andırırdı. Arabalara aşk mektupları atan burma biyikli yaverlerle toy ka- Tem efendileri, arabalarından sev- da «nağme» leri fırlatan paşa kız- larile dul kadınlar bugün seksen- Jik oldular. Kâğıthane dönüşü büsbütün baş- ka bir âölemdi: Dönüş karadan zi- yade denizden olurdu Kırmızı ka- difeden döşemesile, kenarları zırh- h piysdeler, kikler, iki çifte, üç çifte sandallar, pazar kayıkları Kâ- ğathane ağzından başlıyarak, Ka - maaç, Sütlücüye doğru adeta girift olmuş, ne ileri, ne de geri gidi! - mezdi, Sandaldan sandala, kayık- tan kayığa atlıyarak, bir yakadan diğter yakaya geçilebilirdi. Mahalle delikanliları, İstanbul gibi yutacakt. yordu. ğur halde, hâlâ khille din mi? ; lerin etrafında dolaşanı ' Paralarımız, © © na © Haydar hâlâ oralı değildi: — Ne yaptı ki bu adam!'. Diye sordu. 3) — Daha ne yapacak, isvoli , $ — İsvoli de ne demek? — Bu kadar yıldır poker ıyİı — Hile de olur au pokerdti — »- Bal gibi! — İnanmam! — İnanmamakta devım edetif | her gün kaybeder, bir santii Ü | kazanamazsın. Hı ân; belk S.) bulunmaz oynadığın va*'; — Sen istediğin kadar BW”" nim böyle işlere aklım ermeğr keri oynamak için oynarım (N..) ile Haydar arasındi konuşma esznasında Petko 0 kaybolmuş, mantar hı..nkıü'* dadan savuşmuştu. Mütareke yuıllarının meşhf volicilerinden birisi de noıllf dında bir İtalyandı. Bordattİ şık giyinir, temiz, zarif bir dı Her zaman, her yerde, tf Ş şede bucakta poker oyna! ma alleler arasında y,apııın Hd partilerinde oynamayı terti # derdi. Onu, buralara götüreli zante eden, açık göz, fakat #’ vinden iş gelmiyen poke! lavuzlukları, sösyetelere glı'; ne delâlet ettikleri için, buff kabil, kazancın yarısını ı_uv Bordoni çok kurnaz bir Onun isvoliciliğini pek az i! az açık göz bilirdi. Bnnda'“",ı ko gibi, bir kaç lira almak kahve köşelerinde oyun 0! hilekârlık yapmaz, hattâ w'" bazların oturduğu kahyelert ı’ manı bile atmazdı. Oturduğu yerler, Dügüf '3 birahanesi, Tokatlıyan, Beyoğlunun tanınmış dulw' rından ibaretti. Bordoni, gittiği, devam k“' y 1 B eve, poker oynanan bir apart ber gün devam etmezdi. cak on beş gün, yahut bir " ra uğrardı. Bir yerde sık zamp nazarı dikkati çeki kendisi hakkında şüpheler mamak için bu sistemi tatbil yordu. Onün, işçilik uhuındıld yetlerinden birisi de her nayıp kazanmak hırsile M maması idi. Meselâ bir Kâf ansta, kendi hissesine 100, * kazandı mı, o parayı bl Kİ harcayıncıya kadar, bir dahi kez oynamaz, kazandığı Yd 4 mediği gibi, başka evlere ©* mezdi. Halbuki, bazı arsız ve yü giler vardır ki, paraya dö) Bir akşam karandıkları tesi akşam yine giderek, Y” zanmak, çalmak, ı;k—mz-k Her gece kazanmanın şüw yandıracağını düşünmerlef: ÜŞK lamazlar. Çünkü ıısıı,_-nu'" ra kazanmak hirsi — kalpil' vurmuş, yakmıştır. Bu şekilde h.ırekı»twıu ) a çt çoğu, Türk işçileri, Türk sızlarıdır. Onlara lâf olsun diyet — Burhareketleriniz, kazajlmanız çüphe uyındı' raz da kaybedin. Kaz eltf (Devamti ğ külhanbeyleri, kenarlarınd? leler yaktıkları büyük K? içinde bir taraftan rakı taraftan da bir teviye zil *” klarnet çalarlar, kayığın (karşılama) — eçifte tellir lardı. Duşunnmum Acaba Kâğıthanede, BU | lemlerden ne kaldı? 'I tırnağı taclı, saz küLAhI VA çocukları; — Hampurr! Diye yine )ııykıııyd” O kayık, sandal filo bugün de geçümez bir Üİ — Çayır peynirile uj k Diye avaz avaz cuklar var mı?..

Bu sayıdan diğer sayfalar: