17 Mart 1939 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 5

17 Mart 1939 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Büyü k Harbden Sonra Dünyada Deli'erin Sayısı Gittikçe Artıyor uh malüllerine deli diyor- R lar. Mazhar Ösmanın söy - lediğine göre, büyük harb- den sonra, üzünde delilerin Sayısı artmıştır. Deliliği arttıran birçok sebebler vardır. İçtimal, Ik- tısadi sebebler bunların başında gelir erde insan- ların daha çabuk delirdikleri an- laşılmaktadır. Bugün, harbi umu- mider evvelki zamana nişbetle, delisi artan memleketler arasında, Almanya vardır. Geçmiş senelere nisbetle bizde de ruhi hastalıklar fazladır. Fakat,| birçok memleketlere nişbetle biz-| deki vaziyet gayet normaldır. Ev-| velce, bizde delilerin - tedavisine mahsüs bir hastane vardı. Bu has-) tane Üsküdarda, Toptaşında (di. Bu hastanenin adı o vakit tımar- hane idi. Burası gayri sıhhi, dar, rutübetli bir bina idi. Bu mücsse- seye halk tımarhane derdi. Fakat, asıl ismi bimarhane idi. 1926 yılığı-| da, müessese, Üsküdardan kaldı- rıld. Bakırköyünde, bugünkü ye- rine nakledildi. Nakil işi epeyce zordu. Delileri zincirlere vurarak Üsküdardan Bakırköyüne nak - letmek kolay bir iş değildi. Bakırköyündeki — şimdi — sakıl Bastanesi» binası evvelce «Reşa - tgiye kışlalarır namile maruf idi. Burasının hastane yapılması ka- rarlaşınca, bina esaslı şekilde ta- mnir ve tadil edildi. Burası, şimdi mütcaddid pavyonlardan- mürek- kebdir. Arazisi geniş, havası gü- zeldir. Yine 1926 yılında — Manisa ve Kiâzıkta iki akıl hastanesi daha a- çıldı. Çünkü, yalnız İstanbuldaki bestane kâfi gelmiyordu. Bugün de'i, Bakırköy aktl hastanesinin Xadrosundan fazla hastası vardır. Bakırköy emrazı akliye ve asabiye hastanesinin kadrosu ilk zamanlar| 600 kişilik iken, şimdi iki bin kişi- n kadrosu 110 ve Blüzıktaki hastanenin kadrosu da 140 kişiliktir. Manisa ve Elâzık hastaneleri ilk açıldıkları zaman ellişer kişilik olarak kurulmuştu. 1924 yılından — bugüne kadar DELİLER VE TEDAVİLERİ Akıl Hastahanesinin Faaliyeti Ne Halde ? Bakırköy akıl hastanesi 3076, 1930 da 4618. 1931 de 5089, 1932 de 4658, 1939 de 5580, 1934 de, 9166, 1935 de TISB4, 19368 da 11459,| 1937 de 11535 deli muayene ve te-| davi edilmiştir. Fakat bu yekünlara yatırılarak ve ayakda tedavi edilenler dahil- dir. İstatistiğe göre, ayakda tedavil görenlerin miktarı ile yatırılarak tedavi görenler hemen hemen ya- ti yarıyadır. Yalnız, son birkaç se- nelik rakamlar, ayakda tedavi gö- renlerin biraz daha fazla olduğunu gösteriyor. Meselâ, 1937 yılında, 4440 hastanın yatırılarak - tedavi edilmesine rağmen, 7065 hasta a- yakta tedavi edilmiştir. . Akıl hastanelerinde, delilezin tedavisinde lâboratuar mesaisi ve Röntgen de büyük bir mevki al- maktadır. — Meselâ 1937 yılında memleketimizdeki üç akıl hasta- Başkalarına Emir Edebilir misiniz ? Bu Yediğiniz yemekten Anlaşılabilir! nsanların ahlâk ve mizacı | için her gün birşey söyle - | istediği gibi ah - değiştirebilir İ niyor. İnsan lâk ve — mizacını Türkiyedeki akıl hastanelerinde | kaç delinin tedavi edildiğine dalir, elde mevcud istatisti göre, davi edilen hasta adedi, ber yıl ari r. Meselâ 1924 yılında te- davi gören' akil hastalatının ye- | künu 720 iken, bu rakam 1987 yı- hında 11535 olmuştur. En fazla 1935 yılında deli tedavi edilmiştir. O senenin yekünu 11584 tür. 1927 de 2300, 1928 de 2211, 1929 da) Hai el eken eeei » Ekmeğe Para Adam! 6€39 . İngiliz Lirası ondra gazetelerinde okun- duğuna göre İngiliz pay - rit Vatson isminde 83 yaşlarında bir kadın varmış. Fakat bu kadı- larına göre Margarit Vatson şim- diye kadar senelerdenberi ekme- mek almak için para sarfını pek Tüzumsuz görerek yaşamıştır!. darik edebilmekten zevk alan bu ihtiyar kadın geçen gün öl - varmış. Bu açıldığı zaman 6,839 İneiliz Urası bıraklığı anlaşılmış- 1925 yılında 2544, 1926 da 1790, Vermeyen Biriktirmiş ı tının bir semtinde Marga- nin hayatını bilenlerin anlattık- ğe para vermemiş, bir dilim ek- Yiyeceği ekmeği dilenerek te- müştür. Fakat bir vasiyetnamesi mi? Bahsi dünya kuruldu kuru - | lah devam ediyor. Bu bahis ile beraber ahlâk ve mizacın harici birçok sebeblere bağlandığı da | malümdur. Fakat yeni gelen İn- giliz gazetelerinde bu bahse te- mas edilerek işin zerzevata dö - küldüğü görülüyor. Bu birden- bire tuhaf gibi görünüyorsa da i- zahı o kadar müşkül değildir. Ga- zate şöyle bir sual soruyor: Kerevizi, ispanağı ve yaz gelin- ce salatalığı sever misiniz?. Eğer seyer de bunları mevsiminde bol bol yerseniz şüphe etmeksizin kendi hakkınızda şu hükmü ve- rebilirsiniz: — Ben başkalarını idare ede - cek kâbiliyette bir adamım!. Bu öyle gelişi güzel ortaya a- tılmış sözlerden değildir. Hayati kimya mütehassıslarının son tet- | nesinde 10890 röntgen tedavisi ve| lâboratuar mesaisi — yapılmıştır. Lüboratuar mesaisinin mühim bir kıstaı şüphesiz vücude aid muhte- Ni? maddelerin tahlilleridir. Deli diyince, aklınıza — mutlaka tehlikeli, azılı ve zincire vurulmuş kimseler gelmesin... - Hastaların ekserisi zararsızdır. Meselâ, Ba - kırköy hastanesinde yatıp kalkan tedavi gören öyle hastalar vardır ki, bunlara bazan izin verilir. Şeh- re çıkarl.v. İstahbulu dolaşırlar, işlerini görürler. Ahbağlarını zi- yaret ederler. Akşam olunca, tek- rar hastaneye giderler. Hiç kaç - mazlar. Çünkü bu gihiler, zarar- sız ve nisbeten aklı başında has- talardır. Bu hastalardan korkulmaz, Bel-) ki, çoğumuz. bu gibi hastalara, i (Devamı 7 inci sayfada) kikatından çıkan bir neticedir ki buna göre” insanların mizaç ve ahlâkı kendisinin kimyevi suret- te nasıl teşekkül ettiğine tâbi bir keyfiyettir. Büsbütün böyle ol - masa bile vüsi mikyasta bu iş böy- ledir diyorlar. İnsanın kimyevi varlığı nedir? Bir adamın vücu- dü meselâ büyük mikyasta sod- yum maddesine mâlik olanlar mühim işler görmeğe ve başka - larını idare etmeğe kabiliyetli o- lurlar. Hareket adamı, cevval kimseler olarak başkalarını da barekete getirebilirler. Her türlü müşkülâtın arasından kendilerine bir yol bularak çıkabilirler. Lâ - kin vücudda mevcud — sodyumu nasıl muhafaza etmeli?. Sonra da vücudda eksik ise bunu nasıl lâzım olduğu kadar arttırmalı? Erbabının temin ettiğine göre bunu temin etmek kolaydır: Bol bol ispanak ve kereviz yemelisi. niz. Yazın da bol bol salatalık ye- meği unutmamalısınız!. BİR OTOMOBİL Şoför, en yakın garaja gö- bir kazada hasara uğrar. Şoför, en ykın garaja gö- türür ,tamir ettirir. Sonra sorar: — Borcum ne kadar?. — Bin yüz frank... Şoförün kasketi başından fır- lar: — Ne.. der, bin yüz frank mı?, Otomobili size bırakıyorum. — Pekâlâ... Sekiz yüz franga kabul ederim, Şu hâlde üç yüz frank borcunuz kaldı demektir. BU GAYET SADE BİRŞEY — Anne, ısrarının sebebini bir türlü anlıyamıyorum. Ben beğendim ve her ihtimale karşı onunla evleneceğim... — Bu adam kumarbaz, müsrif çapkın bir serseri... Sana lâyık &eğil... Seni besliyecek kabiliyeti onu de yok... sebeb bu ise sın yetişir, Yemiye gelince: Her buraya gelir, karnımızı do- yurürüz. GÜZEL BİR REKLAM Gürültüler, küfürler, iddtalar.. Bir meyhaneci, sarhoş müşteri - lerden birini kapı dışarı etmeğe çalışıyor. Zira meyhaneyi kapa- ma zamanı gelmiş ve çoktan geç miş. Halbuki sarhoş dayanıyor, gitmek istemiyor. Meyhanenin bitişiğindeki lerzi dışarı çıkiyor, soruyor: — Yahu... Bu gürültü ne?... Ne oluyor?. — Birşey değil.. Çok sarhoş. Ayakta duramıyor, Biraz yardım ediver de bir otomobile koyalım, evine gönderel'm: Yooo.. Ben böyle şeylere ka- Meyus Artistin Macerası Hırs, San'at Onu Nelere Sürükledi merika - ge (otelerinin yaz- A dığına göre Nevyorkta bü- yük bir şöhret kazanmış o- lan sinema artistlerinden Gladis Frazin 'genç ve güz#l bir kadın öl- duğu halde bir zamandanberi bü- yük bir yeise düşmüştür. Şimdiye kadar dört defa evlenmiş, dört defa boşanmış ofan Frazin bulun- duğu apartımanın altıncı katın - dan sokağa düşerek ölmüştür. Frazin'in parçalanmış cesedint sabahleyin sokakta bir şoför gö- rerek haber vermiş, tahkikatla gi- rişilmiştir. Apartımanda yapılan tahkikatta genç artistin - yatağı hiç bozulmamış olarak görülmüş, bir de annesine yazdığı mektub bulunmuştur. Kardeşinin söyle - (Devdmi 7 inci sayfada) —| | ekuz | zam... Matmazel dö Marlekur hem- | kat... SON IEEG;A'!— 17 MART ıuı “Üzülme Yavrum, O Senin Baban Değil..,, Genç Delikanlının Her Bulduğu ve sevdıgı Kız Hemşıresı Çıkıyor ! on gelen Fransız gazeteli Tinden biri, Pariste cerx eden bir aşk macerasından bahsediyor. Bu gazetenin fantczi yazılar yazmakla tanınmış bir rö- portaj muharriri bu macerayı bir hikâye şeklinde yazıyor. Çok en- teresan olan bu röportajı olduğu gibi naklediyoruz: Piyer dö Lavantüriye bir gün babası, marki dö Lavantüriye'nin| yanına gelir ve: — Babacığım, der. Dört sene - denberi bar yorsunuz. Size iyi bir haber ve- reçeğim. Genç ve güzel bir kızla tanıştım. Kız benl sevi; ben de kendisini seviyorum. Müsaade e- derseniz evleneceğiz. - Hay, hay! Oğlum... Memnu- niyetli — Teşekkür ederim babi — E söyle bakalım, bu kızın 1s- mi ne?... — Kibar, zengin bi- aileye men- sub güzel bir kız, matmazel dö, Medekur... Marki hayretle bağırır: — Ne dedin?... Matmazel Mari- ekur mu?.. Vah, zavallı oğlum! — Ne oluyorsunuz baba?... — Yavrum, bu' kızla evlenemez- için?... — Çünkü matmazel d3 Mari - evlen artık'.> di- | Piyer, babasının yanından çı- kar, annesinin bulunduğu odaya gider. — Anne, seninle konuşmak is- tiyorum. — Söyle yavrum, seni dinliyo- rur. Bir derdin mi var?... — Derdim büyükt... — Ne gibit... — Babam ve sen, ikide bir ev- lensene diyorsunuz. istiyoruz. — Birkaç ây evvel, Malmazel » Evet, doğruyu söylemek lâ-| şirendir. | — Hemşirem mi?.. — Evet, vaktile genç iken anas ile münasebatta bulunmuştum. Delikanlı cevab vermez, meyu> | sane çıkar gider, | Aradan beş altı ay geçer. Bir ilkbahar sabahi — yine babasının yanına gelir, Kapıyı vurur. — Giriniz!... Piyer, beşuş bir çehre ile oda- ya girer: — Baba, müjdet,.. — Ne müjdesi?.. — Matmazel dö marlekuru ta- İ mamile unuttum. F — Alâ, memnun oldum. — Fakat, bir başkasını çıldıra- sıya seviyorum. Evlenmiye ka » rar verdim. — Alâ... Benden sana şimdiden) müsaade. — Teşekkür ederim, baba... — Ey, söyle bakayım çapkin... Nişanlının ismi ne' — Gizel dö Persiyöt. Marki şiddetle: — Bir daha tekrar et bakayım!. — Gizel dö Persiye'.. — Vah zavallı oğlum... Haki - in yok. Bununla da ev- — Sebeb?.. Kibar bir sileden ve kütvüm değil mi? — Evet, kibar bir aileden... Fa- kat... — Zengin mi değil — Bilâkiş çok zengin. Üüzel mi değil, şık mı değil..| Ne mahzur görüyorsunuz?... — Dediklerin hepsı doğru. Fa- — Fakat?.. — O da bir başka hemşiren... | paralar tahta - parçalarından idi. | lerdi. Paranın, geçen asırlarda al- İşte size bir anrı, insanları yarattı. İn- sanlar da, kendi tasavvur - larına, — ihtiyaclarına göre bir şey yarattdar: Parı Fakat para, yalnız insanları e- sareti altına almakla iktifa etme- | di; dünyanın bifçok — yerlerinde Tanrının yerine kalm oldu. Bu rolünde hissiytı hiç kapıls | miyor. İktisaderlar bazan: «Geçer akçe, kalp akçeyi koğar!...» döre ler, Bugun türkçesi: İyi para, fena parayı koğar...> demektir. Fakat, bu iki tasvir de ahlâk bakımından doğru değildir. Çünkü para asla iyi, fena ve kötü olmamıştır. Hat-| fta çok sört ve katı de değildir. Çok. pek çok yumuşak — paralar görülmüştür. Son zamanlarda pa- ranın alâstikiyetinin, faydası ol - duğu da anlaşılmıştır. — Bilhassa hükümetlere... * Paraların altın, gümüş ve ba - kır gibi madenlerden yapılması çok eşki değildir. İlk Geldanilerin kullandıkları Homer devri Yunanlıları serma - yelerini, tencerelerinla sayısı ile hesablarlardı. Eski — İrlandalılar, borçlarını, arpa çuvallarile öder- dığı şekil tetkik olunsa, milletle- rin, alış veriş için kabul ettikleri paranın başka başka ölduğu gö- rülür: İzlandada kumaş parça « ları, Koralılarda pirinç ölçüleri, Mariekur ile evlenmek istediğimi söyledim. — Baban müsaade vermedi mi?.. — Bu kız benim hemşiremmiş. — (Kayıdsızca) ya öyle mit., Sonra... — Sonrası bundan vaz geçtim. Matmazel dö Persiyö ile tanıştım. — Biliyorum, cidden güzel bir kızdır, — Evet, evlenmiye karar ver- & Pekâlâ, ne duruyorsunuz?., Babam müsaade vermiyor... Niçin?... — Matmazel dö Persiyö de hem şirem imiş!. —0 da mı?. süküt, Markiz dü şünüyor, Sonra; — Piyer, oğlum... İstersen Mat mazel dö Mariekur'la evlenebi - lirsin... — Nasıl olur?... — Yok onu istemiyorsan mat - mazel dö Persiyö ile evlen. Zira ikisi de hemşiren değildir. — Nasıl olur bu?... Anlıyamı - — Tabil, mürüvvetini görmek | yorum. — Anlıyacağın şu: Marki senin baban değildir. PARANIN TARİHİ İnsanlar ParayıNeden Çok Severler Eskiden Parayı Madenden Değil, YiyecekMaddelerinden Yaparlardı beş liralık zencilerde midiye ve istirlâye ka- bukları, eski Meksikalılarda ka - kao torbaları... Eskimolular, ya- kın vakte gelinciye kadar para ye- rine kuru balık verirlerdi. «Paraz nın kokusu yoktur... diyenler hiç şüphesiz Kutub denizlerinde se « yahat etmiyenlerdir. Orada, her şey Moru balığı kurularile alınır, satılır. «Parayı yemek..» tabiri bundan fleri gelmiş olsa gerek.. Bazı, ip- Udal milletlerde, kuru fasulya ta- neleri para hizmetini görür. Bski devirlerde öküz ve manda gibi hayvanlar da para yerine ge- çerdi. Koşinşin'de 6 manda, ay da 12 tencere verildi mi güçlü ve kuvvetli bir esir satın alınırdı. Son zamanlarda bazı yerlerde yevmiyeler, para ile değil, yiye - cekle ve mesai saatlerine göre ödenmek âdet çıktı. İktısadcılar bunun, barbarlık devzine dönüş olduğunu söylüyorlar. Ve: <Bu sis- temin büyük bir mahzuru, mazar- ratı olduğunu...» lddia ediyorlar. Bir'esir veya hayvan — kafasının kıymeti daimi değildir. Başa. sıh- hate göre değişir. Meselâ, elli ya- şındaki bir eserin değeri en fazla 2 mandadır. Şayed hastalanırsa, si- lik paralar gibi kıymetinden düşer, bir tencere bile değmez Bu tehlike, yalnız (canlı para- lar) için değil, kullandığımız pa- Talar için de vardır. (Devamı 7 inci sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: