11 Mayıs 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6

11 Mayıs 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

# TAN " ga tefrikası ; 19.. “MEİN KAMPH, KAVGAM Hitler'in yazdığı kitab ğ d Rei sareeknee e R Na (BU ESERDE İLERİ SURÜLEN DUÜŞÜNCE VE DUYGULARLA HIÇ BIR BAGIMIZ YOK - TUR. BU TEFRIKAYI BÜTÜN DUÜNYADA DE- DİKODU —UYANDIR - MIŞ SIYASI BİR VESİ- KA OLARAK NEŞRE- DİYORUZ.) Hitler diyor ki: — Halbuki bunların düşün - dükleri gibi olmadı. İsmi yazı - lan ilk hatip nutkunu bitirdik - ten sonra kürsüye ben çıktım, Daha bir kaç dakika geçmeden sağdan soldan sözümü kesmek isteyenler çoğalmağa başlamış- tı. Salonda yumruklaşmalar olu- yordu. Cephede düşmana karşı birlikte harbettiğimiz bir avuç arkadaşımla akidelerimizi ka - bul etmiş olan diğer arkadaşlar sözümü kesmeğe çalışanları sus turmağa uğraşıyorlardı. Niha - yet nutkuma devam edebilecek kadar da süküneti iade ettiler. Yarım saat sonra alkışlar bağ - rışmalara hâkim olmuştu. O za- man programımı nokta nokta i- zah ediyordum. Her çeyrek saat geçtikçe sözümü kesmek iste - yenlerin adedi azalıyor, buna mukabil tasvip edenlerle alkış - layanlar çoğalıyordu. Partimi - zin programını teşkil eden yir- mibeş ümdeyi ayrı — ayrı teşrih ettim ve hâzırundan da her biri üzerinde ayrı ayrı hükümlerini vermelerini istedim. Hepsi de gittikçe — büyüyen bir heyecan içinde bütün umdeleri kabul et- tiler. Halkın doğrudan doğruya kalbine hitap eden son umdeyi de okuduğum zaman, karşımda yeni kanaatleriyle, yeni iman ve iradeleriyle — birleşmiş bir halk propaganda yapılmıştı ki, bunu bir cinayet sayan — milyonlarca namuslu Alman vatandaşı Ver- sailles muahedesini sanki haklı bir ceza gibi — kabul etmişlerdi. “Tarnirat,, kelimesi de böyle a- cayip bir mucize yüzünden Al - man vicdanında yer bulmuştur. En çirkin mürailikler milyonlar- ca Almanın gözünde yüksek a- daletin icapları gibi — görünü - yordu. Gerçi bu korkunç bir şey- di, — fakat hakikatti. Ben Ver - sailles muahedesi aleyhinde mü cadeleye başladığım zaman, ilk önce zihinler bir müddet durak- lar gibi oldu. Fakat Versailles muahedesinden bahsetmezden evvel de, halka daima Brest Li- towsk muahedesi hakkında iza- hat vermeğe mecbur kalıyor - düm. Her iki muahedeyi madde madde mükayese ediyor, Brest Litowsk muahedesi ne kadar in- sani ise, ötekinin o derece zali - mane olduğunu tebarüz ettirme- ğe çalışıyordum. Bu mevzuu iki bin kişilik toplantılarda da teş- rih ettim. İlk önce bütün gözle. rin bana düşmanca baktıklarını görüyordum, fakat üç saat son- ra bütün bu insan kitlesinin Versailles'da yapılan haksızlık- lara karşı nefretle doğrulduğu - nu, hudutsuz bir hiddetle ayak - landığını görüyordum.,, Biri muharebenin menşeleri - ne, diğeri muahedelere dair olan bu iki mevzu Hitler'in gözünde ©o zaman büyük bir ehemmiyeti haizdi.Onun için, halk toplantı- larında, bu mevzuları şekillerini biraz değiştirerek sık sık ortaya koydu, Bu suretle de halkın ka- fasında doğru gördüğü fikirleri yerleştirmeğe başladı. Hitler bü tün bu muvaflakiyetleri kendi - sinde gittikçe olgunlaşan hita- kitlesi görüyordum. “Dört saat devam eden bu top lantıdan sonra bina boşalıyordu. Halk yavaş yavaş sokağa akar. ken, K K a Alman milleti arasında da yayılacağına ve ortaya atılan reki fikrin yürüyeceğine — inanmış - tım. Bir ateş yanmıştı. Bu ateş. te Alman milletini kurtaracak | kilıcı dövecektik.,, 24 şubat 1920 deki bu büyük halk toplartısını hep ayni yerde olmak üzere daha bir çokları ta- kip etti. Bu toplantılarda konu- şulan mevzular içinde, o vakte kadar kimsenin aklına gelme - miş olanları da vardı. Meselâ harbın menşelerinden bahsedi - Hiyordu. Bilhassa sulh muahe - delerine geniş yer - veriliyordu. bu mevzua alâkası da o nisbette genişti. — Hitler Ver - ” sailles, muahedesinden bahseder üken, “Ya Brest Litowsk, ya Brest Litowsk,, diye bağıranlar oluyordu. Hitler diyor ki: “Kimsenin — muahedelerin iç yüzünden haberi yoktu. Brest Litowsk muahedesi için öyle bir “TAN ” m tefrikası 1 19. di ââan Bal| Bürhan CAHID meliyiz ki vaziyetimizin bozul - duğu meydana çıkmasın. Y: bu fikirle her sabah atla gezintiye çıkıyor, Öğleden sonra da oto - mobille dolaşıp duruyor. 'Turgut acı acı güldü. Muhakkak ki bu kadın gemi- | larda uzatılacak her ele sarıla- | tığınız şirket V| bet ve talâkat kuvvetile elde et- | için yalnız bina seçmesini değil, tiğini sal Hitler, Fikir hareketlerinde insan sö - zünün oynadığı — rol hakkında | dikkate değer sayfalar yazmış- tır. Meselâ umuümi toplantıler günün en müsatt saatını intihap etmesini de bilmek lâzımlır. Der ki: “Aynı hatip, ayni mevzu, * A."%, - 11.5.935 — YENİ—-ESKı Bir Eski Mutasarrıf Beyefendi Ve Şişlide, Etfal hastanesine ç- kan yollardan birinde, Mecidiye köyünün bütün ilkbaharını pen- cerelerine peşkeş çeken üç dört minimini ev vardır. Bunlardan birinin ikinci ka- tında, yaşınım 73 olduğuna hiç kimseyi inandıramıyan yük- sek rütbeli eski bir memur otu- rur, tmparatorluğun Drama » ve Erzincan mutasarrıflıklarını ida re etmiş olan Sadi Beyefendi.. « Niçin geldiğimi anlayınca, ba- na gözlüklerinin üstünden şöy- le bir baktı. Sonra, ropdöşam- brmın püsküllü kuşağını sıktı, masası üstünde duran bir “Tan,, nüshasını, çenesini çarpıtıp sa- kaliyle işaret ederek: — Dün, bu ankete aldığınız ilk cevapları bugün neşredece- ğinizi vaadetmiştiniz - dedi - De- mek birincisi bunda olacak, He- nüz okuyamadım. Benden evvel kimleri sigaya çektiğinizi de bilmiyorum tabil.. Yalnız zan- nediyorum ki, bana, beni yeni- lerden sayarak gelmiş olmıya- caksınız. Zira hayatımın yalnız ric'at devresini içine sıkıştırdı - ğım seneleri hesap etmiş olsa - nız bile beni gene yenilerden sa- yamazsınız. Omuzları, j parlak, sırmalı ve bol ni: mutasarrıflık üniformasını taşı - dığı günlerde de her halde an- cak bu kadar dinç olabilirlerdi bu vatandaşın.. Gür sesini ayar etmek hiç sıkıntı çekmiyordu, Bir koltuğa oturup sigara ku- tusuna el atarken “hı,, lara ve “zel,, lere verdiği ahenkten arap ve Fürs dillerini pek iyi bildiği anlaşılan Bay Sadi bir an gözle- rini yumup, başını salladı: için z Milli _Soşyıliız parti. — Dinleyiniz - bunu.. - dedi'- .&dw,ıh[mmmn—— TT zerinde bıraktığı tesire atfeder. | “Dönerse bir kişinin bahtı şayet., “Olur esbi onun ahırda bir eşşek,, “Peder evlendirirse ger beni bir gün., “Gelin, ta ilk gece mutlak çıkar erkek.. 9 — Sizin Muallim Naciyi pek sevdiğinizi söylerler.. sabahın saat onunda, öğleden sonra üçte, — yahut akşamlistü halk üzerinde başka başka tesir- ler bırakır. İlk zamanlarda ar - kadaşlara sabah toplantılarını teklif etmiştim. Hatırlarım ki böyle bir toplantıda Alman top- raklarında yapılan tazyik şid - detle protesto edilecekti. İnti - hap edilen salon — Münih'in en geniş salonlarından biriydi. Da- ha çok kalabalık gelir ümidiyle, dinleyicileri bir pazar günü, sa- bah saat onda davet etmeğe ka- rar verdim. * Netice şu oldu: Miktarı insanda dayanılmaz bir Kuru, kısık bir ses cevap ver- L — İmkânı yok! — O halde İstanbuldan çık, git! — Nereye? — Benimle gel! Ve Turgut hemen ilâve etti: — Nadya'yı da bırak! Muhtar boş bir çuval gibi kol tuğa yayıldı. Artık muhakemesi işlemekten kalmıştı, Bu dakika- nin direkleri — batıncaya kadar | caktı. gülüp eğlenecek ve sonra atıla- Turgut ona, beraber geldiği kuvvet intibar bırakan azim bir kalabalık salonu doldurmuştu. Fakat oraya gelenler arasında buz gibi bir soğukluk hüküm sü- rüyordu. Hiç bir şey bu soğuk - luğu gideremedi. Ben söz söyle. diğim halde, sesimi hangi per - deye çıkarsam, halkın ruhu ile kendi ruhum arasında bir inti - bak hâsıl edemiyordum. O gün her zamankinden fena söz söy - lediğimi zannetmiyorum, fakat nutkumun bir tesiri olmadı. Sa- londan ayrılırken hiç te mem - nun değildim.,, TArkası var) gim! Ve acı acı gülerek ilâve etti: — O büyük kadım, bu va: yette beni hapiste görse daha memnun olur, Turgudun sesi madenileşmiş- ti: — Temiz yaşamak için her şey kaybedilmiş değildir. Bu iğ- reti ve — iğrenç şatafatı bırakır, benimle gelirsin. Sana teklif et. tiğim hayat yolu Alyon ile yap- mukavelesi gibi pek parlak değildir. Fakat onun gibi seni zımdana düşürmek ve - bi arana sarılacak- | takdirde küçük fakat verimli iş- yahut rovelver hazırlatmak teh. akYMlnr W'Müsmu yaşamak | lere girişebileceğini, hemen ol - | likesi de yoktur. ihtiyacı onun damarlarında kan | masa bile çalışmak sayesinde pa | — Muhtar kıpkırmızı olmuştu. gibi dolaşıp duruyordu. ra yapabileceğini ve hattâ ken- Bitkin bir adamım yalvaran Turgüdün kaşları çatılmıştı. | disinin yeni hazırladığı geniş a- | gözlerile ona baktı: Sinirlendiği görülüyordu. razi işletme işlerinde ona da pay Elini yazıhaneye dayadı. Ga- | çıkarabileceğini anlatıyordu. zetelere göz attı: Muhtar, âdeta, dinlemiyor gi- — Alyon, hesabını kendi ve - | bi kendinden geçmişti. Boğazı - recek farzedelim, i işi' öz be - | lerin buğulanmış, arzı sana adliye ta- | nın damarları şişiyor, gi İ e bi âr zararı rya - i üyr . Bir buhran | bağlı, tabiatında, seciyende ol - tafından bir dokunmuya - | bekleri büyüyordu. teiyat ŞK tahmin edelim, — Yalnız | geçirdiği belliydi. bir şey var: O aradan çıktıktan Koca adam bir çocuk gibi acı | müşsün... Uçurumun kenarın - için vakit iyei Zat aişi ue Mra dirlam b a ıcl-—m:dıı::ı'ân-ıı, zavallı anacı - | pek az kalmıştır. Bör iki gün | Hırsını alamıyordu. Fakat Muh kredini düzeltebilecek misin2 — Turgut! O mihaniki bir sertlikle ko - nuşmasma devam etti: elin ayağın da geri dönebilmen YAZAN — İnkâr etmem. Hem Naci- nin edebi hüviyetine, hem de devrinde, edebiyatı yaymak için kurduğu tarza hayranım. Üstat Saadet gazetesinde bir edebi tun açmıştı. Bizi durmadan ribirimizle boy ölçüşmeğe adeta mecbur ederdi. Bilmem siz be- ğenecek misiniz? Ama beri o şi- ir müsabakalarından birinde çı- kan şu mısrat bir türlü unu - tamam, Ve gene gözlerini yumarak de bir nazire yapmıştım da, “Güzelsin bir sabahın ibtisamı rengi âlinden, güzelsin akşamın meşcerlere âkis — zılâlinden!,,, demiştim. Fakat müsabakayı kazanan hepimize yalnız şu mıs- rar ile galebe çalmıştı: “Güzelsin kâinatın bir kız ol- mak ihtimalinden,, Nasıl? — Mükemmel üstadım.. Fa - kat bunlara ne ücret alırdınız? — Hiç... Biz yazıyı para için yazmazdık ki.. —Demekgençliğinizde Şair ve edip olmak me- rakına tutulmamıştınız.. — Deli misin çocuk? Ben bü- tün akran ve emsalim misillü memur olmak hevesindeydim. Netekim oldum da. “Peder mer- hum Bağdat defterdarı İbrahim Hanif Efendi zemanımın ricalin- dendi. Onun delâleti ve diğer ba zı tanıdıkların vesateti ile evvelâ adliye nezareti mahkemei tem- yiz hukuk dairesi zabıt kâtipleri arasına katıldık. — Ne maaş aldığınızı sorabi- lir miyim? — Gülünç bir şey.. 20 kuruş.. Yani bir'adet gümüş mecidiye. Fakat buna maaş demek doğru Slmandür Ümhisir çet tutmdticirr Tirdi. İşte şiirden ve edebiyat- tan istifademiz o zaman olurdu. İmzalarımız gazete sütunların - da çıktıkça maaşları büyük memurluklara kayırılmamız ko- laylaştırdı tabii... — Kadımlar hakkında ne dü- şünüyorsunuz? vi — Bize eski hal çok tabil ge- liyordu. Daha - doğrusu biz de, kadının babalarımız tarafından bize gösterilmiş olan yaşama tarzlarına alışmıştık. Ve neye yalan söylemeli.. O devirlerde kadınları maşlah veya çarşaf içinde görmek bizim için fena bir zevk de olmıyordu. — Zamanmızda kadınlar çok sürme sürerelrdi? Ve zannede- rim düzgün, rastık masrafları da bir hayli tutardı... — Fikrimce kadın sürme ki genin göz - sürdüğü zaman pek habis bir şekil alır... Ama itiraf etme- içinde hazırlan ve benimle gel! Şerefli insanlar için çalışmak ve yaşamak bir zevktir... Çöl ve dağ hayatı sana tazelik verecek- tir, Girintili, bulaşık işlerin ki - rinden kurtulmalısın Muhtar. Gel benimle! Muhtar, ellerini yüzüne ka - pamış bu — kamçı gibi şaklayan sözleri dinliyordu. Fakat bu ze- hir gibi — kelimelerde ona ümit veren bir acılık vardı. Tıpkı çü- rük dişlerin tedavisi için ağızda işleyen törpü gibi... — Yavaş yavaş elleri yanına düştü. Ve dudakları oynadı: — Yalnız mı? Ya Nadya? Turgudun yüzü karıştı. Bu mahvolmuş adam, hâlâ kendini çamura, çirkefe çarpan kadını seviyordu. Onun için ölümü bile göze alıyordu. Turgudun kafası sersemliğin bu derecesini almıyordu. İğre - nir, tiksinir gibi dudak bükerek haykırdı : — Nadya, Nadya... Ağzına geleni — söyliyecekti. Bir Yeni “Bay Muhasip!, : NİZAMEDDİN NAZİFV lidir ki, bazılarını da sür - meğe icbar etmek lâzım- dır, Zira, onlar da düzgünü sürmeyi — kullanmazlarsa pek “habis,, bir halde kalıyorlar. Velhasıl maksat yakıştırmaktır deyip geçelim, — Şapkaya alıştınız mı? di- yecek oldum, Ağzından ateş saçar gibi hay- kırdı; — Şapka dürurken - fes giy- mek, fes giymeğe mecbur - ol- mak beni ve birçok — arkadaşla- rımı daha elli sene evvel sinir lendirirdi. Değil şimdi.. Ben es- kiyim dedim ama oğul eski ka- falı olduğumu nereden kestir.- din sen benim? Ben Galatasa - rayın eski talebelerindenim ve eski “Mektebi Lisan” m me- zunlarındanım, Yanlış bir kapı çalıp haşla- nan sersem bi yolcunun sokak değiştirmesi gibi derhal konuş. mamıza bir başka inecra ver- dim: — Elli sene evvel İstanbul nasıldı? Sesindeki şiddete bir fren vurmadan; — Nasıl olacak! - dedi - kıra- tosu içinde yaşıyan insanlara uygun bir şehirdi. İçinde yaşı- yanların medeniyet ölçüsü ne ise medeni şehirler arasında öy- le bir ölçüsü olan bir şehir. Dü- şününüz bir kere o zamanki Av- rupayı... Şimdiki halinden ne kadar geri idi. Öyle olduğu hal. de bize hayret verirdi. Uzun sö- zün kısası a .eyim,, Beyoğluna çıkmak bizim için adeta bir frenk memleketine gidiyormu- şuz gibi bir duygu verirdi. Ga- latasarayda okurken hafta ta - | tillerinde, İstanbul semtindeki evimize gittiğim geceler mahal- ış.ırga gelen bir seyyalı Sahire | dım, Fakat şimdi vaziyet büs- bütün fecidir. Zira zihniyet de- ğişti. Kisve de değişti, yaşayış tarzı değişti ve şehir hemşeri- sinin bu ilerleyişine taban taba- na zıt bir gerileyişe uğradı. Şim- di İstanbulda dolaşırken kendi- mi Avrupanın şarkında dahi sa- yamıyorum. — Ya değişen dilimiz? Buna ne diyorsunuz? — Lisanın sadeleşmesini çok güzel buluyorum. Fakat bu li- sanla edebiyatımızın eski lcta- fetini arattırmıyacak san'at eserleri kazandırabilmek şarti- e. » Ihsan, ufak tefek bir genç. Fa kat çok çevik bir görünüşü var. Kendisile konuşmak istediğimi anlayınca bir an düşünür gibi oldu. Sonra; — Ben fikirlerimi muhayyi- lenizin tesadüflerine emanet tarın korkunç bir renk alan yü- zü dudaklarını kerpeten gibi sı- kıştırdı. Hazırladığı ağır kelime ler ağzında dağıldı. Gevşek, yu- Muşak bir sesle devam etti: — Nadya, fakat senin bugün- kü vaziyetinden o da mes'üldür. Bu hale gelinceye kadar seni se- fahete gömen karındır. Ben e - minim ki sırf onun şatafatı uğ runa Alyon ile işe giriştin. Ve bu senin itibarını, mesleki hay - siyetini de altüst etti. Munhtarın başı önüne düşmüş- tü. Turgudun pek iyi keşlettiği bu nokta onun candamarı idi. Turgut devam etti: — Nadya, Alyon'u ne müna- sebetle tanıdı? Sen bana, onun, eski bir aile dostu olduğunu söylemiştin değil mi? Senin bil- diğin yalnız bundan ibarettir. Turgudun esmer yüzü, söy - lerken katılır gibi geriliyordu. Söyliyeceği ağır şeyleri hafif - letmek ister gibi — yavaşladı ve Cibalideki İnhisar İdaresini! muhasebe memurlarındal! İhsan ve zevcesi edemem.. dedi. Suallerinizi hep birden sorunuz. Hep birden ce* vap vereyim, Uzattığım not defterinde- ki sualleri dikkatle ökuduktali sonra cebinden bir kalem çıkar- dı ve — eski arap harflerile de“ gil, yeni Türk harflerile — dol- durduğu bir kâğıdı vapur Unka- panrmna yaklaşırken bana uzatti. İste cevapları.. Ne bir kelim€ fazla, ne bir kelime eksik. 1 — Vaktim olursa okurum. Çalışma, uyku ve eğlence saat * lerimden kitap okumak için şöy“ le bir iki saat ayırabilirsem se * vinirim. 2 — Ben insanların evlenme- lerine, çoluk çocuk sahibi olma- larına taraftarım. Evliyim de. 3 — Bana kimse oku. va: de- medi. Ailemin vaziyeti bu- namâni olmağa bile müsait- ti. Ben kendim okudum. Hattâ geçtiğim yeni bir sınıfta okuyas cağım kitapları almak için tatil günlerinde çalışıp para kazandı- ğim da oldu. 4 — Yeni lisapn... Pek tabi o larak taraftarım, Nedir o avem kelimelerin — bir lisanı nas olup ta güzelleştirebileceklerir akıl erdiremem. 5 — Edebiyat ile uğraşmam. Edebiyattan zevkalırım. Muha- sebe memuruyum, muhasebeci, defterdar olmak, maliyeci olmak idealimdir. Edip, şair, gazeteci olmak niyetinde değilim ki... 6 — Kadının hürriyetine ta « raftar olmak dü ne demek? Biz kadını hür bulduk. Ve bu hürri- yeti ona çok göremeyiz. Sürme, ye rastığa, rimele gelince... Bun ları benimle beraber — bir mek-. tepte okumuş ve şimdi - hayatâ atılmış olan kız arkadaşlarını kullanmazlar. Kâğıdı okuyunca: — Hepsi bu kadar mı? - de « dim - Halbuki ben size daha ba- zı sualler sormuştum. — Onlara cevap yermek be- nim ihtisasım — dahilinde değil- dir. zi pek iyi tanırlar. Fakat biz öre larım bize anlattıklarından baş « ka bir şey bilmeyiz. Muhtarın gözleri bulutlandı. Bu karışık cümlenin mânasın! anlamak ister gibi arkadaşına bakarak sordu: — Ne demek istediğini anla- mıyorum Turgut... Yalnız ricâ ederim, ondan bahsederken kâ* rım olduğunu ünütma! 'Turgüt sustu. Odada acı bir süküt başladı, Iki arkadaş bu sükütun boş * |uğu içinde biribirlerinden uzak- |laşır gibi olduklarını hisset * tiler. 'Turgut, kısa bir durgunluk * tan sonra, eski arkadaşlık hak” kının bitmediğine karar vıff_“' Karısına her şeye rağmen çö * zülmez bir düğümle — bağlanat bu adamı o cephesinden çevir * meğe imkân yoktu. Yalnız onU maddi ıstırabından — kurta! için elinden tutmak kabildi, BU nu düşündü ve bahsi gene o kelimeleri sayar gibi yavaş ya - vaş devam etti: — Çok gariptir, Kadınlar bi- lifine çevirdi: bi — Orada hayat buradaki gi İ LArkası var) — J

Bu sayıdan diğer sayfalar: