Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.
* TAN ” g tefrikası 7 19.> MEİN KAMPH, KAV GAM Hitler'in yazdığı kitab IBU ESERDE İLERİ SURÜLEN DÜŞÜNCE VE DUYGULARLA HIÇ BİR BAGIMIZ YOK - TUR. BU TEFRIKAYI BÜTÜN DUNYADA DE- DİKODU UYANDIR - MIŞ SİYASI BİR VESI- KA OLARAK NEŞRE- DİYORUZ. Hitler diyor ki: — Halbuki bunlarım düşün - dükleri gibi olmadı. İsmi yazı - lan ilk hatip nutkunu bitirdik - ten sonra kürsüye ben çıktım. Daha bir kaç dakika geçmeden sağdan soldan sözümü kesmek isteyenler çoğalmağa başlamış- tı. Salonda yumruklaşmalar olu- yordu. Cephede düşmana karşı birlikte harbettiğimiz bir avuç arkadaşımla akidelerimizi ka - bul etmiş olan diğer arkadaşlar sözümü kesmeğe çalışanları sus turmağa uğraşıyorlardı. Niha - yet nutkuma devam edebilecek kadar da süküneti iade ettiler. Yarım saat sonra alkışlar bağ - rışmalara hâkim olmuştu. O za- man programımı nokta nokta i- zah ediyordum. Her çeyrek saat geçtikçe sözümü kesmek iste - yenlerin adedi azalıyor, buna mukabil tasvip edenlerle alkış - layanlar çoğalıyordu, Partimi - zin programını teşkil eden yir- mibeş ümdeyi ayrı — ayrı teşrih ettim ve hâzırundan da her biri üzerinde ayrı ayrı hükümlerini vermelerini istedim. Hepsi de gittikçe — büyüyen bir heyecan içinde bütün umdeleri kabul et- tiler. Halkın doğrudan doğruya kalbine hitap eden son umdeyi de okuduğum zaman, karşımda yeni kanaatleriyle, yeni iman ve iradeleriyle — birleşmiş bir halk kitlesi görüyordum. ı “Dört saat devam eden bu top lantıdan sonra bina boşalıyordu. Ealkıxş_vşşıyavaş sokağa akar- | si propaganda yapılmıştı ki, bunu bir cinayet sayan — milyonlarca namuslu Alman vatandaşı Ver- sailles muahedesini sanki haklı bir ceza gibi — kabul etmişlerdi. “Tamirat,, kelimesi de böyle a- cayip bir mucize yüzünden Al - man vicdanında yer bulmuştur. En çirkin mürailikler milyonlar- ca Almanın gözünde yüksek a- daletin icapları gibi görünü - yordu. Gerçi bu korkunç bir şey- di, fakat hakikatti. Ben Ver - sailles muahedesi aleyhinde mü cadeleye başladığım zaman, ilk önce zihinler bir müddet durak- lar gibi oldu. Fakat Versailles muahedesinden bahsetmezden evvel de, halka daima Brest Li- towsk muahedesi hakkında iza- hat vermeğe mecbur kalıyor - dum. Her iki muahedeyi madde madde mukayese ediyor, Brest Litowsk muahedesi ne kadar in- sani ise, ötekinin o derece zali - mane olduğunu tebarüz ettirme- ge çalışıyordum. Bu mevzuu iki bin kişilik toplantılarda da teş- rih ettim. İlk önce bütün gözle- rin bana düşmanca baktıklarını görüyordum, fakat üç saat son- ra bütün bu insan kitlesinin Versailles'da yapılan haksızlık- lara karşı nefretle doğrulduğu - nu, hudutsuz bir hiddetle ayak - landığını görüyordum.., Biri muharebenin menşeleri - ne, diğeri muahedelere dair olan bu iki mevzu Hitler'in gözünde o zaman büyük bir ehemmiyeti haizdi.Onun için, halk toplantı- larında, bu mevzuları şekillerini biraz değiştirerek sık sık ortaya koydu. Bu suretle de halkın ka- fasında doğru gördüğü fikirleri yerleştirmeğe başladı. Hitler bü tün bu muvaffakiyetleri kendi - sinde gittikçe olgunlaşan hita- bet ve talâkat kuvvetile elde et- tiğini saklamaz, Hitler, Milli Sosyalist parti- nin süratle — inki: reketin Alman milleti arasında da yayılacağına ve ortaya atılan fikrin yürüyeceğine — inanmış - tım, Bir ateş yanmıştı. Bu ateş- | dikkate değer sayfalar yazmış- | « te Alman milletini kurtaracak kılıcı dövecektik.,, 24 şubat 1920 deki bu büyük halk toplantısını hep ayni yerde olmak üzere daha bir çokları ta- kip etti. Bu toplantılarda konu- şulan mevzular içinde, o vakte kadar kimsenin aklına gelme - miş olanları da vardı. Meselâ harbın menşelerinden bahsedi - liyordu. Bilhassa sulh muahe - delerine geniş yer veriliyordu. bu mevzua alâkası da o nisbette genişti. — Hitler Ver - # sailles, muahedesinden bahseder üken, “Ya Brest Litowsk, ya Brest Litowsk,, diye bağtranlar oluyordu. Hitler diyor ki: “Kimsenin muahedelerin iç yüzünden haberi yoktu. Brest Litowsk muahedesi için öyle bir “'TAN ” m tefrikası : 19. BölSsarı Ball) Bürhan CAHID meliyiz ki vaziyetimizin bozul - duğu meydana çıkmasın. Ve bu fikirle her sabah atla gezintiye çıkıyor. Öğleden sonra da oto - mobille dolaşıp duruyor. Turgut acı acı güldü. _ Muhakkak ki bu kadın gemi- nin direkleri — batıncaya kadar gülüp eğlenecek ve sonra atıla- cak bir cankurtarana sarılacak- tı. Yaşamak, çılgınca yaşamak ihtiyacı onun damarlarında kan gibi dolaşıp duruyordu. Turgudun kaşları çatılmıştı. Sinirlendiği görülüyordu, Elini yazıhaneye dayadı. Ga- zetelere göz attı: — Alyon, hesabını kendi ve - recek farzedelim, sana adliye ta- rafından bir zararı dokunmıya - cağını tahmin edelim. — Yalnız bir şey var: O aradan çıktıktan gonra sen vaziyetini, piyasadaki kredini düzeltebilecek misin? ._.ma;mwâîl zerinde bıraktığı tesire atfe Fikir hareketlerinde insan sö - zünün oynadığı — rol nakkında tır. Meselâ üumumi toplantılar için yalnız bina seçmesini değil, günün en müsa't saatını intihap etmesini de bilmek lâzımlır. Der ki: Şişlide, Etfal hastanesine çı- kan yollardan birinde, Mecidiye köyünün bütün ilkbaharını pen- cerelerine peşkeş çeken üç dört minimini ev vardır. Bunlardan birinin ikinci ka- tında, —yaşının 73 olduğuna hiç kimseyi inandıramıyan yük- sek rütbeli eski bir memur otu- rur, İmparatorluğun Drama : ve Erzincan mutasarrıflıklarını ida re etmiş olan Sadi Beyefendi.. e Niçin geldiğimi anlayınca, ba- na gözlüklerinin üstünden şöy- le bir baktı. Sonra, ropdöşam- brimın püsküllü kuşağını sıktı, masası üstünde duran bir “Tan,, nüshasını, çenesini çarpıtıp sa- kaliyle işaret ederek: - — Dün, bu ankete aldığınız ilk cevapları bugün neşredece- ğginizi vaadetmiştiniz - dedi - De- mek birincisi bunda olacak. He- nüz okuyamadım. Benden evvel kimleri sigaya çektiğinizi de bilmiyorum tabit.. Yalnız zan- nediyorum ki, bana, beni yeni- lerden sayarak gelmiş olmıya- caksınız. Zira hayatımın yalnız ric'at devresini içine sıkıştırdı - ğım seneleri hesap etmiş olsa - nız bile beni gene yenilerden sa- yamazsınız. Omuzları, — imparatorluğun parlak, sırmalı ve bol nişanlı mutasarrıflık üniformasını taşı - dığı günlerde de her halde an- cak bu kadar dinç olabilirlerdi bu vatandaşın.. 4 Gür sesini ayar etmek için hiç sıkıntı çekmiyordu. Bir koltuğa oturup sigara ku- tusuna el atarken “hı,, lara ve “zel,, lere verdiği ahenkten arap ve Fürs dillerini pek iyi bildiği anlaşılan Bay Sadi bir an gözle- rini yumup, başını salladı: — Dinleyiniz bunu.. - dedi -J *“Dönerse bir kişinin bahtı şayet,, “Olur esbi onun ahırda bir eşşek;, *Peder evlendirirse ger beni bir gün,, “Gelin, ta ilk gece mutlak çıkar erkek.,, — Sizin Muallim Naciyi pek sevdiğinizi söylerler.. “Aynı hatip, ayni mevzu, sabahın saat onunda, öğleden sonra üçte, — yahut akşamiüstü halk üzerinde başka başka tesir- ler bırakır. İlk zamanlarda ar - kadaşlara sabah toplantılarını teklif etmiştim. Hatırlarım ki böyle bir toplantıda Alman top- raklarında yapılan tazyik şid - detle protesto edilecekti. İnti - hap edilen salon — Münih'in en geniş salonlarından biriydi. Da- ha çok kalabalık gelir ümidiyle, dinleyicileri bir pazar günü, sa- bah saat onda davet etmeğe ka- rar verdim. * Netice şu oldu: Miktarı insanda dayanılmaz bir Kuru, kısık bir ses cevap ver- di: — İmkânı yok! — O halde İstanbuldan çık, git! — Nereye? — Benimle gel! Ve Turgut hemen ilâve etti: — Nadya'yı da bırak! Muhtar boş bir çuval gibi kol tuğa yayıldı. Artık muhakemesi işlemekten kalmıştı, Bu dakika- larda uzatılacak her ele sarıla- caktı. Turgut ona, beraber geldiği takdirde küçük fakat verimli iş- lere girişebileceğini, hemen ol - masa bile çalışmak sayesinde pa ra yapabileceğini ve hattâ ken- disinin yeni hazırladığı geniş a- razi işletme işlerinde ona da pay çıkarabileceğini anlatıyordu. — Muhtar, âdeta, dinlermygr gi- bi kendinden geçmişti. ngazı - nın damarları şişiyor, göz be - bekleri büyüyordu. Bir buhran geçirdiği belliydi. : Koca adam bir çocuk gibi acı acı mırıldandı: — Anacığım, zavallı anacı - kuvvet intibar bırakan azim bir kalabalık salonu doldurmuştu. Fakat oraya gelenler arasında buz gibi bir soğukluk hüküm sü- rüyordu. Hiç bir şey bu soğuk - luğu gideremedi. Ben söz söyle- diğim halde, sesimi hangi per - deye çıkarsam, halkın ruhu ile kendi ruhum arasında bir inti - bak hâsıl edemiyordum. O gün her zamankinden fena söz söy - lediğimi zannetmiyorum, fakat nutkumun bir tesiri olmadı. Sa- londan ayrılırken hiç te mem - nun değildim.,, (Arkası var)| ğım! Ve acı acı gülerek ilâve etti: — O büyük kadın, bu vazi - yette beni hapiste görse daha memnun olur. Turgudun sesi madenileşmiş- tı: — Temiz yaşamak için her şey kaybedilmiş değildir. Bu iğ- reti ve — iğrenç şatafatı bırakır, benimle gelirsin. Sana teklif et- tiğim hayat yolu Alyon ile yap- tığımız şirket — mukavelesi gibi pek parlak değildir. Fakat onun gibi seni zındana düşürmek ve - yahut rovelver hazırlatmak teh- likesi de yoöktür. Muhtar kıpkırmızı olmuştu. Bitkin bir adamın yalvaran gözlerile ona baktı: — Turgut! O mihaniki bir sertlikle ko - nuşmasına devam etti: — Anlıyorum ki senin göz - lerin buğulanmış, — elin ayağın bağlı, tabiatında, seciyende ol - mayan kirli yollarda yürütül - müşsün... Uçurumun kenarın - da geri dönebilmen — için vakit pek az kalmıştır. Bör ıkıgün ı Y e : VG — E SK YAZAN — İnkâr etmem. Hem Naci- nin edebi hüviyetine, hem de devrinde, edebiyatı yaymak için kurduğu tarza hayranım. Üstat Saadet gazetesinde bir edebi sü- tun açmıştı. Bizi durmadan bi- ribirimizle boy ölçüşmeğe adeta mecbur ederdi. Bilmem siz be- ğenecek misiniz? Ama ben o şi- ir müsabakalarından birinde çı- kan şu mısrar bir türlü unu - tamam. Ve gene gözlerini yumarak hatasız bir ahenkle okudu: — “Güzelsin en rakik eş'arın ebkâri meâlinden...,, Buna ben de bir nazire yapmıştım da, “Güzelsin bir sabahın ibtisamı rengi âlinden, güzelsin ak meşcerlere âkis zılâlinden!,,, demiştim. Fakat müsabakayı kazanan hepimize yalnız şu mıs- rar ile galebe çalmıştı: “Güzelsin kâinatın bir kız ol- mak ihtimalinden,, Nasıl? -— Mükemmel üstadım.. Fa - kat bunlara ne ücret alırdınız? — Hiç... Biz yazıyı para için yazmazdık ki.. —Demekgençliğinizde şair ve edip olmak me- rakına tutulmamıstınız.. -— Deli misin çocuk? Ben bü- tün akran ve emsalim misillü memur olmak hevesindeydim. Netekim oldum da. “Peder mer- hum Bağdat defterdarı İbrahim Hanif Efendi zamanının ricalin- dendi. Onun delâleti ve diğer ba zı tanıdıkların vesateti ile evvelâ adliye nezareti mahkemei tem- yiz hukuk dairesi zabıt kâtipleri arasına katıldık. — Ne maaş aldığınızı sorabi- lir miyim? — Gülünç bir şey.. 20 kuruş.. Yani bir'adet gümüş mecidiye. Fakat buna maaş demek doğru siRantüz Üümliairşartu'aulurer- lirdi. İşte şiirden ve edebiyat- tan istifademiz o zaman olurdu. İmzalarımız gazete sütunların - da çıktıkça maaşları büyük memurluklara kayırılmamız ko- laylaştırdı tabii... — Kadınlar hakkında ne dü- şünüyorsunuz? vesir — Bize eski hal çok tabit ge- liyordu. Daha doğrusu biz de, kadının tabalarımız tarafından bize gösterilmiş olan yaşama tarzlarına alışmıştık. Ve neye yalan söylemeli.. O devirlerde kadınları maşlah veya çarşaf içinde görmek bizim için fena bir zevk de olmıyordu. — Zamanımnızda kadınlar çok sürme sürerelrdi? Ve zannede- rim düzgün, rastık masrafları da bir hayli tutardı... — Fikrimce kadın sürme sürdüğü zaman pek habis bir şekil alır... Ama itiraf etme- bi içinde hazırlan ve benimle gel! Şerefli insanlar için çalışmak ve yaşamak bir zevktir... Çöl ve dağ hayatı sana tazelik verecek- tir. Girintili, bulaşık işlerin ki - rinden kurtulmalısın Muhtar. Gel benimle! Muhtar, ellerini yüzüne ka - pamış bu — kamçı gibi şaklayan sözleri dinliyordu. Fakat bı:ı_ ze- hir gibi — kelimelerde ona ümit veren bir acılık vardı_. :l"ıplsı Çü- rük dişlerin tedavisi için ağızda işleyen törpü gibi... — Yavaş - yavaş elleri yanına düştü. Ve dudakları oynadı: — Yalnız mı? Ya Nadya? Turgudun yüzü karıştı. Bu mahvolmuş adam, hâlâ kendini çamura, çirkefe çarpan kadını seviyordu. Onun için ölümü bile göze alıyordu. Turgudun kafası sersemliğin bu derecesini almıyordu. İğre - nir, tiksinir gibi dudak bükerek haykırdı : — Nadya, Nadya... Ağzına geleni — söyliyecekti. Hırsını alamıyordu. Fakat Muh Bir Eski Mutasarrıf Beyefendi Ve Bir Yeni “Bay Muhasip!, : NİZAMEDDİN NAZİF lidir ki, bazılarını da sür - meğe icbar etmek Jlâzım- dır. Zira, onlar da düzgünü Fsürmeyi kullanmazlarsa pek “habis,, bir halde kalıyorlar. Velhasıl maksat yakıştırmaktır deyip geçelim, — Şapkaya alıştınız mı? di- yecek oldum, Ağzından ateş saçar gibi hay- kırdı: — Şapka dururken fes giy- mek, fes giymeğe mecbur ol- mak beni ve birçok arkadaşla- rımı daha elli sene evvel sinir- lendirirdi. Değil şimdi.. Ben es- kiyim dedim ama oğul eski ka- falr olduğumu nereden kestir- din sen benim? Ben Galatasa - rayın eski talebelerindenim ve eski “Mektebi Lisan” ın me- zunlarındanım. Yanlış bir kapı çalıp haşla- nan sersem bir yolcunun sokak değiştirmesi gibi derhal konuş- mamıza bir başka ınecra ver- dim: — Elli sene evvel İstanbul nasıldı? Sesindeki şiddete bir fren vurmadan; — Nasıl olacak! - dedi - kıra- tosu içinde yaşıyan insanlara uygun bir şehirdi. İçinde yaşı- yanların medeniyet ölçüsü ne ise medeni şehirler arasında öy- le bir ölçüsü olan bir şehir. Dü- şününüz bir kere o zamanki Av- rupayı... Şimdiki halinden ne kadar geri idi. Öyle olduğu hal- de bize hayret verirdi. Uzun sö- zün kısası a .eyim.. Beyoğluna çıkmak bizim için adeta bir frenk memleketine gidiyormu- şuz gibi bir duygu verirdi. Ga- latasarayda okurken hafta ta - tillerinde, İstanbül semtindeki evimize gittiğim geceler mahal- 'ğâğiğ—&?ıulîr se.yyag sanır- | dım, Fakat şimdi vaziyet büs- bütün fecidir. Zira zihniyet de- ğişti. Kisve de değişti, yaşayış tarzı değişti ve şehir hemşeri- sinin bu ilerleyişine taban taba- na zıt bir gerileyişe uğradı. Şim- di İstanbulda dolaşırken kendi- mi Avrupanın şarkında dahi sa- yamıyorum. — Ya değişen dilimiz? Buna ne diyorsunuz? — Lisanın sadeleşmesini çok güzel buluyorum. Fakat bu li- sanla edebiyatımızın eski leta- fetini arattırmıyacak san'at eserleri kazandırabilmek şarti- le... . İhsan, ufak tefek bir genç. Fa kat çok çevik bir görünüşü var. Kendisile konuşmak istediğimi anlayınca bir an düşünür gibi oldu. Sonra; — Ben fikirlerimi muhayyi- lenizin tesadüflerine emanet tarın korkunç bir renk alan yü- zü dudaklarını kerpeten gibi sı- kıştırdı. Hazırladığı ağır kelime ler ağzında dağıldı. Gevşek, yu- muşak bir sesle devam etti: — Nadya, fakat senin bugün- kü vaziyetinden o da mes'üldür. Bu hale gelinceye kadar seni se- fahete gömen karındır. Ben e - minim ki sırf onun şatafatı uğ runa Alyon ile işe giriştin. Ve bu senin itibarını, mesleki hay - siyetini de altüst etti. Muhtarın başı önüne düşmüş- tü. Turgudun pek iyi keşfettiği bu nokta onun candamarı idi. Turgut devam etti: — Nadya, Alyon'u ne müna- sebetle tanıdı? Sen bana, onun, eski bir aile dostu olduğunu söylemiştin değil mi? Senin bil- diğin yalnız bundan ibarettir. Turgudun esmer yüzü, söy - lerken katılır gibi geriliyordu. Söyliyeceği ağır şeyleri hafif - letmek ister gibi — yavaşladı ve kelimeleri sayar gibi yavaş ya - vaş devam etti: ——— ——— ——— 11 -5.0935 —— Cibalideki İnhisar İdaresinit muhasebe memuriarındali İhsan ve zevcesi edemem.. dedi. Suallerinizi hep birden sorunuz. Hep birden ce“ vap vereyim. Uzattığım not defterinde- ki sualleri dikkatle ökuduktal sonra cebinden bir kalem çıkar- dı ve — eski arap harflerile de- ğil, yeni Türk harflerile — dol- durduğu bir kâğıdı vapur Unka- | panına yaklaşırken bana uzattı. İste cevapları.. Ne bir kelime fazla, ne bir kelime eksik. 1 — Vaktim olursa okurum. Çalışma, uyku ve eğlence saat « lerimden kitap okumak için şöy“ le bir iki saat ayırabilirsem se * vinirim. 2 — Ben insanların evlenme- lerine, çoluk çocuk sahibi olma- larına taraftarım. Evliyim de. 3 — Bana kimse oku, ya- de- medi, Ailemin vaziyeti bu- na mâni olmağa bile müsait- | ti. Ben kendim okudum. Hattâ geçtiğim yeni bir sınıfta okuya» cağım kitapları almak için tatil — günlerinde çalışıp para kazandı- ğım da oldu. j 4 — Yeni lisan... Pek tah.i larak taraftarım. Nedir o acem- kelimelerin — bir lisanı nası olup ta güzelleştirebileceklerine akıl erdiremem., 5 — Edebiyat ile uğraşmam. Edebiyattan zevkalırım. Muha- sebe memurüyum, muhasebeci, defterdar olmak, maliyeci olmak | idealimdir. Edip, şair, gazeteci olmak niyetinde değilim ki... 6 — Kadının hürriyetine ta « raftar olmak dâ ne demek? Biz kadını hür bulduk. Ve bu hürri- yeti ona çok göremeyiz. Sürme, ye rastığa, rimele gelince... Bun ları benimle beraber bir.mek-. tepte okumuş ve şimdi hayata atılmış olan kız arkadaşlarını kullanmazlar. Kâğıdı okuyunca: — Hepsi bu kadar mı? - de - — dim - Halbuki ben size daha ba- zı sualler sormustum. — Onlara cevap vermek be- nim ihtisasım — dahilinde değil- | dir. zi pek iyi tanırlar. Fakat biz or> — ların bize anlattıklarından baş * — ka bir şey bilmeyiz. Muhtarın gözleri bulutlandı. Bu karışık cümlenin mânasın! | anlamak ister gibi arkadaşına bakarak sordu: — Ne demek istediğini anla- mıyorum Turgüt... Yalnız ricâ ederim, ondan bahsederken kâ“ rım olduğunu unutma! Turgut sustu. Odada acı bir süküt başladı, İki arkadaş bu sükütun boş * luğu içinde biribirlerinden uzak* laşır gibi olduklarını hisset “ — tiler. ; Turgut, kısa bir durgunluk * tan sonra, eski arkadaşlık hak” kının bitmediğine karar verği' Karısına her şeye rağmen çö * zülmez bir düğümle bağlal'.lanl bu adamı o cephesinden çevif ” meğe imkân yoktu. Yalnız onü maddi ıstırabından kurtarmâ için elinden tutmak kabildi. Bi nu düşündü ve bahsi gene o t€ lifine çevirdi: B — Orada hayat buradaki gi? — Çok gariptir, Kadınlar bi- |, | (Arkası var) —