5 Ekim 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6

5 Ekim 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

2 6 Fikirler ve insanlar Daha Çok Erkenl. Hayır, Nizamettin, baksızsın : hay- ranlığın öldürücüsü olduğu gibi ya- ratıcısı da vardır. İskender'in heykeli karşısında ağlamaklı olup: “O, benim yaşımda neler yapmamış! diyen genç Julius'u bir düşün: bu hayran ğı Roma'nın en ünlü, en büyük kay- seri olmasının önüne geçebilmiş mi? Yaptığı işlerde bu hayranlığın da bir bizmeti yok mu? Diyeceksin ki Kayser Jullus'un (1) İskender'e hayranlığı, tarihin an- lattığı her iş gibi, kolaylıkla inkâr edebileceğimiz şeylerdendir. Ben de onu bir masal sayarım; faat bunun için ona inanırım; çünkü masallar yalnız falan yıl falan yerde geçmiş #eyleri değil, insanlığın en sürekli hakikatlerini anlatır. Bizden önce gelmiş insanların büyüklüğünü kabul etmek onlara değil, büyüklüğe tapm- maktır. . Hayranlığın . öldürücüsü vardır; halkın “ağzı açık ayran delisi,, dedi- &i insanlarda gözükeni. Bu, beğendi- İimiz şey karşısında anlama, düşün- me, tenkit etme kabiliyetimizi — iş- tiyerek veya istemiyerek — kaybet- mektir. Ruhumuzun bu haletinde y. Tatıcılığın sönmesi, karşımızdakini beğendiğimizden değil, anlama kabi- Yiyetimizi kaybetmemizdendir. Öldü. rücü olan hayranlık değil, o teslimi- yettir, Hatta o da değildir, Nizamettin: Greklerin sanatı, şiiri ârtık erişilmez bir dereceye , vardırdıklarını kabul eden, onları taklitten başka bir şey kalmadığını söyliyen XVİL inci asır Fransızları yine yaratıcı olmamış mı? Yaratma kuvvetini veren nedir? bunu bilmiyoruz ama görüyoruz ki onu hiç bir şey öldüremiyor. Nizamettin Nazif: “Bütün yaratı- cılar, kendilerinden evvel yaratılmış olan şaheserlerin o karşında isyan duymuş olanlardır., diye genç sanat adamlarımızı eski eserleri hor gör- meğe davet ediyor. Biliyorum ki © cümle çok kaçamaklıdır ; Nizamettin Nazif bana şöyle diyebilir: “Hayır, benim sözümden eski eser- leri hor görmeğe, onlara bakmamağa, onları okumamağa davet manasını çıkarmak, kullandığım (kelimelere dikkat edilmediğini göstetir. Ben şaheser dedim ve karşısında dedim; onlarda insanlık tarihine şeref veren meziyetler bulunduğunu inilir etsey- dim şaheser der miydim? O kelimeyi | kullanmış olmam da onlara saygımı gösterir, Karşısında diyorum; demek ki onların yakılmasını, kapatılmasını istemiyorum. Hatta onların karşısm- da isyan duymuş demekle bu isyanm doğmasnda onların da bir payı oldu- ğunu sezdirmiş olmuyor muyum?,, Nizamettin Nazif'in bu yolda ve- rebileceği cevabı daha uzatmağa da imkân vardır; o cümleyi tefsir eder- ken şunu da çıkarabiliriz; “Sanat adamının, bir sanat şaheseri karşısın- da isyanı ne, demektir? O eserdeki estetiği ve — her eser son tahlilin- | &e bir cihanı telâkki'nin mahsulü ol- | duğuna göre — bir görüşü eksik bul- mak, bizim estetiğimize ve görüşü müze uygun bulmamak değil mi? | Fakat bu isyanm, bizim estetiğimi- zin ve görüşümüzün o esere bir rdac- tion olarak meydana gelmediğini id- din edebilir miyiz? Yani bizim kendi kendimizi keşfetmemizde o eserin, o | şaheserlerin tesiri yok mudur?... Be- nim o cümlem şöyle bir iyice, keli- meleri tartılarak düşünülürse geçen devirlerin şaheserlerini inkâr etmek | göyle dursun, bugünkü. insanın te- şekkülünde hepsinin hizmeti olduğu- Bu kabul ettiğim anlaşılır.,, Evet, o cümleden bütün bu mana- lar çıkarılabilir ve buna kelimeleri zorlamak denemöz. Bilmem Niza- mettin Nazif bunlar bir kısmını ol- sun üzerine alır mı? Hiç ummüyo- Tum; çünkü, beyhat! kirpse kimsenin ağzından söz söyliyemez, Yazan : Nurullah ATAÇ O cümleye nalmcı keseri vurma- ğr, yani Nizamettin Nazif'in sözünü, ne yapıp yapıp eskileri tanımağa teşvik saymağı brrakalım, birazda tehlikeli tarafını görmeğe çalışalım. Bir kere o sözde bir eksiklik var: bütün yaratıcılar kendilerinden evvel yaratılmış olan şaheserler karşısında değil, belki kendilerinden hemen ev- vel (yani kendilerinden bir evvelki nesil sanatkârları tarafından) yâra- tılmeş olan şaheserler karşısında iş- yan duymuşlardır. Yoksa Virgilius'u “üstadım, yol-güsterenim, şeyhim,, diye anan Dante'yi, Homeros'un yo- lunda yürümek istiyen Virgilits'u ve daha birçok sanat adamlarını, şa- irleri yaratıcı saymamak lazım gelir. Nizamettin Nazif'in sözünü tebli- keli buluyorum, çünkü bizim memle- ketimizde ona “â la lettre” uymak is- tiyen genç şairler, sanat adamları goktur (yaşlılar arasında da az de- gildir). Diyeceğim ki Nizamettin Na- zif bizim memlekete göre değil, kül türle “satıre” bir hale gelmiş mem- leketlere göre düşünüyor. Bir Fran- Sız sanat adamı :* “Genç ressamlar, müzelere uğramayın!” (2) diyebilir; çünkü o memlekette genç ressamlar müzelere gitmek itiyadını edinmiştir; böyle bir söz ancak: “Müzeye gitti- ğiniz zaman tenkit kabiliyetinizi sön- dürmeyin, apışıp kalmayın” manası- na gelir. Bizde ise iş öyle değildir. her türlü örnekten kaçınmak İazım- dır diye karşılanabilir. * Bunun sonte ne olur? Genç sanat adamlarımızı, yaratma kudretini kör» leten hayranlıktan koruyalım diye hayranlıkların en körleticisine, kendi kendilerine hayranlığa sürüklemek ol- maz mı?... Grekçe, İatince öğrenme- miz lüzumundan bahseden bir yazıma esilik diye yazarlarımızdan biri: “O dilleri öğrenmeğe kalkmak, tıbbın son terakkilerine göz yumup da Hippokrates mazariyelerini almağa benzer” gibi bir şeyler söylemişti. Benzer bir yeri yoktu. Fakat şahsiğ (veya ulusal) yaratma kudretimizi körletir diye eski eserleri kapatmak, insanlığın asırlardan beri yaptıkları» mı bir yana bırakıp işe yeniden başla mak istemeğe benzer. Bugünün ada- mene, ilk “insa 'ardan çek ileri bir mahlüik kılan şey, asırların meydana getirdiği eserlerdir; onlara bakmıya- cak, onları öğrenmiyecek, ortadan kaldıracak oluriak biç bir şey yapa- mayız demiyorum, ilk yapılan işleri veya ancak onların benzerini yaparız. Hele bizim sosyetemiz .de, Avrupa sösyeteleri gibi, kültürle “saturö” ol. sun, o zaman ben Nizamettin Nazi- Fin “Hayran olmamak sırrı” gibi ya- zılarma hak veririm; fakat o zâmana bizim de, Joachim Du Bellay 'Greklerde, Latinlerde ve bu- gün onların medeniyetlerini devam ettirenlerde ne bulursanız yağma edin... Genç Türk ressamları, müze- Gulyalmeni'nin geli Limanı Insana Büyükadayı Hatırlatıyordu İpar Atina yolunda Saat sekizi on geçe (Gulyal- meni) nin yeşil, gölgeli lmanı- na girdik. Burası mavi, berrak denizi ve yeşil çamlarile bize ilk görüşte : Büyükadayı hatırlat- muştı, Atinann sayılı plâjların- dan biri olan bu tabii limanda Yunanistanın muhtelif yerlerin- den gelen büyük küçük üç dört kotra demirli idi. Yüzer metre İ ara ile demirliyen bu kotralarn arasına biz de girdik ve demir- ledik. Burada iki saat kalarak işlerimizi gördükten sonra ha- reket edecek, on bir, on bir bu- çukta, öğle tatilinden evvel Pi- re limanma girmiş bulunacak- tık, Burada ilk iş olarak yapıla- cak şey İstanbuldan bhareketi- mizi'duyan Sefirimiz Ruşen Eş- refe (Gulyalmeni) ye muvasa- latımızı telefonla bildirmekti. Arkadaşlar soyunarak kotranın temizliğine “başlamak © üzere iken ben de Hüseyini yanıma aldım, sahife çıkmak üsere. İm * dirdiğimiz küçük bota acele at- ladım. Beş altı dakika sonra sahilde bir gazinonun iskelesine yana- şarak dışarıya çıktım. Atinada türkçeyi anlamıyan kimse he- lerden çıkmayın” dememiz lazımdır. | men hemen yok gibi bir şey ol- Bence Nizamettin Nazif, edebiyat- çılarımızın Avrupa edebiyatlarından bahsetmesine sinirlenip de biz kendi kendimize bakalım diyenler gibi bir “chronologie” hatası yapıyor. İsyanı Fransa'da, Almanya'da, o gibi mem- leketlerde haklı, lüzumlu bir ikaz ola- bilir; bizde ise zaten olanı teşvikten başka bir şey değildir. 25-9 -35 (1) Talius Cessâr (Jules Cösar), Bunu “Sezar” diye yazmak elimden gelmediği için böyle Kayser Tulius demeği daha doğru buldum. Caesar (Kesar) soy adıdır, sonradan kayser, imparator manasına gelmiştir. (2) M. Andr& Lhote'un “İeunes peintres, n'allez pas su Louvre” adli bir yazısını la Nouvelle Revue Fran çaise yıllarca ilan etti; o mecmuada çıkmadı, başka bir yerde çıktıysa bil. miyorum. VE) LL KAKA ANANI AAA AKA Türk Hava Kurumu Büyük Piyangosu Şimdiye kadar binlerce kişiyi zengin etmiştir E 19.cu tertip 6.cı Keşide 11 1. ci Teşrin 935 dedir$ Büyük ikramiye 200.000 Liradır Ayrıca :30,000, 20,000, 15,000 12.000, 10,000 Liralık ikramiyelerle beheri (50,000) Liralık iki mükâfat vardır. 7609 Muhayyer Hasan Şevki | PUDRA ve YAGSIZ KREMİ | Dünyada emsalsizdir.. .—— P Her yerde arayınız. | yazılı etiketlere asla aldanmayınız. -—— duğundan Hüseyini botun ya- nında bırakarak O gazinocuya, türkçe: “Burada telefon var mı- dır?,, diye sordum. Ve derhal türkçe cevabını aldım. — Evet, yukarda yetim meh- EN Bayar tebinin kapısında, dedi ve yanr- ma bir çocuk katarak beni ora- ya gönderdi. Çocuk, mektebin kapısını iti ei döndü. Kapıcıya türkçe söyle- dim, anlamadı. Maamafih yal- nız (telefon) u anladığı için (Edo ine) dedi. Beni telefon odasına soktü. Telefon rehberi- ne el attım. Rumca hurufatla yazılmıştı. Adama: Konsulato, Türkika, İ İstanbul, to Smirni, konsulat, İ filân diye güçlükle derdimi an- latabildim. Kitapta bir hayli aradıktan sonra nümarayı bul- du. Telefonu eline alarak: — İkosi triyanda pende de- TAN ISTANBULDAN PiREYE' .iPAR YOLCULARI! a, Yazan: Mahmut BALER, | | Çe Yeşil Plâjı Göl —12— " di ve bunu gittikçe sertleşir bir sesle üç, dört defa tekrar etti, Yavaş yavaş hiddetlenmesinden cevap almadığı anlaşılıyordu. Birkaç kere telefona üfledi. Eli- le kutuya vurdu. Yine bağırdı. — ikosi, triyanda pende! Üç, dört defa, yine işittireme- di. Kulağma bir ses gelir gibi oldu ki yeniden telâşla: — iİkosi, dedi ve arkasmı ge- tirmeden sayılı bir küfür etti, * Telefonu kapadı. Elinden bırak- hazin alıyor... madan bir dakika bekledi. Odanm kokusuna tahammül — Nişantaşından Altiner imzasile: “Bir dostumun evinde tanışarak iki ay kadar yalnız meclislerde görüş- tükten sonra bir genç kızla evlendim. Bu iki ay zarfında ne o beni, ne ben onu derin bir aşkla sevmedik. Fakat arada bir sempati doğduğunu sanı Halbuki “evlenmemiz “üzerinden üç beş gün geçer geçmez ben şiddetle pişman oldum. Bunun sebebi o zama- na kadar bu kadında göremediğim, farkedemediğim bir sakatlıktır. Bir kolu çolak olan bu kadın benden vü- cudundaki arızayı âylarca gizliyerek etsem, herifin hali bırakılacak şey değildi. Mükâlemenin uza- masını temenni edecektim ama, yatağının dibinde Piza kulesi gibi çarpık ve dik duran çorap- ları gözüme ilişmiş olmasaydı. Herifceğiz ayağının lü, yerli malı kola ile o çorapları kim bilir kaç günde böyle dim- dik durdurabilmişti. Telefonu kulağına getirip bir daha haykırdı. “ Ve yine cevap alamayınca taze bir küfürle “Tuu,, diye telefonun ağzma mufassal bir tükrük yı mı? Tesadüfün temiz! ki tam o esnada telefona cevap geldi. Herif yine kapanıverir di- ye tükrüğüne (ilişmeden acele telefonu bana üzattı. Haddin varsa, sokul da konuş bakalım. di w PARTi BAŞLANGIÇLARI Son söz olarak bu oyunda önemli olan başlangıçlar hakkında da birkaç noktaya dikkati çekerek bu bahsi bi- tireceğiz. İlk hamle — Taşların ilk duru- munda (atlar müstesna) o kodaman- ların hareketine kendi: paytaklarının engel olduğu bilinen şeydir. Şu hal- de kuvvetlerimizi harekete getirebil- mek için ilk hamlede paytaklarımız- dan birini oynamaklığımız lâzımdır. Dikkat edilirse şah ve Ferz paytak- larının dört taşa (yani şah, ferz, bir fil ve bir ata) yol açtıkları, halbuki öteki paytakların yalrız bir tek taşa yol verdikleri görülür. Şu halde en iyi başlangıç şah pay- tağını veya Fepz paytağını oyna- maâktır, Diğer taraftan bu iki paytar ğin başlangıcında iki hane birden ilerlemesi şu Üç sebepten dolayı fay- dalıdır: 1 — Parla tehlikeye düşmeden düşman ordusu ile temasa geçilmiş olur. 2 — Orta hanelerden biri ve hatta biraz sonra arkadaşı da kendisine iltihak ederse şatranç tahtasının orta- 8 tutulmuş ölür, 3 — Biraz sonra beşinci bir taşa, yani öteki file de yol açılmış olur. Şimdi bu iki hamleden hangisini tercih etmeli, yani (e2) deki paytağı mı (64) banesite getirerek, yoksa (d2) deki paytağı mı (d4) hanesine getirerek başlamalı? i Şah paytağınn yani (e2) deki paytağın oynanması şu sebeplerden dolayı daha doğrudur: 1 — Ferg'e dört (yani e2, 13, g4, h5) hane açar, halbuki Ferz paytağı yalnız â2 ve d3 hanelerini açar. 2 — Küçük Rok için Şah karaf daki taşların daha çabuk hareketine müsaittir, Çünkü Küçük Rok için iki taşın, halbuki büyük Rok için üç ta- şın ileri çıkması lâzmıdır. Ancak bütün bunlara mukabil (42) deki paytağı (44) hanesine ge- tirmek daha sağlam ve hamle sanıl- malıdır. Çünkü d4 hanesi Ferx'in his mayesi altında olduğu halde, 64 ba- nesi henüz hiçbir taşın himayesi al- tında değildir. Taşlar üzerine bazı düşünceler — Ferz'i vakitsiz ileri çıkarmak tehlike- Wi bir hareket olduğu, ruhlar da'he- nüz kımıldanamaz bir halde bulun- duğu için savaşın ilk safhasında ha- rekcte getireceğimiz taşlar: Atlar ile beni aldatmış değil midir? Bunun bir dükkünci tarafından müşteriye çürük me lala verde Ba rk kaş ge ne farkı va: e tiye getiren müşteriye dükkân ahin bi: “Alırken gözünüz nerede idi? Dikkat edip çürük kumaş almasaydı. Bızl,, diyemez. Çünkü beş on metre kumaşın her apktası tetkik edilemez, Onun gibi ben de iki ay görüp ko- nuştuğum bu kadınım çolak olduğuna dikkat edemezdim. Ne yapmalıyım?,, Mukayeseniz nekadar yanlış... Bir kere yırtık veya çürük kumaş işe ya» Tamazken bahsettiğiniz sakatlıktan daha büyükleri bile aile saadetine en- gel olamaz. Sonra, ne istiyorsunuz? Bu genç kız evlenmeden evvel size: — Kuzum, benim vücudumda şu kusurlar vardır, Diye izahat mı vermeli idi. Bunları öğrenmek sizin işinizdir. Daha sonra evlenirken imzaladığınız mukaveleye göze bu mukaveleyi hangi şartlar al- ında feshedebileceğiniz de tayin edil. miştir, Aile saadetine beden kusurları de- gil, ahlâk kusurları engeldir ve ancak bu kusur! dolayı bi sl Yoğfarl, ği ir adam karı. Bebekten Kevser imzasile: “Çok hassas, sinirli ve kıskanç bir adamla üç dört senedenberi tanışıyo- rum. Beraber yaşıyoruz gibi... Ben- den on “altı yaş büyük ve evlidir. Dört te çocuğu var. Beni çok sevdiği- ni, benim uğrumda ailesini ve çocuk- larını bırakmağa, beni nikâhla alma- ğa hazır olduğunu söylüyor. Ben ise bu ön yedi senelik aile ocağmın yi- kılmaması için evlenmekten vazgeç- mesini söylüyorum. O zaman bana: “— Sen aşkla oyun mu oynüyor- sun? Ben seni çılgınca seviyorum; se- nin uğruna her şeyi yaparım!,, diyor. Ne yapayım? Bu adamla evlenirsem on yedi senelik karısının uğrryacağı akıbete bir gün ben de düşmez mi- yim?,, Böyle meselelerde falcılık olmaz; fakat çoluk çocuk sahibi bir adamın EMeler e Evlendikten sonra görülen kusu 3.10.0935 az evini barkını yıkmasına sebep olma hayırlı neticeler vermemiştir. Bu yü den ocağı harap olan kadınlardan di ba harap olanlar eksik değildir. Si çıldırasıya seven adam sizden ces ret almış, Vicdanmızın gösterdiği yı la giderek onun cesaretini kırarsanı onun yine on $edi senelik evine döt düğünü görürsünüz. . Dört yıl sonra Bandırmadan Akın imzasile* “Dört yıl evvele gelinciye kada uzak akrabamdan bir kızla sevişiyol duk. Daha mektep sıralarından baş yan ve yavaş yavaş ikimizi de çö şiddetle sarsan bu aşk ailelerimizin d delâleti ile bir nikâhla bağlanma üzere idi. Memur olarak bulündü Zum yerden ayrıldım ve bu kızr dör yıl görmedim. İptida sik sık mektup İaşırken sonra mektupların da arka sı kesildi. Ve ben memnun oldum Çünkü geldiğim şehirde başka bir kız la tanışmış, sevişmeğe başlamıştım Akrabam olan İzm #mektuplarm kesmesini onun da behi unuttuğun | bir delil sayarken geçenlerde seya hat ederken onun bulunduğu şehiri uğradım ve tesadüf onu karşıma çe kardı. O, hiç değişmemiş, bölü ben €tkisi kadar seviyor ve hâlâ benin kendisini alacağımı sanıyor: “Peki neden mektupların arkasını kestin?, diye sorduğum zaman güldü: “Ba şımdan garip bir macera geçti de ön dan... Bunu sana evlendikten sonr anlatacağım,, cevabını verdi. Kendi. sine benim de hâlâ devam eden bir macera içinde bulunduğumu söyliye medim. Çünkü son derece hararetle, © İlk aşkımızın coşkunluğu İle bana merbutiyet gösteriyor. Bu kızı bir. kaç gündenberi oyalıyorum. Kendi. sile alâkam olmadığını bir mektupla bildireyim mi Oyalamak iyi bir şey değildir. Siz ona nasl mektup yazmağı kestiniz. se oda — kim bilir nasıl bir sebep- le — size mektup yazmağa üzüm görmemiş. Demek ki, bir müddet o da bu ilk aşkı unutmuş, Bu vaziyette kendisine yeni rabıtanızı ânlatmakta| hiçbir mahzur yoktur, . Bahane mi? Kimbilir. “Bir gençle nişanlahıştık. Bugün yarın nikâhlanacaktık. Dün kendisin. den bir mektup alârm. Bu mektupta hakkımda tahkikat yaptığını ve beni geçen seneler birçok gençlerle Beyoğ-! Tunda görenler olduğunu, bazı genç- lerle başbaşa çayhanelerde oturduğu) mu yazıyor ve nişanı geri gönderiyor, Bu bir bahane değil midir? Ona nasıl| cevap vereyim? Nişan yüzüğünü geri| göndereyim mi?,, Genç kızların sağda solda birtakım yabancı gençlerle görülmüş olmaları böyle fena muamelelere maruz kal * analarına her zaman sebep olmuştur ve daha da olacaktır, Bundan kaçın, mak ellerindedir. Gül'ün uğradığı bu muamelenin bi bahane olup olmadığını bilemeyiz Onun nişan yüzüğünü saklamakla hiç bir şey kazanmıyacağı da meydanda. dır. fillerdir. Şah atını Şah filinden evvel İleri çıkarmağı tercih ederiz. Çünkü at, filden fazla hareket yapmağa müsa- ittir. Bundan sonra düşünülecek nokta, Rok'ları o hâzırlamaktır. Plânlarını pek çabuk meydana vurmak istemi- yen bir oyuncu her iki Rok'u da ha- zırlar ve sön dakikada rma en uygun gelen Rok'u tercih eder, Hat- ta iyi bir oyuncu hasmın Rok yaptı- İı tarafın aksi taraftan Rok yapma- ğı daha doğru bulur, çünkü bu suret- Je mücadele daha hararetli olur. Umumiyetle Ferz ruhunu Şah ru- hundan çok daha geç harekete getir- mek doğrudur. Başlangıç çeşitleri — Parti baş- langıçları (tabii beyaz taşlara göre) üç grupa ayrılmıştır: 1 — (e2 - e4) başlangıçları (açık 1— Tiz d4) başlangıçları (ka- palı başlangıçlar) 3 — (c2-ec4) veya (d2- d4) dışındaki başlangıçlar » Çintizamsız başlangıçlar) 4 ” Her grupun da değişik çeşitleri vardır. Açık başlangıçlar, partinin çok dü- şündürücü ve değişik oyunlu olması na meydan verir .Zâmanımızın ustu şatranççılârı arasında açık başlangıç İar hereş hemen bırakılmış gibidir Çünkü açık başlangıçların her türlü sü çok uzun zâmanlardanberi ince lenmiş, gizli tarafı kalmamıştır.Bunı mukabil şatranca yeni başlıyanlarır âçık başlangıçlara her şeyden fazlı önem vermeleri lâzımdır. Çünkü ya vaş yavaş İyi oynıyabilmek sırrı, açıl başlangıçlardan doğan bütün incelik leri öğrenmekle kabildir. Bu suretle incelenmiş ve şatranç çılarla tanıtmış başlangıçlar için ay rı ayrı isimler verilmiştir. “Bu isim ler, ya ilk tatbik eder ulusa, yahu ilk defa bulan şatranççı veya şampi yona, yahut da şatranç bitine ve hattâ bir şehire izafe edil mişlerdir: Şah atı başlangıcı, Viyanı başlangıcı, Fransiz başlangıcı gibi... Başlangıçlardan sonra gene ayr ayr: İsimler taşıyan parti ortaları v daha sonra da parti sonları gelir. Bu üç safhanın çok usta şatraniçı İsr tarafından bulunulmuş, konul muş, yazılmış çok mubtelif'Variantı larını bilmek iyi şatranç oysıyabi mek için lüzumlu bir şeydir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: