3 Mayıs 1937 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

3 Mayıs 1937 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

VE Denize BİZ Döküldük ! YAZAN: SALÂHADDİN D €nizcilerimizin bu sütunlarda naklettiğimiz kahramanlık Maceraları büyük bir alâka toplamıştır. Bir haftadan- am eden emekli deniz Binbaşısı Ziya Denizerinin canlı rı bugün bitiyor. Bundan evvelki kısımda, Anadoluya Buz, B kaçıran motörün dalgalar arasında kaldığını okumuştu- * Bugün de bu maceranın diğer çok heyecanlı parçasmı şu satırlarda veriyoru Tkama giydiğim kaputu - bul, Pula eteklerinden şakır şa Ürkim akmakta idi. Bir aralık Efendi, telâşla makine den haykırdı: Yağ - Si Ji © zaman, farka varabil. beni; Seriye giren yağmur Suları, kıyongg Putumun eteklerinden &- Ün . Hemen, kaputu çıkarıp an “ Tree Fakat, yağmur, gittik lan guy aztırıyordu. Motöre do - ulaz, manyato hizasma kadar el Efendi, bir yandan, gemi- Yala min bir yandan, ellerinde ko g, <A anbardan, su boşaltıyorlar min Efendi, Manyatoyu te- hd ln meşguldü. Ben, syağım teh mİ tutuyor, elimle de sin- ulümbasna basıyordum. ie, Efendi tekrar bağırdı: Yazı, “an, Hana ışık tutun!,, Man hi) Söküp temizledim. Fakat 16 takaniiyorum... bop Külüm sösl, bu sefer, daha e Giyer, ?& yakmak için elimi cebime Ke rdm Bir değil, iki kutu kib- deki ez m. Fakat, kutunun için- çi britlerden bir tanesi bile işe bir halde değildi. Bizi tepe - cebi ağa kadar ıslatan yağmur izdeki kibriti, bundan istis etmemişti, j örahim Efendiye; acı acı: — Kibritler yanmıyor! Dive serlendim. le Aşağıdan cevap geldi: Ni Hacet kalmadı kibrite.. Man- “yu taktım. Çalıştırayım mı?.. de tar! Çalıştır... Di ahim Efendi, motörü işletmi aşladı. Fakat, yer gök bizi yo xe vızdan alıkoymak için, rekabe- Sirmiş gibi idiler. Bava, kıble 1odos istikametinde da sancak baş omuzluğumuz may Erlen denizler, dağ gibi üstü Sullanarak yukarıdan inen dak birleşiyordu. Motör, on e a kadar galışabildikten son- bide Üç kişi, boşalttığımız » Motörü su hüücumundan kur taramıyorduk. mazi Efendi, uğraşa uğraşa Di rü ikinci defa çalıştırmıya vaffak oldu. Fakat bu sefer, e tümüz tek buji ile çalışıyor - ujileri temizlemek yakmak Ağimd. Bizde ise kibrit yoktu. tuy, makineden tlmidi kesmiş duğu, 8! adaya yaklaşmakta ol. m şnizü kösap ederek, yelken - ha Stifade etmeyi düşündüm. Kı ak) adenm karantıma (rüzgâr höşt sokulmak fikrile baş tarafa um, Yelkene yapıştım. Fakat da, Yarım yelken gösterinciye ka duz, zsürm şiddetinden arma ol dimi Bibi kopup denize gitti, Ken » bacaklarım denizde, elim kü buldum. M otör, bu sirada, denizlere ta kı Mamile yan vermiş, en son tuluş çaresi olan yelken de eli en gitmişti, kadaşlar; i kaptan!.. Cantmızr kurta emiye başlamışlardr.. ie Elime: kurtarmak. Fakat ney » hangi vasıtayla kurtaracaktık Sabık Deniz Müsteşarı Anlatıyor Emekli Deniz Binbaşısı B. Ziyanın savaş günlerine ait deniz maceraları bugün biti- yor. Bu işle meşgul olan muharririmiz daha birçok denizcilerimizle konuşmuş, hepsinin hatıralarını toplamıştır. Bundan sonrada sabık Deniz müsteşarı ve eski Hamidiye Sü- varisi B. Hüsamettinin savaş günlerine ait ve baştanbaşa heyecanla dolu hatıralarını vermiye başlıyacağız. Gerek bunda ve gerek bundan sonraki ha- tıralarda, denizcilik tarihimizi aydınlatacak çok heyecanlı şan sayfaları okuyacağız. .. carımızı?.. Biz böyle konuşur - ken giddetli bir dalga ile motör al- bora oldu. Denize döktldük. Ben henüz soyunmıya vakit bulama - mıştım. İbrahim Efendi ile. Emin, iyi yüzme biliyorlardı. Hulki E « fendi, biraz acemi idi. Ben kendi - sine yardım ediyordum. Motörün önünde toplanmıştık. Fakat hep birden, motöre çıkacak Olursak, teknenin batacağma şüphe yoktu. 'Bir middet, onun etrafında dolaş» tıktan sonra, dalgaların cereyanı na kapıldık. Sular, bizi Fenerbah- çeye doğru sürüklüyordu. Epayce bir zaman denizde çalkandıktan sonra, nihayet #ahili tutabildik. akat fırtma İle boğuşmak, bizi dehşetli yormuştu. Düş tüğümüz yer, meğerse, Fenerbahçe mendireği imiş!, Öyle takatsizdik ki, hemen oracığa YIğIIp kaldık, Tam bu sırada; İngilizce; — Davranmayın! Diye bir ses igittik, Bizde davranacak değil; parma ğımırı kımıldatacsk bal yoktu. So ğuk yağmur suları, çıplak Vücu - dümüze kırbaç gibi çarptıkça, diş. lerimiz takır takır biribirine vuru yordu. Bize “davranmaym!,, diye hay. kıranın İngiliz nöbetçisi olduğunu anlamıştık. Gece karanlığında, çi- rıl çıplak dört adam ansızın kar. şısına çıkınca, nöbetçi neferinin yerinde kim olsa, dehşete kapılır. dı. Biraz sonra, nöbetçi Onbaşısı geldi. Bizi zebitin yanına götür - dü. İstievabımıza başladıler. Ben yolda giderken, arkadaşlara; sıkı ir tenbih miştim: AE Ağzmızdan hiç - bir şey kaçırayım demeyin... Ne s0 rarlarsa, kaptan bilir, diye cevap vereceksiniz! Demiştim. İngiliz zabiti, çok centilmen bir adamdr. Fakat tercümanlığını ya- n bir gözü kör ermeni çavuş, Türklere ip beslediği hmet biz den almak istiyor, zabitinin tatlı - lıkla sorduğu şeyleri bize sert ve hakaret edici cümlelerle türkçe o- larak tekrar ediyordu. İngiliz za- biti, çırıl çıplak karşısında Litre- gen bu dört adamım her şeyden ev vel, sarınacak birer kaputa ihti - yacı olduğunu görerek, çavuşa — Haydi, Al efendileri.. Tstira hat ettir. Üzerlerine birer de ka- put ver! Kendilerine gelsinler. On dan sonra sorguya çekeriz. De - diği halde kör ermeni: — Hayır! Diyordu, onları; an « cak bu vaziyette söyletebiliriz! İş tirahat edip kuvvetleri yerine ge- lirse, ağızlarından söz alamayız! Müsaade edin, bir güzelce islata - ım? abite bunları anlatırken 4 rada bir bize dönüp: — Kaçakçılık hi Kaçakçılık yaparsınız ha! Diye söyleniyordu. Hulki efendi ile ben İngilizce bildiğimiz için biribirimize bakıp dudaklarımızı istrıyorduk. Bir aralık Hulki efendi, İngiliz ce bildiğini hissettirir bazı hare - ketler yapıya başlaymca, hen he men kaş göz işaretlerile kendisini menettim, Bizim İngilizce hildiğimizin far kma varırlarsa, deniz zabiti oldu- ğumuzu anlıyacaklardı. Anladıkları da- kikada dn hali. mizin neye vara. cağmı Allah bi- Wirdi, Sorgu #ras bana gelince, de- dim ki: — Eminönün - den o Maltepeye sebze almiya gi - diyorduk. Fırtı - maya tutulup bat, trk. Biz felâket - zede kimseleriz . Bir takım â. ciz adamları, bu çıplak vaziyette, karşınızda bek - letmek hoşunuza gidiyorsa, emre « din sabaha ka - dar dikilelim... Biz, tahmin ettiğiniz kimseler. den değiliz. Bırakın gidelim!,, Dikkat ediyordum, . kör çavuş, sözlerimi, zabite aynen tercüme et” miyordü. 4 O sırada az kalsın, kendimi İn- gilizce müdafaaya kalkışacaktım. Hatti, kafamda tasarladığım söz ler, dilimin ucuna kadar gelmişti. Güçlükle kendimi zaptettim. İhayet zabit emir verdi: — Serbesttirler! Birer kaput verip salıverin bunları., Kör çavuş, birinci emri, homurdana homurdana yerine getirdi. Fakat, kaput verilmesine dair olan ikinci emri işitmemezliğe geldi. Kalamışa doğru yürüdük, Sa - hür davulu çıkmıştı. Bekçi davul çala çala önümüzden gidiyordu. Anadan doğma dört kişiyi yali başında görünce dehşetli ürktü davulunu (o susturup alabildiğine kaçmıya başladı. Biz ise, ondan imdat istemeyi aklımızdan geçiriyorduk. Yağmür hâlâ bütün hizile devam ediyordu. Emin, zaten zayif ve çelimsiz bİF çocuktu. Denizde saatlerce kal © mak, yağmur altında çırıl çıplak dolaşmak büsbütün bitirmişti 78“ vallıyı... Sokaklarda, at araba bi bir vasıta da geçmiyordu. ÇıP- lak ayakla yayan yürümekten, tâ” banlarımızın altı patlamıştı. B"* düşe kalka, rada bir yürümiye mecali kalmyan 38 Emini, münavebe ile koltukların” dan tutup sürükliyerek, Kızıltop- Tağa kadar gelebildik. Burada, tanıdıklarımdan Yüzbâ şt Süleyman efendi otururdu. çe kapısından içeri girdik. Süle: man efendi, bizi görünce 3 — Ziya kaptan, sen misin? Bu ne hal? Diye bağırdı. — Sorma. Dedik, battık! Bize elinden gelen yardımı edeceğini bi Viriz.. Şimdi doğruca hamama gİ diyoruz! Arkamızdan bir şeyler ye tiştir! Ve yürüdük. Fakat siz, aksiliğe bakm ki, hamamcı bizi içeri alma dı. Neyse, karakolda kendimizi ta nıtarak, polisin yardımile hamam kapısını açtırdık, İçeri girdik. Fa- kat o zamana kadar, gemicim E - min, büsbütün fenalaşmıştı. Gö- bek taşmda, kusmıya, başladı. Ağ zmdan burnundan kan geliyor - du. Üniversiteden Röportajlar: 4 İSLER E VA BİR MAKİN nüz Kurulmamıştır niversitede çok muntazam işler bir makine var. İnsan bunu gözle görü yor. Profesörler dakikasında iş başındadır. Binlerce talebe dersanelere doluyor, boşa- lıyor. Notlar tutuluyor. Herkes bunları elde etmek içinkendince bir kolaylık bulmuştur. Sene sonunda günü gününe imtihanlar ola- cak, Bir kısım talebe sinıf geçecek, yeni bir sınıfta da- ba takrirler dinlemek hakkını kazanacak. Gü- nün birinde bir diploma... Memur ararken: “Ali tah sil görmüş olmak.,, diye şart koyan dairelere göste- rilecek bir vesikâ 6lde edilecek... Bu intizamlı makine için insan biraz sokulduktan sonra yalnız bir şey bulamıyor: O da üniversiteye mahsus ruh ve (- denlâir. Ortada yarım bir iş var, Büyük fedakirlıklarla bir Üniversite ku. rulmıya başlanmıştır. İsviçreden kıymetli bir üniversiteci getiril. miş, tetkikler yapmıştır. Kendi ye- tşmiş profesörlerimize ilâve ola - rak hariçfen Üniversite an'aneleri içinde senelerce pişmiş, çalışmış 1. yi unsurlar getirtilmiştir. Maksat, kusur aramak değil akat bu malzemeden heniz bir üniversite kurulama - mıştır. Bunu kimsede kusur ara - mak maksadile söylemiyorum. Or- tada filin veya falanm tenkit edil mesini davet edecek bir noksan yoktur. Bilgi hayatımıza ve içti - mal varlığımıza ait mühim bir mil HK mesele karşısmdayız ki, buna he pimiz çare düşünmiye mecburuz. Benim söyliyeceklerimin çok Yaz lasını Maarif Vekâleti de, üniversi te idaresi de pek iyi biliyorlar. Ni- tekim Ankarada yeni temeli atı - lan ve küçük bir ölçüde yavaş ya- vaş yerden biten tarih, coğrafya ve filoloji fakültesinde bambaşka bir araştırma ve çalışma ruhu ku rulabilmiştir. Orada bir üniversi- te havası bulmak mümkündür, İstanbul üniversitesinin noksan larında, maziden kalmış birçok dertlerin ve boşlukların bir netice sini görmek lâzımdır. Bunlara bir dakikada çare bulmıya imkân yok tur, Fakat derdin umumi bir su - rette de münakaşa edilmesi herhal de faydalıdır. Liselerden akıp gelen talebe vvel& şunu memnuniyetle #öylüyelim ki, memlekette bir tahsil hasreti var. Her ana ve baba, oğlunun yüksek bir meslek tahsi- Biraz sonra, Süleyman efendi de, dört çıplağı kâfi derecede giy- direbilecek kadar öteberi getirmiş ti. Elbise, ayakkabı, fos, kalpak, ne buldu ise... Derken, komiserin evinden de bir koca kâse çorba geldi. Hamam- da da bizi güzelce uğarak, yorgun luğumuzu bir dereceye kadar al- dılar. Fakat bu kıyafetle dişarda geze mezdik. Slileyman efendi, telgraf çekerek vaziyeti bildirdi. O akşam elbise filân getirdiler. Evlerimize döndük. edakâr, gayretli gemi arka daşım Emin, o günden son ra, İflâh olmadı. Hekimlerin tav - siyesile memleketine gitmişti, O- rada çok geçmeden öldüğünü ha - ber aldım. Ölümü bu kadar hakir gören delikanlı az bulunurdu. Vatan hizmetlerinin hiçbirinden kaçın - mazdı. Can çekişirken bile: — Ah... Birkaç düşman geber - temeden gidiyorum! Diye için için armış. Ziya Denizeri, bunları anlatır - ken, cebinden mendilini çıkardı. Kahraman deniz arkadaşının hayali ile nemlenen gözlerini silerek sö - zünü tamamladı: — Ölünciye kadar, onu unuta- mam!. Allah rahmet eylesin. Çar arana, » YAZAN: | Ahmet Emini / YALMAN | İren li görmesini istiyor. Sonra memlekette ilk tahsilde çok değişiklik vardır. En küçükten başlıyan nesil, bir evvelkiden iyi bir vaziyettedir, Fakat orta ve li- se tahsili hakkında maarifin hazır. ladığı projeler henüz tatbik edile- memiştir. Liselerden çıkanlar, ni ölçilye göre yetişemiyorlar. Ay- ni program, ayni dersler, âyni u - zunlukta tahsil. Fakat bir kısım Bse müdür ve müsllimleri, üniversi teye gönderdrleri “VARA tölebe - nin seviyesi ile ölçmek lâzım gel - 88 fena not alacaklardır. Hususi mekteplerin bir kısmı iyidir. Bir kısmı da çok fazla ticaretleşmiş - tir. Diplomaları pek te olgunluk ölçüsü addedilemer. Liselerin yetiştirdiği talebe, ba- &it bir olgunluk imtihanmdan da geçince Üniversiteye girmek için kanuni bir hak kazanıyor. Fakat epeyce bir kısmı, üniversite tahsili. nin icap ettirdiği usullerle çalışmı- ya ve kendi kendini yetiştirmiye kâ fi derecede hazırlanmamıştır. Bu vaziyet karşısında Profe- sörle muavinlerin pek çok miktar da olması ve her profesörün his- sesine başka üniversitelerdeki va - sati miktardan daha az talebe düş mesi icap eder. En büyük boşluk e çare ki, vaziyet bunun ak N sidir. Üniversitedeki pro - fesörler ancak lise usulile ders tak rir etmiye kâfidir. Bilgi araştırma- ları yapıya, talebe ile meşgul ol- mıya ve tam bir üniversite nesli yetiştirmiye kâfi değildir. Birçok ders sahalarında bir üniversitenin icap ettirdiği tenevvü ve İhtisas yoktur. Her ihtisas grupunum bir, iki baş profesörünün “arkasında türlü türlü ihtisas dersleri vere - cek, tatbikat hazırlıyacak, talebe ile ayrı ayrı meşgul olacak mua - vin profesörlere, muavinlere, do- çentlere, yardımcılara tesadüf et - miyoruz. Alman profesörlerinin et rafında kıymetli, ihtisas sahibi genç ler eksik değildir. Fakat bunlar miktarca çok azdır. Tercümanlık » Teneffüs zamanında bir köşe: Bir arkadaş hoş bir fıkra anlatıyor tan fazlasını yapmıya vakit ve İm kânları yoktur. Bir defa bu gençler, hariçte hü kümet talebesi sıfatile aldıkları ma aşlan çok az maaş alıyorlar. Üni- versite pek azları için bir meslek- tir. İlk fırsatta başka mesleğe fır- lıyorlar, İktisadi hayatımız devam İr surette inkişaf ettiği için yetiş- miş gençler kolayca böyle fırsatlar buluyorlar. Kalanlar da ister iste- mez hariçten işler alarak geçinmi - ye çalışıyorlar. l Üniversite için büyük fedakâr « lıklar yapılmıştır. Fakat yeni ye « tişecek tedris unsurları miktar - ca kâfi olmadığı, geçinecek maaş almadığı ve atisini emin görmedi Zi için yapılan umum! fedakârlke lardan istikbal için alman verim İmahduttur. Ecnebi profesörler da ha on sene burada kalsalar, sonra ayrılsalar geride yerlerini alacak bir nesil bırakmıyacaklardır. Türk muavinlerden mühim bir kısmı, bu gidişle bir düziye değişecek ve bir tercimandan fazla rol oynıyamıya» caktır . Yap: temelsiz, köksüzdür m pars vasıtaları mahdut olduğu için hiçbir sahada tam istediğimizi yapamıyo ruz. Üniversite gibi çok masraflı bir sahada da tam iş görmek ko - lay değildir. Fakat üniversitenin binası, idaresi, teçhizatı, lâboratu- varlar, Türk ve ecnebi profesöre eri için bir defa bu kadar büyük fedakârlıklar yaptıktan sonra bil hassa ecnebi profesörlerin etrafını boş birakmak bu fedakârlıkları e8 nebi profesörlerin iyi verim ver » mesi ve memlekette bilgiye haya tını vakfedecek yeni bir nesil ye- tişmesi için mutlaka üniversiteyi iyi yetişmiş, iyi seçilmiş, geçine « cek kadar maaş alır, üniversite işin den başka iş yapmaz ve aramaz, idealist Türk gençlerile doldur » mak lâzımdır. Üniversitede geçirdiğim günle « rin bende bıraktığı intiba, kuru * lan yapının şimdilik temelsiz, kök- süz bulunduğu ve yapılan fedakâr © lıklardan ancak muvakkat ve sata h! neticeler almabileceğidir. Yal « nız az talebesi olan pek mahdut ihtisas sahalarında bir kısım gay» retli ve ideali profesörler, üniver» site ruhuna muvafık neticeler te- min etmek imkânmı buluyorlar. Yoksa eldeki umum! makine, bu kadar çok miktarda talebeyi üni. versite ölçülerine göre yetiştir « miye kâfi değildir. i Teneffüs zamanlarında, koridorlardan bir görünüş

Bu sayıdan diğer sayfalar: