27 Haziran 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

27 Haziran 1938 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ez 71-6-938 TAN Gündelik Gazete TAN'ın hedefi; Haberde, fikirde, here seyde temiz, dürüm, samimi olmak, gazetesi olmıya o çalışmaktır. —— karin ABONE BEDELİ Türkiye Bendi 1400 70 Kr, 400 Kr, 190 Kr, 1 Sene sAy say 1Ay GÜNÜN MESELELERİ Balkanlarda ve Tunada Nüfuz Kavgaları Yazan: M. Zekeriya SERTEL Balkanlarda ve ellerinden geleni yaptılar. ranslar akdettiler. İtalyan si; denize çevirdi iktısadi istilâ ile bu memleketle, kendisine bağlamıya başladı. Bu is-! tilâ zamanla o hale geldi ki bu dev- letlerin harice sevkettikleri malın 9 40 — 60 ını Almanya almıya, ve buna mukabil de hu memleketlerin hariçten getirttikleri malların 9e 50 sini Almanya vermiye başladı. Almany mânası aşikârdı. Alı yiini muhafaza edebilmı de halkın gıdasını temin edebilmek | için hariçten ham madde ve gıda ihtiyacındadır. Bir harbe girdiği zaman bitün deniz ir. Bu ihtiyaç- maddesi getirtmek yolları ona kapana! maruz kalmadan, temin edebilmesi için yegâne yol, Tuna ve Balkan Bu memleketler ona bütün ihtiyaçlarını temin edebilirler. Yugoslavyada ma- Macaristan buğday ve hayvan verebilir, Rumanyadan pet- rol temin edebilir Bulgaristan ve Yu memleketlerini elde etmektir. den vardır, nanistan ona erzak ve zahire ver bilir, Onun için Almanya Nazi teşkilâtı ile bu memleketle; Almanyanın birer mütemmimi hali. ne getirmiye gayret etti, Almanya bu yolda çalışırken, İtal. ya Habeşistan, İspanya ve Akdeni meselelerile meşguldü, hili kavgalar Tiyetine ehemmiyet vermedi. Fakat bir Balkan ve Tuna bir uyanıklı! disesi bu kimıldayışı daha oldu. Şimdi bir taraftan Balkan ve Tu- biribirlerine karşı daha esaslı bir şekilde bağlanmak Na devletlerini ve Alman akınına karşı bir set) 2000 Kr, 180 Kr, 200 Kr, 400 Kr, Milletlerarası posta ittihadına dahil ol- mıyan memleketler için 30, 16, 9, 3,8 lira dir. Abbne bedeli peşindir. Adres değip- irmak 28 kuruştur. Cevap için mektup lara 10 kuruşluk pul lâvesi Mzımdır. 2 amaa >> Tuna boyunda çarpışan İki kuyyet vardi: Almanya | ve İtalya, Tuna ve Balkan devletle. rini kazanmak için bu iki devlet te| Konfe- Mukaveleler im-| zaladılar. Taahhütlere giriştiler. E- konomik anlaşmalar yaptılar. Fakat i siklet merkezini Ak- i günden itibaren bu mıntaka Almanların nüfuz mıntaka- sı haline geldi, Almanya, tedrici bir n bu tedrici hulülünün var kuv- vetiyle bu devletleri kazanmıya ça- ıştı. Bir taraftan iktısaden buralara hulül ederken, öte taraftan dahili Fransa, da- yüzünden, buralarda Alman nüfuzunun yayılmasına karşı Vikayt kaldı, İngiltere kendisini Ay- rupanın bu kısmı ile pek alâkadar görmediği için, Almanyanın bu faa- senedenberi hem bu| memleketlerinde maruz bulundukları tehlikeye karsi hem de Fransa, İngil- tere ve İtalyada bu emrivaki karşı- sında bir hareket başladı. Anşlus hâ- şuurlu bir faaliyete kalp için bir başlangıç Ss pora merak sardığım ilk gündenberi milyonla insanın canla başla alkışladı- ğı Galatasaray futbol takımı- nı yakından tanimayı arzu- lardım. Bu emelime nihayet birkaç gün evvel hem de um- duğumdan çok daha parlak bir surette muvaffak oldum. Amerikadan seyahate çıktığımın. yirmi sekizinci günü Yugoslavya- nın Belgrad şehrine vardık. Bura- da tren yoleularrarasında bir riva- yet dolaşmıya başladı. Yugoslavya takımiyle maç yapan Türk futbol cüleri bizimle ayni trendeymiş. Ben bu havadisi de diğer tren de- dikoduları gibi unuttum, Ertesi gün öğle sularında tren ufak bir Bulgar istasyonunda durmuştu. Bu rada gözüme milli kıyafetlerile iki Bulgar kızı ilişti, Hemen trenden indim ve peşlerinden koştum. He nür onların resimlerini almıştım ki kulağıma fransızca bir ses geldi: — Hey Matmazel! Bizim de Tes mimizi alsanıza! Bir de başımı çevirdim ki, bizim sporcular pencereye üşüşmüşler, el lerile bana işaret ediyorlar. Bun- dan iyi fırsat mı olur?. Bir daha yal varsam bile onları bir araya topla- yıp resimlerini alamam. Tabif he- men resmi çektim. Onlar bana, ben onlara minnettar. Derken İçlerin- den bir tanesi: — Matmazel, sen nerelisin?, Diye sordu. Birdenbire başımın içinde bir şimşek çaktı. Onlara ken dimi gayet enteresan bir şahıs ola- rak tanıtmak; aralarına dillerini an lamıyan bir yabancı gibi girmek, ve Galatasaraylılar: harice görün- dükleri gibi değil, kendi aralarında oldukları gibi tanımak hevesine kapıldım, ri yım, Genim Çocukların alâkası büsbütün art ti. İçlerinden Ekrem biraz ingiliz- ce biliyordu. Hemen onu pencereye çağırdılar. Bana nereden gelip ne- reye gittiğimi soruyorlardı. — Amerikadan gelip İstanbula gidiyorum. — İstanbulda ne yapacaksınız? Bü suale cevap vermeme mey- dan kalmadı, Zira trenin hareketi- ni bildiren kampana çalınıyordu. Hemen trene atladım. Sporcular benim geçeceğim kori- dora üşüşmüşler biribizlerile müna kaşa ediyorlardı: — Ulan, ne dersin, şunu bizim kompartımana &lâlım. Biraz vakit geçiririz. Bak tâ nereden geliyor. Kim bilir neler anlatır. — Ulan sorsana İstanbulda ne e- decekmiş?. e ri eticede beni kompartımanla rına davet ettiler. Kompar- | duman deyince hususi ve rahat bir yer zannetmeyin. Şark demiryolla- rının sekiz kişiye mahsus olan ikin ci mevki kompartlmanlarından biri. Ben içeri giriğm zaman Nubar ile Hafız biribirlerine yaslanmış hafif 'kestiriyorlardı. Biz de öteki kana- peye yerleştik. Benim bir yanım- da Salim, bir yanımda da Halil var» dı. Helilin yanında köşeye de Su- duri sıkıştı. Tabil içeri girer gir- mez bir sual yağmuruna tutuldum. Gulatasaraylıların hemen hepsi fran sızca biliyordu. Sporcular, Nasıl tanıttılar sirenermsizensemeeseeni YAZAN sümer SEVİM ZEKERİYA Yugoslavyadan Dönen Galatasaraylı Sporcuların küçük bir Bulgar İstasyonunda çekilmiş resimleri şarı edileceğiz, yahut büyük bir i- timat kazanıp iyice aralarına gire- ceğiz. — Benim adım, dedim, Silvia, A- meriks Üniversitelerinden birinde gazetecilik okudum. Bu sene me- zun oldum. Fakat orada mezun © an talakava herni dts varmay düklerini yazdırırlar. İki sene son- ra da diploma verirler. Şimdi ben, benimle beraber mezun olan diğer iki Amerikalı arkadaşımla beraber stajımı yapıyorum. Onlar İsviçrede kaldılar, ben doğru İstanbula gidi- yorum. Onlar da arkadan gelecek» ler. Çocuklar büyük bir alâka ile din Jiyorlardı. İkinci bir susl yağmuru- nun önünü kesmek için bu sefer ben hemen sordum: — Ya sizler kimsiniz?. mi?. — Biz, dediler, İstanbulun Gala- tasaray futbol takımıyız. Yugoslav. yaya maç yapmaya geldik. Bu sırada içeri uzun boylu kum- ral bir delikanlı girdi. Bana tanıttı- lar. — Matmazel, kalecimiz Sacit — Helo Secit. — Ulan, bu kız a ları e diye te- lâffuz ediyor. — Ulan sen ne bilirsin zaten, el- bette öyle telâffuz edecek. Ameri- kalılarda (a) sadası yok ki, — Sendeamma çok. bilmişsin ha. Bunu da nereden öğrendin. D erkn içeri beyaz, sarışın, u- zun boylu bir genç girdi. — Matmazel dedi, benim adım Haşim. Talebe lo Heşim. Haşim karşımda kanapenin yarı- SERTEL bert Taylor desin. — Matmazel bunun adı Robert Taylor. — Ovo. Robert Teylor demek is tiyorsunuz. — Ulan bem bilmezsin, hem söy lerin. Bak; ne fena bozdu. Davit yandı nskienrluktan girle ri şişen Hâfız söyleniyordu: — Yahu kısın biraz gaganızı — Sus yâ Hâfız. Sanki biz sen- den çok mu uyuduk? O sırada Sacit: — Matmazel, dedi, meslekdaşız, ben de gazeteciyim. — Yok canım, sen gazeteci mi- sin; kaleci misin? — İkisi de. — Yahu bana hâlâ söylemediniz. Bari maçı kazandınız m1?. Birdenbire Hâfızın söylenmesi, Nubarın homurdanması duruldu. Hepsinin gözleri Sacide döndü. Salim, “— Oldu olacak, kırıldı kırıladak, duymıyan kaldı mı ki, ba ri buna da söyliyelim.,. dedi. Bir tanesi de, “ulan atın birşey, ne bilecek!” diyordu. En nihayet Sa cit baklayı ağzından çıkardı: — Matmazel dedi. üç maç yap- tık, üçünü de kaybettik. Bu vaziyete çok üzüldükleri hal- lerinden belliydi. Uykusuzluk ve yorgunluk hepsinin yüzlerinde o- kunuyordu: Elbette kaybettiniz, dedim. Şu halinize bir bakın. Bir kompar- tımanda kaç kişi seyahat ediyorsu- nuz?. — On altı kişiyiz. İkt kompartı- marımız Var. Yani sekiz kişiye bir , kompartıman. — Gelirken de ayni vaziyette mi gelâiniz?. — Elbette. Haşim eliyle bavul konulan yeri le EEE resizliğin büyük bir rol oynadığı Aşikârdı. Onları biraz teselli etmek. için: — Bizim Amerikada dedim, spor cuları maçlara yolladıkları zaman onların rahatlarını azami şürette te min ederler. Aksi şekilde seyahati hükümet meneder. — Matmazel sen bunları bizim başımıza anlatsa) z niye söylemiyorsunuz? Maçı kaybedince halk sizi ayıplı- yor. Amma nasıl, ne şartlar altında seyahat ediyorsunuz, ne yiyor, ne içiyorsunuz, orasını sormuyorlar, — Yahu bu kız, ne güzel söylü yor. O'sırada içeriye kafilenin başı A- dil Oğuz girdi: — Matmazel işte bizim başkanı- MiZ. çocuklara günah değil mi7, Bakın ne var'yette seyahat ediyorlar. Son ra maçları nasıl kazansınlar. Zavallı Bay Adil Oğuz, kendisine birdenbire hücum eden küstah A- yoerikalı kıza havretle bakıyordu. — Peki çocuklar, sizin ikinci mevkide seyahat ettiğinize mırılda nıyor amma kendisi nerede seyahat ediyo — Hocam, o zengin Amerikalı, elbette birineidedir. Nubar atıldı: £, bizim klübün kesesi onun bahasınmki gibi dolu değil, — Nöbar, o çocuğun adı Nöbar mı dediniz? - Zvet Matmazel benim adım bar. Ah Nöbar... Bizim Ameriks- da çolak bir Ermeni tütüncü vardı. -- Ulan, bu senin Ermeni olduğu mu da çaktı Nubar. Ermeni değilim de ulan. bu ne biçim Türk takımı diyecek. Amerikalının aklı ermez, Yok Metmazel, ben Türküm. — Bilmem ama bizim Amrelka- daki Nöbar Ermeniydi. Hem de sk- sl bir Ermeni. İlle de Ermenistan hükümeti vardır diye iddia ederdi, Bir gün haritayı önüne koydum. Göster Nöbsr Efendi Ermeni hükü- metini dedim, Baktı haritava, Bu harita bozuk. Ermeni hükümeti var. Amma bu harita göstermiyor... dedi. — Ulen Ermeni devleti yok mü- dur? - - Matmazel Ermeni devleti yar dir, ama. — Ulan, sus rezil oluyoruz. Hiç Ermeni devleti dive hirsev kalAt mı şimdi. Bak kıza sana kıs, kıs gü Wsor. — Vardır. — Yoktur. — Ulan sorsanıza şuna, Amerika lılar Türkleri nasıl tanır”, — Matmazel Amerikalılar Türk leri nasıl sanır, — Eskiden pala bıyıklı, vahşi in sanlar sanırlardı. Fakat son zaman- Jarda Atatürkün başkanlığı altında Türklerin ne kadar medenileştiğin! duyuyoruz. — Ulan bu ne bilgiç kız böyle: O sırada gözlerini uğuştura u- duştura Eşfak içeri girdi: — Matmazel bunun adı Eşfak. — Boniur Efşak — Matmazel, Eşfak. — Efşak, Ekrem Eşfağın arkasından sesi- — Helo başkan efendi, kumuz şu Amerikalı Gazeteci Sıfatıy ana Türkiyeyi Yalnız Bir Hukuk Meselesi Değil, Bir Pedagoji Meselesi 21:<:** Yazan: Sabiha Zekeriya Sertel Vefa lisesinden, eskiden mezun bir talebe, İransızca dersinden sınıfında kalmıs. Çocuk şahadetnamedeki ip- ka kelimesini geçti şekline sokarak kâtibi adilde tasdik ettirmiş. Bu sah- te şahadetname ile evvelâ hususi bir mektebe girerek orada üç sene, bum- dün sonra da Ticaret Mektebinde 0- kumuşlur. Mekteplerin san tatbik et- tikleri bir usule göre, ilk şahsdetna- meleri de getirtmeleri dolayısile, çe cuğun sahtekârlığı meydana çıkmış, iş ceza mahkemesine düşmüş. Kanun her fert için müsavidir. Sah tekârlık yapan kim olursa olsun, ceza si kanun maddelerile tayin edilmiştir. Bu sebeple çocuk İki seneden, 8 s6- neye kadar bir ceza İle cezalandırı- lacaktır. Bu vakanın hukuki cephe- sinde söylenecek bir söz yoktur. Fa- kat bu vaka sadece hir hukuk mese. lesi değil, avni zamanda bir pedago- ji meselesidir. Çocuk sınıfında, fransızca dersin- den kalmıştır. Evvelâ, lisan derslerin- den çocukları sınıfta bırakmak eaiz midir, değil midir? Bu, münakaşaya değer, Mektehin ve şahadetnamenin gayesi, çocuğa, hayatta muvaffak ol- ma imkânlarını hazırlamak, ona il- min, ve muvaffakıyetin bir anahta- rını vermektir. Diğer derslerde bu kabiliyeti gösleren bir çocuğu, öğretilmesi sene- lere müteyakkıf olan ecnebi bir lis nıfta bırakmak doğru değildir. Lisan, resim, musiki, jimnastik gibi dersler şahadetname mikyasında ikinci dere- cede derslerdir. Esasta muvaffak ola- na karşı, bu derslerde müsamaha gös termek, bilhassa bizim memleketin şe ralti gözönüne getirilirse, zaruridir. Bu çocuğun sahtekârlığını müdafaa edecek değilim. Fakat onu sahtekâr- lığa sevkeden âmiller üzerinde dur. mak lâzım. Eğer bu hâdise olmasay- dı, bu çocuk normal bir şekilde di. ğer iki mektebe girecek, belki de ârı- zasız ve muvaffakıyetle bu mektep- lerden mezun olacaktı, Ve kazanılmış hir genç olacatkı, Sınıfta kaldığı içli, diğer mekteplere girmek fırsatını kay betseydi, şimdi olduğu gibi, sahtekâr #ıfatile değilse bile, cehaleti yüzün- den kaybolmuş bir genç olacaktı. Takdir edilecek hirşey olmamakla beraber, çocuk bu sahtekârlık dolayı sile Ticaret Mektebine kadar gelehil- miştir, Demek ortada inkâr edilmiş bir kabiliyet ve hak var. İmtihan öl çülerinin şüpheli olduğu bir zaman- da sınıf geçirme meselsinde çok dik katli ve ihtiyatlı olmak lâzım. Çoenk onu sahtekârlığa sevkeden bu teşeb- büsün cezasını hapisanede belki i belki sekiz senede ödeyecektir. Ti ret Mektebi mezunu olarak hayata girmekle bir genç kazanacakken, ha- pishaneden sahtekâr cürmile çıkmış, bütün hayatımda menfi bir rol oyna- yacak bir cürmün kahramanile karşı- laşacağız. Bu sadece bir hukuk me- selesi değil, bir pedagoji meselesidir. Pedagoglarımızın bünü bir terbiye meselesi olarak miinakaşaları çok fay dalı olur zannederim. ni yükseltti: — Matmazel, Eşfak değil, Eşek. — Bonjur Eşek. — Ulan, Allah belânı versin. Baş ka isim bulamadın mı? Gâvurun Vücude getirmek hususunda daha| hassas ve daha faal bir halde görü- Yoruz. Diğer taraftan İtalyanın tek- Tar Balkan ve Tuna devletlerile alâ- kadar olmıya başladığına şahit olu- BOZKIRDA : Kan Gütme Yüzünden — Adın ne Matmazel? sını kaplıyan Nüubarı uyandırdı. O- — Amerikanın neresindensin Mat Dun yanına ilişti. Nubar ona söy- mazel? Jene dursun 6 bana: — İstanbulda ne yapacaksın — Matmazel, Heşim değil, dedi, Matmazel?. Haşim. göstererek ; — Matmazel, dedi. İşte yola çi- kalıberi orada uyuyorum, Yoruz. Fakat bunların #hemmiyeti haiz olan nokti tere ve Fransanın Biliz gazeteleri bu sah, N muhabirler İşe memur ettiler, Plânlarını yaparak işe giriştiler, Bu suretle Tuna boyunda ve Bal- larda, üç cepheli bir kavra bas- içinde en ziyade İngil- Balkanlarda ve Tuna boyunda daha aktif bir siyaset takibine başlamış olmalarıdır. İn- rda kuvvet. gezdirerek vaziyeti İstkik ettirdiler, Ayrıca Hariciye Ne Tareti en kıymetli memurlarını bu Bunun Üzerine Onlar üst üste sualleri yağdıra dursunlar, Ben de kafamın içinde hepsinin sunllerine birden cevap ve ren bir hikâye uydurdum. Kendi kendime ilk adım diyordum. Hikâ- yeyi söyledikten sonra ya kapı di. a lamiş bulunuyor. Bundan sonra Al- maenlar sahayı boş bulamıyacaklar- dır, Ve nüfuz kavgasından en ziyade kazanacak olan yine Balkan ve Tuna devletleridir. Çünkü onlar bu save- de istiklâllerini korumıya muvaffak olacaklardır. — Heşim. —a —e Derken Ekrem atıldı: ” — Ulan vazgeç işte, pekâlâ bece- riyor. Yine çok zeki kız. Bak hepi- mizin adını ne çabuk öğreniyor. O sırada uzun boylu esmer, ma- vi gözlü bir genç gözlerini uğuştu- Ta uğuştura içeri daldı. — Matmazel benim adım Bü. EN — Helo Tülent. — Ulan söyleyin şuna,. Bana Ro- B en evvelâ alay ediyor zanne- diyordum. Güldüğümü gö- ren Haşim çevik bir hareketle he- men yukarı zıpladı. Bir saniye İ- çerisinde orada iki büklüm büzül- dü ve bana dört gecedir orada ne şekilde uyuduğunu gayet canlı bir şekilde gösterdi. Hani imkânı o- laydı da bir resmini çekebilseydim. Derken Nubar atıldı: — Matmazel, dedi, ayni takım İstanbula geldiği zaman biz ilç ma çın birinde galip, birinde beraber- dik, Çocukların mağlübiyetinde fda- kızı da papağan gibi hemen belli- yor, : Oradan çocuklar araya giriyor. ar: — Matmazl, en iyisi Mantar, de — O. evet Mentar daha kolay. Şeref te ordan atıldı: — Ulan Buduri bir şarkı tuttur- sana, Buduri bir şarkı tutturdu. — Dinle Matmazel. — Ama bu şarkı Ermenice, — Hay Allah, onu da çaktı, U- len şuna türkçe bir şarkı söyleyin. Bir Cinayet İşlendi Bozkır, (TAN) — Bozkır Pazar ye- rinde feci bir cinayet işlenmiştir. Ci- nayetin sebebi kan gütme davasıdır. Öldüren, bundan bir müddet evvel, bir gece yarısı Cevdet ve arkadaşları tarafından öldürülen Abdullahın oğ- lu Rıza Atadır. Öldürülen de Cevdetin kardesi A- dana öğretmenlerinden Mehmet Gök Türktür. Cinayet, tabanca ile işlenmiş kâ- (Arkası: Sayfa 8, sütun 5 te) til, Rıza Ata yakalanmıştır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: