Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
ÜULUS C Yabancı basında okunuklarımız) Amerikan ve fransız gazeteciliği arasında ransa'yı ziyaret etmiş olan ameri- kalılar, ya fransız basınının için- de yüzdüğü ahlâk fesadı hakkında hay- ret verici hikâyeler anlatırlar, yahud da bu basında acaib taraflardan ve amatör- lük karakterinden hoşlandıklarını söy- lerler. Bir fransız gazetesi 8 veya 12 sayfa olarak intişar eder; xı inci Lui hakkında bir hikâyeyi birinci sayfasın- da takdim ederek bir ihtilâl tehlikesin- den ancak yedinci sayfasında bahset - meye muktedirdir; aynı zamanda ilân- lara hiç saygı göstermez. Amerikalılar, fransızların kendi gazeteleri kadar ha- fif, ve dişe değmez şeylerle nasıl tat- min olunduklarına şaşarlar. Bunun izahı basittir, tipkı Amerika gazeteleri gibi fransız gazetelerini oku- masını bilmek lâzımdır. Deyli Nyus'un pazar nüshası *l0 sa- yıfa ve Nüyork Taymis'in pazar nüsha- sı 214 sayfadır, ve muhakkaktır ki pa - zartesi gazeteleri getirildiği zaman bu gazeteler henüz okunmuş değildir. O zaman, oda hizmetçisi pazar nüshasının perişan sayfalarını göstererek “bunla- rı atalım mı?” diye sorar, ve evet ceva - bını alır, Zaman ve işten tasarruf için formül- ler icad etmek hususunda yerinde bir şöhrete malik olan amerikalıların, ka - riden çok zahmet isteyen bir gazete ti- pini kabul etmiş olmaları hayret edilmi- yecek bir haldir. Bu demek değildir ki a- merikan gazeteleri kötüdür. Bilâkis, bunlar muhakkak ki mükmemeldirler, hiç olmazsa içlerinde en iyileri. Bunun- la beraber bu gazetelerin bazı eskimiş formüllere bağlı kaldıkları ve hayatın bugünkü ritmini itibara almadıkları da daha az doğru değildir. Gazetecilik davası yalnız gazetele- ri satmaktan ibaret değildir. Halkın bunları okuması da Jlâzımdır. Biri: “Ben Times'i veya İvning Carnal'ı oku- yorum,, dediği zaman, her gün bu gaze- teyi aldığını, ve eğer müsaid şartlar bu- lursa gazete muhteviyatının onda birini okuduğunu söylemiş olur. Tabii her şeyle alâkadar olunmaz. Ben, kendi hesabıma beyzbol maçları hakkındaki haberleri okumam. Fakat bizzat beni alâkadar eden yazıları oku- mak için de bazı engelleri bertaraf et- mek zorunda kalırım. Bu engellerden biri, haberlerin tak- dim ediliş şeklidir ve fransız gazetele - ri bu hususta amerikan gazetelerinden çok ayrılırlar. B ir diktatörün - herhangi biri - ya- rın katledildiğini — farzedelim. Fransa'da bu hâdiseden birinci sayfa- da aşağı yukarı şöyle bahsedilecektir: “Güzel güneşli gün sonuna eriyor ve güneşin kızıl riski dağların ardında gizleniyordu. Günün son ışıkları, bunca zamandır milletinin yıldızr olan adamın etrafındaki muhafızların demir miğferlerini ışıldatıyordu. Birân önce, heyecanlı halk kütlelerine tebessüm eden adamın bu kadar çabuk ademe ka- rişacağını kimse tahmin — edemezdi. Heyhat! mukadderat... Tarih kaprisli- dir. Kleopatra'nın burnu hakkında Pas- farklar Nevyorkta çikan Atlantik gazetesinden - kal'ın söylediği gibi... Bir silâh sesi işitildi: panter gözlü bir adam ilh....,, - Bir fransız müuharriri, facianın saf- halarını, sonuna kadar böyle geçirte - cektir. Amerikalı meslekdaşı ise başka türlü haretet eder. Evvelâ size ani bir darbe indirmekle işe girişir: “Diktatör falanca, saat 17 yi 16 geçe Zed meyda- nında katledilmiştir. Katili, Brutus cadesinde 213 numarada mukim Enriko İgrek, hapistedir.., Sonra aynı haber, az çok değişiklik- lerle sütunlar boyunca on kere tekrar- lanacaktır. İcabında, hikâyeyi herhan- gibir noktada kesebilirsiniz, çünkü serlevha ile makalenin başlangıcı esa- sen herşeyi anlatmıştır. Fransız muhbiri vakayı inşa eder, amerikan mühbiri bunu bir paket yapar; birincisi teferruatı intihab etmektye bir tesir yaratmak mecburiyetindedir : ikin- cisi vakaları biriktirir ve bir ansiklope- diye girebilecek bir makale yazar. Her iki usulün mahzurları ve meziyetleri vardır; fakat amerikan sistemi can sıkı- cı mahiyettedir. Ekseriya fransız muharrirleri, hâ - diseleri siyasi temayüllerine göre de - ğiştirdikleri için muahaze edilir. Ame- rikalılar bunun mukaddes objektifliğe xarşı büyük bir günah olduğunu sanır- lar. Halbuki böyle bir ideale varmak mümkün müdür? Amerika'da ilân adetâ mukaddes te- lâkki olunur. Fransız gazete müdürle- ri, amerikalı meslektaşlarının, haber ve malümat namı altında karilerine ne bü- yük mikdarda reklâm yutturduklarını görerek hased duyarlar. Diğer taraftan, amerikalılar da Fransa'da ilâncılığın ne derece iptidat olduğunu müşahede etmekle hayrete düşerler. Kendilerine bunun sebebi fransızların septik tabi - atları ve ilâna inanmayışları olduğu söylenince, fransızlara acırlar. Onlara göre bu, fransızların eski ve geri bir ırk olduğuna bir delildir. Bununla be - raber, fransızlar bir satırlık ilân oku - madan yaşanabileceğine kanidirler, ve kendilerine nasıl hareket edileceği öğ - retilmeden yer, içer, giyinir ve seyahat ederler. Bu hayat israfı, amerikalılara göre kötü bir şeydir. Çünkü, Amerikada ilân- cılık sanatı insan faaliyetinin en güzel tezahürlerinden biri telâkki edilir. Â- detâ, ilâncılığın birden bire ortadan kalkması amerikan medeniyetini mahva sürükliyecekmiş gibi bir his duyulur. Artık dişler yıkanamaz, traş olunamaz olur, ancak yerde yatılabilir. Çünkü artık yol gösterecek rehber yoktur. Gazeteci doğruyu söylemek mecbu- riyetindeymiş gibi görünür, ilânat acen- tası doğru söylemezse önceden mazur görülür. Bununla beraber, her ikisi de aynı gazetede çalışırlar ve biribirleri - ne muhtaçtırlar. Ve bu birleşme bir tezaddır. I Biblografya | TÜRKOFİS Türkofis tarafından neşredilmekte olan ekonomik enformasyon bülteninin 1 mayıs tarihli 32 inci sayısında şu ya- zılar vardır: Başbakan İsmet İnönü- nün kömür sergisini açış nutku, kömür sergisi, Türkiye Macaristan ticari mü - nasebatı, Brezilyanın ekonomik duru - mu ve Türkiye - Brezilya — ticaretinin arzettiği imkânlar, ecnebi memleketler- de döviz tahdidatı, mevzuat, Türkofis tebliğleri, hususi kodlar, gümrük tari- feleri ve muhtelif ticart haberler. VARLIK 1 mayıs 1937 tarihli 72 inci sayısı şu yazılarla çıkmıştır: Abdülhak Hâmid hakkında 24 edib ve muharririmizin ih- tisasları, Yaşar Nabi;: kitab buhranı ve memleketimiz, Nahid Sırrı: Ankara vi- lâyetinden notlar, Nurettin —Artam: mimar Sinan, B. Braunschnig: fransız tiyatrosu, kitablar hakkında tahliller, rus hikâyesi: Şutskoy'dan çeviren T. Acaroğlu, Umran Nazif'in güzel bir memleket hikâyesi. Karen Bramson' - dan Yaşar Nabi tarafından çevrilen bir piyesi: mağrur adam. Ve Cahid Sıdkı, Hamid Macid, Reşad Cemal, Yakup Sabri, Ahmet Rahmi'nin şiirleri. Coil Köşesi |) “Tevfik ve Abdullâhın İskenderu. na geçerek kurtulmak istedikleri anla- tılmaktadır, Katillerin Adanada bir iki gün kaldıktan sonra, bir yolunu bulup e bi eet ları anlatı v zi . — AÇIK SÖZ'den — Bu haber katiller tekrar yakalandık- tan sonra kaleme alındığına göre, “hu- dudu aşacakları anlatılmaktadır,, şek- linde istikbal sigası kullanılamaz. Bu- rada türkçemizin bir derdine temas e- diyoruz. “Hududu aşacakları,; demeye- lim, fakat ne diyelim? “Hududu aşacak- laridiğini,, demek lâzım ki bu kulağa hoş gelmediği için kullanılan bir şekil- de değildir. * * & “Edebiyat ve sanat varlığımız, bu adı unutmamalı, yaş dönümlerinde me- zarına çiçek göndermeli, eserinin üçün. cü ve dördüncü cildlerinin basılmasına çareler aramalı, edebiyat tarihimiz de bu simaya yer ayırmalıdır.,, — KURUN'dan — “Yaş dönümü,, tabirinin hayatta o- Jan bir insan hakkında kullanılması doğ- ru olup olmadığı münakaşa götürür u- ma, ölmüş bir adamın yaşı yoktur; an- cak yıldönümü denilebilir. Sonra “ede-« Türkçe ana dildir Güneş - Dil analiziyle yeni etüdler Aydınlık anlatan sözler (Başı I. inci sayfada) Yarmak, az yukarda görüldüğü gibi, “yarukmak - yarumak” ile sinonim ola- rak, aydın ve berrak olmak mağnasını ifade eder (Altay); bizde ise bir şeyi iki kısma ayırmak demektir ki, o iki kısmın arasından aydınlık geçmesine de mahal verilir; bulutların yarılması ay- dınlığın görünmesini intaç ettiğine göre bu kosmik hâdisenin bu mağnaya kay- nak olduğu anlaşlmaktadır. Bunun gibi bir dağvayı fasl etmek de tüçkede “yar- mak,, la ifade olunmuştur: dağvayı ka- ranlıkta bırakan bulutu dağıtıp aydınlı- ğa çıkarmak hayaliyle bu kullanış yer bulmuştur. Bu mağna ile aynı kelime- den yargı “hüküm, karar; adalet”, yar- grer “hâkim”... türemiştir. “Yar-”, yene abstre bir mağna ile, yalnız aydınlığın değil, her şeyin yayıl- masını da ifade etmiş, ve bu suretle yar — “şayia, haber” sözünü de lisanımız kazanabilmiştir (Divan). D ”» 3, Saha unsuru (V. s, ş, z) ile türeyen temler “Ay,, kökü “v.s-z” ile; ayas (Alt.) “aydın, berrak, bulutsuz”, ayaz (Osm. v.b.) “ay aydınlığı, v.b.,, sözlerini ver- miştir. Güneş - Dil prensiplerince bun- ların etimolojik şeması şöyle olur: () (2) (3) Ayas : v.ğ den ay * as AYÜZ 5 l t b Z Semantik kıymetleri ise: (1) ana kökün anlattığı ve (2) prensipal kökün aynen temsil ettiği aydınlık mefhumu- nun geniş (veya çok geniş) bir sahaya yayılmasıdır; gerçek, mehtapta ay ay- dınlığı baştan başa gökleri gark eder; Yazan; Ahmet Cevat Emre böyle olan berrak 'havaya da aynı isim verilir (Altay). Not. I. Ayaz iki mağna kazanmıştır: 1. havanın geceleri soğuması, 2. başın saçsız olması; birincisi mehtapların ha- va soğumalariyle daima karşılaşmasın- dan, ikincisi de saçsız başın ay aydınlı- ğına benzetilmesinden ileri dir. Not: II. Agas (Altay, Kırgız) “be« yaz (ap agas — bem beyaz) aynı türüm üzerindedir. Yakutça âs —— ağs “beyaz, kır” da öyledir. Bunlarda “.s” unsuru tamamlayıcı, isimlendirici bir rol oynar (cağ dan disimilasyonla çıkmamıştır). Ayas-z sözünün aferetik (baş vokali düşmüş) tipi de vardır: yas, yaz, ve yaş şekillerinde olur; hepsinin mağnası ay- dınlık mefhumundan çıkmıştır: 1) yas (Altay) “ilkbahar: aydınlık: mevsimi”, (Koybal) “yıl: bahardan ba- hara yenilenen çağ”, (mühtelif lehçe- ler) “genç, taze: aydınlık mevsiminde her şeyin tazesi, genci doğar”, (Kara- yım) “şimşek: yayılan aydınlık”; 2) yaz (Kazan) “ilkbahar: aydınlık mevsimi”, (Osm.) “aydınlık ve sıcak- lık mevsimi -&te”; 3) yaş (Osm.) “I. yıl: bahardan ba- hara yenilenen ve sayısı artan çağ”, (Orhon, Altay, Uyguür v.b.) “2. taze, genç”. Yaşin (Çağatay) “şimşek” sözünde- ki -in eki isimlendirici “-:1ğ” den ge- lişmiştir. Orhon yazıtlarında görülen yez “bronz” sözü de bu madendeki parlaklı- ğin ifadesi olmak üzere aydınlık anla- tan sözlerdendir. lmekte- Çocuk esirgeme kurumunun yardımları Çocuk esirgeme kurumu genel mer- kezi tarafından 15 nisandan 1 mayısa kadar 2950 çocuğa yardım edilmiştir. Bunlardan 231 hasta çocuk genel merkezin polikliniklerinde bakılmış ve tedavi edilmiştir . Ayrıca diş bakım evinde de 335 ço- cuğun dişleri bakılmış ve tedavi edil- miştir. 1761 çocuk ve anne genel merkezin banyolarından istifade etmiştir, Süt damlasından her gün 125 çocu- ğa süt verilmiş ve 15 günde yekün ola- rak 940 kilo bedava süt dağıtılmıştır, İlk okullardaki zayif çocuklar için genel merkezde açılan aşhaneden her gün 481 çocuğa sıcak etli öğle yemeği verilmiştir. Yardım için genel merkeze başvuran 17 yoksul yavruya para yardımı yapıl- mmnıştır. biyat varlığımız,, ne demektir? Varlık gibi müphem kelimeleri son derece ih- tiyatla kullanmalıyız. Acıklı bir ölüm Ölü general Hasan Adilin kızı, ölü doktor yarbay Necibin eşi, istiklâl sa- vaşında şehit düşen yüzbaşı Ahmet Yümnünün ve Ziraat bankası şeflerin- den Osman Ali Berkmanın annesi, An- kara Hukuk fakültesinde profesör Sü- heyb Derbilin kayınvalidesi Bn. Hayri-« Yye Berkman bir senedenberi müptelâ olduğu hastalıktan kurtulamıyarak dün gece Ankara Yenişehirdeki evinde ve- fat etmiştir. Ulus tercümeler kütüphanesinin 13 üncü cildi Her münevverin okuması lâzımgelen bir eser Bilinmiyen İnsan Çıktı Yazan: Doktor Aleksi Karel Türkçeye çeviren: Nasuhi Baydar Ulus Basımevinde ve büyük kütüphanelerde satılır. Tefrika No. Z4 Şekspirden Hikayeler Yazanlar: Çeviren: Mary ve Charles Lamb Nurettin ARTAM Boşuboşuna yaygara (Sonu var) Bu lâkırdı. Klaudio'nun evlenmesinden bir gün evvel oluyordu ve Don Jon, isterler- se o akşam, beraber gelmelerini ve manzara- yı kendi gözleriyle görmelerini teklif edi- yordu. Bunun üzerine Klaudio dedi ki: — Eğer bu gece bir şeyler görecek olur - sam, yarın evlenme toplantısında onu nasıl mahcup edeceğimi ben bilirim, Prens de dedi ki: — Bu kızla evlenmek hususunda sana yardım ettiğim gibi, bu hareketinde de sana yardımcı olacağım. Geceleyin Don Jon, ikisini de alıp Hero- nun pençeresinin altına götürdüğü —zaman c “ı düran Borachio ile pençereden konu - şan Li-ryaret'i gördüler. Margaret. Hero' - nun elbiselerini giymiş olduğu için de konu- şanın Hero'nun kendisi olduğunu sandılar. Bu sahneyi gören Klaudio'nun öfkesine son yoktu. Masum Hero'ya karşı beslediği derin sevgi şimdi müthiş bir nefrete dön- müştü. Ertesi gün kendisini kilisede rezil et- meğe karar vermişti. Prens de bu fikirde idi. Asil bir erkekle evlenmeden bir gece önce pençeresinden so- kaktaki bir adamla konuşan bayağı bir kadı- na yakışan da ancak böyle bir muamele ola- bilirdi. Ertesi gün evlenme törenini yapmak üze- re herkes kilisede toplanmıştı. Klaudio ile Hero papasın önünde duruyorlardı. Papas tam nikâhı nıymak üzere iken Klaudio asa- bi bir dillemasum ve kabahatsiz Hero'ya öyle ağır lâkırdılar söyledi ki, kızcağız şa - şırdı ve zayıf bir sesle ancak şu sözleri söy- liyebildi: — Bu kadar ileri geri konuşan efendimin sıhhati yerinde midir? Bütün bir telâş ve hayret içinde kalan Leonato, prense hitab etti: — Neden siz ağzınızı açıp bir söz söyle- miyorsunuz? Prens cevab verdi: — Neden konuşacakmışım? Ben yakın bir dostumu değersiz bir kadınla evlendir - meğe kalkıştığım için kendi şerefimi çiğne- miş oluyorum, Leonato, sana şerefimle söy- lüyorum, ben, kardeşim ve bu zavallı Klau- dio bu kızın dün gece, gece yarısı, pençere - sinden sokaktaki bir adamla konuştuğunu kulaklarımızla duyduk. i Duyduklarından hayretlere/-düşen Bene- dik: — Bu, bir nikâh törenine benzemiyor, dedi. Kalbinden vurulmuş olan Hero: — Aman yarabbi! diye bağırdı ve birden ” bire ölü gibi bayılıp yere düştü. Klaudio ile prens de Hero'nun iyileşmesini beklemeden ve Leonato'nun çektiği ıztıraba aldırış bile etmeden kiliseyi bırakıp çıktılar. Öfke, ken- dilerini o kadar katı yüreklileştirmişti. Benedik, orada kalarak Hero'yu iyilestir- meğe uğraşan Beatrice'e yardım ediyordu. Sordu: — Bayan nasıl? Kuzinini çok seven Beatrice, büyük bir ıztırab içinde: — Galiba öldü, dedi. O, Hero'nun fazilet' prensiplerine ne kadar bağlı olduğunu gayet iyi bildiği için aleyhinde söylenmiş olan bu sözlerin hiç birisine inanmamıştı. Zavallı ihtiyar babaya gelince o, bütün bu iftiralara inanmıştı. Gözünün önünde ölü gi- bi yatan kızı için ağlamağa utanıyor, hattâ utancından bir daha gözünün açılmamasını temenni bile ediyordu. Fak at eski papas akıllı bir insan sarrafı idi. Karşısındaki kızın kendi aleyhinde söy- lenen sözler karşısında ne dereceye kadar mahcub olduğunu, renkten renğe girdiğini, sonra bu kızıllığın yerine bir beyazlık kaim olduğunu görmüştü. Prensin söylediği söz « lere inanan zavallı babaya dönüp dedi ki: — Eğer burada uzanıp yatan bayan, bü- yük bir yanlışlık yüzünden bir iftiraya uğra- mamış ise bana ahmak deyiniz; mevkiimi hi- çe sayınız ve bütün okuduklarıma inanma - yınız. Hero, ayılıp kendine geldikten sonra pa- pas, kızcağıza sordu: — Bunlar sizi hangi adamla konuştuğu- nüuz için suçlu buluyorlar? Hero cevab 'rerdi: (S-au vaz)