18 Ocak 1930 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 10

18 Ocak 1930 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Artık irademi kaybetmiştim Safdil adam koluma girmiş beni götürüyor ben de dudaklarımda bir tebessüm belire- rek onu takip ediyordum Bizim ihtiyar dostumuz Moses efendi, karşımıza dikilmiş ve yolumuzu kesmişti. Tam ba- hk pazarının dört yol ağzında idik; — Nasılsınız Moses efendi?. — Nasıl olalım efendim.. Dost lara duacıyız.. Nereden geldiği- mi hiç sormiyorsunuz. — Hayır ola dostum.. Nere- den?, — Sizin çadırlardan.. — Bizim çadırlardan mı.. Ne münasebet?. Ti erecel am bul - rak. B Bugün ben kendim git- Ba Sizi bulamadım.. O kadar mabzun oldum ki tarif edemem. çok şükür. Hulusumuz pak imış ki Allah karşıma çıkardı. Sabırsızlıkla sordum: — Bir şey mi var Moses efen- di, Bize bir ihtiyacınız mı var? — Efendim.. Şimdi bize kadar gideceğiz. Birden gözlerim bulandı. Ha- fifçe ttrediğimi hissettim: — Fakat mümkün değil azi- zim, Şimdi Karaağaca inmek mecburiyetindeyiz. Bir arzunuz varsa şurada bir yerde bir az oturalım.. — Açık söyleyim beyzâdem.. Bugün bizde bir sicak çorba içeceksiniz. Bizim kız, nereden se bulmuş, buldurmuş. Size la- yık değil ama biraz bir şey ha- urlamış. Şimdi, sizi bekliyor. Bu, çok fena bir emri vakidi. Luizin kurduğu bu mahirane tu- zak, bana çok tuhaf ve çok ağır geldi. Sırasında olmıyan böyle şeyler, hafiflik ve çocukluktan başka bir mana ile tavsif oluna- mazdı. Vereceğim cevabın nasıl olmasını düşünürken, Nazım de- rin bir yutkunmadan sonra: —Hay Allah razı olsun Moses efendi ... Demez mi?. Sert, bir bakışla gözlerimi Nazıma çevirdiğim za- man, onun gözlerinde küstah ve öyle istirhamkâr bir mana bul- dum; ki.. Kendimi toparlayıp çe- vap vermeme meydan vermeden büyük bir pervasızlıkla Nazım, sözüne devam etti: — Doğrusu ağabey, bu neza- keti sui istimal etmek ayıp olur. Bak.. Bu havada ihtiyar adam- cağız ta, karargâha kadar bizim için yorulmuş. — Hay ağzımı seveyim evlâ- dım.. Hadi, Beyim.. Hadi paşam, Buyurun gidelim.. Maşallah siz ateş gibisiniz. Dünyanın işi olsa gene yetişirsiniz.. Moses efendi, Nazımdan yüz bulmuş ve ko'uma girmişti. Be- ni çeviriyor ve sokaklarına doğ- ru çekiyordu. Gülmek mi.. Kız- mak mı.. İsyan etmek mi. Ne lâzım geldiğini daha hâlâ kesti- remiyordum; fakat her halde, içimdeki hiddete rağmen, dudak- larımın tuhaf bir tebessümle tit- rediğini zannediyordum. Bir anda çö:ülen irademin bağları, sanki bu ihtiyar ve saf adamın eline geçti. O çekiyor ve ben yürüyordum.. Eczanenin önünden geçerken gayrı ihtiya- rı başımı çevirdim. O ande Bellanın babası kapıyı açtı: — Ovwv.. Maşallah.. Maşallah hoş geldiniz. Sefa geldiniz. Bi- zim çıtı pıtı çavuşlarımız. O, samimi bir tebessümle el- lerini uzatıyor, Beyaz bıyıklar nın altında genişliyen dudakla- rının arasından, dişsiz ağı, de- rin bir çukur gibi görünüyordu. — Eh.. Biraz buyurmaz mısı- nız?, Moses efendi, bizden evvel cevap verdi.. — Olur.. Olur.. Beyler, beş on dakika rahatlansınlar, Ben de biraz eve gideyim de gelirim. Dedi, Bella, yoktu. Dündenberi bas- tanede imiş. İhtiyar Eskinazi Efendi ile baş başbaşa kaldık. Bugün görmüş, kibar, hoş sözlü adam, bizi sık sık değişen bahis- lerle oyalıyordu. Nihayet bahis, musikiye intikal etti. Meğer Eskinazi Efendi, şark müsikisine cidden vakıf, ve batta çok yük- sek bir banende imiş. Buçün meriyetten kalkan eski bir usul hekkınde bize izahat verdikten sonra eski bir şarkı okudu. Bütün hayatımda unutamıyaca- ğım bu şarkının nakaratı şu idi; (Hilertnle dü geşmimden akan yaşları gel görl) Gözlerimden kopan damlalar, yanaklarımı yaparak yuvırlan- dıktan sonra, sakallarımın ara- sında kayboluyordu. Bu muhte- rem ihtiyarın, artık yorulmuş, elastikiyetini kaybetmiş ciğerle- rinden taşarak.. Harap hançere- sinden dalgalânarak.. Dişsiz ağ- zından ve titriyen dudaklarından taşan bu musikide o kadar de- rin bir aşk ve tezallim enini vardır ki.. —Eh buyurunuz efendim.. Eskinazi efendiyi de beraber götürmek istedik. Fakat eczane- yi yalnız bırakamadı. ; Moses efendi, aralık kapıyı itti ve geçmemiz için bize yol verdi. Luiz, meydanda yoktu. Gene o küçük ev altı ve mer- divenler ter temizdi. Çamur için- de olan çarıklarımızla bu terte- miz ya çiğnemek nasıl olacaktı? en gene bir hid- det dalgası kabardı, dişlerimi sıkarak: — Nazım, görüyorsun ya, münasebetsizliklerini... Nazım, sanki büyük bir inti- kamı alınmış gibi kıs kıs güler ken Mosse efendi ısrar ediyordu: — Rica ederim, buyurunuz.. Su, sabun neyi temizlemez ki... Vakıa sabunumuz yoksa da.. çok İ şükür suyumuz bol... Mümkün olduğu kadar temiz- MAM MERAKLI ŞEYLER Mari Pikfort kazancını ne yapar? Bu güzel yıldız hiç müsrif değildir Hem biriktirir, hem annesine bakar gazeteleri şu malâmatı veriyor : “/Holivadun meşhur sinema yıldızı Mari Pik- fordun ne ka- zandığı ve ne biriktirdiği hak- kında bizzat kendisi şu söz- leri söylemiştir: “1917 senesin- de 112,000 ister- lin kazanıyor ve bundan 84,000 isterlini saklıya- rak 228,000 iş- terlin gibi mu- tedil bir meb- lâğla geçiniyordum. 1919 sene- sinde kendi filimlerimi çıkarma” dan evvel haftada kazancım 2160 isterlin idi. 1916 senesindenberi her ay anneme 5200 isterlin veriyordum. İki sene sonra bu aylığı 10,400 lendik ve yukarı çıktık. Misafir odasına girdiğimiz zaman, ılık ve muattar bir hava yüzümüze çarptı. İtina ile hazırlanmış olan masanın ortasındaki kalaylı bakır tastan sıcak çorbanın dumanları taşıyor ve dağılıyordu... — Sefa geldiniz efendim... Luizle, göz göze gelmiştik. O, biraz solmuş, gözleri daha fazla derinleşmişti, Bu solgun çehrede, açık bir manayi şikâyet vardı... Kapıya doğru yürüdüm ve elimi uzattım. Ellerimiz, titredi. Bilmiyorum bu titriyen el, kimindi?... Bana bir şey söylemedi. Fakat Nazı- mm elini bırakmadı. İnce bir tezallim ifade eden sesile; — Ağabeğiniz bizi unuduyor, Nazım bey... Bari siz.. Boş za- manlarınızda bizi hatırlarsanız... Yemek, zannedersem epiyce sürdü. Çorba, nohutlu pilav ve birde kuru incir tatlısından ibaret olan bu basit yemek, bi- ze bitmek tükenmek bilmiyen şahane bir ziyafet gibi geldi. Hele Moses efendinin üç sene- denberi . itina ile sakladığı iki şişe tatlı şarap, çenelerimizi tamamen açmıştı. Bahisten bah- se atıldık ve Moses efendinin tuhaf hikâyelerine (gülmekten katıldık. Luir, epite şarap içmiş ve daha çok da bana içirmişti. Eski ve müessir şarap, onun simasına daha revnakli bir gü- zellik vermişti, Şimdi, onun pen- be ve esmer derisinin altında kır-! mızı bir ateş dalgası kaymıyor. Ve süzülen kirpiklerinin arasın- dan siyah kıvılcımlar parlıyordu. * Son posta ile gelen zl Vaktin, nasıl geçtiğini bilme- dik. Akşam, tamamen yaklaş- mıştı: İzin istiyerek kalktığımız zaman Nazım birdenbire elini beline götürerek: — Ab.. Ağabey.. handa unutmuşum. rovelverimi Sen beni isterline çıkardım. ,, Mari Pikforda veldesine niçin bu kadar para verdiği sorulmuş, ie cevabı re ediyordu. Ço- cuklar onun nez- dinde idiler. Son- ra kendisi aile- nin reisi idi.,, Mari dun annesi 1928 senesinin Mar- tında ölmüş ve 210,000 İngiliz Kirası . Hükümet bu servet için 10,400 İngiliz Hrası vergi almıştır. Mari Pikfort buna itiraz etmiş ve bunun tenzilini istemiştir. Lİ Wi ASE EZ G NE OSMANLI K “a ği < irsalatı. çi st Istanbul acenteliği ŞE bekle.. Beş dakika dö alır gelirim. Dedi. Bu münasebetsizliğe ca- nım sıkılmakla beraber bekle- mek zaruri idi, Çünkü, ben harp- te tabancamı kaybettiğim gün- denberi bir tabancaya kalmıştık Bunun da bize her an lâzım mak ibtimali vardı. Moses efendi, Nazımı geçir mek için kapıya kadar beraber indi. Nazımın, koşa koşa gittiği ni ve Moses efendinin de kapı: da karşiki komşu ile lafa dal- dığını işidiyordum. Ben ve Luir.. İkimizde susu yorduk. Siyah ve yakası biraz açık e'bisesi içinde Luizin dol- gun gerdam daha penbe ve daha şefaf görünüyor, dik ve yuvarlak şimdi daha sık fasılalar ve ihtilâçlarla dalgalanı- yordu. Düşman, Şark cephesinden gene şehre ateş açmış.. Seyrek top seslerini takip eden mermi fışırtıları işidilmeğe başlamışti, O mütemadiyen önüne bakıyor | İ ve masanın örtüsünün kenarında asabi parmakları arasında küçük t küçük akordoyonlar yaparken bende önümdeki tabağa ha- fif hafif fiskeler vüruyordum. — Biliyor mısınız? yaşadığınız ve katlandığınız hayatın meşak- katlerini duydukça ne kadar üzülüyorum. Bibassa sizin.. Bu sefalete tahammül edemiyece- ğinizden günün birinde hastala” Bir köpek uğr Bir paçavracı kol şusu bakkalı öl“ rüyor Hadise Pariste cereyan et tir. Kardine sokağında ot paçavracı «Şerbet» in M. gal» isminde bir bakkal kom su vardı. Bu bakkalın oldu? pla bir köpeği varmış. eçenlerde bir je ı o sırada bakkal dükkânında © paçavracı re ki başlamış ve köpeği söylemiş. İli çi en köpeğin olmamasını tutarak tehditte bulunmuş. vakit bakkal komisere şikâ etmiş. Paçavracı komiserin X denk çi tehditte bulun bede m e bu ed va ye öğ dahi bekle ii pm ey aran serer, ve tabancayı cebine. y olmamış gibi O gündenberi iç bir şey ie e usulünü ihtiyar etti, Tı adli memurları katilin meci olmadığını bei dimağında # asarı görüldüğünü beyan etmi lerdir. Şerbetin mahale m BANKASI Sermayesi: 10,000,000 İngiliz lirası Telefon: stanbul 1948 Beyoğlu dairesi — Telefon Beyoğlu 1303 Senedat ve poliça mukabilinde muayyen ve vadeli veya he. sa cari suretile avanslar, poliça ve iskontosu. z Türkiye cümhuriyetinin başlıca şehirlerine ve memaliki ecne- | biyeye senedat, çek,itibbar mektupları ve telgraf emirnameleri nacağinizdan ve... Luizin sesinde, o kadar derif| ve ince bir inilti vardı ki.. B sözleri dilile değil, kalbile söyl yordu. Bilmem neden, onun bini biraz daha acıtmak ihti cm duydum. Hain ve alaylı b sesle onun cümlesini ikmal ettin. — Hastalanacağımızdan ve leceğimizden o kadâr korküyö! sunuz ki. değil mi Madam? Hah.. bah.. hay... Fakat düşü miyorsunuz ki Madam; d bize, hastalıktan daha kolay daha yakın ölümler var. 4 O, birdenbire başını kaldırıf dişlerini sıkarak, korkudan tif riyen bir sesle cevap verdi: — Kaya, sus.. söyleme. lah aşkına söyleme... Hele © lar, aklıma geldikçe çıld derecesine geliyorum. (Bi SELANIK BANKASİ 1885 de tesis edilmiştir ç ESERMAYESİ 30 000,000 FR Merkez: umumi, İstanbul Türkiye şubele'$ Galata, İstanbul, İzmir, Suu” Adana, mersin. i Yunanstan şubeleri | Selânik, Atina. Kavala i Het türlü banka muxmelâöğ itbar mektupları, her nevi ak üzerinden besabatı cariye. muamelâr

Bu sayıdan diğer sayfalar: