28 Eylül 1934 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 12

28 Eylül 1934 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Li yy yy yy lt O BOĞAZİÇİ iii Öz dilimiierbir deneme — Anadolu ve Rumeli tepeleri, arşı karşıya #teklerini boğazın #ularına indirmişler, yıllardanbe- “Fi, ne'o, ne beriki bir adım at- madan denizin kıyısında, gün ışı- ğında yıkanıyorlar. Kıyı ve etek- İerde kurulmuş yuvaları, çiçekli | “bahçeli (yalıları, Boğaz ma- | vi. gölge ile sarıyor. Korular; 'Wzün ve yeşil birer yastık gibi ev- lerin arkasına giriyor. Dağlar; gerilerde ve s€ssiz, uzun bir bek- işten sonra; ellerini yaşayışı - — Mmizdan geri çekmişler, yeli to - > katlıya tokatlıya beriye almışlar, - Ağaçları sürükliyerek enli yaprak- i ları çentip ufaltmışlar, boylarını | , kısaltıp bodurlaştırmışlar, sevinç - bir sözle yamaçlara bakan top- ları, seller yıllarca oya oya, avi çıkmış kuru ve oyuk yüzlere çevirmiş. «| Onun için kıyıların tatlı yelin- den, üzün ve enli yapraklı ağaç- Jârından sonra kir yoluna girince, ii ğı derin bir hırgınlıkla yaşıyor i Otlu ve kayık yollar, yü ilyenlere kizmiş gibi batrveri - yor. Bakınırken fundalıklar ara- .sına saklanmış öteki bir yol önü- nüze çıkıyor. Eğri, büğrü, kalın, ince, birbirine eklene eklene kıy - rılıp bükülen topraklı ve taşlı iz- lerden yürüyoruz. o v M Tek tük evler; yalnızlığa zorla geti: likleri için bağırıp çağır ,dıktan sonra susmuşlar, üzgün üz“ bakiyorlar, Eğer bir iki ta- sesi duymasak buralarda otu- muyor #ahatağız, Surada bu- a basılmaktan ufak bir hars | mianlık gibi yalnız. toprak kalan | s inişçe yerler var. Dar geçitler * den sonra, buralarda istediğimiz | gibi yürümekten, sağa sola yal- vü maâktan yoruluyoruz sanki. oi Ot ve fidahlar, kisa ve sert yaps raklı fundalıklar birbirine o ka - dar sarılmış, kol ve budaklar bir. birine o kadar karışmış ki teker, r, kök ve dallarr sayıp ayıra: niadım. Yelin tokadma, sellerin atılişma karşı, hepsi birbirinin e - ğine yapişarak kalın sihirli kök- riyle toprağa kenetlenmişler, açları dolana dolana tırmanıp öftüyorlar. © Dağ: yarı eğilmiş yaşlı bir ba- be gibi sağır, (o bağırışlarımızı du) yor. Yamacı saran sık ças Mirklar arasında nasıl adım ata - tağımızı düşünürken bir ip ucu gibi toprakta bir çizgi beliriyor. Yürüdükçe dalların içinde gizlen- niş ufak birer köşe bize gülüyor- du. Uzaktan toplu bir yumağa benziyen yeşil çalılıklar, yaklaş « tı birbirinden çözülüp ayrılı - or. Çıktıkça lâstikleşen kıvrım- ir yolun yarısında tepe, el ile tutu- cak kadar yakınken bir türlü elmeyi bitiremiyoruz. Yol inde kaba ve temiz sular top- ak oluklardan ıslak ve gölgeli re e akıyor. k ç Ağaçlar; ham açık ve koyu reşil bir alayla, arka arkaya gür e #onsuz uzaniyorlar. Uzakta lee birer küme, yollar boş ve w- ari birer toprak. Dağ kenarında ir iki ev, yürüyüp giderken şa- şırıp buraya düşmüşler, sonra çe- kilip bir yere de gidememişler, o- turmuş sinirli bekliyorlar. Ağaç- ların çepe çerve ortalarına aldık- ları geniş ve yeşil çalılara bakı- yorum, Daha ilktepeye tırmanırken, yarım Yarım görünen yerlerin, bo- gazın ve kıyıların güzelliğini şim- di anlıyorum, Peçesi yarı kalk - mış bir yüze benziyen Boğaz, yük- seldikçe örtüsünün altından geniş ve açık ortaya çıkıyor. Boğaz sonda, çıplak ve açık ! kapısından enginlere bakıyor. Ka- radeniz, buğulanmış bir mavilik- le görünüyor. Rumeli yamaçları | çıplak bir baş gibi, düm düz, gü- neş vurmuş yanıyor, dı var. Oranın kıyılarını deniz acı ve yeşil yalıyor. Kayaların | soğuk renginde bile, ıssızlığın ta- | ÜZEL SA Giz Resim san'atı . ğa nereye gidiyor? — İngilizçeden « Bir kaç yüz senedir Avrupa sa- natkârları resim yaptıkça, bu re simleri edebiyata bağlamak, eser- leri ile bir devir &debiyatmı has tırlatmak için uğraştılar. Bu res- samlar, on dokuzuncu asırda #a- nât temeli sayılan “realizm, in kuvvetinden istifade ederek eser» lerinin büsbütün kuvvet bulduğu- nu zannettiler. Eserde, realizm ne kadar bariz ise, sanatkârın da ayni derecede muvaffak olduğuna hükmolunuyordu. Bu yüzden asıl sanat unutuldu. Onun yerine tefarrüatı — işlemek hüneri aldı yürüdü, Çok geçmeden aksülâmel baş- ladr. Sanatkârlardan bir kısmı, sanatın realizmden çok fazla bir şey olduğunu ispata çalıştılar. Sas nat eseri, insan dimağını realizm der daha ileriye, hakiki esteti ğe gölürmeliydi. Sanatkâr, bir Göklerin birbirine katıla katr- ! makinist olmak istemiyordu. la, gittikçe koyulaşan boyasi dal: | . Bunun üzerine sanat yeni va * ları, yaprakları, kıyilarr, suları | diler keşfetti, hâlâ da keşfedi * boyuyor, yollara biraz sarılık ser- | yor. pilmiş, yavaş yavaş onlar da ka- rarıyor. Her adımda bir köşeye, çıkılmaz bir çukura dalmış gibi Bu sırada anlaşılan bir hakikat teknik kuvvetinin pek ileri götü - rülmesinin eserleri makineleğtir- yürüyoruz. Karanlık eteklerimiz- | diği idi. Halbuki teknik küvveti, den çekiyor, omuzlarımıza bini- | ancak ibda kuvvetine, muhay * yor, yakmlığa, işık görmüş gibi seviniyoruz. Dağın geceleri dili açılıyor; sivrilip keskin keskin durmadan her yer birden ötüyor. Su dolu bir ağızdan fışkıtan sesler ürkün- tü veriyor. Sanki bu yerlere yıl - larca ışık vurmamış, hep böyle karanlık, hep böyle gece.... Dağ- lar böcekleri ile durmadan ötmüş, ot ve çalılıklar, karma karışık bir- birlerini görmeden büyüyüp yetiş- mişler, saç saça, baş başa dövü- şür gibi üremişler, çukurlar için - de uçurumlarda yaşanmış gitmiş... Vapura, geçirilen güzel çağın izini, biraz dâ dağ karanlığın korkusunu taşıyarak biniyoruz. Sanki akşama doğru korkulu bir yolda kovalanmış gibiyiz. Gün- düz evi unutmuş çocuklar gibiy - dk. Akşama yaramazlığımızdan vâz geçmiş, uslu ve yorgun dönü- yoruz. Karanlık kıyıların bir iki yeri ve evleri üst üste, hep birden de- nize dökülecekmiş gibi duruyor. Tahta evlerin içinde bol ışıklar, onları kâğıttan fenere benzetmiş, gazinolardan.kızartılarm ağır ko- yile kuvvetine dayanan şahsi i - fadey& yardım edebilir. Sahat »- kârin asıl (o hedefi, tehacümleri uyandırmaktır. Bu maksada var“ mak için teknik küvveti lâzımdır. | Fakat bu kuvvet sanatkârın görüş kuları yayılıyor... İçeriye doğru | dönen yuvarlak koylu birbirini iten evlerin sıkıntısını siliveriyor ve mermer merdivenli geniş evle- rin sedirlerine yaslanmış gibi gön- lümüz açılıyor. Gündüz kibar boyalarıyla içi - *mize dolanan yalı ve köşkler, ge- ce de ağır tuvaletleriyle yarı ka - palı bir güzellik taşıyorlar. Yollarda, aralari bir açıklıkta, elektrik İâmbaları birbirine uza - nıp karışan güzeller gibi dizilmiş- ler, denize boy boy ışık dizileri işliyorlar. Ayaklarımız yorgun, hamur gibi, caddelerde eğri büğrü göl- geler bırakıyoruz. Gün, deniz, gök ve yelin ku- cağında imiş gibi, karanlığın kor- kulu tadını düşünerek uyuyoruz. M. Vahit Yusufoğlu ve sezişini karanlıklaştırmamalı- dir. Halk, bu vaziyet karşısmda ilk öhce şaşıtdı. Çünkü halk ancak an'anevi sanati anlıyordu. Sonra halk, yeni mektebin telâkkilerine göre terbiye edilmemişti. Bir sebep daha varı Bir çök alaylı, has ressamlar türemişti, Obunlar yeni fikri, yeni telâkkiyi ele alarak, çalış * madan, çabalamadan, iş çıkara * bileceklerini sanarak ortaya pek çirkin şeyler attılar. Bir asalık sanat semasr, bulut « lândi. Sanat, teveccühten düş- tü. Fakal güneş, artik © yeniden parlayor. Hakiki tarakkiye reh « ber olan sanatkârlar halkım say * gisimi kazanıyorlar. Ümmiler, a * laylılar, Tâyik oldukları o mevkii alıyorlar. Halk, bu lübiyatı, an lamağa ve takdir etmeğe başladı: Hakiki sanat teheyyücidir, ul - vidir. Onun dayandığı yer be * dii zevktir. Tarakkiperver sa - natkâr, bü insanlara bü zevki a - şılamalıdır. , —Di Artist— Aberdin üniversitesi bir san'atkârı taziz etti İngilterenin Aberdin üniversi- tesi, bir kaç gün evvel, tanınmış ressamlardan James Mak Beye, fahri bukuk doktorluğu ünvanını tevcih ederek bu sanatkâr hak » kında duyulan umumi saygıya bir ifade vesilesi buldu. James Mak Bey mütevazi, ça - lışkan, biraz da inziyayı | sever bir sanstkârdır. Fakat harıkulâ- de bir iktidarm saklı o kalmasına imkân mı var? Hayatında sanat ve kudretinin nufuzundan başka bir nufuza dayanmıyan sanatkâr ” e NORM yy NATLA RS İİ ga yy yo gr Musiki Musiki teşekküllerimiz ve hareketlerimiz Muhterem Vakıt gazetesinin 16 Ağustos tarihli san'at sütunun- da kiymetli müzikoloğumuz Köse Mibal zade Mahmut Ragıp Beyin “Alpullü şeker fabrikası musikiye yatdim ediyor.,, başlıklı yazısını okuyunca ve bü işte Benim ismim | de geçmiş bulunduğunu görünce, bazı yerlerde zaman zaman var - liklarını işittiğimiz musiki teşek - küllerimizin başında bulunanla - rın hareketlerine dair, musiki kül- türümüz nafta ve bir kaç imusi- ki teşekkülünü idare etmiş bulun- | mak hattı ve hararetiyle biyebili- tim ki, bizde müsiki teşekkülleri- miz daima” milli harsımıza aykırı istikametler tatmuşlardır ve tut - turulmuştur. Evvelâ hepimiz az çok biliyo - ruğ ki; Türk musikisi demekliği » müz lâzım gelen oturaklı ve esaslı bür milli musikimiz yoktur. Bu - nu imünevverlerimiz, âlimlerimiz her gün söyleyip duruyorlar, Milli inkilâbımıza yakışan bir. şekilde nusiki hareketlerimizi iğare etmek / kabiliyetini hâlâ gösterememiş bu- lunuyoruz. Bir çok zümreler ve teşekkül - lerimiz musiki tesisat ve teçhiza - tiit baska başka anlıyorlar ve hiç biri milli mefküre ve ülküye doğ” | Yü istikamet tutturamıyorlar; Ça- lışmak istiyorlar, fakat çalışması- nı bilmiyorlar. Bu karışıklıktan bizi kurtaracak biricik kuvvet, $u urlu ve münevver gençliğin baş“ latındaki idealist ve sanata tama miyle vakıf üstatlarla beraber vas ki olacak hamleleri olacaktır. Tas raf tarâf, yer yer gençler birliği, spor klübü, vesair teşekkülleriti bir de musiki şubeleri olduğunu işitiyoruz. o Bunlar musiki busü- sunda harekete geçiyorlar. o Fa * kat teessüflerle ve açıkça #öyli “ yebiliriz ki bunlarm hiç birisi mil li musiki vaziyetinin inceliğine Ve derinliğine dair maksat ve gaye güdemiyorlar. Bu kabahat gene münevver sayılan ve öyle geçinen kimselerin aykırı nüfuz ve müda- halelerinde görülüyor. Her hangi bir musiki teşekkülünü, milli mef- küreyi istihdaf ederek değil, yan- liş yollar tutarak, aykırı istika- mete sevkediyorlar. Gençliğin ve töşekkülün emeklerini ve emelle- rini başlangıç ve son gaye olarak tazcılığa dökmekten çskinmiyor- ——— ———— — — nihayet İngiliz sanatkârlarının en ilerisi olmak şöhretini kazandı. Makbeyin şöhreti Ingiltere da- hiline inhisar etmiş değildir. Aşa- | ğt yukarı dünyanın o her mühim kolleksiyonunda onun eserlerine tesadüf olunur. Makbey sanatkârların en sa- mimileri ve en mahçupları arasın- dadır. Kendisi eserlerini hiç bir umumi sergide teşhir etmemiş, ve bunları hususi galerilere koyup göstermekle iktifa etmiştir. Aberdin üniversitesi sanatkâra doktorluk ünvanını, an'anevi bir takım merasim içinde tevcih et - miş, ve bu sayede Londra mat -| lar. Bir fokstrot çalabilen, bir kaç musiki parçasını yapabilmek iktidarını gösteren bir teşekkülü artık tekmil merhalesine gelmiş sayarak başka bir yola yürümeğe lüzüm görmüyorlar. Ankâra Halkevi tarafmdan pek şuurlu ve şümullü gayeleri istih « daf ederek çıkarılan “Ülkü,, mec muasının ikinci sayısını teşkil & den mart 934 nüshasinda Hâmit Zübeyir beyin diğer esaslı işleri miz arasında ayrı bir bent olarak tahsis ettiği musikimiz meselesine dair çök ince ve hakiki görüşleri sinesinde toplıyan kıymetli yazis sını okudum. Bu yazının mefhu- münü takip etmek her imusiki te « şekkülümüzün sarsılmaz bir um * desi olmalıdır. Fakat bu dedi» im teşekküllerin hiç birisinin Bu umdeye yanaşmak (istemediğini teessüflerle görüyoruz. Bu sözlerimize bir misal ol * mak üzere, hiç bir şahsi iğbirar taşımıyarak ve yalnız musiki küle türümüzü korumak maksadiyle, Babaeskide on ay evvel teşekkül ederek bin bir mahrumiyetler i- çinde sanata olan kabiliyetini gös“ termek liyakatine mazhar olan spor klübü musiki şubesinin ne - ticesini gösterebiliriz. Milli mü * sikimizi, kültür musikimizi be - def tutarak çalıştırdığımız o Ve meydana getirdiğimiz bu teşek - külün, daima dansçılık ve cazcı » lik yapmak istemediklerini | ileri sürerek memlekete hayırlı olamı- yacağı kanaatini göstermişler ve gençlerin sanat yolundaki ve milli musikiye dair olan hareketlerini kabahat saymışlar ve böyle. bir teşekkülün vücuduna ihtiyaç ol « madığını ileri sürerek ellerinden sazlarını almışlar ve onların ate - şin heves ve emellerini nihayete erdirmişlerdir. Kırklarelinde sekiz sene ömür süren “Halk musiki cemiyeti, de bu aykırı fikirlere kurban olarak Alpullu şeker fabrikası (o spor klübü musiki şubesinin böyle bir akibete gitmiyeceğini şimdiden görüyor ve tahmin ediyorum. Çün kü bu teşekkülü kuranlar sânat hususunda serbest salâhiyet vefi » yorlar. o Musiki şubesinin antak teknik sahada çalışmasını ve #8 - ata lâyik olduklarını gösterme « sini istiyorlar. o Musiki heyetini yalnız resmi tezahürlerde, milli merasimlerde kullanarak, hüsüsi işlerde ve balolarda hususi cazlar getirtiyorlar. Böyle güzel bir fi- İ kir ve esas takip edildikçe “— ki edileceğinde (o şüphe yoktur — Mahmut Ragıp Beyin iktidartm ve mesleğe vukufum hakkındaki itimat ve tevecdühlerinden &esa * ret alarak iyi rai yeceğim, ve bu teşekkülü mü siki ve mefküreye isale çalışaca « ğım şüphesizdir. Bu münasebetle gönül ister ki. ber musiki teşekkülü sanatın in « celiklerini görerek çalişsin ve her” zamandan ziyade muhtaç oldu « buatı sanatkârdan ve eserlerin - | gumuz milli musikimize mafi ol“ e uzun uzadıya balısetmişler - ir, | mıya gayret edebilsin. Vahit Lotfi

Bu sayıdan diğer sayfalar: