13 Ekim 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 25

13 Ekim 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 25
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

K Terbiye Herkese benzememek inli bir filozof olan "Meng-Tseu" ye göre hayatta muvaffak olmuş seçme insan, çocuk kalbini muhafaza eden insandır. Çünkü bu filozofa göre, insanların çoğu çocuk kalbi denilen oymak bilmez bir merak menbaını erken yaşlardan itibaren kaybetmek- tedir. Onlar artık hiçbir sual sormaz olur, kurulmuş nizam ve kaidelerin ötesinde birşey aramak lüzumunu duymazlar. Onlar kendilerini sürüye kaptırmışlardır. Bu sürüde kaybol- mak, cemiyete intibak arzusunu asan zararlı bir herkese uyma temayülü göstermek onlara uyuşturucu bir hu- zurun teminatı gibi gelir. Herkes kö- şesinde, kendi küçük işleri ile uğra- şır; bilinmiyen sahalarda araştır- malar yapmak kimsenin aklına gel- mez. Halbuki insanoğlu dünyaya ge- lirken kendisine bütün muvaffakiyet yollarım açacak olan iki mühim te- mayülle mücehhezdir. Bunlardan bir tanesi merak, diğeri de devamlı bir tekâmül arzusudur. Merak daima ye- ni araştırmalara yol açacak ve de- vamlı bir tekâmül ve terakki arzusu Haşan Çocuk Bir mütecessis AKİS, 13 EKİM 1956 A D | N İyiliğin Zararlısı Kapı iki kere üst üste çalındı. Yerimden sıçradım. Saat öğ- leden sonra iki idi. Vakıa öğle uy- kusu âdetim değildi ama, çok yor- gundum. Üç gündür ev yerleştir- mekle meşgul olmuştum Hazır ço- cuk yatmışken şöyle bir uzanayım, Galiba uyuya kalmışım. Tam henüz yerimden kalkıyordum ki zil iki kere daha kuvvette çalın- dı. Meraklandım. Telâşla koştum. Bu sırada, sabırsız ziyaretçi elle kapıyı vurmaya başlamıştı. Niha- yet açtım. Bu bir dilenci idi. Sa- daka bitiyordu. Bunun yerine bir- kaç nasihat alınca, hiç te mem- nun olmadı. Acele kaçmağa bakı- yordu. Tam bu sırada arkamda bir ayak sesi duyarak döndüm. Kızım da uyanmıştı. — Fevkalâde üzüntülü bir hali vardı. Korka kor- ka bir bana, bir de elindeki paraya bakıyordu. Bu bır on kuruşluktu: Onun gündeliğ "— Ben bugun pamuk helvası almıyacagım babam onu yememi istemiyor.." dedi. Sesimi çıkaramadım. Galiba ço- cuğun merhameti beni için için sevindirmişti. Gitti, parayı dilen- ciye verdi ve odasına ka açtı Bu onun İlk vak'ası degıldı zaman para vermeden bir dılencı— nin önünden geçsek. bana karşı aynı reaksiyonu — gösterir ve için için beni tenkit ederdi. Ona "mer- hametlin güzel birşey — olduğunu ancak buna fertlere değil de, ce- miyetlere yardım şeklinde anlama- na doğru olacağını birçok defalar anlatmıştım. Her defasında anla- mış gibi görünürdü, ama hisleri henüz mantığına hâkimdi. Bu se- fer, gene peşinden gittim ve: "— Biliyor musun, dedim. Sen bu fukaraya fenalık ettin? Düşün herkes senin gibi ona on kuruş verse akşama kadar o kadar çok on kuruşu otur ki, artık başka iş yapmak istemez. Ömrünün sonuna kadar "dilenci" olarak kalır. Sen dilenci olmak ister miydin?" "— Hayır!" dedi. "“— Gördün mü, çirkin ve şeref- siz bir iş bu.. Eğer kimse dilenci- lere nara vermezse o zaman, on- lar da kendilerine başka bir iş a- rarlar, dilenci olmaktan kurtulur- lar. Meselâ böyle kapı kapı dola- şıp yorulacaklarına bir eve, yar- dıma gider veya ayakkabı boyar gazete satarlar.. m bu sefer, hakikaten an- lamış gıbı bakıyo rdu. A ma ben, ama biz acaba bunu kâfi derecede anlamış mıydık? Jale CANDAN Mermahetın yalnız hislere daya- an şuursuz bir merhametin, ce- mıye e bazan ne derece zararlı o- labileceğini biliyor muyduk ?. Yal- nız para dilenenlere karşı değil, her sahada merhamet dilenerek hayatlarını devam ettiren binlerce parazite karşı Jlüzumundan fazla zayıf davranmıyor muyduk? Geçenlerde Amerikadan dönen bir dost, oradaki umanların lüzu- mundan fazla maddi oluşundan bahsediyordu. Makineleşmiş in- sanların muhitinde yaşadıkça in- san kendi memleketini kendi gibi samimi ve candan insanların ya- şadığı memleketi nasıl arıyordu! Türkiyeye gelen ve bizlerle yakın mas temin eden birçok ecne- biler de aynı fikirde idiler. Bi- zim 1nsanlara karşı gösterdiği- miz alâka, amimiyet ve cidden fevkalade idi. Ancak bu- rada insanın aklına derhal bir başka sual geliyordu; Biz bu ka- dar iyi ve merhametli idik de aca- ba cemiyetimiz bizim bu yakınlık hislerimizden ne — derece istifade ediyordu? Buna mukabil maddi ve makineleşmiş olarak gördüğü- müz insanların kendi cemiyetleri- ne yaptıkları yardımlar bizimkin- den çok fazla değil miydi? Demek ki teşkilatlanmadıkça, iyilik ve merhamet dahi kaybolmaya mah- kümdü. Üstelik şekilden ibaret kalan marazi bir merhamet ve yersiz bir acıma merakı cemiyete çok zararlı da olabilirdi. Meselâ şoför olmak için doktor muayene- sinden geçen bir gencin durumu- nu ele alalım: Şayet doktor bu gençte şoför — olabilecek vasıfları göremezse bunu kat'iyetle ifade edecek ve gencin kendisini acın- dırmak için sarfedeceği bütün gavretler neticesiz kalacaktır. Bu doktor, ilk bakışta. bizlere biraz katı ve merhametsiz görünebilir; fakat o bir insana merhamet et- mek isterken birçok insanları teh- likeye atmak istememiş ve kendi- sini egoist bir merhametin marazi hislerine kaptırmamaktır. Liyakat kazanmadan ehliyetna- me alanlar, çalışmadan vazife ba- şında tutulanlar, muvaffak olma- dan alkışlananlar hep bu marazi acıma hissinin neticesi değil mi- dir. Fertlerle karşı karşıya geldi- ğimiz zaman göstereceğimiz Zaaf- lar, ekseriya cemiyetin aleyhine- dir ve kendi kendimizi tatminden başka birşeye yaramaz. Az sem- patik olmak pahasına da olsa, ileri memleketlerde merhamet gizlidir. 25

Bu sayıdan diğer sayfalar: