29 Eylül 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

29 Eylül 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sabi £ çıkardı bunun için ellerinin . yardımile sarmaşıkları biribirinden ayırması “lâzimgeldi. Zira, sarmaşıklar, sabahleyin yas- biri- saçlı bir başın saçları gibi, birile karışmış, dolaşmıştı. — Sen misin, Hora? Hora, nişanlısıydı. Hem nişan- hsı, hem de amcasının oğlu. Bu şayet mükemmel hora bütün konukomşu, Nişanlısı onu bu adile çağırırdı. bile, Suzan, evin içine seslendi: — Anne... Hora geldil Kırkını bir kaç senedir geçmiş bulunmasına rağmen, hâlâ zinde- ni ve tazeliğini muhafaza eden kadın, mutfaktan çıktı. — Geldin mi oğlum?..- diyerek, kapıya doğru yürüdü. - Ehhh, ne haber bakalım?. — Oh hele şükür.. O canavar Çopurun elinden tarlayı kurtardık. Bütün muameleyi yaptırdım. Rehin bitti... Tarla artık bizimdir. Kerata herif, malımızın üzerine oturdu. Annesi: — Zavallı Çopur'a bu derece kızma, küfretme, evlâdım! - dedi * ©, bize iyilik etti, Şayet başka bir murabahacının eline düşsey- dik, halimiz. barapt, Bizi kül, kömür ederdi. — Bilmem ki, anne?... Sende niçin boyuna bu herifi müdafaa eder durursun?... O gün, tam sofraya oturuyor. lardı ki, esin önündeki yoldan bir şarkı sesi işittiler. HH. bu, köy delikanlılarının ber hangi aşk ve neşe şarkılarından değildi. Bir yol şarkısı, eski bir cenk şarkısıydı Hoora, nişanlısına : — Allah Allah... Bu da ne olsa gerek?... - dedi Sofradan ayrılarak, başlarını sarmaşıklı pencereden dışarı çi kardılar. Delikanlı, arkadaşlarına sordu: — Hecey.. Ne var, yabu?.. Ne oluyorsunuz ? Arkadaşları alay ettiler: Neallahlık şeysin, be Horal?, Senin dünyadan © haberin yok, galiba... Muharebe çıktı. Hepimiz. kere gidiyoruz. Suzan, nişanlısının kolunu ya- kaladı. Gayri ihtiyari, ona sarıldı: — Sen de mi gideceksin! Evet, Hora'nın de askere git- mesi icap ett. İşte, o gün, hey- besi, torbası, her şeyi hazır... Annesinin elini, © nişanlısının alnını öptü. Üçü de aplayorlar, Annesi soruyor: — Sensiz ne yapaçağız? Nişanlısı telaşlı: — Ya gelmezsen? Hora annesine cevap veriyor: — Ne yapalım?. Gene tarlayı zehine koyar, borçlanırsınız. Ben gelince borcu, gene öderiz. Nişanlısına dönüyor: — Hiç gelmez olur muyum. Bak şu sarmaşıklara,. Ne güzel çiçek açmışlar... Gene bunların çiçek açtığı birgün, düğünümüz olacak, Suzan. Ve gidiyor. Köy kazları, harba giden deli- kanlıların kafilesini, öteki köyün sınırına kadar teşyi ediyorlar, Suzan da berabe: Ağlayarak, geri dönüyor, Yen gesinin ve müstakbel kaynana- sının boynuna sarılıyor! Deli kız, nişanlısını tanırken... Sarmaşıklar bir çok kereler çiçek açtı. Bu müddet zarfında tarla üst üste üç kere rehne konuldu. Üç öküzün üçü de satıldı Çopur, nihayet, tarlayı büsbütün satın aldı. Pencerelerine sarmaşık: üreyen evin de kıymetini takdir ettirerek gelin kaynanaya borç para verdi, O sene, harp köye geldi. Kiminin de yarı vücudu, yahut bir kolu, bir bacağı cephede kalarak, öteki tarafı döndü. Hora'dan ise hiç haber yok! Abzi asker gubesi : “Kayıp! diyor. Öldü mü, kaldımı, esir mi düştü 7... Malüm değil... Esir düşseydi, mektup gelmez Üç sene bul... Dile kol Sene... Dördüncli sene de ilerliyor. Anne ağlıyor. Suza'nın göz yaşları kurudu. Gözleri, meçhul bir noktaya saatlerce takılıp kalı- yor. Anne düşünlüyor: “ — Her halde beklemekten bıkmış olmalı... Gençliğini geçir- memek, kaçarsa bir daha dün- miyecek olan bu fırsatı fevtetme- mek istiyor... Başka birile evlen- meği kurmuş olacak... Onu düşü- müyor; fakat açılmağa da kor- kayor... Maamafih, ne yapsa hak- kadır. Suzanın düşüncesi, durgunluğu, pazarlarının sabitliği | büsbütün artıyor. Konuşmuyor. Sarmaşık- ların altında dolaşıyor. Bir gece, anne, bir pıtırtı işitti. Lâmbayı yakıp kalktı. Sakın hırsız olmasın?.. (Hoş ne çalmağa gele- cek?..) Evi dolaştı. Birde ne görsün? Suzan, yatağında yok. Hah, oldu olacaklar. Kız baştan çıktı, “ — Fakat, ne yapsa hakkıdır. Üç sene, sadakatle bekledi. Suzanı ertesi gün, © ormanda, yalın ayak dolaşırken yakalamış- lar, Getirdiler. Meğer, kız, başka sına kaçmamış, aklın oynatmış., “ — Nerede?, Nerede?.,, Ağzından ekseriya bu söz işiti- liyor. Etrafına, aranır gibi bakı- yor. Sarmaşıklara gidip bakıyor. Tomurcuklanmışlar. Anne, çalınan kamçıyı açtı — Buyurun. Ge sovan getirdiniz ?.. mi bir deste Sarmaşıklar çiçek açınca | Çopur gelmişti. — Hatırınızı sormağa geldimde. yâ falan iktiyacımız var mı diye, — Borç gırtlağımı aştı. Paraya ihtiyacımı olsada, gene alamaya" .cağım, sonra, nasıl öderim? Tar- lam gitti, öküzlerin satıldı. evim de giderse. — Hepsi, gene sizin sayılır. — Nasıl oluyorda, bunca se- neden beri beni unutmadınız Aynaya bakıyorum da şaşıyorum. Benim sevilecek yerim kaldı mıf?. — Hakiki aşk böyledir. Sizi sevmeğe başladığım vakit, oğlu- puzdan küçüktüm. Oğlunuzun babasını bana tercih ettiniz... Onunla evlendiniz... Fakat ben... İşte hâlâ... Sustu, — Oğlum... Ah oğlum... Çopur, bu ilânı aşk sahnesinde, kadının oğlunu aklına getirmekle gene pot kırmıştı. Kadın, ağlamağa başladı. Ertesi gün, gene kapı çalındı. Anne, gene kapıyı açtı: — Buyurun... Gene mi sizl. Gene mi bir demet soğan?.. — Para istemediniz. amma, zarurette olduğunuzu biliyorum... Benim için paraya ne ihtiyaç var?. Ailem yok, çocuğum yok.. İlerde isterseniz öder, istemezseniz öde- mezsiniz.. Ehemmiyeti yok.. So- göna gelince.. Size çiçek getirmeği çok isterdim. Lâkin, konu komşu görür dedi kodu yapar diye cesaret edemiyorum., Sovan geti- | riyorum. — Sanki gözlüm az yaşarıyor- muş gibi birde sovan yaşarsın. Ertesi gün, gene mutat zama- nında kapı. Evlenme teklifine nasıl matem olduğu ve hakikaten de bulundu: içinde bulunmam lâzım #um bu kayıp, gel devirdel. — Oğlumun imin deli olduğu bir sırada.. Kırk yedi yaşında... Allah esirgesin... Allah e Faz kat, beni otuz iki senedir aynı hızla seven bu adamı tekrar red- » Aciyorum..., nce ile kapıyı açtı. | Çopur'la karşılaşacağını san | yordu. Halbuki, pejmürde halli, bastalıklı gibi yüzlü, zaif bir de- likanlile karşılaştı. Dilenci sandı, — Avek. — Ah evlâdı Evlâdim... Sen misin? | İ için, hayat, AŞK DİLENCİLERİ Nakleder: ISKENDER TAHRETTİN 29 Eylül 1932 “Beni nereye götürüyorsunuz, gardiyan efendi? Ben en uslu bir mektep çocuğundan çok daha sakin ve kimseyi taciz etmiyen ir adamım...,, Hapishanede onuncu gece... | onu murat ediyorsa, Tim-Tom sekiz. buçukta, arka- daşle istirahat salonunda oturu- yordu. Nöbetçi gardiyanı, o gece, Tadyonun açılması için hapishane müdüründen emir almıştı. Tüm-'Tom, gardiyana, bütün mahıkümların radyoyu sükünetle dinliyeceklerini söyledi. kılıyor. Üç gece- ibtiyacımızı tat- min etmiyorsunuz. Lütfen bir an evvel açınız da dinleyelim. Dedi. Nöbetçi gardiyani saat dokuzu on dakika geçtikten sonra radyoyu açacağını söylemişti. Bunun sebebi aşikârd:. Ispanyol muganniyesi tam dokuzda okuyordu. Gardiyan onun sırası geçtikten sonra rad- yoyu serbest bırakacaktı. Fakat Tomun serzenişlerine mukave- met edemedi. — Gürültü etmeyiniz, işte açı- orum! diyerek radyonun fişini Takke eğim 2 Herkes dikkatle radyoyu dinli- yordu. Gardiyan salondan uzaklaşmıştı. Bir kaç dakika sonra muhtelif sanatkârların okuduğu parçaları dinledile Sıra apaayol gelmişti. Mahkümlar. tarafından çok 8e- vilen İspanyol şantözünün şen ve şakrak sesi salonun mevtai sükü- nunu ihlâl ediyor.. Mahkümların somurtkan çehrelerinde neşeli çiz öiler beliriyordu. Tim - tom bu akşamki şarkının son mısraı dudaklarının arasın da tekrarlıyorduz “Dostuna itimat et ve onun pe- şinden git! Tom tereddüt içinde bocalıyordu. Hapisanede oda arkadaşından başka bir dostu yoktu. Conson, peşinden gidilecek bir adam değildi. Firar meselesi onunla bir keli- me bile görüşmemişti. Hem Con- son o kadar itimada lâyık bir adam miydi? Ispanyol dilberi eğer — Demek ki felâket nişanlımın bu hale gelmesile kalmıyor, anne?) Demek ki, o canavar Çopur tarlamızı , — davarımızı, evimizi, fırsattan istifade ederek benimse- di... Demek ki, — esaretteyken kurup korktuklarımdan | beterleri başımıza geldi... Artık, bundan sonra, bizim için, hayat muganniyesine Delikanı — “Evet, bundan sonra, benim pek manasız! - diye düşünerek, gölün kenarına geldi. Ölmek daha Çocuklukta, yüzerlerken, gölün en tehlikeli yerini öğrenmişlerdi. İşte şurada, derenin aktığı yerin sağında garip bir anafor olurdu. Yüzmek için oradan dereye giren, dibe çatar, çamura saplanır, bir daha kurtulamazdıl Delikanlı, oraya doğru il ken, ormanda, bir çatırtı Dönüp baktı, Suzan... Esefle başımı iki yana salladı O neşeli kız bu sairi filmenam haline mi gelmişti Başını, omuzlarını, / iki yana sarkan — ellerini kımıldatmadan, dübedüz yürüyen ve mütemadiyen; “— Nerede? Nerede, diye tekrarlıyan bir biçare. Halbuki, delikanlı, onunla ne mesut bir hayat yaşamağı kur- muştu, Ölmeden evvel, bir kere, hülyalarının bu harabesini seyret- mekten kendini alamadı. Tim - Tom yeni bir uçuruma düşecek demekti. Çünkü Conson ayni zamanda da korkak ve kararsız bir adamdı. İozibatı çok kuvvetli bir haj nin yüksek duvarla hayata çıkmak, zannedildiği kadar kolay bir iş değildi. Tim-Tom arkadaşınnın ylizüne bakarak onu zihninde tablil edi- ne yor, fakat bir türlü fikirlerini açıkca söylemeğe cesaret edemi- yordu. 7 ii İspanyol dilberi susmuştu. Tüm-Tom sordu: — Nasıl. Son mısraı beyendinmi? Conson yüzünü buruştardu: — Herkes, senin gibi samimi ve akıllı bir dost nereden bulsun da peşinden gitsin,.?I Iki arkadaş bir müddet bu mevzu etrafında manalı kelimeler sarfederek konuştular. Tim-Tom kendi kendine: — Bu adam galiba benim açılmamı bekliyor... Ne olursa olsun düşüncelerimi söyliyeceğim. Diyerek arkadaşının omuzuna vurdu — Sen bu kadını ne vakitten beri tanıyorsun, Conson? Mahküm kaşlarını çattı: — Hangi kadını?.? anlamamazlıktan en beri can kula” ğile dinlediğin Ispanyol mugan- ak — Lâtifeyi bırak, Tom! Ben hayatta hiç bir Ispanyol ile tanış- madım, — Bu kadını tanıdığına imanım yar. Nasıl, güzel bir kadın mı bari?.. — Sesi güzel olan kadınların Yüzleri ekseriya çirkin olur... — Kaç yaşlarında ?.. — Vallahi yözüzü görmedim, Tom ! Bana itimat et. Bu kadı tanımıyoru! Bu esnada, Tom'a ara sıra teselli veren genç bir gardıyar telişla istirahat salonuna girdi ve Tomun bulunduğu köşeye seslen: (Arkası var) Suzan iki omuzundan tüllü. Göğsüne çekti, Onu dudakların” dan hu kere öktü. Sonra, gözlerinin içine baktı. Bu gözlerde şimdi uykudan uyanır gibi bir ifade vardı, hay- etle genç erkeğe bakıyorlardı. Dudaklar kımıldandı : — Beni kim öptü Siz kim oluyorsunuz?...Ben onu ar yoram...Onu... O, nerede?., Onere de?. ini açtığı zaman temiz. çarşaflı bir yataktaydı. Nişanlısı, kaynanası... Ve, çopui, başı ucunda... Hora, çopurun elini muhabbet ve memnuniyetle sıktı; kulağına fısıldadı. dandı. Anne, hemen seğirtti; pence- reyi. açtı. İçeriye bol bir kokü girdi. Hasta, taze havayı bol bol ek ğerlerine çekti. Pe: maşıklara, sonra nişanlısına, müstakbel kayın valde ve üvey kaynatasına baktı. Tekrar nişan- sma, tekrar sarmaşıklara baktı — Çiçek açmışlar... - dedi Sarmaşıklar... Nakili: (Hatice Süreyya)

Bu sayıdan diğer sayfalar: