16 Haziran 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

16 Haziran 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

e 16 Haziran 1937 e AKŞAM Sahife 7 Divandan bugüne kadar dilimiz kaç şekle girdi? Klâsik Türk edebiyatının doğması dilimizin istikrarına bağlıdır Heykeltraş makası, ressam boyayı, bestekâr musiki aletini hazır buldu; muhakkak ki, sanat teknik ve este- tik idealin atbaşı beraber ilerileme- #inden doğuyor; bu doğum din ile dünya işlerini ayıran cemiyetlerde daha sık görülmüştür. Yeni bir teknik yaratmak, sanatkâ- rın verimine ne derece engel ölüyor- $a, kültürün çeşitlenip yayıldığı de- Virlerde de sanat Abideleri meydana gelmiştir. İtalyada Divin Komedi, İn- gilterede Makbet, Fransada Sid yanl- dığı devirlerde, sanatkârın muhayyi- lesi ile, teknisyenin karihası bir ara- da ilerliyordu ve bu sayede Dante, Şekispir, Korney italyanca, ingilizce, İransızcanın tamamlandığını müjde- Jediler. Yeni bir edebiyat tekniği, yani ye- ni bir dil, bir millet teşekkülü İle ay- ni zamana tesadüf eder; 16 ncı asır- da İlalya ve İngilterede, 17 nci asır- da Fransada, 18 inci asırda Alman- yada bugün klâsik adını verdiğimiz devirlerin doğması buna delildir. Elim bir harp sonu istiklâlimize Kavuşmamız!s, yeni düşüncelerle mo- dem bir Türk edebiyatına doğru ham- Te edişimizle, öz ve saf türkçeyi ara- şmamızla, eski Yunan ve Lâtin edebi- yatına varıncıya kedar her dilden her milletin yeni ve eski edebiyatını dilimiz« çevirmemizle, sahneye ehem- miye. vermeğe başlamamızla, bir ta- raftan Nâzım Hikmeti taklide kalkıp bir taraftan divan edebiyatını tebei- Abdülhak Hâmid le kalkışmamızla tam Rönessans ça ğında bulunduğumuzu ispat ediyor, klâsik Türk edebiyatı yaratmak dey- rinde olduğumuzu gösteriyoruz. Bu- nunla beraber herkes şikâyet ediyor! Eski sanata muadil bir sanat yarata- mıyoruz, Türk mütefekkiri olgun eser veremiyor, Maziye bakıp, geçmiş edebiyat çağ- larından örnek görerek «onlar bizim bugünkü Yaziyetimizde iken büyük sanat yaratmışlar, biz neye yaratamı- yoruz?» Demek doğru değildir; çünkü kültürün yayılıp çeşitlenmesi eski za- manlarn aksine, orta sanat kabili. yetlerini çoğaltıyor, büyük sanatkâr yetiştirmiyor, Yabancı mütehassıs ve usta elile ileri teknik, estetikten daha kolay yayılıp kökleşiyor; ekonomik şartlar, siyasi ve içtimai zaruretlerle tekniğe çok daha fazla yardım edi- yor ve bu sebepler istediğimiz «san- at» İn doğumuna engel oluyor. Bir de bizim Rönessanslarını geçirip klâsik edebiyatlarını yapmış olan milletler gibi «dilimizin tamamlandığını müj- delemişs edibimiz, şairimiz yoktur... ... Bugün Götenin, Korneyin, Makya- velin dilini anlamıyacak bir Alman, bir Fransız, bir İtalyan mevcut değil- dir; Bizse, on sene evvel kendi yaz- dıklarımızı bügün kehdimiz anlamak. ta güçlük çekiyoruz, Garpte her ileri edebiyat hareketi duygu ve düşünce Üstünde olmuş, bizde ise her teced- düd hareketi dile başka bir çeşmi vers Miş; yeni ve eski arasmdaki adı farkı dahâ xijade dilde görüyorut. Masö- MA 1757 de doğan Şeyh Galipten biç misal alalım: Ey nihali işve bir nevres fidanımsın benim, Gördüğüm gündenberi hatır Nişanımsın benim, Ben ne hacet kim diyem, ruhu revanımsın benim, Gizlesem de, âşikâr etsem de cânımsın benimi Galipten 69 sene sonra doğan Şina- si ise, ruha dokunamadan, ancak dil de şu yeniliği yapıyor: Şinasi Arayup kendime bir oş bulabilsem derim, Hele sen yosmayı sevdim de murada erdim, Şatın almak dilerim buseni canım verereki, Şimdiden gönlüme bak, işte sana pey verdim!.. Şinasiden yarım asır sonra ise, Ce“ nab Şahabeddin, gene ruha dokun madan tekâmül diye dili allak bullak ediyor arasından bana mutlak irünür nur ile memlu, Bis ydi münevver gibi Orhan Seyfi de dili, tekâmülden xiya- de irtican pek benziyen bu teceddüd- den kurtarıp, gene ruha dokunma dan Şinasiye doğru götürüyor: Giriyordu güzel yüzü gizlice, Yeni doğan bir ay gibi riiyama, Şimdi, sessiz ağlıyorum her gece, Gençliğime, talihime, hulyama!.. le, belki de tekniğe yetişirim kürulu tusile; zorkâr, bir havai zelzele Te tehacim, acele, Yeri Yarı, İşte yapur haykıriyor hiddet e, Son düdük. Velvele... Gibi şiirlerini okursak, Çubuk ba- rajını, Karabük demir fabrikasını dü- şünür ve yabancı tekniği yabancı el- lerle yapabiliriz, fakat yabancı ellerle yabancı estetik yapılmasından bir fayda gelmiyeceğini kabul eder ve di- mizin bugüne kadar istikrar bulma- dığını da incelersek, edebiyatımızdaki verimsizliği de anlamış oluruz. ss. Öyle bir asırda yaşıyoruz ki, dünün yelişme ve yetiştirme şartları ve yeni- lik telâkkilerile bugünün bu hususta- ki düşünceleri arasında, yalnız Füzu- nin şikâyetnamesi ile Refik Halidin «Devâlrde takibi mesalih» yazısında- ki üslüb farkı kadar ayrılık değil, Refik Halid devrindeki devair ile bü- günkü devlet daireleri arasındaki fark kadar büyük bir ayrılık var. Bunun bir misalini «bazinei ev. raks ta buluyoruz. 19 şubat 1208 ta- rihli hazinci evrakta şöyle bir mek- tup intişar etmiş: «Muharrir efendi, «Bizaasızlığıni muterif benim gibi bir nevhevesin göndermiş olduğu ese- | Tİ şayanı kabul addederek derç bu- | yurursanız gıyaben muhabbetini cel- betmiş olduğunuz bir çocuğu mem- nun etmiş olursunuz. — Mikitarist şa kirdanından Uşşaki zade Mehmed Halid> Gazete diyor ki: «Bu mektup İzmirden taahhütlü olarak gönderilmiştir. Sahibi imza he- nüz bir mektep çocuğu imiş, fakat 20- ki bir zat olduğu lâkırdısından anla- 19 Mart 1299 tarihli «Hazinel ey- rak» ta da bu iltifatı okuyoruz: «Niyagara çağlıyanı (şelâlesi) İz- xAmerikayi şimali dünyanın en gü- zel ve büyük göllerini ve en lâtif çağ- dlimize istikrar temin edecek bir şa- ir, bir edip yetişirse, ileride klâsik 'Türk edebiyatı doğan, o Selâmi İzzet Sedes Tefrika No, 123, “Ittihad ve Terakki,, nin son devirlerinde Suikasdlar ve entrikalar Yazan: Mustüfa Röğgib Es-atlı Talât paşa: “Enver pağayı uzaklaş- tırmamız kabil değildir ,, dedi — Şimdi sadrâzam gelecek, Enver | reti meselesini halledemedik. Bu şera- Paşayı kabineden atacağını tebliğ | it altında pek yakın zamanda da hal- edecek, Talât paşa, Harbiye Nazın- na İstifa teklif edecek, fakat Enver paşa bunu kabul etmezse kendisi çe- kilecek ve yeni teşkil edeceği yeni kabinde Enver paşaya yer vermiye- cektir, dedi. B. Ziya Molla, arkadaşının bu sö- züne inanmamıştı. İstihza edici bir tavırla mukabele etti: — Olmaz, inanma, böyle bir şeyin İmkânı yoktur. Nafile ümitlenme: Atamaz!, B. Hasan Fehmi tekrar sordu: — Sen süz söylemiyecek misin? B. Ziya Molla, Kastamonu mebusu- nun bu suali üzerine düşüncelerini arkadaşından saklamağa lüzum gör- meksizin cevap verdi: — Artık ben ağzımı açmamağa ka- rar verdim. Bundan evvelki fırks top- Jantısında söyliyebildiğim kadar söy- edim, Lâkırdımı hepiniz beğendiniz, çok yerinde buldunuzdu. Şimdi görü- yorsun ya artık her ümid kayboldu. Bir şeyler yapılacak zaman geçti. Ye- niden ne yolda beyanatta bulunsam ameli bir kıymeti olmıyacak. Gerçi elimden gelmez a - fakat farzı muhal | oarak zıddını söylesem: «Korktu, lâfın değiştirdi, ricat ettil» diyecekler. Bu- nun için si ağım. Talât paşa vehameti saklamıyordu İki mebus arasında böyle bir mü- kâleme cereyan ederken Talât paşa salona girdi ve içtimai açtı. Sadra- zam, son zamanlardaki ahval ve hâ- diseleri izah ederek memleketin çok İ müşkül anlar geçirdiğini saklamıya- cak şekilde izahat vermekle beraber, | Menüz bütün ümidlerin kaybolmadı- ımı, Almanya İle müttefiklerinin daha bir iki ay evveline gelinciye kadar va- ziyete hâkim olduklarını, bilhassa garb cephesinde yapılan hücumlarla Fransızlara müttefiklerinin müte- madiyen ricat ettiklerini, gerçi son aylarda Ameriks ve İngiltereden ye- ni kuvvetlerle takviye edilen İtilâf or- dularının tekrar taaruza geçerek Al- manlarn müşkülâta uğradıklarını saklamak doğru değilse de harbin bi- dayetindenberi bu kabil müşkül an- ların çok görüldüğünü, bir harbin ne- ticesinin ancak son dakikalarda belli olacağını, Almanya ile müttefikleri- nin asköli kabiliyet ve kıymetleri iti- barile bu vahim vaziyetten de kur- tulmak mümkün olduğunu temin etti, Talât paşa, bu beyanatında zahiren ahvalin vahametini inkâr etmemek- le beraber, bizim cephelerimizin va- ziyetine hiç temas etmediği gibi, ar- tık Almanyanın da taarruz kabiliye- tinin kırıldığından, hususile Alman milletinin açlık ıztırabı içinde kıv- Tandığından hiç bahsetmiyordu. Ta- 1ât paşa, pek iyi takdir ediyordu ki bir sadrazamın her türlü ümlidlerin kaybolduğunu itiraf etmesi kadar mu- zir bir şey olamazdı. O takdirde bu- rada söylenecek bu kabilden bir söz, derhal bütün memlekete yayılacak ve - vaktinden evvel - dahilde ümid edilmiyecek kadar menfi tesirler hu- sule getirecekti. Talât paşa: «Enver paşayı uzaklaştıramayız..» diyor Sadrazam, umumi vaziyet hakkın- da bu tafsilâtı verdikten sonra sözü- nü Enver paşanın kabineden çekile- ceğine dair mebüslar arasında dola- şan son rivayetlere intikal ettirdi. O ana kadar, günlerdenberi mecliste ve meclis dışında dönen musırrane de- dikodulara inanan - hemen herkes - sadrazamın Enver paşayı istifaya sev- erken, Talât paşa gayet tabil ve va- ziyete hâkim olduğunu gösterir bir tavırla sözüne devam etti; — Son günlerde bazı arkadaşlar, Enver paşanın kabineden çekileceğin- den bahsetmeğe başladıklarını du- yuyorum. Evvelâ şunu söyliyeyim ki «İttihad ve Terakki» henüz Enver pa- 4a gibi bir arkadaşın hizmetinden ve yarlığından vareste kalacak bir yüzl. yette değildir. Binaenaleyh böyle bir yaziyet karşısında biz, Harbiye neza- edemeyiz. Çünkü hepiniz biliyorsu- nuz ki meşrütiyetimiz henüz tama- mile halka istinad edemiyor! Bundan başka unutmamalısınız ki Enver pa- şanın uhdesinde başkumandanlık ve- zaifi de vardır. Harbe 9 başladı, o ida- re ediyor.. müttefiklerimizin de itima- dını haizdir. Benim imece, as, keri zapt ve rapla alacak ve bu hen- gümeyi sonuna kadar isal edecek En- ver paşadan başka bir adamımız yok ki onu bu mevkie çıkaralım! Böyle bir zat bulsak bile, bu mesuliyeti kim üstüne alır? Binâenaleyh, Enver pa- şayı kabineden çikarmak hususunda- ki rivayetler sureti katiyede doğru değildir. Bu Kabil dedikodular ve riya- yetlerin bedhahâne baz membalar- dan çıktığına hükmetmemek kabil değildir. Talât paşanın bu sözleri umumi bir hayret. uyandırmıştı. Bilhassa beyn- malının son cümlesi, biraz da tehdidi tazammun ediyordu. Yani sadrazam, Ahvalin kayıtlı ve selâmetli bir saf- haya girmesini istemiyen bir takım kimselerin Ehver paşayı kabineden çıkarmak istemekle hükümete ihanet ettiklerini Ima etmek istiyordu. «İtti- had ve Terakkis lideri, bu son sözle- rile kendi pârtisine mensup mebus- lara bu rivayetlete iştirak etmemele- rini ihtar etrniş oluyordu Talât paşa, B. Ziya Mollanın fısıldamasından kuşkulanmıştı Halbuki mebuslardan bir kısmı, umumi ahvalin girdiği bu nazik dev- rede gerek memleket dahilinde, ge- Tek mebuslar arasında doğan hoşnut» suzluk ve itimadeızlığı kısmen olsun teskin etmek üzere - harbin böyle bir akıbete uğramasından başlıca mesul görünen - Enver paşayı, sadrazamın İcda edeceğini tahmin etmişlerdi. Ta- lât paşanın - son hâdişelere rağmen - bu eski arkadaşından vazgeçmek İs- temcmesi, aralamndaki ihtilâf ve re- kabetleri hiç gözönüne almıyarâk, işin sonuna Kadar hep birlikte hükü- meti muhafaza etmek istediğini an- latmak istiyordu. Belkide Talât paşa bu vaziyeti muhafaza etmeğe mecburdu. Enver paşayı kabineden ve ordunun başın- dan uzaklaştırmağa muktedir olama- dığı için fırka grüpunda bu yolda söz söylemeği zaruri görüyordu. Vaziyet bu şekilde de mütalea eden mebuslar yok değildi. Talât paşa, Enver paşanın lehinde, ki sözlerini bitirdiği sırada, Kaüsta- monu mebusu B. Hasan Fehmi, arka- daşı B. Ziya Mollanın, daha evvelden çok isabetli düşündüğünü ve Enver paşanın feda edilemiyeceği hakkmdaki sözlerinde ne kâüdar haklı olduğunu şimdi daha iyi takdir ediyordu. İşte tam bu esnada"B. Ziya Molla, yanım- da oturan B, Haşan Fehmiye dönerek müstehzi bir tavırla: — Dediğim çıkmadı mı? Nasıl mü- dafsa ediyor gördün mü? dedi. Lâzistan mebusunun bundan evvel- ki fırka içtimaında ne kadar şiddetle söz söylediğimi bilen Talât paşa, mec- Jisteki ekseriyetten ziyade B, Fethi, B. Hüseyin Kadri ve B. Ziya Molla gibi muârızların kendi izahalı karşısında- ki tavır ve hareketlerini yakından ta- kib ettiği için B. Ziya Mollanın aci bir tebessümle Kastamonu mebusü- — Gene Mollâ bey ne karıştırıyor? B. Ziya Molla'cevap verdi: — Şimdi burada olmaz, size gizli söylerim. Talât paşa ısrar etmeden cevap verdi: — Peki, beni görmeden, gitmel, B. Hüseyin Kadrinin itirazları büyük bir asabiyet doğurdu Sadrazamla Lâzistan mebusu ara- sında bu mubavere geçtikten sonra Karesi mebusu B, Hüseyin Kadri söz aldı ve gayet şiddetli bir beyanatta bulundu. i (Arkası var) ;

Bu sayıdan diğer sayfalar: