June 29, 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 10

June 29, 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Her Akşam Bir Hikâye Kenar mahallelerin birinde onun- Cu katta oturuyordu. Artistler âlemin- den biraz uzak kalarak rahat rahat çalışabilmek için bu stüdyoyu bulmuş- $u. Fakat aylarca yalnızlıktan sonra hata ettiğini anlamıştı. Bir artist için bu kadar yalnızlığın da bir zarar teş- | kil ettiğini görüyordu. Onu bu kadar pişman eden şeyler- den biri de çabuk bozulan küçük bir asandördü. İnip çıkarken, yedinci kat- ta oturan bir kızla burada sık sık te- sadüf vediyorlardı. Biribirlerinin yü- günü görmeğe o kadar alışmışlardı ki artık bilâihtiyar biribirlerine gü- lümsüyorlardı. Tabiidir ki kı- sa cümlelerle biraz konuştukları da vaki oluyordu. Böyle olmakla beraber kendilerinin kim olduklarını az çok anlatmışlardı. Genç kız resimden, şi- irden, roman ve tiyatrodan pek hoş- landığını itiraf etm leri hödperest, boşboğaz ve dalgın in- sanlar gibi telâkki ettiğini de sakla" mamıştı. Soğuk ve boş stüdyoda genç kızın bu sözlerini, daha ziyade tatlı bakışları- nı hatırlayıp duruyordu. Yüzü pek gü- gel değildi. Çizgileri gayrı muntazam- dı. Fakat pek nefis bir vücudu vardı ve gayet sempatikti, Genç kıza o kadar alışmıştı ki ar- tık onu seviyordu. Birlikte hayat sü- rerlerse pek mesud olacağında şüp- he etmiyordu. Bunda muvaffak olaca» Ena büyük bir emniyeti vardı. Çünkü gevlimli bir delikanlı olduğunu or du. Hem bir kadının kendisini seven bir erkeğe Ted cevabı verebilmesinin gayet zor olduğuna da emindi. Yalnız, asansörde bir dakika içinde buna böy- le bir teklifte nasıl bulunabilirdi? Bundan başka genç kızın evli ol- ması kabildi. Bir âşığı bulunabilirdi. Bunları öğrenmek icab ederdi. Fakat ş inceler ve üzüntüler için» de aylar geçti, O hâlâ ne yapacağına bir karar veremiyordu. Fakat bir gün, bekleyip te ele geçiremediği fırsat zu- hur etti. Sıcak, boğucu bir gündü. Bo- ya almak için sokağa çıkmıştı. Hemen bir tabloya başlamak azmile acele ace- le eve dönüyordu. Antrede o güzel kı- za tesadüf etti. Selâmlaşlılar. Beraber asansöre girdiler. Fakat asansör ye- dinci katta durmadan yükselmekte devam etti. Onuncu kata çıktılar, A- sansör burada da durmadı, tekrar aşar ğı indi. Muttesıl böyle inip çıktılar. De- Jikanlı kapıyı açmak istedi. Genç kız çıngrağa bastı. Fakat kapıcı odasında kimse yoktu. Delikanlı, genç kızın sabırsız tavrı karşısında müzafferane bir tebes- sümle: — Mütevekkil olmaktan başka ça- re yok! Dedi. Bir kontakt olduğu anla- şılıyor. Kapıcının cereyanı kesmesini bekliyeceğiz. Genç kız ona dikkatli dikkatli ba- ksrak: — Acele işim vardı, dedi. — Benim de öyle, Yalnız bir şeyden korkuyorum. Sürat gittikçe arlar da aşağı yukarı inip çıkarken demir ko- parsa... — Beni korkutmak mı istiyorsunuz? — Aklımdan bile geçmez. Genç kız neşeli görünmek istedi.” Mütebessimane: — Âlâ bir eğlence! Dedi. Aşağıya iniyorlardı. Ressam: — Kuzlaştık, dedi. Yere çarpmak- tan korkuyorum. Bunu söyliyerek genç kızı kucakla- dı ve havaya kaldırdı. O haykırdı: — Bırakınız beni, ne yapıyorsunuz? — Yere çarptığımız zaman size bir şey olmasın diye bunu düşündüm. Başka çare yok. — Gülünç şey bu... Ben korkmam. — Sizi sevdiğim için sizin hesabını- za ben korkar; Bu sırada asansör dördüncü kat ile beşinci kat arasında birdenbire durdu. Onlar biribirlerine sarılmış, mütehay- yir bir halde bir müddet durdular, Ressam genç kızı yere bırakarak: — Cereyanı kestiler, dedi. Fakat ameleler gelinciye kadar burada ka- lacağız, zannediyorum. Genç kız müstehzi bir tebessümle; — Asansörde baş başa kalmak usü- lünün pek eskimiş olduğunu unutu- yorsunuz galiba! Deği, — Bu usul pek eskimiş olabilir, Fa- kat işin içinde bir yenilik var, Beni s€- Asansörde (Bir Amerikan hikâyesi ) yiyorsunuz 8iz! Genç kız bir kahkaha salıverdi: — 8izi seviyor muyum ben? Dedi. Çıldırdınız mı?. — Hiç te değil, Kapıyı açabilirdim, açmadım. Bunu siz pekâlâ farkettiniz. Köollarımın a nda bulu yet memmundunuz. — Çok yüzsüz bir adamsınız. Yalan- &ı, kendini beğenmiş bir adami! O halde aldanmışım demek;affı- nızı rica ederim. Mazeret beyan etmek için gibi yaparak genç kızı ağzından öptü ve dudaklarını çekmedi. Neden sonra: — İslerseniz artık can kurtaran yok mu, diye haykırınız. Fakat her halde beni seviyorsunuz! — Allah göstermesin! Delikanlı tekrar iğildi. — Hele bir daha cesaret ediniz! — Ne olur sanki? bağıracak mısınız? | — Rezalet çıkmasını için bağırmam., Fakat sonra intikam alırım. — Buna razıyım! Delikanlı tekrar genç kızın dudak- larını öpmeğe başladı. O, gözlerini ka- pamiış, kendinden geçiyordu. Artist | sordu: — Beni seviyor musunuz?. — Hayır! Buseye devam etti, Genç kız sarhoş gözlerle: — Hayır! Diye kekeliyordu. Yine öptü, öptü. Genç kı — Hayır, diyordu. Hiçbir zamı kadar çok sevmedim! Aşağıdan feryadlar geliyordu: — Zavallılar, korkularından bayıl- miş olacaklar, hiç ses vermiyorlar, di- yorlarâ:... Hiköyeci BU KOLAY ve ÇABUK TEDBİR SAYESİNDE GAZIB BİR GüZELLİKTE OLAN BU TENİ temin edebilir Ve dostlarınızı hayrette ,, bırakabilirsiniz. Erkekler, yağlı, çirkin bir burundan, parlıyan bir cild- den ve açık mesamelerden s- zan yağlı maddelerden çeki- nirler. Bu yağlı maddeler, sameleri tahriş eder ve daha fazla açılmalarına sebeb olur. Bunun için hemen yeni ve su geçmez Tokalon pudrasını kullanınız. Bu pudradan par- mak uçlarınıza biraz alınız, ve bir su bardağına batırınız, Göreceksiniz ki pudra ve par- mak uçlarınız ıslanmamıştır. Bu yeni Tokalon pudrasının terkibinde krem köpü; dır. Yağmurlu havalarda, de- niz banyolarında veya sıcak bir salonda dans ederek ter- lediğinizde kat'iyyen sabit kalır. Şayanı hayret yeni renkleri, tene cazib bir gü- zellik verir, Erkekler, böyle yeni tenleri çılgınca severler. Cilde o derece nüfuz eder ki, görenler pudra kullandığını- zın farkına bile varmazlar, Bu yeni pudranın yeni renk- leri büyük mali fedakârlık- lara mal olduğu halde pudra- nın fiyatı artırılmamıştır. klan ga- İ | iğiliyor. | istemediğim | | Türk musikisi, 12.50: İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla 1250 Havadis, 13: Muhte- Sant 1030 130 Konferans vi sosyal yardım şubesi Galib. (Sosyal yapdım 20 Belma ve ar yausikisi Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı (421) sani 22: is (253) 2130: Ope mikten nakil, Marsilya (400) 213 kestra, Viyana (507) 2140: Çaykofskinin Üçüncü se: Re Majör, Berlin (356) 22: Opera musikisi piâk İle, Varşova (1330) 20: Askeri bando, Peşte (540) 015: Tzigan orkestrası. Dans masikisi Peşte (540) sant 5, Lüksemburg (1263) 2360, Londra dalga) 2035 - 046. 30 Haziran 937 Çarşamba İstanbul — Öğle neş 1230: Plâkla adis, 13,05 Muh- yatı, M4: SON. atı: 1830 Plâkla dans mu- #ikisi, 1930 Konferans: Beyoğlu Halkevi namına İhsan Arif Gökpmar: Lâiklik. 2030 Neğhe ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20,30 Ömez Rıza tarafından arapça söylev. 20,45 Sema- hat ve arkadaşları tarafından rk musi- kisi ve Halk şarkıları (Saat ayarı). 2115 Orkestra. 22.15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı. 2230 Plâkla solo- lar, opera ve operet parçaları, 23,00 Bon. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangallıda Nargileciyan, Tak- sim: Limoncıyan, Beyoğlu İstiklâl cad- desinde Della Suda, Galata: Karaköy- de Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Müey- yed: Hasköy: Aseo, Eminönü: Beşir Kemal, Mahmud Cevad, Heybeliada: Tomadis, Büyükada: Merkez, Fatih; Saraçhanade İbrahim Halil, Karagüm- rük: Ali Kemal, Bakırköy: Hâl, Sarı- Osman, Tarabye, Yeniköy, En gün ve Rumelihisarindaki “eczaneler, Aksaray: Cerrahpaşada Şeref, Beşik- taş: Süleyman Recep, Kadıköy: Böğüt- lilçeşmede Hulüsi Osman, İskele ca desinde Saadet, Üsküdar: İm Fener: Balatta Hüsameddin, Bey Asadoryan, Küçükpazar: Necati, Sa- matya, Kocamustafapaşada Rıdvan, Alemdar: o Cağaloğlunda & Abdülkadir, Şehremini: Topkapıda Nüzim, Kadınların gençleştiri!- melerinde bir mücize: Dünyanın en büyük profesörleti genç ve kuvvetli hayvanların bhüceyrelerin- den çıkardıkları özü insanlara aşılıya- rak ölen kuvvetli ve hayatı iade ediyorlar. Ayni esas Üzerine genç ve dinç hayvanların cildlerini besleyen hüceyrelerin ilrez ettikleri © kiymetli özü vesaiti fenniye ile ikinci bir koru- yucusu olan acıbadem yağı ile imtizaç ettirilir. Yağlı ve yağsız Hasan Acıba- dem kremleri elde edilir. Yüze, cilde sürüldüğü zaman mucize denilecek bü- yük değişiklik görülür. Gevşeyen adı İeler gerilir, yüzdeki çukurlar büyük düzen alır. Açılan mesamat kapanır. Gild elâstikiyetini kazanır. Çil ve leke- leri kökünden temizler 60 yaşında bir yer: İ kadının bu krem ile buruşuk yü; genç bir kızın cildi kadar tazeleştirir. İ ve düzgünleştirir. Bu hal tecrübe ile sabittir. Hasan acıbadem kremleri çir- | kinleri güzelleştirir ve ihtiyarları genç- İ eştirir. Kadınlara ör, tatlı, sıcak bir cazibe verir. Cinsi cazibeyi ziyı leştirir, fakat acıbadem yağı kreş İ yapmak çok güç olup bu bir sanat ve | fen meselesidir. Bazı iriyalçılar Acıba- İ dem esansını vazelin ve buna benzer İ acıbadem İ la malöm yağlarla karıştırarak acıbadem yağı kre- mi altında satmak isterler cildinizi yağından © yapıldığını as olmıyan acıbüdem” yağı kremlerinden koruyun. Aksi halde yü. rün esmerleşti ve tüylendiğini gö- rürsünüz. Yağlı Hasan acıbadem kre- mini gece yatarken yağsız Hasan acı- badem kremini sabahları kalkınca yüz- lerine süren ber Bayan cildlerinde bu büyük değişikliği göreceklerdir. Her gece Bayan teninin güzelliğini, şeffafi. yet ve İetafetini ancak bu Hasan krem- lerile idame ettirebileceğini unutmasın, Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses - Işık» müessesesinde satı- lir. «Akşam» gazetesine abone olanlara husus! tenziât yapılır. şüncel: KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 95 Güzel Ti-Manın “sarayda düşmanları çoğalmıştı: “Büyük sihirbazların yapa- madığını Hakanın gelini yapacak. Bu kadını ortadan kaldırmalıl, diyorlardı Şansi ne yapacağını bilmiyordu. Sa- ray teşrifa' ki nden yüz çevirmiş » ve — Sana bundan sonra yardım ede- mem. Başının çaresine bak! Demişti. Her gün kendi başından korkuyordu. Şi-Yamanın zindandan çıkışı bütün saray halknı hayrete düşürmüştü. «— Hakanın gelini meğer ne yaman bir kadınmış!» Diyorlardı. Bütün bu işleri Ti-Manın meydana çıkardığı anlaşılmıştı. Gökçin hatun Şi-Yamanın affedil diğini duyunca: — Hakan onu denemek için serbest, bırakmıştır. Şi-Yamanın suçu mey- .dandadır. O, hakanın imzasını taklid ederek Kora prensine yardım etmiş» tir. Diyerek kendi kendini teselliye ça- lışmıştı. Haremde bu hadise üzerine Ti-Ma aleyhinde yeni bir cereyan yüz göster mişti. Güzel Ti-Mayı hiç kimse çekemi- yordu. Bu çekememezlik kadınlardan er- İ keklere de sirayet etmişti, Ti-Manın üç büyük düşmanı vardı: Saray teşrifatçısı.. Saray muhafızı. Şansi... Şansi, Ti-Maya diş biliyordu. Saray muhafızı, Şansiye: — Artık sarayda gizli bir şey kal- mıyacak.. büyük sihirbazların yapa- madığı bir işi hakanın gelini yapacak. Büyülü tasa bakınca herkesin içyüzü- nü görecekler... Bu kadını bir an €v- vel ortadan kaldırmalı. Diyerek, Ti-Ma hakkındaki gizli dü- lemekten çekinmemişti. Kubilây ogün saray muhafızma şöyle bir buyruğ vermişti: «Tiyen-Fonun yaşadığı ha ber veriliyor. İmparatoriçe ha- kan tarafından affedildiği ve kendisini gören, oturduğu yeri bilen varsa, saray memurlarına gösterdiği takdirde para ve he- diyelerle taltif edileceği ilân olunur.» Bu ilân, Pekin şehrinin dört köşe- sinde davullarla yayılmıştı. Saray muhafızı şehrin her semtini memurlarla dolaşıyor ve Tiyen-Fo- nun izini bulmağa çalışıyordu. Halk arasında garib, gülünç dediko- dular başlamıştı: «— Tiyen - Fo dirilip yeniden dün- yaya geldiyse, muhakkak bir fil ola- rak doğmuştur. Çünkü o hayatta iken filleri çok severdi!» «— Sen Tiyen-Fonun öldüğünü mü sanıyorsun? Onun yerine başka bir kadının boynunu vurmuşlar!» «— O halde sarayda hüküm ve kuv- vet Kubilâydan ziyade cellâdın elinde.» «— İş öyle değil... Pekin sarayında hakanla yarışa çıkan biri varmış. bu adam, Tiyen-Foyu ölümden kurtar- Taak suretile vezirlik vaadını almış!» Dünyada sır diye bir şey var mi- dır? Dört duvar arasında konuşulan en mahrem fikir ve kararların bile günün birinde halkın ağzına düştüğü görül- memiş midir? Şansi, hakan buyruğunun yurdun dört çevresinde ilân edildiğini ve 'Ti- yen - Fonun hararetle arandığını gö- rünce yakında ölüm tehlikesile karşı- laşacağını anlamıştı. Şimdi onun için çıkar bir yol var- dı: Tiyen-Foyu öldürmek... Şansi imparatoriçeyi öldürürse, bü- tün araştırmalar ve dedikodular müs- bet bir netice vermiyecek ve hakanın $ır kâtibi ölümle karşılaşmak tehlike- sinden kurtulacaktı. Şansi son ve kati kararını verdi. Buda mabedine koştu. alnını büyük mabudun zümrüd ve zebercedle işlen- miş mermer ayaklarına dayadı: — Beni cellâdın pençesine düşürme, ey mabud'ar mabudu! Sen beni Ku- bilâyın gazabından koru! Bilmiyerek Şeytana uydum.. Tiyen - Fonun ye- rine Suçsuz bir kadını öldürttüm. E- ger günün birinde beni bir akrep 80- kar veya bir yılan zehirlerse, öldürttü güm o masujı kadının ruhu bir akrep veya bir yılan şeklinde yeniden doğ- muştur, diyeceğim. Sen beni böyle- korkunç bir felâketle keneyi, ulu mabud! * Budâdan af ve yardım dilenen im si, ikinci defa elini kana bulamak üze- re Maabeddene ayrılıyordu. “ «İmparatoriçeyi sokakta dolaşırken gözümle gördüm!» Kubliây bir sabah sarayın hayva» nat bahçesinde dolaşırken, hassa za- bitlerinden Terlan'a rastladı. Terlan o gün bahçe nöbetçilerine talim yaptırıyordu. Kubilây Moğol . zabitinin yaklaştı; — Bir saatte kaç ok atarsın, Ter- 1an? ç Genç zabit ordunun tanınmış okçu- larındandı. Kubilây onu, maiyyetine aldığı üç yıl içinde ancak avlarda ok âtarken görmüştü. Terlan (1) o tereddüdle hakana döndü: — Birinci Kora seferinde saatte yü- ze yakın ok atmıştım. Hedefler sabit ve muayyen olursa, yüzden fazla da atabilirim, hakanım! Dedi. Kubilây o sırada Tiyen-Foyu düşü- nüyordu. 1 Terlana sordu: — Sen Tiyen-Fonun dirildiğini duy- dun mu? — Kulunuz imparatoriçenin öldü- ğüne kani değilim ki... Kubilây hayretle zabitin yüzüne ba- karak: Yi — Sen de mi (adelet istiyen köylü) nün sözlerine inandın? Terlan bu hadise etrafında birçok şeyler biliyormuş gibi bir tavırla Ku- bilâya: — Hayır hakanım, dedi, ben ken- di gözüm dururken, başkalarının gö- zile görmek istemem. Tiyen-Foyu şe- hir dışında dolaşırken gözümle “ei düm... Kubilây elindeki papağanı yere > Tak bağırdı: — Ne diyorsun, Terlan? Tiyen-Fo- yu gözünle mi gördün? — Evet, hakanım! Bir gün avdan dönüyordum. Şehre girmeden fakir kulübeleri arasında dolaşan bir kadın gördüm. Başına uzun bir Tekene (2) örtmüş, hızlı hızlı yürüyordu. Benim oradan geçtiğimi görünce dar bir s0- kağa saptı.. hangi eve girdiğini göre- medim. : — Bunu neden şimdiye kadar ba- na ve yahut Semga Bahadıra sisi medin? — Çekindim, hakanm! — Kimden çekindin? Benim uzun zamandanberi Tiyen-foyu arattığımı bilmiyor muydun? — Biliyordum, fakat... — Çabuk söyle.. kimden çekiniyor dun? Terlan önüne bakarak bir kelime ile cevab verdi: — Şansiden... Şansiden mi? Onunla bu işin ne alâkası var?! — Şansi herkese: (Hakan, Tiyen « Fonun dirildiğinden bahsedilmesini istemiyor!) Diyordu. Ben ve benim gis" bi bu hakikati bilenler susmağa ie bur olmuştuk... On le WE ŞAM mıdır? yanına (1) Terlan — Çagatayca atmada dermeke tir. sÖrnek: O gün Ural ormanları terlan- larla dolu idi» (4) Tekene, Tskene «- (Çağatayca) Haya ve ve Semerkand kadınlarının başlarına Örttükleri uzun beyaz örtü. Örnek; Başmıştı o gün on sekiz yaşına, Tekene örtmüşlü yosmam başına,

Bu sayıdan diğer sayfalar: