28 Şubat 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

28 Şubat 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

a rm ln re Sahife 6 Gfer Ay) m muharrn, Beofesör | Bruno Taut'a soruyor: — No vakit yeni Türk evi doğabile- cek? Güzel Sanatlar akademisinin mi- mar profesörü derhal cevap veriyor: — Mimarlarımız, arlık her yerde orta malı üslüb haline gelen kübik ösüb modd3iidan Kurtuldukları za. | mani... Ve sözüne devamla, şu N açıkça bize bildiriyor: — İşte ancak o vakit modem tek- niğin terakkileri tam bir fikir serbes- liğile tatbik edilecek, gerek ev, gerek diğer binaların bir kısın için de iklim, her şeyden önce göz önünde tutula- cak ve bu suretle âdetâ kendiliğinden eski Türk evinin bazi Karakteristik * hususiyetlerine, meselâ esk! Türk bi- | nalarında gölge veren sundurmalara ve paviyon tarzındaki tesislere ve yük- sekliği fazla olan odalarda iki sistem üzerine yapılan pencerelere dünüle- cektir. Bütün bu noktalar için eski- den kalmış güzel 'Türk evleri elân mü- him birer etüd mevzuü teşkil etmek- tedir. Eski Türk binalarının birçoğu her vakit için elverişli ve itibardan düşmiyecek bir takım karakterleri muhafaza etmektedir. Ne yalan söyliyeyim, memleketin muhtelif yerlerinde, orasına burası- na dizi dizi delik açılmış birer sandık halindeki binaları gördükçe, yıllardır içim üzülüyordu. Hiç te antimodernist. | bir mizaçta olmadığım halde hususi- yet ve mümtaziyet taşımıyan bu taş, toprak yığınlarına sevgi duymuyor- dum. Hele bir iki sene evvel, beğen- miş olduğum binalardan birinin da- ba küçük mikyasta bir modelini Ha- beşistana ald bir resimde gördüğüm vakit kendi kendime bir mahcubiyet hissettiğimi burada söylemeliyim, Yeniliğe aykırı bir ruhta olmadan bu (yeni) lere sevgi duymamazlığımın sebebini aramadım değil. Ksas fikirle rimden biri her şeyde ve her yerde (şahsiyet) aramak olduğuna; ferd- de, cemiyette, ferdin ve cemiyetin fik- Tiyat ve sanatında kendine has bir ci- het oldukça ve bunun kudreti nisbe- tince kıymet alacağına inanmış bu- hünduğuma göre, bu binalarda şahsi- yet ve hususiyet göremiyordum de- mek. Fükat ne olursa olsun, bu mev- zuda nihâyet bir amatör derecesini Aaşamadığım için, sesimi çıkaramaz- dım ve öyle yaptım. Fakat bügün, salâhiyeti beynelmilel olmuş bir mü- tehassıs mimarın yukarıya naklettiğim hükmüne muttali olduğum zaman, | 0 kanaatimi, açıkça söylemekte çiz- meden yukarıya çıkmamış olduğumu sanıyorum. Kübik mimariyi içim çekmediği ka- dar, eski Türk eserlerini taklid eden yerli ve yeni mimari de beni doyur- muyordu. Türbeye benziyen kubbeli resmi binalar, minberi hatırlatan | fikirlerini — Senden bir ricam var. Bir kaç zamandır beni Forestier diye çağır- mak hoşlarına gidiyor. Bense hiç hoş- Janmıyorum. tarafımdan haber vı Tütfunda bulunur mus sun: Bir bana Forestler diyeni Eğer bu şaka ahmağa daki ab bl; kendi. leri düşünsün. Sana baş vuruyorum, günkü sen fenaya varacak sonuçları önliyebilir soğukkanlı bir insansın, hem de benim düellomda şahiddin. Boisrenard arkadaşlara söylemeği kabul etti, Du Roy sokağa gitti, bir saat son- Tâ geldi. Kimse Forestler diye çağır- madı, Eve gidince salonda kadm sesleri duydu, sordu: — Kim var? Uşak: — Bayan Walterle bayan Marelle dedi. Kalbi hafiften çarptı, kendi kendi- ne: «Haydi bakahm» diye söylenip kapıyı açtı. Clotilde, şöminenin önünde, pencere! den gelen ışığın altında oturuyordu. Georges'a kadın o kendisini görünce sararmış gibi geldi. Georges evvelâ PAZARTESİ KONUŞMALARI: PAZARTESİ KONUŞMALARI; Türk evi ne zaman doğabilecek ? merdivenler, mesçide benzer içtima salonları, sebil cephesi gibi ev yüz- leri bir türlü hoşuma gitmiyordu. Merhum mimar Kenial böyde Türk mimarisi diye görünen tarafı sevemo- dim, Ruhumun kıvamını milliyetçi- Jikten aldığım halde, bir zamanlar (mili) adı verilen bu eserier bana ni- çin cazip görünmüyorlardı? Bu mü- ammanın hallini profesörün şu sözleri içerisinde buldum: Danimarkalı münekkid Hansen ilk hamlede «her milli mima- ri fenadır: cevabını vermiş * ve biraz sonra «fakat her iyi mimari millidir; cümlesini ilâve ederek fikrini tamam- Jamıştır. Falih Rıfkı'nın eçirkinin mijlisi ol- maz» sözünü de haşiye olarak alan profesör Taut'un söylemek istediği hakikat, hakikaten anlaşılması lâzım bir noktadır. Dünün içtima yeri ca- mi /di; bugünün parlimentodur, Halkevidir, tiyatrodür, operadır. Dün- den kalan Süleymaniye, kendisini d0- ğuran ilâhi hâkikatin ifgdesi olduğu için güzeldir, Tüillidir ve gene ayni se- beple üniverseldir. Yapılmış ve yapıla- cak bir parlâmento, bir Halkevi, bir tiyatro, bir opera binası da bugün gayelerine uygunluk ifade ettikleri takdirde güzel ve millidirler, güzel ve milli olacaklardır. Şimdiye kadar tapusu kendimin olan bir evde oturmuş değilim, Kırk yıl içinde seve seve oturduğum bir tek bina hatırlıyorum; Merkezefendi” deki dadımın evi, Mezarlık karşısın- da, ruha kasvet verici bir dekorun içerisinde, sakinleri de maddi sıkıntı- larından beş metre ilerideki bu ölü- ler tarlasına ekilmeğe namzed bir hal- de olan bu ev, geniş Malta taşlığı, sun- durması, yazın odalara girmekten kurtaran biribirine amud iki müsta- til şeklindeki sofası, pencerelerinin küçük, fakat bol camlarından gelen işık ve hava bana ne kurtarıcı, ne em- niyet verici bir sığınak olurdu. Bu ev, tahta idi, haraptı. Suyu . bahçedeki kuyudan çekilip içeri taşmırdı. Elek- triği yoktu, mutfağında odunla, kö- mürle yemek pişerdi. Kâfi param olsa, o evin çabuk eski- yecek, yıkılacak cihetlerini ve rahat- sız taraflarını atar; geriye kalan ye- rile, yani beni ve &ilemi içinde rahat yaşatan ruhile alır, ihtiyaçları- ma cevap olacak noktaları da ilâve ederek, betondan döktürürdüm ve içe- risine girer, rahat rahat otururdum. Arayan onda her modem vasıtayı bu- “Yur ve gene arayan, ona, kuruluşunun güzelliği, asra ve iklime uyuşu bakı- mından, milli vasfını vermekte bir an tereddüd etmezdi. Ev, dışı ve İçiyle bir kültürün ifade- sidir. Bir ajlenin bilgi, duygu, zevk ve anlayış derecesile mütenasip olur, Pa» Ta, ancak bunları gerçekleştirecek bir vasıtadır, Onun Için, yukariya naklet- bayan Wallerle, iki nöbetçi gibi ana- larının yanında oturan iki kızı selâm- ladı. Sonra eski metresine döndü. Ka- dın elini uzattı. Georges tuttu ve mâ- nalı: «Seni hâlâ seviyorum» demek istercesine sıktı. Kadın aynı hareketle mukabele etti, Georges sordu: — Son tesadüfümüzün üstünden geçen bir asır zarfında iyiydiniz ya? Serbes cevab verdi; — Evet; ya siz Güzelim? Madelein'e bakıp ilâve etti: br bk Bayan Walter, Rivalin evinde vere- ceği büyük müsamereden bahsediyor- du, müsamerede yüksek muhite men- sup kadınlar bulunacaktı, Du Roy kendisine refakat edeceğini söyledi, Kabul etti: — Kendi namıma ve kızlarım adına Beş vakitlerini bırakmazlar, bütün dini ananelere bağlı yaşarlardı. Hay- rinin annesi de kocasile kaynanasına uyuduktan sonra evin içi küçük bir mescid halini almıştı! Büyük annenin başından yeşil na- maz bezi hiç eksik olmaz, dilinden tehlil ve tekbir düşmezdi.. Ramazan geceterinde semerci baba imamlık eder, anne, büyük anne ve Hayriden mürekkeb cemaate güldür güldür te- yihler kıldırırdı... Hayrinin babası sabah, akşam dışa- nda her çeşid insanlarla düşüp kalk- tığı için Avrupa, medeniyet nedir, mektep medrese nasıl yerdir bifirdi, Fakat ötekiler tam birer yobazdı. Her şeyi din kantarına vurup ölçerler, her sözü taassub süzgecinden geçirip din- lerlerdi.. müslüman çiçekleriydi!.. Gel gelelim Hanımelleri, fulyeler, leylâklar, zam- baklar fasid ve i kâtir çiçeklerdi!., £ Hele duvar dip- i lerindeki mor su- | samlar!,. Büyük gnne onlara zın- dık derdil.. Gelinle kaynar na din bahsinde çok iyi anla şırlardı. Bazan semerci babaya kârşı müşterek cephe âlırlar, eve Karagöz gazetesi getirdikçe ona cehennem 78- zanilerinin topuzlarını hatırlatırlar- dı!.. Hattâ oğlunu «Hayri!., 'Hayril.a diye zamanlarda büyük anne çıkışir: «— Hayreddin!,. de de oğlan dinli olsun!..» derdi. Hayri mektebe gidinciye kadar eve resimli bir kitab girmemişti, Evde re- sim olarak büyük: annesinin Muhâm- mediyesindeki cennet, cehennem Te- simleri ve aynanın üstüne yapiıştırı- mış çiçek, dal Örnekleri bulunurdu. EKER TEREK tiğim fikirlerde kendisile tamamen be- raber olduğum profesör Bruno Taut'un yerine bana sorsalardı ve de- selerdi ki: — Yeni Türk evi ne vakit doğacak? Vereceğim cevap şu olurdu: — İçinde oturacakların bilgi, duy- gu ve hayat telâkkileri orta malı ol- muş zevklerden kurtulduğu zaman!... Hasan - Âli YÜCEL size teşekkür ederim. i bayanın küçük kızma bakı- yör: «Hiç de fena değil diyordu, bü kü- çük Suzanne hiç, amma hiç de fena değil!» Büyük kardeşi Rose çirkindi. Anneleri kalktı, Du Roya: — Şu halde gelecek perşembe saat ikide sizt beklerim dedi. Gelirim, O gittikten sonra bayan Marelle kalktı: — Allaha ısmarladık Güzelim. Bu sefer kadın Georges'un elini kuv- 'vetle uzun uzun sıktı, Georges kendi kendine karar verdi: «Yarın ona gi- deceğim.» 'Karısile yalnız kalınca Madelein açık Açık, neşeli neşeli gülmeğe başladı. Kocasının gözlerinin içine baktı: — Bayan Waltere kendini pek be- ğendirdin. — Haydi canım! — Seni temin ederim ki, seni pek be- geniyor, bana senden pek ateşli bah- setti. Onun bu halini hiç görmemliş- tim! Kızlarına senin gibi birer koce arıyor. Bereket versinonunla böyle şeyler ehemmiyetsizdir. Karısının ne demek istediğini madı: — Ehemiyetsiz ne demek! Verdiği hükmün isabetine kani bir kadın ki Yazan ve resimlerini yapan: Cemal Nadir YARIM ADAMLAR Şubat 1438 No, 4 Büyük anne me- sokaklarda gezer“ leklerin evin için- ken görüldü!.. de rahatça dola- Bir gün işitik şabilmelerini te- di ki Hayri idadi min için, kibrit den alınıp şimeris kutularının Üs- tüindeki o madal-, yon resimlerini, çivid paketlerin- deki öküz kafa- larını bile kazıdıktan sonra eve 90- kardı!., * Vakta ki Hayri mektebe başladı, elifbeden itibaren her kitabı resimler- le dolu olarak eve girdi. Evin de beti, bereketi kaçtı!.. Bu felâkelin neticesi olarak büyük anne şunları sayardi: 1 — Büyük oğlan merhum oldu!.. 3 — Herkes at yerine şeytan arabâ- sina merak sardı, semecilik tatsadı!.. 3 — Bahçedeki dut âğadi kurudu! 4 — Hayreddin evin duvarlarına resim asacak kadar çileden çıktı!. Hayri sahiden'de gün geçtikçe de- yapıyordu. Yalnız evin değil bütün mahallenin ba- danali duvarları insan suratlarile, acayib resimlerle dolmuş, taşmışta!.. Hayri, dersleri içinde en çok resim, elişi derslerini sevdiğini hiç sıkılma- dan . öy # p oğlunun bu haylazlığı karşısında, pa- şalık hulyasından her gün biraz daha uzaklaşır, karısına: «— Yahu, bu çocuk ne sana ben ze&i, ne bana, ne de ağabeyine!.. Bu bir acayib mahlük -olacak!..» diye derd yanardı. Filhakika Hayrinin istidadı peda- gogların iddiası hilâfına ne babadan ne anadan geçme bir istidaddı, Onun- ki sadece bir dâdı haktı!. Öyle bir tablat vergisi idi ki bu, ne nasihatle, ne kötekle, ne hiddetle, ne şiddetle, ne hoca ile, ne doktorla Hayriniri üs- tünden deflenemedi!,. Çocuk ilk mektepten idadiye geç- tikten sonra işi büsbütün azıttı, Kaç kereler elinde bir boya kutusu. koltu- ğunda kocaman bir resim defteri ile — Bayan Walter hiç, amma, hiç di- le gelmemiş bir kadındır, Hiç bir ci- hetten ona hücum edilemez. Kocasını benim kadar tanıyorsuri. Amma karı- si başkadır, Bir Yahudiye vardığı için çok ıztırap çekti amma sadık kaldı. Namuslu kadındır. Du Roy hayret etti: — Ben onu da Yahudi sanıyordum. — Değildir. Cemaat yardım müesse- selerinin reisidir. Din! merasimle ev- lendi. Patronu mu din değiştirdi, ce- maat mi göz yumdu, orasını bilmiyo- rum, Georges mırıldandı: — Demek beni gözüne kestirdi. — Tamamile. Bekâr olsaydın sana Rose ile değil amma, Suzanne ile ev. lenmeği tavsiye ederdim... Bıyıklarını bürarak cevap verdi; — Annede mihrap henüz yerinde, Madeleine sinirlendi; — Annesi sanâ mübarek olsun, Kor- kum yok. İnsan ilk günahını önun yas şma geldikten sonra işlemez. Georges düşünüyordu: «Suzanne ile evlenebilseydim!» Omuz silkti: «Baba» 8 vermezdi ki...» Ertesi günü yemekten sonra Ver. nevil sokağına gitti, kapıyı eski hiz- metçi açtı ve lâübali bir tavırla sordu: — Nasılsınız bay? — İyiyim. Salona girdi. Acemi bir el piyanoda diferellik mektes bine verilmiş. İbis tiyar babası oğ” Iunun saçma S8 pan işlerle ömrü nü yazık edeceğine vaktile bir baltâr ya sap olmasını istemiş. Hayri, beş sene ortadan kayboldu. Bu yokluğu sırasında onu hatırlatan yalnız şuna buna hediye ettiği man“ zara resimleriydi. Onun sanat istida» dına inananlar bu eserlere bakıp ba kıp içlerini çekerler ve: «— Yüzık etti şu oğlana senierci!..» Yahud; «— Vatan bir Refael kaybetti! diyerek hayıflanırlardı, İşte gözümün ısırdığı makinist Hayri efendi bu Hayri tdi, k * Geçen yaz günlerinin birinde, Ge Jatasaraydaki resim sergisinden .çıki- yordum. Taksime doğru yürürken kaldırımın kenarıma, duvar diplerine sıralanmış resimler gözüme ilişti. Boy boy, renk renk resimler!., Bunların içinde neler yoktu nelerf. Mehtab, grup, tulü, ve yangm resimlerinden tu- tun da gül de- metlerine, kar- püza, kavuna ka- dar çeşid çeşid bakayım diye durdum. Satıcı duvarın köşesinde Ar“ kasını dönüp çömelmiş, önündeki çantayı karıştırıyordu. Ben resimlere bakarken omuzuma bir el dokundu: e «— Beyim, bir de bunlara bak!» Başımı çevirdim. Makinist “Hayri, elinde bir deste boyalı mukavva ile karşımda dikili” yordu!.. Biran ; içinde semerci baba, s0fU anne, mekteb, çini kopyesi, tren 8€ yahati, kırmızı göl kafamda koval&- ma oynadılar!.. Şaşkınlığımı anlatacak bir kelime ararken o güldü ve sergi kapısını gös“ terdi: ş «— İçeriye giremedik ama kapısın& kadar geldik şükür!..» dedi, gâm yapıyordu. Laurine'di. Çocuk boj” nuna sarılacak sandı. Halbuki kalkti, merasimle selâm verdi, sonra - çikip gitti, Hakaret görmüş bir kadın tavrı var» dı, Georges buna hayret etti, Apnesi Sirdi. Georges elini öptü; Tum, — Ben de sizi, — Demek bana... danlmadın!. “İ — Hem darıldım, hem darılmadı Çok müteessir oldüm, fakat sana d& hak verdim. Sonra: «Nasıl olsa bir güğ, gelmek istiyordu. Kuzum, nesi var? Şöyle bir selâm verdi ve hir, detle çıkıp gitti. — Bilmem. Eclendin evleneli yanın da senden konuşulmuyor. Galiba seni kıskanıyor. — Haydi efendim. — Vallahi kıskanıyor. Sana arti Güzelim demiyor, bay Forestier diyol/ Du Roy kızardı, sonra genç kadın sokuldu: i (Arkası var). amman elaman SAR ENEL EBXESİEEFSE 2ese8 aNOPTANAİ “Edu SEBEKBESRUNE

Bu sayıdan diğer sayfalar: