6 Mart 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

6 Mart 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HER AKŞAM H Şevket, geçen yaz Bostancıdaki hâ- lasının köşküne misafirliğe gitmişti. Halasının köşkü çok güzeldi. Önünde büyük bir bahçe vardı. Bu bahçe sık çam ağaçlarile küçük bir ormanı ân- Girıyordu. Halası ona bahçeyi gezdi- Tirken: — Bu bahçe etrafımızdaki dört beş köşke aittir, demişti, eskiden her köş- kün bahçesi ayrı idi... Sonradan bah- çelerin duvarları yıkıldı. Köşk sahib- deri de bu duvarları mMadılar. Zaten biribirir dişliyiz. Beş kökün bahçesi birleşince Ortaya bu küçük ormancık çıktı. Şim- di burayı müşterek kullanıyoruz. Şevket bu gayet şairane bahçeyi Pek beğenmişti. Halasına misafir ol- duğu müddetçe günlerini bu güzel bahçede geçirmeğe başladı. Bahçenin etrafındaki beş köşkte bir çok genç kızlar, delikanhlar vardı. Bu delikan- lılar arasında bir kaçı Şevketin sami- Mİ arkadaşıydılar. O günü öğle uykusundan kalktık- tan sonra Şevket gene bahçeye çık- miştı. Büyük çam ağacının altındaki hasır iskemleye kuruldu. Bir aralık Bözüne karşıdaki tahtadan bahçe m&- Sasının üzerinde kalınca bir defter Mişti. Kalktı. Bu açık mavi kaplı def- teri aldı. Açtı. İlk sahifesinde şu iki kelimeyi okudu: «Hayatımın Toma- Nin... Tubaf şey, bu da ne idi? Defterin öteki yapraklarını çevir- meğe başladı. Gözüne bir takım tarih- ler, bir takım yazılar, bir takım hatı Talar Nişti. Yazı tam bir kadın yazısı İdi. Şevket bunun bir hatıra defteri Olduğunu anlamıştı. Fakat bu, civar- daki beş köşkte oturan güzel genç kızlardan hangisinin hatıra defte- riydi?.. Şevket, başkasına ait bir hatıra defterini okumanın ayıp olduğunu bi- Uyordu. Fakat o derece merak içinde İdi ki hemen bahçenin en kuytu kö- Şesine çekildi. İlk sahifesinde «Hayatı- © dam romanı yazan hatıra defterini büyük bir merak içinde okumağa baş- ladı, defterin üzerinde 18 ağustos tarihi bulunan sahifesinde şairane bir &şk gecesi snlatılıyordu: «Herkes yatmak için köşklerine çe- kilmişti. Nuri ile çamlıkta yalnız kal- Muştık. Hafifçe bana sokuldu. Yavaş- ça kulağıma fısıldadı: — Ne güzel gece değil mi?... Cevap vermemi beklemedi. Devam etti: — Bu güzel gecenin içinde, bu çam- hkta ikimiz yapayalnızız... Nuri bunu söyledikten sonra bir- denbire elimi tuttu: — Sensiz yaşıyamıyacağım... Sen- #iz hayat benim için çok mânasızdır... Beni reddedecek olursan muhakkak ölürüm... dedi. Şiddetle elimi cayır cayır yanan Nurinin avuçlarının içinden çektim: — Nafile ümide kapılma Nuri... de- dim, Kalbim sana karşı bomboş... Böyle söyliyerek arkama bile bak- Madan köşke doğru ilerledim. İçeriye girdim. Hatıra defterime bunları kay- dettikten sonra yattım...» Şevket hatıra defterinin ikinci sa- hifesine geçti. Şunları okudu: «20 Ağustos: Bugün çamlıkta gene Nuri ile karşılaştım. Büyük çamın al- ns kadar yürüdük. Bahçenin en jiâ köşesine gelince Nuri ellerimi tuttu. Yalvarmağa başladı. Gözleri Yaşarmıştı, Yalvarmalarına ehemmi- m vermedim. Âdeta sinirlenmiş- — Rica ederim Nuri, yanımdan der- uzaklaş... Derhal derhal... Diyerek onu yanımdan kovdum..» Doğrusu Şevket okuduğu satırlara *Peyce hayret etmişti. Çünkü Nuriyi Şok iyi tanırdı. Gayet yakışıklı, genç, BÜZEl çocuktu. Arkasından koşan bir Si genç ve güzel kadın vardı. Sonra ari mağrur bir çocuktu. Demek 0 mağrur görünmesine rağmen imi böyle genç kızlar tarafından duğu da oluyordu. Öteki sahifelerde defterin sahibi meçhul kız yahud meçhul kadın in kendisine nasıl yılışkanlık *tliğini, peşini bırakmadığını, kendi- Gnü nasıl bir kaç kere kovduğu- Mu anlatıyordu. in dö Defterin . ortalarına, doğru ortaya çıkıyordu. Murad da defterin : isme halde âşık olmuştu. rin sahibi N ya ağu gibi Murada da Kapa e A mişti. Şevket defterin bir sahifesinde şu satırları okudu: «Murad önümde pışkanlığından, yılışıklığ ğımı yüzüne karşı bağırdım. onu da Nuri gibi kovdum. Defterin sonlarına doğru sarı küşk- te oturan Ahmed Mecdinin adı sık sık geçiyordu. Ahmed Mecdi de tıpkı Nu- ri gibi defterin sahibine âşık olmuş, yüz bulmamış, reddedilmiş ve kovul- muştu. Şevket defterde şurlları okudu: «Bu Ahmed Mecdi olur insan de- gIL.. Dün gece köşkün kapısına gene bir büyük demet çiçek bırakmış... Bu- nu görünce fırlatıp attım..» Şimdi Şevket defterin sahibi olan kadını veya kızı dehşetli merak edi- yordu. Nuri de, Murad da, Ahmed Mecdi de çok güzel çocuklardı. Bu üç delikanlının çıldırasıya âşık oldukları meçhul kadın veya genç kız kimdi?. Bu kadar yakışıkh, bu kadar zengin delikanlıları ayaklarına kapatan, on- lara göz yaşları döktüren ve hiç biri- ne yüz vermiyen bu mağrur kızı tanı- mak için Şevket deli oluyordu. Götürdü, üzerinde «Hayatımın ro- manı» yazan defteri eski yerine birak» | tı. Tekrar bir kenara oturarak bekle- meğe başladı. Herhalde sahibi gelip defterini arıyacaktı. Tahmininde ya- nılmamıştı. Biraz sonra kuleli köşkte oturan Naciye: — A.. Defterim burada kalmış.. diyerek karşısında belirdi. Şevket hay- retten küçük dilini yutacaktı. Demek Nuri, Murad, Ahmed Mecdi gibi sem- | tin en yakışıklı delikanlılarını peşin- den koşturan, onlara göz yaşları dök- | türten, onları yalvartan, onları kovan | bu çatlak sesli, bu şaşı gözlü biçimsiz vücudlü kızdı ha?.. Halbuki Naciye- nin evlenemeyip evde kaldığını söy- lerlerdi... Onun dehşetli «koca delisi» olduğundan bahsederlerdi.. Şevket: — Gönül bu... dedi, insanların zevk- leri acaibdir. Demek semtin en güzel delikanlıları bu şaşı gözlü, bütün diş- leri çürük, çatlak sesli genç kızda be- nim farkına varmadığım bir güzellik buluyorlar... Fakat Şevket bir türlü merakını yenemiyordu. Naciye ile biraz konuş- mak istiyordu. Ona: Çamlığın iç taraflarına kadar uzanalım mı?.. dedi, Naciye çürük dişlerini göstererek | peşini bırakmıyor canım.» güldü: Beraber yürüdüler... Güzel bir yaz akşamı idi... Gök kıpkırmızı olmuştu. Şevket Naciyeyi biraz deşmek için — Bu güzel akşam karşısında insan Aşık olmak ihtiyacını duyuyor... dedi. Naciye fıkırdadı: — İâhümi Şevket... dedi.. kalbimi hoplatıyorsun... Şevket Naciyenin bu haline şaşmış- tı. Nuriyi, ayakları dibinde yalvartan, onları ko- van genç kız bu mıydı? Şevket sordu: Aşk hakkında ne düşünüyorsu- nuz?.. Bu söz ağzından çıkar çıkmaz Naci- ye: — Çapkın!.. Ne demek İstiyorsun bakalım?... diyerek Şevketin kolunu tuttu, Delikanlı büsbütün hayrete düşmüştü: — Ben mi? dedi... Hiç. hiç bir şey demek istemiyorum... Fakat Naciye ısrar ediyordu: — Hayır, hayır... Söyle... Muhakkak bir şey demek istiyorsun... Bir kere kalbimi hoplattın.. söyle bakalım.. sı- kılma.. —Canım söyliyecek bir şeyim yok ki... — A... Söyle Şevket... Rica ederim, yalvarırım sana... Söyle... Bana bir şeyler söyle... Beni merakta bırakma... Bana karşı duyduklarını söyle.. | sının geldiği Muradı, Ahmed Mecdiyi | AKŞAM TIRA DEFTERİ ğ Eyvaaaah Şevket işte o zaman nasıl bir belâya çattığını anla Şimdi Naciye çöp gib! kollarım bir- denbire Şevketin omuzuna atmıştı. 'Tam bu esnada Şevket uzaktan hala- i gördü. Eyvah rezil ola- caktı. Naciyeye sert sert: — Rica ederim... dedi, derhal bura- dan uzaklaşını, e karşı ne gibi hislerim olacak... Ne söyliyebilirim... Şevket böyle diyerek Naciyenin kol- ları arasından silkindi. Uzaklaştı. Fakat bir haftadanberi Naciye şaşı İ gözlerini süzerek, çürük dişlerini gös- tererek Şevketin peşini bırakmıyordu. Delikanlı bucak bucak ondan kaçı- yordu. Akşam üstleri Şevketin açık penceresinden odasına buket buket çiçek atıyordu. Halbuki Şevket bu bu- ketleri yakalayınca tekrar bahçeye fırlatıyordu. Delikanlı hayatında bu kadar yılışık bir insana ras gelmemiş- ti. Aradan on gün geçti. Şevket bir gün gene bahçede dolaşıyordu, Ayni ma- sanın Üzerinde Naciyenin defterini gördü. «Hayatımın romanı. gene unutulmuştu. Naciye çirkin olduğu gibi aptalca bir kızdı. Şevket: «Acaba benim için ne yazmış?» diyerek defte- ri aldı. Naciye defterin en son sahife- | lerine şunları kaydetmişti; «Aman bu Şevket!.. Aman bu Şev- ket... Hayatımda bu kadar yılışık âşık görmedim. Benim için çıldınyor. Ge- çen gün beni bahçede gördü. Hemen | aşkından bahsetti. Biran içinde kolla- rını boynuma doladı. Bu esnada kar- şıdan Şevketin halası geliyordu: — Rica ederim Şevket... Derhal bu- radan git... Bu ne rezalet... dedim O hâlâ: Naciye, Naciye... Bana bir şeyler Silkindim. Kollarından kurtuldum. Ondan kaçtım. Şimdi kaç gündenberi odamın pen- ceresine buket buket çiçek bırakıyor. Bunların hepsini fırlatıp atıyorum. O bahçede yalnız kaldığımız gün- denberi peşimi bırakmıyor... Ne yılı- şık adam... İkide bir: — Bana karşı duyduğun hisleri söy- le... diyor. . Ona ne söyliyebilirim?. Kendisine karşı bir şey hissetmiyorum ki... Gü- zellik de başa belâ imiş... İnsan benim gibi biraz güzel olünca delikanlılar O gündenberi Şevket genç kızların yazdıkları hatıra defterlerinin doğru olduğuna inanmaz. (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Halâskir Gazi caddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tarlaba- sında Nihad, Beyoğlu: Kanzuk, Dal- Tede Güneş, Gülrta: Topçular cndde- sinde oSporidis, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: Halıcıoğlunda Barbut, Emin- önü: Hümü Onar, Fatih; Suraçha- nede İbrahim Hali), Karagümrük” Ahmed Suad, Bakırköy: Merkez, Ba- zıyer: Osman, Aksaray: Etem Pertev Beşiktaş: Vidin, Fener: Vitali, Kum- kapı: Belkis, Küçükpazar: Bensason, Samatya: Kocamustalapaşada Rıd- var, Alemdar; Cağaloğlunda Abdül- kadir, Şehremini: Topkapıda Nâzum, Kadıköy: Pazaryolunda Rıfat Muhtar, Modada Alâaddin, Üsküdar; İttihad, Heybeliada: Halk, Büyükada: Şinasi Rıza. Her çece açık ecraneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paş»bahçe ve Anadoluhlsarındaki ec- zaneler her gece açıktır. Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender P. Sertelli mamma Tefrika No. 160 Kaçakcı, sırtı okşanınca dayanamadı : “ Ben, amiralınızı öldürmeğe gelmiştim! ,, dedi Bu adamı adadan biri göndermişti. Mahmud rels: — Onu yelkencilere verelim. Çi buk söyletmenin yolunu bilirler, de- di. Salih reis hiğdetinden titriyordu. — Alın şu köpeği. Fakat, sakın öldürmeyin! Sırtını okşıyarak ağzın- dan lâf almağa çalışın! Dedi. Kaçakçıyı sürükliyerek amba- Ta indirdiler. p «Beni Filip gönderdi!» Salih ve Mahmud Treisler güverte- de kalmışlardı. AAmbarda.) kaçakçının sesi duyu- Tuyordu. Mahmud reis: — Geçmiş olsun.. az kaldı yarala- nacaktınız! z Diyerek Salih reisi teselli ediyor, Salih reis de: — Sen olmasaydın, bir serserinin hançerile boş yere yaralanacaktım. Diyor ve ihtiyar denizciye teşek- kür ediyordü. Salih reis bu hadiseden şüphelen- mişti, Bu serseriyi muhakkak Loredano göndermiştir. Fikrini ileri sürerek her şeyin çâ- buk meydana çıkmasını istiyordu. Dayak faslı gittikçe artıyor ve uzuyordu. İnatçı adam, sırtından çeşme gibi kanlar aktığı halde bir şey söylemiyordu. Leventlerden biri: — Durunuz, dedi, ben onu şimdi söyletirim. Ve erzak amibarına köşarak büyük bir fare yakaladı, kuyruğundan iple bağladı. Denizciler gülüşmeğe başladılar, - Ne olacak bu?.. — Şimdi görürsünüz ne olacağı- nı... Kaçakçının kollarını bağladılar. Fareyi sırtında dolaştırmağa baş- Jadılar. Farenin ilk hamlesi çok müthiş olmuştu. Derhal omuzlarından akan kanları yalamağa ve sırtımı kemir- meğe başladı. Kaçakçı bu halden o kadar ürkmüş, o kadar ürpermişti ki... Tel kamçı İle sırlı okşanırken bile bu kalar sarsılmamıştı, Artık işkenceye, dayağa tahammülü kal madığı anlaşılıyordu. Bir aralık bay- gın bir halde yere devrildi. Gözle- rini kapadı: — Bwrâkmız artık, dedi, her şeyi söyliyeceğim. Beni Filip gönderdi. İş- te o kadar... Leventler hayretle birbirlerine ba- kıştılar. — Demek Korkunç Filip adada, öyle mi? — Evet... Leventler bağrışmağa başladılar; — Pilip adada imiş... — Pilipi yakalıyalım Güvertede dolaşan reisler birbiri- nin yüzüne bâkarak gülüştüler: — Nihayet düğüm çözüldü. Herif Bu sırada leventler ve yelkenciler ambardan koşarak geldiler; — O, Filipin adada olduğunu söy- ledi. Ne yapacağız şimdi? Salih reis sakalını kaşımağa baş- ladı: — Telâş elmeyin! dedi - ilk önce adanın arkasını iyice kuşatalım, On- dan sonra şövalyeden Filipi isteriz. Akıncılar sabırsızlıkla sordular; —Ya vermezse?... -— Zorla alırız... . “ Acaba Sinan nerede? Hüsrev reisin zihnini kurcahyan bir düşünce vardı: — Acaba Sinan nerede? Hüsrev reis: — Belki Pilipi burada bulacağız! diyordu - fakat, Sinan da burada mı? Mahmud reis, Hüsrev reisin zik. nini altüst eden bir fikri ileri sü- Terek: — Bana öyle geliyor ki, Pilip. BL nanı Venediğe götürdükten sonra bu raya dönmüştür. Demişti, Mahmud reisin bu Sözleri yaba- na atılamazdı. Eğer Arşipelde Sinanın izini bu- lamazlarsa, muhakkak ki, Filip Ve- nediğe gitmiş ve Sinanı orada bırak- * tıktan sonra buraya dönmüş ola- caktı. Kaçakçının verdiği malümat Üze- rine derhal iki yüz kişiden ibaret bir akıncı bölüğü Karaya çıkarılmıştı. Akıncılara hiç kimseye sataşılma- ması sıkıca tembih edilmişti. Arşipel Kâlesi muhafızı OGabriyel Oyüst limanda bekliyordu. Türk akın- cılarının başında İtslyancayı iyi bi- len Doğan reis bulunuyordu. Gabriyel, türkleri sahilde. karşi- Tadı. Ve doğan relse - hoş geldiniz! - ye- rine, ilk sözü şu oldu: — Adayı"ımı işgal edeceksiniz? Doğan reis: ** — Hayır, dedi, şövalyenizden kor- san Filipin bize teslimini istiyeceğiz. — Onu bizden üç yıl önce de iste- miştiniz. Hattâ burada bir kişiyi asmış ve bir çok kanlar da dökmüş- tünüz! O zaman da Filipin burada © olmadığını: söylemiştik size. Filip Doğan reis * kale muhafiziir bu mevzu üzerinde dahâ fazla rörüş- mek istemiyordu, « — Haydi, beni şövalyenin yanına götür! d Dedi. Akıncılar kolkola şehre yayılmak niyetinde idiler, Gabriyel, De düştü... yola özür Şöval şatosu limandan epice uzakta anilan. Kale muhafızı yolda Doğan relse sordu: —-Filipi niçin arıyorsunuz? — Kefalonyada arkadaşlarımızdan birini esir aldı. Kale muhafızı gülmeğe başladı: — Bu, bir rüya olsa gerek. — Rüya değil. Gözümüzün önün- de oldu bu vaka... — O halde orada neden yakalama» dınız Filipi? — Denizde sis vardı. Nereye gitti- ğini göremedik. * — Kaybolan arkadaşınızın onun tarafından esir alındığından emin misiniz? © Kai — Elbette, Hattâ yalnız o değil. Altı kişi de denizci var, — Onları da beraber mi esir aldı? — Evet... — Tuhaf şey! , — Niçin tuhaf olsun? Pek tabil bir iş bu, Filip her yıl Kefalonya pâna- yırında Kefâlonyalıları soyarmış, Bu yıl da biz orada bulunuyorduk. Pa- nayırı yağma edemeyince bizden hin- cını aldı... Siran relsle altı denizci- Yi yakalayıp götürdü. Gabriyel 'bu vakaya nlanmıyor gi- bi görünüyordu. — Bir korsanın mal yerine insan esir aldığını ilk defa duyuyorum. Fi- Mpin adama he ihtiyacı var? O, ge misindeki kürekçileri bile besliyemi- yor. — Öyle amma, Filipin ne müthiş ve eski bir Türk düşman olduğunu sen de pek âlâ bilirsin! O, Türk esir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: