May 14, 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

May 14, 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

pe Sine AP E <5 E SaPEFEET ş ER " TGTREĞR KEY ERKERERTEKR EİYEPFEİEP BER ENİLBİTLEREEŞTe Şüaedit TİZYET Neriman yeni elbisesile odaya gir- 8. Kocasına sordu: — Kocacığım elbisemi nasil bul- dun? Memduh, gazetesinden başını kal- — Güzel karıcığım... Çok şık... Neriman devam ediyordu: — Doğrusu terziye o kadar para verdim amma değdi. Tevekkeli terzi: «Size öyle bir elbise dikeceğim Ki bir tane olacak. Başkasının sırtında gö- remiyeceksiniz.» demedi. Hakikaten gimdiye kadar hiç bir elbisede görül Memiş bir biçim değil mi? Memduh tasdik etti: — Öyle karıcığım... Neriman şeytan şeytan gülümsedi: — Hayriye bu şık elbisemi ne ka- dar kıskanacak... Fakat ona öyle ki- #iyorum ki... O kadar zevksizliğine bakmadan şık giyinmek hususunda benimle rekabete kalkışıyor. iç o kadar zevksiz bir kadın benimle aşık atabilir mi? Meselâ ben şu elbiseyi Yaptırdım değil mi? İşte Hayriyenin bu biçimde bir elbise yaptırmasına İmkân yoktur, Çünkü onun bu mo- beğenmesine, bu biçimdeki bir elbisenin güzelliğini anlamasına im- kân yoktur. Zevksizliği buna mânidir. Memduh karısının bu sözlerini din- ledikten sonra sordu: — Yavrucuğum, bugün annem bi- zi bekler... Geçen hafta kendisine Söz vermiştik ya... Hazır yeni elbi- Beni de giymişsin... İstersen bir oto- mobile atlayıp gidelim... Neriman: — Gidelim... Fakat annenden ev- vel Hayriyeye uğramak (istiyorum. Bu fevkalâde şık elbisemi görsün de biraz çatlasın... Memdüh içinden: «Ne garip bir zevk... OYeni elbisesini giyinip arkadaşını kıskandırmağa gitmek... İşte erkeklerde böyle zevkler yoktur. Çok şükür...» dedi. Genç adam içinden kendi kendine > böyle söylemekle beraber karısına: — Peki yavrum, dedi, Hayriyeye de beş on dakika uğrarız. Neriman son derece memnundu. O kendisine her zaman nisbet ver. mek istiyen Hayriyeyi kim bilir ne kadar çatlatacaktı, Yeni elbisenin $6- Tefine otomobile bindiler. Hayriye nin apartımanına girerken Neriman âdetâ heyecan duyuyordu. Onda kuv- vetine son derecede emin olarak rin- &e, rakibinin karşısına çıkan bir bok- 8ör hali vardı. İçeri girdiler. Hizmetçi onları mi- safir salonuna aldı. Biraz sonra Hay- riye içeri girdi. Fakat Nerimanın gözleri Hayriyenin elbisesine takılır takılmaz tepesinden aşağı bir kazan kaynar su yemiş gibi oldu. Çünkü Hayriyenin sırtında da, Ne- rimânın kumaşından, ayni renkte, Ayni biçimde bir elbise vardı. İki genç kadın bir saniye hayretler içinde bir- birlerini süzdüler. Nihayet Hayriye: — Tuhaf şey, dedi. Garip bir te- sadüf!.. Elbiselerimizin kumaşı, ren- Bİ, biçimi birbirinden katiyen fark- &iz... Belki de ayni terzi elinden çık- mış olacak. Halbuki terzi bana «bu modayı ilk defa sizin için dikiyorum. Başka kimsenin sırtında ayni biçim- de elbise göremiyeceksiniz. » Demişti, Neriman kekeledi: — Bana da ayni şeyi söyledi. Hayriye ile öteden beriden konuşu- Yorlardı. Fakat Neriman dehşetli si- hirlenmişti. Halini Hayriyeye de belli etmek istemiyordu. Neriman, terziye başka hiç kimsenin sırtında görül Mmiyecek biçimde bir elbise dikmesi için avuç dolusu para vermişti. Hele Hayriyenin ayni elbiseyi kendisinin Yarı fiatine diktirdiğini de öğrenince &inirinden yerinde duramıyacak bir hale geldi. Kocasına: — Artık gitsek Memdüh... &nnene de uğrıyacağız... Diye fısıldadı. Memdüh: — Peki kalkalım... cevabını verdi. Hayriyenin apartımanından çık- zaman Neriman hiddetinden gatacak adam arıyordu. Memdüh korka korka, yavaşça karısına sordu: — Bir otomobile binelim mi yav- Tücuğum? Neriman aksi aksi cevap verdi: — Rica ederim Memduh beni ra- birak... Otomobile filân bine Daha mem, Biraz have almağa | yar... Yürüyelim,.. Görmiyor musun bayılacak gibiyim. Büyük caddeye çıkmışlardı. Neri- | man söyleniyordu: — O zevksiz Hayriye de ayni ku- maşlan, ayni renkle, ayni biçimde, ayni elbiseyi yaptırsın hg... Mutlaka benim nasıl bir elbise yaptırdığımı casuslukla öğrendi. Hemen koşup ay- ni elbiseyi yaptırdı. Amma ne hakkı var değil mi? Böyle ahlâksız casus- ları nasıl ezalandırmalı? Bilmem ki. Caddede yürürken birdenbire Ne- riman kocasının kolunu dürttü. Genç kadınm bhiddetten gözleri büyü müştü. Kocasına heyecanla sordu: — Karşıki kaldırımdan geçen kar dını görüyor musun? Memduh evvelâ göremedi. Sordu: — Hangi kadın nonoşum?... — Aman canım... İşte... Karşıdan gidiyor... Baksana... Gördün mü? Memdüh dikkatle bakınca gördü. Karşıki kaldırımda Nerimanın elbi- sesinin kumaşından ayni renkte, aypi biçimde, şişman, kelebek gözlüklü bir madam geçiyordu. Bu esnada Neriman ikinci bir çığ- lık doha kopardı: — Hem o kadın kim biliyor musun? Bizim kapıcı madamın kız kardeşi... Ay şimdi düşüp bayılacağım, Çık racağım... Memdüh tasavvur et, be- nim o kadar özenip, bezenerek, o kadar para vererek yaptırdığım elbise her- kesin sırtında... Deli olacağım... Memduh karısını teskine çalışi- yordu. Fakat Nerimanın sinirleri- nin yatışmasına imân mu vardı?.. İlerlediler. Bir aralık Memduhun gözleri büyük mağazalardan birinin camekânına ilişti, Eyvahlar olsun... Eğer Neriman bu camekânı görürse kızılca kıyamet kopardı. Çünkü ca- mekânın içinde Nerimanın elbisesi- nin ayni cansız bir mankene giydi- rilmişti. Bu hazır elbisenin üzerin- deki kâğıtta Nerimanın terziye ver- diği paranın dörtte biri kadar bir fiat yazılı idi, Hani mümkün olsa, Nerimanın bu elğiseyi görmemesi için Memduh ma- Zazaya girecek, camekândaki esvabı satın alacaktı, Fakat bu esnada Neriman; — Kuzum öyle şaşkın şaşkın nere- ye bakıyorsun? diyerek başını mağa- zanın camekânına çevirdi. Elbiseyi görünce: — Aman Yarabbi; dedi, benim ek bisemin hazırı... Memduh mağazanın önünde Neri- manın koluna girerek karısını hazır elbisenin yanından uzaklaştırdı. Hele şükür annesinin apartımanı- na gelmişlerdi. Kapıyı çaldılar. Mem- duhun annesi onları karşıladı. Neriman kaynanasının üzerindeki elbiseyi görünce deli olacağı geldi. Çünkü Memdühün annesinin sırtm- da da ayni renkte, ayni kumaştan, ayni biçimde bir elbise vardı. Akşam eve dönerken Neriman: — Ben ne talihsiz kadınım, diyordu. Tabii az bir pâra ile böyle herkesin giydiği harcıâlem bir elbise diktire- bilirim... İlk bakışta bu elbise gözü- me ne kadar şik görünmüştü. Fakat sonra farkına vardım. Meğer ne ka- dar âdi, ne kadar sakil, ne kadar bi- çimsizmiş... Bugün ne kadar eğlene- ceğim diye evden çıktım. Bütün gü- nüm zehir zemberek oldu. İnşallah eve gider gitmez bu elbiseyi hizmet- şiye vereceğim... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişi: Pangaltıda Nargileciyan, Tak- İstiklâl Tepebaşında Kinyoli, Galata: Hüseyin Hüsnü, Ka- sımpaşa: Vasıf, Hasköy: Halicloğ- Yunda Barbut, Eminönü: Salih Necati, Fatih: Ahmed Hamdi, Karagümrük: Mehmed Arif, Bakirköy: Merkez, Sa» nyer: Osman, Aksaray; Nuri, Beşik- taş: Vidin, Fener: Vitali, Kumkapı: Lâlelde Haydar, Küçükpazar: Yor- Samatya: Yedikulede Teofilos, Alemdar: Divanyolunda Esad, Şehre- mini: Ahmed Hamdi, Kadıköy: Altı- yolda Merkez, Modada Nejad Sezer, Üsküdar: Selimiye, Heybeliada: Halk, Büyükada; Şinasi Rıza, Her gece açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ec- zareler her gece açıktır. Briçte güç ve yapılması gayri mümkün görünen bir eli muhasımların en iyi mü- daluslarına karşı muvaffakıyetle başar- mak kadar hoş ve zevkli bir şey yoktur. Manmafih mahirane ve parlak bir oyna- yışla Kozcuyu içeri atmakta da büyük bir zevk vardir. Geçenlerde on beş masa teşkli eden” briç müsabakasında yalnız tek bit oyuncu böyle mahirane bir mü- dafanda bulunmuş ve herkesin tekdirini celbetmişti. a 47 042 ; 106532 4 bDv7 “ DV109765 D108 a Mikora 0 çime 4 R3 Y ar: AR ? AR9843 Garb kâğıdı verdi, bir sanzatu dedi. Şi- mal patla geçti. Şark üç pika ile muka- bele etti. Cenub dört sinek dedi, Garb dört pika ile ortağının kozunu tuttu. Cenubun ©indeki kuvvete nazaran muhasım tarafın dört plkayı yapamıya- cağı zahiren görülmektedir. Bununla be- raber, şarkın bir renkten şikan olması ihtimal dahilindedir. Eğer böyle iss ve pikanın ası da garbde bulunuyorsa Şark dört plkayı müşkülütsiz yapabilir, yalnız iki karo ve bir kupa verir. Cenubun deklârasyon Üzerinde yürüt- tüğü bu muhakeme üzerine beş sinek dedi, garb kontre etti ve pikanın asim, arkasından #ekizilsini oynadı, cenub rua e aldı. (Elde üç rengi tutucu kâğıd var- ken bana kalırsa en Iyisi koz çıkmaktır.) Pika çıkışı, zeki ve mahir oyuncunun #tratejisini kolaylaştırır. Karolar ve si- ekler normal düşmüş ise oyun gözü- önündedir. bi vaziyette her şeyden evvel yapılacak karoları sağlandırmaktan ibarettir. nk bunlar sağlandınimazsa bir pika- dan başka ayrıca iki kupa vermek icab edecektir. Bu sebebden cenub karo as ve runsnı çektikten sonra küçük bir koz oynadı, yerine Yalesine geçti. Şark sinek va dört kozun da garbde bulun- duğu ve binaenaleyh karolar için bekle- nen koz rantresinin beyhude olduğu an- Jaşıldı Bu noktada vaziyet ümidsiz görünmek- Ww isede gene bir şans ihtimaline binaen kozcu yerden bir karo oynadı, elinden se- kizli kozla kırdı. Müteakiben kozun sa kozcu yerin yedilisine geçer ve bir ka- ro oynıyarak elinden kupa kaçar. Gerb korla keser ve me oynarsa oynasın, yerin #on karosu üzerine Ikinci kupasını ka- çar, çünkü sinek damı bir rantre teşkil eder. Sözü geçen masada garb bu vaziyeti derhal kavradı ve ikinci koz üzerine on- Yuyu bastı. Yer sinek damile tuttu, Koz- cu yerden bir Karo oynadı, garb kesti ve son kozunu çevirdi. Cenubun elinde ka- lan küçük koz yediliden büyüktü. Bina- enaleyh eli yere verip te son karoyu ala- madı, Görülüyor ki bu oyunu çıkarmak için çare, küçük koz yerine evvelâ elden sekiz- Myi oynamak, karoyu da sinek dokuzlusu ile kesmektir. İkinci karoyu garb kestiği zaman me oynarsa oynasın eli tekrar ye- re verip son karo üzerine elden İkinci kupayı kaçmak ve oyunu kazanmak müm- kün olur. Meal olarak gösterdiğimiz bu el ayni zamanda küçük kâğıdların dik- katli bir surette oynanmasının faydala- rını da parlak bir suretle izah etmek- tedir. Mahirane oynayışa bir misal: 4161 Mars 9643 RV1074 lay Ti Bn ri müzayede Sumi Sirasile kupa ve karo deklâre ettiğine göre içeri girse bile vereceği ceza © kadar büyük bir şey tutmaz. İki renge müsald deklârasyon kuvvetli bir eldir. Bu gibi ahvalde kontre etmeyip beş pika- ya gitmek daha doğrudur. Cenub, (lk çıkılan pikayı kesti Eğer dışarıda olan kozlar bir elde olmasa oyunu çıkarmak basitleşmiş olurdu. Cenub kupa ruasnı oynar oynamaz .atuların vaziyeti zneydâna çıktı ve bir içeri gireceği anla- şıldı. Fakat büyük meharet ve kuvvetli « bilgiye sahib olan oyuncu bu güç eli yap- mağa mtvaffak oldu. Kupa ruasından sonra küçük bir kor oynadı ve garbin verdiği kâğıda göre ye- rin büyüğüne geçti. Bir pika daha oy- nadı, elliden kupa asile kesti, Kupa alti- lsmı oynadı. Pas yaparak tekrar yere geçti, Yerdeki kozu çekerek elinden bir sinek kaçtı, garbdeki son atu da düşmüş oldu. Beş sağ karosunun aldı. Muhasım tarafa yalnız iki sinek verdi, beşe bep yaptı, dörtlüsünü oynadı. Garb onluyu basmaz- | KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelll sum Tefrika No, 229 Üçüncü Murad gözdesinin dizinde sızarken, kaptan paşa da cariyelerinden birinin dizinde can vermişti! Venedik senatosu, büyük bir harebeye ve Türklerin akınlarına meydan vermemek için, İstanbulun her istediğine boyun eğiyordu. Buna rağmen donanmanıri temmuz orat- larında Akdenize çıkması kararlaştı- rılmıştı. Kaptan paşanın ölümü Kıhç Ali paşa © akşam sarydan yeni dönmüştü, Çok neşeliydi. Üçün- cü Murad kendisine: — 'Temmuzun on beşinci günü yo- la çıkacaksın! Muvaffakıyetine şim- diden dua ediyorum, Donanmamız bu sefer bütün dünyaya şan verecek, düşmanları kahredecek bir heybet arzedecektir. Demişti. Murad o akşam Kılıç Ali paşaya o kadar iltifat etmiştiki... Veziriâzam o sirada hazır bulunsay- dı, mührü hümayunu kendisinden alıp kaptan paşaya vereceğine kolay- ca hükemdilebilirdi. Kaptan paşa bu neşe ile haremde eğlenceler tertip ederek, gözdelerin- den birini yanına çağırdı. Yah köş- kü baştan başa meşalelerle donandı. Kaptan paşa yalısını sık sık denat- maktan, mehtaplar, haval fişenkleri attırmaktan zevk duyardı. — Haydi benim ahu bakışlı mele- söylüyordu. Paşanın odası bahçeye karşı, pencereleri sarmaşıklar ve ya- seminlerle çevrilmiş, cennet kadar güzel bir balkonun önüne kafesler çekilerek süslenmişti, Yatsı zamanını bir saat kadar geç- mişti. «Paşa fartı neşeile fasılasız İçip çarçabuk mestolmuştu.» Bir aralık odanın pencerelerinden: Aman, koşunuz... Paşa efendi- miz fenalaşıyor! Diye haykıran ince bir ses duyuldu. Saz birdenbire durdu. Harem ağaları kapıdan içeriye gir- dikleri zaman kaptan paşayı dilda- desinin dizinde yatmış gördüler. Cariyeye: — Sen mi bağırdın? Diye sordular, Paşanın kethüdası da bu sese ye- tişerek: — Velinimetime bir hal mi oldu? Dedi.. soluk soluğa sendeliyerek içeri girdi. Paşanın gözdesi, elini ya vaşça Kılıç Ali paşanın alnma gö- türdü, bir şey anlıyamadı: — Fazlaca içti, dalgın yatıyor... Diye mırıldandı, Kethüda efendi gözlerini açarak: — A gözümün nuri, dalgın yatıyor da niçin imdad istedin? dedi. Hepmi- zin yüreğini ağımıza getirdin. Az kaldı tikanıyordum. Kaptan paşa belliydi ki bu tarzda ufak bir sinir nöbeti geçirmişti. Ya- vaşça gözlerini araladı. Kethüdasini karşısında görünce: — Tanbur sesi neden dindi? Diye sordu. Balkondan sazendelere derhal emir verildi. Saz tekrar baş- ladı. Kaptan paşa hâlâ gözdesinin di- zinde yatıyordu. Gözlerini kapadı. Dudaklarının arasından fısıltı ha- linde bir kaç kelime duyuldu: — Tanbur.. tanbur sesi.. Paşa tanburdan çok hoşlanırdı. Derhal tanbur çalan sazendeyi yu- karı çağırdılar.. oda kapısını açtılar. tanburcu kapının eşiğine oturdu ve kaptan paşanın en çok sevdiği «Çam- hca> şarkısını çalıp söylemeğe baş- ladı, Kaptan paşanın bu şarkıyı son de- fa dinlediğini kimse bilmiyor, onun öleceğini hiç kimse aklından geçir- miyordu. O kaç kere hastalanmış, yatağa düşmüş, ecelle pençeleştikten sonra ölümü yenip dirilmiş, kalk. maştı. Kılıç Ali paşanın çok sağlam bir bünyesi vardı. Venedikliler ona: «De- mir vücutlu kaptan!» derlerdi. Bü- tün ömrü denizlerde geçen kaptan paşanın: «Her tekne, dalgaya muka- vemet edemez, fakat, ben her fırtı- we dzmşik, k mu- | naya karşı koyarım!» sözü meşhurdu. Tanbur çalarken, kaptan paşanın birdenbirae göğsü kabardı. ve bir kö- rük gibi derâsl söndü. Bu, onun son nefes alışiydi. Kethüda efendi ayak- ta duruyordu. O gece bir felâketin dolaştığını sezmiş gibi, içinde gittik- çe de e heyecan vardı. Göz- lerini efendisinin yüzünden ayırmı- yordu. başi birdenbire uzun sakallarınin içine gömüldü. Paşanın öldüğünü gözdesi de his- setmişti, Birdenbire elleriyle gözle“ rini kapıyarak: — Ah. işte Azralli gözümle gör Diye bağırdı ve korkudan bayıla- Tak paşanın başı üstüne yıkılıverdi, harem ağalarının telâşi Yalı köşkün- deki felâketin dehşetini ifade edemi- Hoca Sâdeddinin dediği gibi «üçün- cü Murad, ortalığı zulmet “kaplayıp hareme çekildiği zaman dünya ve devlet işleriyle meşgul olmazdı.» Kaptan paşanm kethüda yamağı sarayda baş imam Abdürrahman efendile karşılaştığı zaman: — Paşa .efendimiz dildadesinin dizinde irtihal etti, Demişti. Abdürrahman efendi nük. teyi sever bir adamdı. O gece padi- Sela a başa kaldığını biliyordu. — Ne garip bir teradür, GöĞL Kapı tan paşa dildadesinin dizinde can ve- Tirken, şevketlü hünkârimiz de güz- desinin dizinde uyuyor! Ertesi sabah bu kara haberi duyan- * lar, Kılıç Ali paşanın ölümüne çok acıdılar. Üçüncü Murad: « — Eyvah.. ben onun öleceğini hiç az Gi Ali paşayı halk çok severdi, Fakat, onun rakipleri derhal padi- şaha koşarak: — Futur etmeyin, devletlimi Bu devlet bir çok Kılıç Al paşalar yetiş- tirmiştir. Dediler ve onun israfından, şidde- tinden bahsettiler, Artık kaptan paşa kendini müdafaa edecek halde de- Eildi; o ebediyen susmuştu ve râkip- leri, onun aleyhinde söz söylemek fırsatını bulmuşlardı. Hattâ paşanın rakiplerinden biri Murada giderek: — Şevketiim, dedi, Yalı köşkünde bir araştırma yapılmasına ferman buyursanız, göreceksiniz ki, Kıhç Ali paşanın hususi serveti hazinel hü- mayununuzda bile yoktur. Gerçek kaptan paşa çok zengindi. Bu kadar uzun ömrü olan ve üç pa- dişaha hizmet ederek Akdenizde sa- yısız selerler yapan bir amiralin el. bette büyük bir serveti olacaktı. Murad araştırma yapılmasını ira- de etli ve paşanın cenazesi Tophane- ye kaldırılırken, Yalı köşkünde «al- tan ve kıymetli taşlar ve mücevher- (1) 7i Haziran 1587 de ölmüştür. Yakında BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN ün rsi Lİ İRİ GÖN

Bu sayıdan diğer sayfalar: