19 Şubat 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

19 Şubat 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

His ve MACERA NUVELİ Bir çocuğu Çocukluğuma âid çok eski bir hatı- sa, birdenbire gözlerimin önünde can- Jandı. O zamanlar İzmirde yaşardık. Zi- rast memuru Bekir bey İstanbuldan yehi gelmiş, bize komşu olmuştu. Ne- sihe isminde, genç, güzel bir kansı vardı. Erkek köylerdeki işine giderdi. Ka- dın, genç ve neşeliydi. Bu şehrin be- le bu semtinde pek sıkıldığı anlaşılı- yordu. Aralık kalanı kapısından bazen içeri bakar, kollarım gere gere esnedi- ğini görürdüm. Bu hazin yüzlü esmer ve güzel ka- dın, bende son derece merak uyandır. mıştı. Onu pek cazibeli ve sevimli bu- Tuyordum. Sekiz yasında bir oğlanın üstünde bile, kadınların ne derin nü- fuzu vardır. Parlak gözlü, ahenktar sesli koraşu- muzla zihnim mütemadiyen meşgul- dü, Her fırsatta onu görmeğe, gözle- rini bakışlarımla okşamağa, uzun bol eteğinin çıkardığı tatlı hışırtıyı dinle- meğe doyarmyordum. İmkân bulduk- ça kapısının önünde durur, saatlerce onu gözetlerdim. Küçük yaştaki bir çocuğun benliğin-' deki bu uyanışı acab vaktinden evvel belirivermiş bir ahlâk bozukluğu mıy- dı? İyice tayin edemiyeceğim, Amma sanırım ki, en nezih çocuk rublarında bile cinsiyet hisleri pek erken doğmak- tadır, Zihni harekete geçmiş, kanı Kaymyan küçük oğlanlar, genç bir ka- dın kendilerine yaklaşınca mahiyeti- ni tayin edemedikleri bir heyecana ka, pıhrlar. Karilerimden birçokları, mâ- zilerini samimyetle yoklıyâcak olurlar. sa eminim ki, bu kabil şeyler hisset tiklerini hatırlıyacaklardır. ... Her neyse... Güzel komşumun mevcudiyeti, mi- nimini zihnimi altüst ediyordu. Bu halim Nezihe hanımın dikkatini cel- 'betti, Evlâdı yoktu. Kocası da vazifesi icabı haftalarca köylere gittiği için kadın yalnızlıktan sıkılıyordu. Alâkam, hoşuna gitti. Ahbap olduk. Ne zaman evine girsem bana mah. sus hazırlanmış şekerlemeler, tatlar bulurdum. Karşılıklı konuşurduk, Her halde söylediklerimie ooyalanırdı ki, Nihayet cuma tatillerini evinde ge- çirmem için ebeveynimden izin aldı. O günleri sabırsızlıkla beklerdim. Zi. ra benim için en mesud anlardı. Küçük bahçeye bakan yemek oda- mında kamımızı doyururduk. Nezihe ha- nim boğazına pek düşkündü. Sor de- rece nefis yemekler hazırlardı. İştihalı y yiyişini hayranlıkla seyreder. Kırmızı dudaklarını açtıkça yanak- Jarında minimini çukurlar hasıl olur- du. Uzun siyah kirpikleri gözlerinin «irafını gölgelerle çerçevelerdi. Kolun-| daki altın bilezikler her hareketinde gıngırdandı. Yemekten sonra olurma odasına geçerdik. Ayaklarını eteğinin altına bükerek kanepenin üzerine yayılırdı. .Ben de dizlerinin dibine sokulurdum. Zamanın modası olan «Zavallı Necdet» gibi şMetres. ve «Mürebbiye» gibi ToMmanlar okurdu. Ben de başımı Kucağına dayar, , kolunun taze teni ya» naklarıma gözlerimi reha. yvetle kapar, küçücük vücudümün da- marlarında sicak bir şeylerin ie Dı duyardım. Bazen okuduğu kitabı fırlatır, Şii. nir; sonra başımı avuçlarile yakalayıp — Of... Ne sıkılıyorum, ne sıkılıyo- rum... - derdi. Teselli için ne söyliyeceğimi bilemez. dim, Fakat üzüntüsünü bu suretle iahar edişi pek de höşuma giderdi. Ve bu halinin boyuna tekerrür edip beni Bpmesini isterdim. ser Zaman böyle geçip dururken artık onun eskisi gibi sıkılmadığını günün birinde teessüfle gördüm. Gözlerim daha ziyade parlıyordu. Hareketlerin. de başka bir canlılık peyda oldu. Sik sık utunu eline alıyor, neşeli şarkılar söylüyordu. Ayni zamanda bana karşı olan şefkatinin azaldığını da hissediyordum. Artık hayatında Pek küçücük yer tutmağa başladığımı a ihmal edilişim gizliden giz- diye beni sinirlendiriyordu. Bir cuma günü, benim kanepede be- nim yerimde başka bir adamın otur- duğunu gördüm. Tanımadığım bir bey. Genç, siyah kıvırcık saçlı, esmer bir adam. Nezihe hanım onun yanma otur. muş, söylediği sözleri alâka ile âinlü- yordu. Beni görünce kalktı. Bir albüm bularak elime sıkıştırdı. — Otur yavrum şuraya... Resimlere bak, vakit geçirirsin. “Tekrar beyin yanına döndü. Adam, byıklarım kıvırarak sordu: — Bu yumutcak da kim? — Komşunun çocuğu... Çok terbi. yeli, iyi bir yavru, “Tanımadığım adamın bana «yumur- cak» deyişi ve bilhassa üçüncü bir şü- hıs olarak aramiza girmesi beni fena halde kızdırmıştı. Nezihe hanıma da öfkeleniyordum. Onun da «iyi çocuk» diye mukabele edişini pek hafif bul- muştum. Kendi kendime verdiğim pa- ye bu suretle pek fena sarsılmıştı. Gözden düşmüş bir bende halile kö- şemde büzülüp resimlerle meşgul ol muş gibi göründüm amma, bütün dik- katimi muhaverelerine hasretmiştim. Fakat o kadar yavaş konuşuyorlar» dı ki... Âdeta fısıldaşır gibi... Yalnız arasıra, kulağıma birkaç kelime çarpı- pıyordu: Bu hazin yüzlü kadının gözlerini bakışlarımla okşardım » Derin perestiş.. Bu sözler bana pek farisi arabi ge- diyordu... Hiç bir şey anlamamakla beraber, her nedense hoşuma gitmiyor. Jardı. Nezihe hanımın «Raif bey. dediği bu adam, nihayet kalkıp gitti. Ayrılır. ken kadının bileklerini uzun uzun öp- tü. Komşumun perdeyi kaldırarak, ar- kasından onu mazarlarile tekip etti. ğini gördüm. Sonra yanıma geldi. Surat astığımı görünce beni kucağına doğru çeke. rek sordu: — Nen var, küçük? — Bu adamı hiç sevmedim. Bana yumurcak dedi, Bıyıklarını da senin kollarına sürdü. Genç kadın kızardı. Bir kahkaha atarak: — Vay!,.. Kıskançlık ha?... bak çapkına!... Sonra yanağımı okşıya ukşıya de- vam etti; — Bak, Adnan!.. Raif bey de benim gibi İstanbullu... Burada sikiliyor... Biribirimizle konuşmaklan pek zevk duyuyoruz... Bir daha gelişinde sakın surat asma... Hem de dost kaldığımı. Zi istiyorsan onu burada gördüğün- den kimseye bahsetme... Arzu ettiği gibi yaptım. O kıvırcık saçlı, siyah bıyıklı beyden bir ferde bahsetmedim. Fakat buna rağmen heriften nefret ediyordum. Nezihe ha- rumu darıltmak korkusu içimde olma- saydı, o yabancı erkek hakkında önü- me gelene neler söyliyecektim neler... # Hele .çıktığını gördüm. Koşuyordu. n aşkı O günden sonra her cuma Raif be- yi güzel kadının yanında oturur bulu- yordum. Bâzen Nezihe hanım utunu alır, biribirlerine bakışarak, erkekle birlikte şarkılar söylerlerdi: Nereden gördü seni kahrolası didelerim... Yahu: Müşkül imiş âşığından ayrılmak. Yahud: Gözler kamaşır ruyuna baktıkça o mahın.. Coşarlar, biribirlerine sokulurlardı. Mevcudiyetim Raif beyin fena halde içini sikiyordu. Öfkeli nazarlarla bana bakar; yüzünün kırışmalarile ev sahi- besinin âdeta beni koğmasını istedi. ğini anlatırdı. Fakat Nezihe hanım oralı olmazdı. Beni evinde alıkoymasmdaki mâk- sad neydi, bilemem. Erkekle fazla lâü- bali olmak korkusu mu? Konukomşu- ya karşı bir paravana Teşkil etmekli- ğim mi?... Her nedense ziyaretlerimin devamını istiyordu. Ben de, bütün ü- züntüme rağmen, gene her hafta evi- ne koşuyordum. Gene bir cuma günü mutad ziyare. time giderken Raif beyin perişan bir halde, telâşla komşunun kapısından Beni farketmemişti. Kaçıyordu. O gün hava bozuktu. Gök gürlüyor, şiddetli bir yağmur yağacağı anlaşılı- yordu. Çocukluk safiyetimle kendi kendi. me: — Fırtınadan korkmuş olacak... Şemsiye almağa gidiyor...» dedim. Nezihe hanımı yalnız bulmak | © ümidinin verdiği | zevkle evden içeri girâim. Fakat orada da bir fırtına esiyor- du. Kapıyı açar açmaz, Bekir be- yin öfkeli bir ses- Je bağırdığını işit- Korku ile eşikte donakaldım. Ev gahibi beni görün- €e hışımla bağırdı — Defol burm * dant Yerinden kuml- damadım. Ağam açık, şaşkın bir halde duruyordum. Genç kadm, yaşlarla ıslanmış yüzünü bana çevirerek: — Git... Bizi yalnız birak yavruca- ğım! - dedi. Betim benzim uçmuş bir halde çık- tım. Evden uzaklaşırken mütemadiyen Bekir beyin öfkeli sesini işidiyordum. O günümü evimin bahçesinde heye- canla geçirdim. Gece hiç iyi uyuyama- dım. Ertesi akşam mektepten eve döndü- ğüm zaman, sofrada yemek yerken, annem, babama: — Yeni havadisden haberin var mı?... Bekir beyin başıma (gelenleri duydun mu? - Ne olmuş, — Kansı Raif isminde bir mual- limle kaçmış... O kadının sağlam ayakkabı olmadığını zaten her 28- man söylerdim... A... A.., Ne oldu sa- na, Adnan... Heyecanla çorba tabağını üzerime devirmiştim. Adetâ bir yumruk ye miş gibi perişan, olduğum yerde du- ruyordum. O zamandan sonra komşumun ne olduğunu bilmiyorum. Ona aid hiç bir haber duymadım. Aradan bu çocukluk hatırasnın üzerine küller örten seneler geçti. Fa- kat buna rağmen daima Nezihe ha- nımın cazibeli yüzünü, kadile gibi gözlerini, güldüğü zaman yanağında hasıl olan çukurları hatırlarım. Arasıra, maziyi düşündüğüm 74 man, onun simasi rüyada görülen si- lik hayatlar gibi, dimağımda canla- Bir. Nakleden (Vâ - Nü) Deli bir dervişin sözleri üzerine bir çok rical nefyediliyor! Nihayet Tunuslu Hayreddin paşa sü- daretinde bir gün Mahmud paşa sara» ya celbedildi. Trablusgarp valiliğine tayin olunduğu hakkında sadır olan irade kendisine tebliğ olundu. Bu ira- de mucibince Dolmabahçe önünde ha- zırlanmış olan vapura hemen binerek memuriyeti mahalline gitmesi icap edi- yordu. Bultanile görüşmesine, hattâ konağından bir yatak getirimesine bi- le meydan verilmedi. Tüfekçi Yanyalı “Yahya bey ile hünkâr yaveri mülüzim 'Tatar Şakir efendiye terlik edilerek 'Trablusgarbe ibğadolundu. İcra cemiyeti hademesinden Deli Mehmed takındığı dervişlik tavırla» rile Babıâli kâtiplerinden, hattâ ri- calinden hatır nüvazlıklara, iltifatlar ra nail olurdu. Bu adam bir gün bir mevlüd cemi. yeti yapmağı kurar. Ulemadan Şir. danizade Ahmed efendinin konağına yakın olan evine dergâh diye birçok zevatı, bu arada vükelâdan bazılarını davet eder. Derviş Mehmed Şirdaniza- denin konağı önünde durârak gelenle- leri efendinin konağına sevkeder. İşin aslını bilmiyen Ahmed efendi iptida gelenleri izaz ve ikram le kar- şılar. Fakat ziyaretçiler gittikçe çoğa» hır. Şeyhler, dervişler konağın silt kâ- tını doldurur; ev düğün evine döner. Bu aralık derviş Mehmed gelir. Kom- şultuk hakkına güvenerek bu işe cüret ettiğini, mevlüd okuyacak hafızlar ha. ır bulunduğunu söyliyerek nerede 0- kunacak ise gösterilmesini rica eder. Fena halde canı sıkılan Ahmed efendi derviş Mehmedi defeder. Cemi- yet de dağılır. Fakat hafiyeler durmaz. Cemiyetin saltanat makamında tebeddül maksa- dile aktedildiğini, sır yayıldığı için işin derviş Mehmedin münasebetsizli- ğine atfolunduğunu hünkâra arzeder. ler. Derviş Mehmed tahkik için mabe- yine celbedilir. Huzura götürülürken: — Ben silâhsız padişahın yanına varmam! Diye israr eder. Bu söze hayret eden kurena keyfiyeti hünkâra arzeylemek mecburiyetinde kalırlar. Padişah ne silâh istediğinin sorulmasını emreder. Sorarlar. Derviş Mehmed: — Abdest silâhilel Cevabını verir. Huzurda isticvap o- lunduğu esnada de: — Bir padişahta yedi evlika kera- meli vardır! Efendimiz herşeyi her#es. ten iyi bilir. Der. Bu sözler padişah aleyhinde bir it tifakın bulunduğuna delil tutulur! Esbak şeyhislâm Hasan Fehmi efen- di, kazasker Seyfullah efendi, Şirda- nizade Ahmed, Darı Şürâ müftüsü Emin, Hasan efendizade Cevdet efen- diler, âyan âzasındarı İngiliz Ali bey, sultan Azizin baş mabeyincilerinden Hurşid bey gibi. birçok zevat İstan- buldan teb'id edilirler. (14 teşrinisa- ni 1878) Saffet paşa Paris sefaretine gönderilir. Mütercim Rüştü paşa Ma- nisaya nefyolunur, Esbak şeyhislâm Hayrullah efendi de Şeyhilbaremtik ile İstanbuldan çi- karıhr. 'Taşra memuriyetine hiç çıkmamış olan Hariciye Nazırı Rifat paşa oğlu Rauf bey de Bingazı valiliğine tayin edilir. Rauf bey nazik, çelebi bir zat olduğu için mabeyine gider, ağlar, 81z- lar; nihayet memuriyetini Midilli mu- tasarrıflığına tebdil ettirmeğe muvâf- fak olur, Bir dava Kemal paşa -Lâstik Said beyin ba- bası. H, 1295 de âyan azası iken hare. mi hümayun masarifat, şehzadelerin ders ve Abdülüziz hanedanının umu. ru nezaretlerine tayin edilmişti. Evkaf Nazırı iken enderun ağaları nın avajdi kaime yerine metelik ola- rak verilmişti. Bu yüzden hasıl olan zararın tazmini için H. 1297 de Ke. mal paş ile'Evkaf müsteşarı Halim, muhasebecisi Kâmil efendilerin mu- hakeme altına alınmasına karar ve. rildi, Kemal paş oğlu Said beyi vekâletna- 'me ile kendisine vekil tayin etti, Muhakeme iki saat sürdü. SARAY ve BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM — Tercüme, iktibas hakki mahfuzdur Tefrika ,ümerasına tesadüf etti, Bunlar kendi- No. 287 Bu parmii 6 suretle verilmesi Ba- büssaade kâhyası tarafından doğru- 'dan doğruya istihsal ve tebliğ edilen bir iradei sehiyeye mebni oldağu an- Jaşıldı. Mahkeme maznunlar hakkın. da ademi mesuliyet kararı verdi. Talih yaver olmazsa... Son Osma Hakkı bey (kalenin sukutuna sebebi. yet verdi) diye i İstanbulda muhakeme j altına ; sekiz seneye mabküm med kabristanına hazır kalede hapse- © dilmişti, 7 si Bu zillet içinile geçirdiği sefalef ve © ıztırap hayalı fahammül edilecek şey © değildi. Nihayet sar'aya tatuldu, Mah- kümiyeti bittikten sonra hapisten çık- ta, Şamda memuriyette bulunan kar- deşi Muhtar efendi birlikte yaşamak - i üzere kendisini şama çağırdı. Hakkı bey Şamda evvelce maiyetin- de hizmet etmiş ve geçen müddet için- d terfi eylemiş Birçok asker erkân ve Sine ikram ve itibar gösterdiler, mad- di yardımlarda bulundular. Hükkı bey muhâkemesinin iadesini istedi. İstidası terviç olundu. İstanbu- Ja geldi, Muhakeme edildi; beraatine hükmolundu; rütbesi iade edilmekle berabet bir derece terfline ve mahkü- miyetinden itibaren toplanmış maaş- larının da tediyesine karar verildi. O gün evine büyük memnuniyetle döndü, Evde misafirler vardı. Valide- $i aşağıda bunlarla meşgul iken o yu- karı katta odasında mangalda kendi. sine bir kahve pişirmek istedi. Bunun- )a uğraşırken bir sar'a nöbeti tuttu. Başı mangala düştü ve yandı. Aşağıda kimse duymadı. Misafirler gittikten sonra validesi yukarı çıktı. Oğlunun halin! görünce feryadlar #5. pardı. Doklorlar getirili; fakat iş iş ien geçmiş bulundu. Hakkı bey vefat etti. Cenazesi kaldırıldıktan sonra mi- raylık ünitorması, maaş senedleri evi- buriları töbutün üzerine koymak üze- re cenazenin arkasından koştu; konu komşu menetmek istediler; olâmadı. Kadıncağız dövüne, dövüne Firuzağa camisine gitti, Fakat artık cenaze ala- yı oraön da hareket cimiş bulunuyor. du. Zavalh valide oğlunun tabutu üstü- ne miralay üniformasını koyamadan, perişan ve bitap, geri dönmeğe mec- bur oldu! Dindar kadın bu felâket Üzerine oğ- Tundan kendisine miras kalmış para dan nefsine hiç birşey ayırmağa ki- yamadı. Dünyada o kadar ıztırap çek- miş olan oğlunun ruhunu ahrette şadelmek ümniyesile maaşlarının bü- tün tutarını namına hayret olarak yaptırdığı çeşmeye sarfetti. Boynu altında kalsın! Mabeyin başkâtibi Âli paşazade Ali Fuad bey sert mizach, âksibir zat idi. Mabeyincilerin işlere müdahale- sine canı sikılırdı ;bunun önüne geçmek için hiç bir şeyden çekinmez. di, Bir gün öebi. hümayun kâtibi Faik bey bir iş ricasına gelir. — Efendim, başmabeyinci Hamdi paşa biraderiniz arzı ihtiram ediyor. Diye işi izah etmeğe başlamak ister» ken Ali Fuad bey birden feveran ede- rek ve haberin kimden geldiğine bile * dikkat etmiyerek: — Boynu altında kalsın! İ Diye lâfı Pik beyin ağrına tıkar, Fan * ik bey fena halde şaşırır: — Peki efendim! - Diyerek bir temenna İle çıkar, gi- der! Allah canını alsın! Saraydaki Arnâvudlardan biri bir işi- ni bir türlü hal veintaç ettiremiyor. du, Çıkan bir müşkülü diğeri takip ediyordu. Aylar geçiyordu; Armavud artık bıkmış, ümidi tamamen kesecek hale gelmişti. Bir gün mabeyin başkâtibi Süreyya paşa kendisini çağırtır; istediği oldu- gunun müjdesini verir. Arnavud pa- dişaha dua etmek ister ;ellerini açar. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: