6 Nisan 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 7

6 Nisan 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife —?T Gökten ölüm yağıyor Verdun kalesi Almanlara karsı nasıl durdu? Yazan: Fransız erkânıharp kaymak, Jorj Lundı:ım PT Almanların meşhur kartalı (Rıhthofen)in, Fran- Türkçeye çeviren A. Kâmi Oral sız hatlarına attığı beyannameler, baştan başa alaylı cümlelerle dolu idi Top ateşi yetişmiyormuş gibi, şimdi de, Alman tayyarelerinin hücumu karşısındayız! Ufukta beliren düşman tay- yare filosu, yavaş yavaş üstü- müze doğru geliyor. Tayyare- ler yaklaştıkça, onları daha iyi sezebiliyoruz: Bir kısmı - bom- bardıman tayyaresi diğerleri de avcı.. Fırka kumandanlığından — te- lefonla verilen emirde, mitrak yözlerimizin, derhal — düşman tayyarelerine tevcih — edilmesi ve mesafe dahiline geldiklerin- de hemen âteş açılması bildi- riliyordal! Beyhude zahmet, çün- kü düşman tayyareleri, o de- rece yüksekten uçuyorlar ki, mitralyözlerimizin ateşi, onlara zerre kadar tesir etmez. Dakikalar geçtikçe, korkumuz artıyor; işte geliyorlarl. Bütün efrad, yerlere ka; S,ılıııyoı. Borabalar, nerdi üstümüze yağmağa hıılıyıc.ıyi:. Biz, mütevekkilâne bir surette bombaların düşmesini bekler: ken; düşman tayyarelerinin, bir takım kâğıtlar atmağa lıııılı- dıklarını ve (Vordun) istihkâm Na doğru uçmakta d ettiklerini görtüyoruz. e"? zi sezemadiler mi? BARb uDuıııı tayyarelerinin attı ğıdlar, havada dalgalanarak =u Yavaş batlarımıza düştü. ru;nd NBi en hi Bfli li -: ur kartal Rıht- namelerdi. düzgün istihzadan ibaretti. Bakınız Rıhthofen ne diyordu: “ Kahraman kerlerili? Fransız —as- ,Ya güne kadar, 1870 tari- :::IĞOH silâh arkadaşlarınıza lvVıkı:nLıiıl Almanlar, sizi * löyık görüyorl: W t g lâar ve iti. :i"l:dl!:'lıı ki, kaçmakta si. e 'I'uılıı&,,_ girişemezler! kahramanlardan ziya: :: kılğldul.ınııın ne dıie— n becerikli ?lduklınıı gördük Tübe e mümüselak . Salla Sağı -| l ılır(ınl. sizinkinden Iıxlı'd.ı'ıı.mı 4 gl_hı yllhılı olan tayyare- gelince; bu noki 'ı:you_ır düymamamıza ubephvî.k' .. ını_ıu'lon'ıiı. Ara sıra yi Phluıııı.m İlmnastiklerde, ufuk- arda endam etti ıü:ıığıı 20n dı::tıı:çi:tiğıî ta ı::i d'iîu etmişlerdir. Yak igir eden birşey var: sa, uluklarda her karşılaştıkça, kllltlırıı-.k N İZE yarı yarıya indir- ecbuıhıyıı_ıı_dı kalmamız- Franmz tayyaresi kalmı cak ve hava talimlerinde bize yarıyan âletlerden mahrum kal: _lBkıı n'll'rdl başgösterecektir. un için, bilhassa tayyare filolarının hqııdîı Tı:: bulundukça, — fazla korkaklık lş.umı!ııluini tayyarecileri- nize tavsiye etmenizi rica ede- rim. Bünu, ben rica ediyorum. Zira tabiatım acaiptir. Sıhhat heberinizi almak maksadile hat larınızda bir hava gezintisi yap- mak istediğimde, cevelângühım —20 — da bir mani bulunmamasını ar- zu ederim. Bugün beni ufuklarınızda gö- rür görmez, tiıriy.u,i.i:.:;ı. diğim için size tebşir edeyim İİ,_ size bırakacak fazla kartvi- zitim yoktur. Zira bunları, sizin meşhur (Verdun) unuz için sak- hiyorum. Birkaç gün sonra git ı_eğı_ niyet —ettiğim — Pariste hüsnü mülâkatli, Rihthofen Almanların, bu mealde be- Yanname atmaları tabil — idi, %""- ilk top sesi üzerine ta- 'anı kaldıran korkak askerler gibi hareket ettiğimizi — itiraf etmek JTâzımdı.. Biraz sonra karşı karşıya geldiğimiz fırka kumandanımın elinde hâlâ bu beyannamelerden bir — tanesi var. Kumandan, beyannameyi kıvırıyor ve yüzüme bakarak: — Bu hale sebep olanlar, vicdan azabı duymuyorlar mı? Kumandanın teessürünü bi liyorum. Dedim ki: — Kimsenin düşünmeğe bi- le cesaret edemiyeceği şekilde şiddetli tedbirler almak lâzım- dır. Aksi takdirde bu paniğin sonu yoktur. Âvusturya tacının meşhur Kumandan, biraz düşündük- ten sonra dedi — Biz, onlara örnek olama: dık. Gördüğümüz işten mağrur olabiliriz. Hücum ettik ve mu- vakfak olduk. Müdalfaa vaziye- tinde kaldığımızda da, hiçbir zaman düşmanın ilerlemesine meydan vermedik. Fakat bu- nun da bir derecesi var, — Kumandanım; -dedim- ar- tık, biz istesek de — mevzileri- mizi muhafaza edemeyiz. Ma fevkin verdiği emirler, bizim de paniğe sürüklenmemize âmil oluyor. F Konuşmamız devam - ediyor. Fırka kumandanı söylüyor, ben mukabele ediyorum. Firka ku- mandanı, gayet mütcessir bir halde: — Alay kumandanı; -dedi> müdafaası lüzumlu ve mümkün olan yerlerin terkini emretmek için, çok vicdansız olmam lâ- zundır. — Bunu anlıyacaklardır. Fa- kat, o zaman iş işten geçmiş olacak ve hiçbir kuvvet kurta- ramıyacaktır. Dedim. — Sonu var — elması bulundu! Naziler, bu kıyme-ıli elmasın derhal kendilerine teslimini Isviçreli- lerden istiyorlar İşte meşhur elmas budur Avusturya — tacının sembolü *“Floranten, ismini taşıyân kıy- metli bir elmasın İsviçrede bu ortaya — yepyeni bir çıkarmıştır. Viyanalı Naziler, elden ele dolaşan ve şimdiki halde İsviç. rede saklı bulunan bu kıymetli elmasın derhal kendilerine tes- limini istemektedirler. Halbuki lsviçreliler, bu elması ancak vusturya imparatorluk tacını giyecek olana teslim edebile- ceklerini söylemektedirler. Bu kıiymetli - elmasın başın dan Pek çok maceralar geçmiş ve nihayet bir papaz tarafından Âvusturya imparatoruna hediye edilmiştr. Elmasın ilk sahibi, Yılmaz Şarldır. Şarlı, bu. kıymetli taşı ll;çbir Zaman üzerinden eksik etmemiş, daima bir kolye gibi boynunda taşımıştır. Byet Grandsan müharebesinde atın- Elmas ancak impa- ratora teslim edi- lebilirmiş dan düşen Yılmaz Şarl, o sıra da boynundan sıyrılan kolyeyi görmemiş, kaybetmiş ve bir daha da bulamamıştır. Elmes, bundan sonra bir as- kerin eline geçmiş, yok paha- sına bir Floransalı tacire satık miş; ondan da Milanodaki Gu- doviç İorza tarafından alınmıştır. Elden ele dolaşdıkça kıymeti anlaşılan bu mücevheri en son olarak ikinci Papa “Tul almış ve — Avusturya — imparatoruna hediye etmiştir ve o zamandan sonra imparatorluk mücevheri arasına girmiştir. Fakat yirmi sene sonra elmas gene ortadan kaybolmuş ve bütün arâştır malara rağmen bulunamamıştır. İşte, — Nazilerle — İsviçreliler arasında kir hâdise tevlit eden elmas budur. Eceabatta Atatürk anıtı mera:- simle açıldı Çanakkale, (Hususi) — Vilâ- yetim'zin Eceabat kazası büyük ve tarihi günlerinden birini ya- şadı. Törene bandonun çaldığı istiklâl marşı ile başlanmış ve Atatürk anıtı alkış tufanı ara- sında açılmıştır. 'Törende Eceabat ve Gelibolu kaymakamları, mülki ve askeri rüesı, Halkevi, heyetleri, apor- cular, muallimler, okul talebe- leri, köylü er bulunmuşlardır. ANADOLU — Macar çingeneleri arasında Falcılık ve hırsızlıkla geçinen Nisen © ”6 çingeneler nasıl yaşarlar? Dilber çingene kızı, Belgradlı bir zabite söylüyoı: “Eğer beni seviyorsan, kendini suya at!,, Zavallı genç, nehrin Çingene kızları, sihir- li bakışlarile insanı nasıl teshir ederler? Çingenelerin hayatını tetkik etmek için, Macaristâna gitmiş- tim. Yügoslav kâtibem Madam Milen, bu hususte bize yol termesi için, topal Şeriya isminde genç bir çingine kızını Belgratta kiralamıştı. Çingeneler; asırlardanberidir her yıl büyük bir veba felâke- tinden kurtulduklarının senei devriyesini tesid ederler. Topal i e böyle bir mera- gemiştik. Bizimle beraber gelmesi için, 4,000 dinar istedi. -Ağzından piposu düşmiyen — pervasız an- nesile, on sekiz aylık cocuğunu da beraber almamızı şart koş- | — muştu. Tabii razı oldum. Bir otomobile atlıyarak, Ma» caristanın yolunu tuttuk. Her akşam, at hırsızlığı yapmak cüretinde bulunmayıp, Çimal ettikleri ıskara, maşa ve bur- lara benzer işlerle geçinen çin- genelerin şehir haricindeki sa- bit kulübeleri yakınında mola veriyoruz. Ana, kız derhal çadırlarını kuruyorlar, biç vakit kaybetb meden, - yol kenarlarına gide- rek, karanlık basıncaya kadar çalışıyorlar! Şiryanın intiyar anası İhtiyar kadın, gözüne ke: diği saf bir köylüyü: — Delikanlım, — gel de fakan bakayım. Diye çağırıyor. Adamcağız, çabuk kanıyor. Kadın, iskambil kartlarımı yaâ- yarak, ona ölümden, servetten ve aşktan bahsetmeğe başlıyor. Kazanç hırs:yla, sözlerinin köylü üzerinde ne tesir ettiğini araş- tırıyor ve sonra, birden falını keserek: — Daha beş ceks'n! Diyor. Adamcağızın itirazı üzerine, tehditle karışık — sözler savura- ü illeri topluyor. Başkalarına bakla falı açı- yor. Verilen p ö âh kötü, kâh bayırlı baberler bil- diriyo .. Şeriyaya gelince, sırtında ta- şıdığı çocuğun sekiz gündem beri aç olduğunu söyliyerek, dileniyor!. bir dinar — vere- .. Kosis şehrinde, bir sabah otelimizden çıkarak — çingenele- rin yanına gittiğiniz zaman, Şe- ryayı çadırında bulamadık. İ ı î Şeriya nerede; diye sordu. Şeriyanın annesi: — Bilmiyorum! Cevabını yerdi. O civarda bulunan karakola gittik. Yirmi kadar çingene ka- rakolun bahçesine — dolduruk muştu. Bunlardan birile, komiser arar sında şu muhavere geçiyordu: — Sen ne kabahat yaptın? — Hiçbir şey yapmadım! — Haydi, doğruyu söylel — Beni kırbaçla dövdüğü için biraz çekiştik. — Ve ona şiddetle muka- bele ettin değil mi? — Evet; araba dingilile ha- fifçe başına vurdum. Bu çingenelerin arasında Şe- riyayı görmüştük. Geniş — etek- liği içinde iki janbon kangalı bulunduğu için onu tevkif et- mişlerdi. Fakat o, bu janbon- ları çalmamıştı. Onları bir. Çe- koslovakyalı genç vermişti. Ve asıl bırsız bü idi.. Komiser, bu defa Çekoslo- vakyalı gence sordu: — Niçin, bu hırsızlığı yaptın? Şeriyaya takılıyordum. Ba: na: “Git iki janbon2 kangalı ge- tir, O Zaman razı olurum., De- di. İstediğini yapınca da, gü- lerek beni yanından kovdu! Janbonların sabibine iki yüz dinar verip Şeriyayı kurtardım! Komiser bana: — Bu kadından sakınınız, dedi. O, tam manasile bir si- hirbazdır!. Sonra da, Şeriyanın kardeşinin kendisini tevkif eden bir polisi nasıl teshir - ettiğini ve bu polisin onunla evlenmek için vazi ü terkettiğini an- lattı. Bilâhare, zavallı adamın delirdiğini söyledi. Kaiya isminde bir çingene dansözüne tutulan Belgratlı mü- lâzım — Petroviçin hikâyesini, evelce bana nehre kendini atl Diyor. Mülâzım da bu emri dinliyerek, suların akıntısında kayboluyor.. * * Bir gün gene, — bulundukları yere geldiğimiz zaman, onları çadırlarıyla beraber — ortadan kaybolmuş gördük. Tekrar ka- rakola gittik. Şeriya, bu sefen orada vottm akışında sürüklenip, gidiyor! a Çingenelerin kulübeleri - ve Şirga ile Aşago Komiser — Çin geneleriniz, janbon hır sızlarıyla beraber buradan git- tiler, Şimdi birkaç kilometre ötede yaşıyorlar! Dedi. — Beni oraya kadar götürür müsünüz? — Memnuniyetle!. Yarım saat sonra bu yere geldik. Bir çingene bizi mezar gibi bir kulübeye soktu.. İçeri: de, üstü başı yırtık, can çeki- şen bir hasta yatıyordu. Biraz sonra kapının eşiğinde janbon hırsızı göründü. Komiser onaş *Korkma, seni tevkf «tmeğe gelmedik., Dedi. Bize sadece, Şeriyanın nerde olduğunu söyle! Komiser daha sözünü - bitir- meden, Şeriya karşımıza di kildi. Saçları darma dağınık, gözleri kindardı. Kom ser, tekrar janbon — hur- sızına: — Niçin bu kadının peşin den gittin? Diye sordu. — Çünkü onu seviyorum! — Ya bu can çekişen kadın kim? — Şer/yanın hemşires i — Ahi şüph'sz polis teshir eden kadın? — Evet, ta kendisi! — Peki sen burada başıma gelecek felâketi biliyor musun? — Biiyorum! — O halde,seni ailenin ya- nınn götürelim, — Hayır, istemem. - Şeriya ile burada kal cağm; çünkü ©onu seviyorum. Bu cevabı — işittikten sonra, çingenelerin teshir ede — kud- retlerini iddia eden komisere hak verdim ve akşam üs üne doğru şehre döndük. Pran Porrizontt

Bu sayıdan diğer sayfalar: