23 Temmuz 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

23 Temmuz 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

kini, > Ne olduğunu tabii olan agi üzüm kütüklerine e. m hastalıktır. Bağları | İp Sirir. Bazı âlimlerin id- hk, E0re, floksera, Ameri - ty *yfinden evvel Avrupada me edilmiş. Milrobu Kisti 2 sonra, oradan bura Bütün Avrupa ale nden mahvetmiş. Az da- an, İspanyanın, İtal- hı Mnanistanın, Türkiyenin! hk, bağlarından &ser kalmı- iz Bereket versin ki ge , ia kendi verdiği derdin! da caki dünyaya yolla - okan toprağında yetişmiş gi bakla flokseraya karsı N mil oldukları icin, bın çur iy, 2'M bağlara aşılamak | alli için kâfi ge'miş. sretle, esaslı bir iddiaya | 'engi hastalığı da, Av-| “ra, Amerikadan gec - | mz derili insanlarla i, 0 Femiciler, bu müthiş " Pik-abunu karlarını ka - gk spanvaya gelmişler; / be, elan Fransava gezmiş | aİsai * UĞTaMIŞ... Frena'star-| Dİ, “Gi icin ismini frengi koy-| ıh aribi, beyaz “Klan olan | 0 a » derece tahribat va -| pi astahık, kırmı-ı derilile «| a, © bir çıbanıdır. İri sivil ki, Sbanı, mayasıl nevinden “* acılır. kapanır... Ne 2 b edip insanı delirtmek. a, dişürmek, gözü kör-| : Hulâsa, bu a'razdan hiç rrmez.... Gi N ir gemisinin bütün â, * frengiye yakalandıkla acı Pitor ile oğlu Matti * Mâsun kalmışlardı. Ve k bir şey yoktu. Pi- bir insandı. Onda, ya- ) dag maz ırkın kanı vardı. any düz sert kılları, bakır ». Söstermiyor muydu?. iç an olan annesi, ci- Ml, lübelerden bir | hindu ile sevişmiş, bu aşktan il Zabit hiyanetin! karısını âşıkı ile mi, fakat gizli sev- A N Pitor bir rahibin 8 büyümüştü. Din a- | ki onu da rahip a, in Pitor haylaz- ! okumamış, çımacı olmuş- bi hi ge riyeliyi. Emsaline | Üy, SF tamamiyle beyaz gp, 28 hiç şüphesiz, bütün | di, ına lostromo tayin N Lâkin, Amerikalıların aş etrafındaki taassup - İ cilere ne derece! e m miele , Mr. Onlar, ayni İM kaz, damarlarında kı-' İse. yi Sarısik olanlara da p| eğilim, Pitor çalıştığı! ş kadaşları tarafındar| dia, gördü. Oğlu di da, SU dünyaya gelmişti. | : : sahillerine A“ arşı çe beyazların ba - N bir fena muameleleri şan buldu. Zi- İz, şte büvük katliğmla tin nesli asrımızda e m m yaşıyordu; bunlar Frenği ve zehirli gaz o HABER — Akşam onlan Halk masallacı Havaya uçan şeyh! Vaktiyle Şam taraflarında, is) lamıyorlardı. feci bir sefalet içindeydiler. Elbi- seleri lime lime (o dökülüyor, kir, pas saçlarından ve suratlarından akıyordu. Bizim memlekette çin- geneler ne halde ise onlar da ây- ni kılıktaydılar. Gemiciler, kırmızı ce-ilileri böy le yakından görünce, Pitor ile Matiiye karsı »»amelelerini büs- bütün değistirdiler. O gün öğle yemeğine oturuyorlardı ki bir ka- marot, delikanlıyı göğsünden itti: — Haydi köpek!... Senin bi - zim pr--wzda verin yek... Baban ile birlikte bir köşeye çekilin... Orada tikmm... Delikanlı steşlivdi.. Kendini tahkir eden adamın gırtlağına sa- rlasektı. Onu boğazlamağa ça» lışacaktı. Lâkin, babar: daha 40- #wk kan!: davrandı. Onu kolun dan twta-ak hir köseye çekti: — Pak, dedi, her #eyin «rası var.. Simdi tahammül edelim.. Te sattarsin ne olduğunu yakın da göreceksin... — Görezeğim nedir? — Anlarsın. Yemekten sonra tatil nöbetleri idi. Baba, oğlunu, kırmızı derili- lerin oturduğu ormanın kenarına götürdü. — Sen burada outr... ca gelirsin.. . Kendisi ağaçların arasına dal - dı. Hindularm en büyüklerinden bir sihirbazla, daha önceden veril miş randevusu vardı. Onunla bu- laştu. Yerli usuliyle selâmlaşmış olmak için burun buruna sür - tüştü: Sihirbaz: — Tehlikeli bir oyuna girişi - yorsun, Pitor, dedi. Sende bizim hecip irkımızın kan: galip oldü -! ğuna emin misin?. Şimdi bu tüt- süyü burada yakacağız; mahvol - man ihtimali vardır. Pitor, gömleğini sıyırdı: — Bu çıban nasıl duruyor, bak- sana.. Beyazların frengisine ben» zemiyor mu? — Hakkın var.. Sen bizdensin.. Sen, ırkrmıza karşı yapılan zulüm lerin intikammı alacaksm.. — Göreceksin... Hem de nasıl. Yerde bir ateş yaklılar.. Sihir- baz, koynundan bir tutam toz çı- kardı: -- İşte atıyorum.. Bunun nasıl hazırlandığını sana dün uzun uza dıya anlattım... Aklında tuttun ya... — Tabii... Tabii... Şimdi ormanın ortasında bir du man yükseliyordu. . Pitor, egilmis ateşi karıştırıyordu. Dumanı ciğer- lerine çekiyordu: — İşte bana bir şey olmuyor... Ben tam manasiyle kırmızı ırk « tanım.. » Sihirbaz: — Evet, dedi, baabnın asil kanı, annenin çürük kanına galebe çal- mış. Bu esnada, Matti koştu: — Baba... Büyük yoldan dört tayfa geçiyordu. Dördü de göğüs- lerini bastırarak ttkanır gibi ol - dular, yere yuvarlandılar. Sehirbaz: — Gördün mü, diye, muzaffe - rare, çımacıya baktı. Pitor, oğlnun boynuna sarıldı: Çağırın- mi bize lâzım olmıyan, bir şeyh yaşıyordu ki günün birinde orta- dan kayboldu. Hadise her taraf- ta dehşetli bir merak ve heyecan uyandırdı. Bu işe, önceleri mürit- leri bile şaşıp kalmışlardı. Der. vişler vakayı şöyle anlatıyorlardı: “Akşam üzeri höcresine girdi- ğimiz vakit, şeyh postunun üstünde secdei rahmana akpanmış gördük. Bir türlü doğ- rulmuyordu. Uzun bir dua oku- duğu belli idi.. Onu bu haliyle br rakıp kapıdan çıktık. Yarım saat sonra tekrar vardığımızda, ayni vaziyette bulduk. Hâlâ kımılda- mıyordu. Bu hal merakımızı w yandırdı: — Ya şeyh! Diye seslendik. Aldırmıyordu. İçimizden biri: — Selâmü kavlen minrabbirra- him... Diyerek elini, hazreti | seyhin mübarek vücuduna dokundurdu. Dokundurdu ama, korkusundan da az kalsın dili tutulacaktı. o Bu temas ile birlikte şeyhin o vücudu pâki de birdenbire ( yok oluverdi sanki.. Şeyhin pejmürde libasları arkadaşın o elinde kalıvermişti! Takkesi seccadenin baş ucunda, pabuçları nihayet ( tarafındaydı. Ortalık adamakıllı kararmıştı. İçi- mize çöken korku gözlerimizin ö- nünde bir takım hayaletler sıralı- yordu.. Odadan dışarı fırladık. ” Biribirimize cesaret verici sözler | söyledikten sonra, şamdanları e- limize alıp tekrar höcreye girdik. Şeyh hazretlerinin. iç. çamaşır- larına varıncıya kadar bütün giy- dikleri yerde idi. İnsan bu vazi- yette nereye gidebilir? İçimizden biri: —— Ya hamama, yahut arşiâlâ- ya! Dedi. Şeyh hazretleri mutlaka arşrâlâya çıkmış olmalıydı. Zira hamama gitmesine imkân yoktu. Vücudu pâkinin su ile (arası hiç de hoş değildi! Çamaşırlarını yı » katmak adeti bile yoktu! Ah ne mutlu şeyh hazretlerine. Günün birinde biz fanilerin arasından ay» hazretlerini! rılıp arşiâlâya çıkacağını bizlere! kaç defa çıtlatmıştı ama, bizde! bunu anliyacak izan nerede?... O| söylerdi de, biz lâtife ediyor, 8ö- ğüp sayıyor zannederdik. * # Li Şeyh uçmaz, müritleri uçurur, derler. İşte Şam halkı da bu hi- kâyeyi müritlerin ağzından böyle dinledi. Şeyh hazretlerinin göğe çıktığı, kisa bir zamanda, bütün Arabistana yayılınca, her taraf - tan kafileler yola çıktı. Şeyh haz- retlerinin metrukâtından olan iç çamaşırlarını yüzlerine gözlerine sürmek istiyenlerin haddi hesabı yoktu. Adaklar adanıyor, okur- banlar kesiliyor, hediyeler gön- deriliyordu. Zühtü takva erba- bından bir çokları, daha hayatta iken mal ve mülklerini - tekkeye vakfettiler. Müritlerin,- her biri han, hamam sahibi oldu. OEğero zaman moda olsaydı — gelip Tak- simde apartman bile yeptırırlardı. Zira paralarını sığdıracak yer bu- — İşte sen de zehirli gaze rağ ————————————— men sap sağlam kaldın... Demek ki, bizim ırktan imişsin, Bu yakı- lan tütsü, tıpkı frengi o mikrobu gibi, beyazları mahvediyor, bize dokunmuyor... Bunun nasıl yapı) dığmı öğrendim... Hem terkibini silâh fabrikacılarına satarak zen- gin olacaö:z, hem de Porazları birbirine kırdısarak hu meğrur »bmaklardan intikamım'zı o ala- CIĞIZ.... (Hatice Süreyya) »*. Aradan yıllar geçti. Müritler yüklerini adamakıllı tuttukları için! artık tarikate filân © aldırdıkları, yoktu. Şam halkıda (kendisine şeyhin uçmasından (daha mühim bir dedikodu bulmuştu. Bu dedi- kodu Abbas isminde genç bir zen- ginin, akıl hayale sığmaz çapkın- lik maceraları ve huvardalık hikâ- yeleri o hakkında idi. Abbas her türlü ava meraklı idi. Günlerden bir gün kırk elli kişilik maiyetini topladı. Civardaki ormanlardan birine gitti. Maiyeti ağaçların a- tasına dağıldılar.: Kendisi de or- manın kuytu bir tarafına doğru ilerileJdi , Biraz u- zakta ağaçların arasında bir kı- mıldanma hissettiği için, silâhına davranıp adımlarını — sıklaştırdı. Yaklaşınca, saçı sakalına karış- mış, çıplak vücudunu kıllar bürü- müş, insana benziyen garip bir mablükla karşılaştı. Tuhafı buydu ki, mahlük başka avlara benzemi- yordu. Ne kaçıyor, ne de hücum ediyor- du. Bu hal Abbasın büsbütün me- rakını uyandırdı. — Aman şu adamı diri diri ya- kalıyalım ! Dedi. Etrafa dağılmış olan ma- iyeti bir işaretle toplandılar. Avı tutup elini kolunu bağladılar. Abbas, yanındakilerden biri- ne sordu — Hocam, sen bilirsin.. Bu hay- vanın cinsi nedir acaba?... Adam cevap verdi: — Bu mahlükun beşer tayfasın- dan olması çok muhtemeldir. Bel- ki de bu yolda (o yaşamayı daha doğru bulan bir filesoftur. Hatta bir allâme olması da imkân dahi- lindedir. Abbas maiyetine emretti: -—— Aman, dedi. Benim ilme çok hürmetim vardır. Çözün şu hay - vanın kollarını da, derdini dinliye lim... Acaip mahlükun kımıldanacak hali yoktu. Biraz suve yiyecek verildikten sonra dili çözüldü: *, — Ah..dedi.. Beni yabani & den ilmim, irfanım değil, enayili- ğimdir. Bir de, kendilerini Harun kadar zengin ettiğim adamların alçaklığıdır. Size başımdan ge genleri tafsilâtiyle anlatmadan €- vel, kendimi tanıtayım: Ben, sec- dei rahmana (o kapandıktan sonra göğe uçan meşhur şeyhim! Göğe uçmamın sebebi, yerde sü- rünmekliğimdi. Tarikate rağbet eden, tekkemizin (o semtine uğrı- yan yoktu. Bir gün odamda aç- liktan kıvranırken, aklıma geldi: Ben bütün elbiselerimi, çama- şırlarımı, burada secde eder va- ziyette bırakıp (o sıvışayım. Elbet bu hadise etrafta dedikodu ve he- yecan uyandıracak, tekkemizin a- dı sanı duyulacaktı. Bir gün akşam karanlığında o- damdan fırlıyarak, çırıl çıplak or- manların arasma girdim. Başla - dım, otlarla meyvelerle geçinme ğe... Aradan aylar geçti. Bir ak- şam sezdirmeden, ayni tenha yol- lardan geçerek tekkenin arka du- varından içeri atladım. Her ta raf değişmiş, kiymetli halılarla avizelerle süslenmişti. Dervişler âyin odasına cilingir sofrasını kur- muşlar kadın oynatıyorlar, tekke- nin önünden gelip geçen ( olursa 23 Temmuz 1934 kandırmak için de arada sırada: — Ya Allah!... Ya hazreti pir! Diye nara atıyorlardı. Kapı aralığından bu manzara- yı gördükten sonra, derin bir ne fes aldım. Yüreğim sevinçle dol- du. Hele şükür kerametim zahir olmuştu. Bu herifler ne kadar ba- yağı olsalar, bana karşı minnet» tarlıklarını göstereceklerdi. O ka- dar çoşmuşum ki, çırıl çıplak va- ziyette olduğumu bile (o unutarak birdenbire içeri daldım. Kadınlar bir feryattır kopardılar, müritler de üstüme çullanarak © beni yum- ruklamıya, tekmelemeğe başladı lar... — Yahu, erenler, ben sizin şeyhinizim. Sizi bu refaha ka- vuşturan benim kerametimdir ! Dedimse de kulak vermediler, bastılar sopayı, sonra da beni sü- rükliyerek dışart attılar. İnliye oflıya buraya geldim. Ev- velâ ağaçlardaki meyvalar ve yap raklarla (karnımı doyurduktan sonra, dallarla örtünmeğe - çalış- tım, Fakat yürüyecek halim yok- tu: — Allahtan bulsunlar! O gün, bugün, bu ormanlarda vahşi hayvanlarla, kurtların kuş- ların ve böçeklerin arasında, ot « lar, yapraklar, meyvalarla ta - ayyüş etmekteyim...,, Talisiz şeyhin macerası Abbas Beye pek dokundu: — Benimle beraber sarayrma gel, ömrünün son senelerini rahat rahat geçirirsin! dedi. Sarayın bahçesinde büyük. bir, köşk vardı. Bu köşkü şeyhe. ba- ğışladı. Ona sırmalı O kaftanlar, kürkler yaptırdı. Maiyetine cari- yeler verdi. Şeyh oldukça yaşlam- mıştı ama, gene ı2bandut gibi idi. Şaşaalı ve ihtişamlı bir hayat sür- meğe başladı.. Aradan bir hafta ( geçmişti ki, Abbas Bey, sefaletten kurtardığı talisiz adamı, şimdiki o köşkünde görmek istedi. Abbas Bey, köşkün kapısma ge lince, cariyelerden biri: — Biraz bekleyiniz, efendimi- ze haber verelim! Dedi. Bu şekilde ( karşılanışı Abbas Beyi kızdırmakla beraber, bozun- tuya vermedi: — Haydi haber ver bakalım! Beş dakika sonra cariye tekrar arzı endam etti. “. — Efendimiz yelpazeleniyor. Cariyeler soyunmuş oldukları için içeri girmenizi muvafık bulmadı- lar, Esasen kuşluk taamı vaktin de misafir kabul etmek © adetleri değilmiş. Maruzatınız pek mü - himse bana söyleyiniz. Münasip bir zamanda efendi hazretlerine haber vereyim,, dedi, Şimdi; Abbas Bey bu dağdan gelip de bağdakini kovmıya kal i kan nankör herife, acaba ne yap- tı dersiniz?.. Kolundan tutup da tekrar palas pandıras ormana mı görderdi?.. Yoksa Şam kadısına bir kese altınla, ufak bir tezkere mi yolladı?.. Abbas Bey, bunları (yapmak şöyle dursun, günün birinde bu herifin kendisini kapı dışarı ede- ceğini bile umarak acı acı düşün- meğe başladıı.. İnsan, birdefa iyilik (o etmiye görsün şu âlemde! M. $.

Bu sayıdan diğer sayfalar: