22 Eylül 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 7

22 Eylül 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No0.1834—199 Bir gece yarısı mehtabı : SERVETİFÜNUN 263 Reşat Feyzi'ye Sular ve Işıklar Işıkların ve suların kaynaştığı bu temmuz gecesi kendimizi o ka- dar ve o kadar hafif hissediyoruz ki, sanki bir sabun köpüğü gibi en hefif bir temasla derhal ve derhal kayboluvereceğiz. Ve serin bir rüzgâra bırakılmış göğsümüzün üstünde sanki bir ha- yal yer etmiştir. Ve biz bu göğ- sümüz üstündeki hayali ürkütme- mek için kımıldamıyoruz bile. Ve kendi kendimize sadece : — Âh diyoruz. Âh bu ânm sonu olmasa, & Üzerimizde; çok uzun hastalık- lardan sonra nekahet devresine girmiş bir hastanın hali var. Ve sanki bütün vücudümüz üzerinden çok fazla köpüklü ve ılık bir lif parçası geçirilmiştir. Ve biz ken- dimizi, sıcak bir temmuz günü bir ağaç gölgesinde vücudünü bahçe iskemlesine bırakmış, gözleri ka- palı bir hasta kadar bitkin hisse- diyor ve kendi kendimize sadece: — Âh diyoruz. Âhbu ânın sonu olmasa.. ©» ehtap Yeniköy önlerinden Burunbahçe'ye kadar sulara çok parlak ve sırmalı bir şey döşemiş. Daha ötelere a ortasında ışıktan bir yol açılıyo Acaba bu yol bizi ei şa- tosuna mı götürecek Yoksa sular ortasında, ışıklardan açılan bu yolun öte tarafında ko- yu renkli ve keskin kokulu çiçek: lerin yetiştiği bir ülke mi vardırf Bu yola yetişmek için kürekler sularda daha sık nefes alıyor. Fa- kat biz ce yetiştikçe o bizden uzaklaşıyo Her zaman yayvan ve basık yalıların rıhtımlarıns görülmeyen ve bilinmeyen bir derdi söyleyen sular bu temmuz ziyası altında o kadar sessiz ki.. Kulaklarımızda bu sesi duyamamaktan mütevellit bir boşluk var. Onu işitmek için, onu işitebilmek için âdeta nefeş almıyor ve kulaklarımızı cinş bir kedi gibi kabartıyoruz.. Fakat o duyulmuyor. O duyulmuyor. Işıkların ve suların kaynaştığı bu yerde ciğerlerimiz çok hafif bir hava ile doluyor, nabızlarımızdaki kan en genç hareketile vurmaya başlıyor, gözlerimiz artık İstanbula doğru uzayan ışıktan yol üzerintle yol alıyor, ve biz başımızın adeta büyüdüğünü, genişlediğini hisse- diyoruz, Artık yavaş yavaş Anadolu kı- yısından ayrılan mehtap oralarda muzlim gölgeler bırakmıştır. Ve biz nabızlarımızdaki kanun en genç hareketile vurmeye başladığı bu anda zannediyoruz ki o muzlim gölgeler altında gençliğini geçir miş bir kadın hiçkırmaktadır. Ve üzerimizden çok ılık bir lif parçasının geçtiği bu dakikalarda sadece ; — Âh diyoruz. Âh bu ânın sonu olmasa. & Belki şimdiye kadar hiç rast gelmediğimiz çok tuhaf bir koku burun deliklerimizden ta içimize kadar gidiyor. Ve biz bu kokuyu daha iyi alabilmek için derin ne- fes alıyoruz. Yoksa bu koku sıcak iklimlerin limon ve portakal bah- çeleri arasından mı geçiyor ? Bu kokunun en ziyade beğen- diğimiz çilek ve toprak kokusune benzer bir yeri yok. Muhakkak ki bu kokunun ren- gi koyu kavun içidir. rr yavaş yavaş ve ağır biz dalma onun kar- Şımızda ve içimizde olmasını isti- yoruz. Biz mehtabın içinde olmak iİs- tiyoruz.. Halbuki o akıyor ve okıyor. Ve biz onu her dakika ve her sö niye, bir mey gibi, bir mahbup gibi ve içimize sindire sindire içi- yoruz. Ve ta gönlümüzden gelen bir sevgi bir arzu elki bir daha ömrümüzde göremeyeceğimiz. billur sularla şetfaf ziygların Dp naştığı bu manzara için sadec — Âh diyoruz. Âh bu ânın sonu olmasa... — Sanki hayalimizin beyaz yal: sında, yeşil bir pancur açıldı, Ora- da ışıkların ve suların Ağ bir mazi gecesini liye UZ “Yelken nir. ilağ ve zarif sandal sular üstünde genç bir kız gibi sekiyordu. Saçları arkaya doğru dağımıştı. Göğsü iki küçük dalga gibi kabarıktı. Omuzları arkaya doğru çekilmişti.. Başı yanındaki erkeğin omu- zuna dayalı idi. Genç erkek onun çok sevdiği yıldızlı geceleri andı- ran saçlarına dudaklarını değdirdi. Genç kız oturduğu yerde rüz- gâra tutulmuş bir dal gibi sallandı. Ve dudaklarında sevildiklerini bi- lenlere hâs bir tebessüm yakut- laştı. Rüzgârı olmayan yelken bir iki kere çırpındı. Sonra Suların koynunda iki kelime perde perde açıldı: — Yavrum.. — Yavrucuğum.. Şimdi yine billur sularla şeffaf ziyaların kaynaştığı bu gece yarı- sında düşünüyoruz da, ne o göğsü şişkin ve omuzları geriye çekilmiş vücut, ne o ses kalmış. Ve biz şimdi hayale râmoldu- ğumuz şu ân içinde sadece: — Âh diyoruz. Âh bu ânın sonu olmasa.. 932 - Temmuz « 22 Sehap Nafiz.

Bu sayıdan diğer sayfalar: