Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
î 'e — ki. 13/2/936 Anastas Papaz oğlu; Mister Kampelin iş- l“inde, uzun müddet faaliyet göstermişti. Türkçeyi kendisi kadar iyi bilen ve söyli- Yen, ayni zamanda ingilizceyi de sühuletle tekellüm eden oğlu Haralâmbos; ve ge- he kendi köylülerinden gayet yakışıklı (A- İleko) isminde bir gençten mürekkep ol - Mak üzere küçük bir şebeke tesis etmişti; İşte, harbi umumiden mütareke devrine teçerken üç kişiden mürekkep olan bu şe- e; tamamile faaliyet halinde idi. Bunların vazifesi, mümkün olduğu ka - dar karargâhlara sokulmak, saf ve tahil tkerlerle ahbap olmak, bunların ağız'a -| tından söz kapmaktı. Bu hususta en büyük Muvaffakiyeti, bizzat Papaz oğlu- Anastas tösteriyordu. Ekseriya sırtına'bir cüppe ge- ç..'il"ı başına da bir sarık sarıyor; askerler drasında dolaşıyor; onlara, bellediği ayet - Ve hadislerden bir kaç tane okuyarak eni- . Hiyetlerini kazanıyor; ondan sonra da on- | dost olarak, alaylarının, taburlarının Binbaşı Kampelin bu küçük. istihbarat tebekesinin vazifesi, hemen henten bun - İrdan ve bunlara benziyen bir takım basit- ibaretti. Fakat bundan başka, bir E'î Hintli ve sair yabancı ilâmlardan mü- | '*kkep bir kısım adamlar daha tedarik et- Mişti. Bunların da elebaşıları, (Hintli Ni- Zameddin) di. Başta, Nizameddin olmak e bü ikinci şebeke de, daha yüksek iş- hti takip etmekle mükellehti. - Bunlar; Perapalas, Tosatlıyan, Kroker Ve sair yüksek otellerde yaşıyorlar; Alman, Avusturya, Türk zabitleri ile memleketin İlinci şınıf devlet ricali ve İttihat - Terakki — Femiyetine mensup nüfuzlu şahsiyetler a- Fasında dolaşıyorlar; bunlardan toplıya - "iyorlardı. * Mister Kampelin bu teşkilâtından baş- » başlıca bir istihbarat kaynağı daha idi. Pek mahdul ve tanınmış şahsi- — Rahip Fru, kimdir?.. Bu suale kat'iyetle cevap vermıiek, müm- değildir... Bütün dünya milletlerinin ÜS ve hatılarıdı işgel eden; Ve bu yüz de efsanevi bir mahlük şeklinde telâk- n meşhur miralay (Levrens) ne ise, f PFf defa — olarak ilk — senesinde ayak — ba ilk ea İ | İN da (mason) dür. Kendisi asleir İrlân- £ ve katolik olduğu halde, masonların | “Ükoç) docasma mensuptur. — (Rabiplik) Ve . Bü, matıl. birleşmiştir?: B e ruhanl eşbas- törihlerinde ve “gerek | Fi Ü- ç Mason İocaları sicillerinde böyle bir hâ- ender kaydedilmiştir. İ Daha garibi şurasıdır ki, aslen eski bir N'İİI ailesine mensup olan bu zeki ve kud- "i şahsiyet, kendi milletinin ve kendi ı.'“'lıımtııııı sefaretinde bir yer almak lâ- &n gelirken, kendisine büsbütün yabancı bir sefarette mütevazı bir vazife ifa et- j w ı.'h' katolik papazımı göz önüne getiren- | * hiç şüphesiz ki onu, uzun ve kıvırcık h bir adam olarak tahayyül ederler, takalile siyah cüppesinden ağır Lir şa - 'ah Ve günlük kokusunun intişar elliğini mqledır Halbuki Fru; daima per - , * tiraş ve gayet sade medeni elbise ile : ve gezdiği yerlere de hâlis Etkinson wm hafif bir Hmon kokusu neş- n bir centilmendir. f “ğ“m Bir rahibin en çok devam ede- yer, hiç şüphesiz ki; kilisedir. Bal - bah Fru, kiliseden ziyade, - o tarilite İs- , huldl mevcut olan - mason localarımda ilhassa Serkl Doryanda görülmektedir. aha sonra.. Fru, kendi meslekda şları- YNM : r KS | %. sefaretlerin resmi muhitlerine karşı %—iuıoğuk tavırlı ve müçtenip bir adam :'i Ve halde, Türklerin belli başlı şahsi - : ne karnşı daima mül'lefittir. Ve en İ | Fru da - aşağı, yukarı - ona benze- | İnin ilk günlerinde, zevcinin felâketi üzeri- Milfi Mücadeled Casus Teşkilâtı e Son Postanın Tefrikası: 7 Rahip Fru'nun bütün emeli halifeyi bir İngiliz oyuncağı haline getirmekti (İttihat - Terakki temiyeti) erkâani ile mü- nasebet tesis ve idamesine çalıştığı görül- mektedir. Daha sonra.. Fru; (31 mart hadisesin- de, yanına bir tercüman alarak pervasızca Ayasofya meydanımma gelmiş; ve oradaki yaylım âteşleri arasında büyük bir seki- netle dolaşarak, asi askerlerin ve — isyana önayak olan hocaların sözlerini, dertlerini ve şikâyetlerini dinlemiştir. Bir ( Allah a- damı) nın her felâket sahasıma koşması, hiç şüphesizdir ki manevi bir vazifedir. Fa- kat Frunun bu vazifesi, (ikinci Abdülha - mid) in Osmanlı saltanatından iskalına se- bep olacak kadar şümul kesbettiği - kat'i- yetle - rivayet edilmektedir... (Nicin?..) ı.mi diyeceksiniz?... Şu halde cevap vere - Çünkü; Alman - Avusturya ve Ru_ıyal siyasetini takip eden (ikinci Abdülha - mid) in artık siyaset sahnesinden çekil - mesine (Entelijans —servis) karar vermiş- tir. Daha sonra.;. (Beşinci Sultaa Mehmet) ünvanile tahta çıkan Sultan Reşada (ser - yaver) olan Remzi Bey (1) ile ilk defa olmak üzere münasebet tesis etmek istiyen ne başı bunalan bu sâf kalpli hanımefendi, büyük bir ümit ile Frunun dostluğuna mü- racaat etmiş, ondan pek ehemmiyetsiz bir yardım istemişti. Mütarekeden sonra, bir- denbire vaziyeti değişen ve İstanbulun en kudretli bir şahsiyeti oluveren rahip Fru, bu hanımefendiye olan manevi borcunu ödememiş; İngilizlerin parlak ve an'anevi olan (centilmen) liğini bu suretle ihlâl et- mişti. ) _ z Rahip Frunun, umumi harpten evvel ve umumi harp içinde yaptığı işler, bu mev- zuumuzdan hariç olduğu için bunlardan bahsetmeyi bir tarafa bırakıyoruz. Ancak mütareke gününden itibaren Türklerin si- yasi mukadderatı karşısında mühim bir şahsiyet kesilen Fruyu takibe başlıyoruz. Ve onu, kendi ruhu, kendi karakterile ta- ban tabana zıt olan bir adamla karşı kar - şıya buluyoruz. Bu adama, (Sait Molla) diyorlar. Abdülhamidin meşhür şeybhis - lâmı, (Cemaleddin Efendi) gibi necip ve faziletkâr bir zata yakın akraba olmasına rağmen, bu adamın açık ve kapalı haya - tındaki seyyiatı, saya saya bitiremiyorlar. Başındaki sarığa — ve sırtındaki — cüppeye rağmen, hususi hayatında tam bir sokak fa- ecnebi; rahip Fru Efendidir. Bu münase - O esnada şimdiki (Totonya) — salonunun | bulunduğu yerde, (İskoç) mason locası bu- lunuyordu. Bir içtima günü, Remzi Bey bu locaya davet edilmişti. Ve bu mizafir için | de (kürsü) nün arkasındaki (Onorabl) la- | ra mahsus olan mevkin arkasına, — sureti mahsusada bir koltuk yerleştirilmişti. Şah- sına bu derece-büyük hürmet — gösterilen Remzi Beyin ©o gün bir şey nazarı dikka- itini celbetti. O da, ayni locarım en yük - sek erkâniından ölan Frunun, mütemadi - yen etrafından dönüp dolaşması idi. Zeki bir zat olan Remzi Bey, bunda bir (mak - sadı mahsus) olduğunu hissetti. İhtiyatla hareket etmek yolunu takip eyledi... Pa - paz Frunun Remzi Beye karşı gösterdiği muamelenin sebebi, acaba ne idi?.. Hiç şüphesiz ki padişahın seryaverini elde et- mek ve bu vasıta ile de saray muhitinde cereyan eden hâdisatı öğrenmekti. Ve, da- ha sonra.. Fru, tpkı bir maarif müfettişi gibi sık sık İngiliz ve Fransız mekteple - rini dolaşıyor; bunlarda bulunan Türk ço- cuklarile alâkadar oluyordu. Fakat, alâ - kadar olduğu bu çocuklar arasında bir fırk. görülüyordu. Fakat şurası şayanı dikkat -| tir ki; onu ciddi bir surette işgal eden ço- cuklar, mahdut bir zümreye münhasır ka- hyor, ve bunları da devlet erkânile İttihat - Terakki cemiyetine mensup olan mühim şahsiyetlerin evlâtları teşkil ediyordu. Fru, bunlara mektepte arasıra ziyafetler veri - yor; bu koskoca rahip efendi, ekseriya bu küçük dostlarının evlerine kadar giderek kendilerini orada ziyaret ediyor; imtihan- larında bizzat bulunarak sorulan — sualleri kolaylaştırmıya ve tam numara almalarına yardımdan geri durmuyordu?. Umumi harp zuhur ettiği zaman, (İtilâf | devletleri) tebaasından bir çokları İstan - bulu terketmiş, kalanlar da sivil harp e - sirlerine yapılan bir takım kayıt ve şartlar altına girmişti... Fakat buna mukabil; bi- taraf bir hükümetin sefaret erkânı ara - sında bulunan Fru - hâlis İngiliz kanı ta- şımasına rağmen - (Osmanlı ordusunun ka- rargâhı umumisi merkezi) olan İstanbulda, “tıpkı eskisi gibi, hiç bir kayda, hiç bir şar- |ta, hiç bir takibata maruz kalmadan ser - best serbest yaşamış ve gezmişli — Ona, memleketin en hâs ve en sadık bit evlâdı Ogibi bu serbest hukuk ve imtiyazı temin eden şey; acaba ne idi?.. Hükümeti elle- 'yinde tutan İttihat - Terakki erkânının (bi- İrader) lik hukukuna riayetleri mi; yoksa, il"rıınsız ve İngiliz mekteplerinde o kadar | dost olduğu küçük Türk dostlarımın şefaat 've ilitimasları mı idi?.. Evetl. (Dam Dös- yön) da talebelik eden ve sonra da hükü- melin en yüksek şahsiyetlerinden biri ile izdivaç eyliyen bir Türk kızinın ona karşı göztürüiğü sâfiyane teveccüh ve dostulk, | tam zamanında Frunun imdadına yeliş - Imişti. (İstitrat olarak şunu da arzedelim ki; umumi harbi takip eden mMmütareke - iyümüş bizim gibilerden ne beklenir. hişesi iğrençliği gösteren bu adam, aşikâr betin zemini de şöylece ihzar edilmiştir. . | bayat ve mesleğinde de bir (muhalif) Fenarda duran yeni yapılmış bir tak- manzarası arzediyor. Muhalif... Kime muhalif?.. İttihatçı - lara mı?.. Halbuki - İttihatçıların — birinci plânlardakileri çoktan memleketi ter - ketmiş; geri kalanları da birer köşede sin- miş; ekserisi de zindan köşelerine atılarak umumi hayattan tecrit edilmiştir. Şu hal- İde, (Sait Molla) kime muhaliftir?.. Fru, bu noktaya kat'iyyen ehemmiyet vermemektedir. Ona sadece; programını, vasıta elzemdir. İşte bu vasıta da - umu - mi harp içinde bir kaç tesadüfün kazandır- dığı aşınalıktan sonra - şimdi bizzat aya- gına gelmiş: — Artık, beraberce çalışacak zaman geldi. Emrinize hazırım. Demiştir. : Fakat Fru, basit dedikodulara, adi ca- susluklara tenezzül edecek bir şahsiyet de- ğildir. ( Arkası var ) "e V nansrsna TARİHTE FIKLRALAR, Ava giden avlanırl.. Sultan Azizin ansızın ve kendisine günü gününe haber verilemeksizin hali Sultan Muradın zihnine dokundu. Bir kac gün son- ra eski padişahın intihar etrsesi ve arka- sından 'Çerkes Hasan hâdisesinin — vuku bulması, yeni padisakın büsbütün heye - canını arttırdı. Tab'an müvesvis olan mütetcim Rüştü Paşa, «padişahlığı benimsedi» gibi kilükal- leri işitince evhamı — arttığından Mithat Paşa ile bilmüzakere Sültan Murat iyile şinciye kadar şehzade Abdülhamit Efen dinin naibi saltanat ilân edilmesini karar laştırdı. Bundan haberdar edilen Abdül - hamit «işlerin ehemmiyeti niyabetle idare- ye müsait olmadığını ve naszıl olsa gene kendilerinin muavenet ve müzaheretlerile (iş göreceği için doğrudan doğruya ma -| kamı saltanata cülüsü münasip — olacağını» adamı Mahşer Midillisi Kâmil Bey vası - tasile paşalara söyletti. Abdülhamit bununla da kalmadı. Rüş- tü ve Mithat Paşalarla mülâkatında ken - dilerine teminat verdi. Hattâ Tarabya kas- rında Mithat Paşa ile görüşürken, paşanın sigarasına kibrit çakmak ve candlan hir ya- digâr vermek arzusile nabız damarlarına |temas eden köl düğmelerini çıkarıp koluna bizzat takmak ve: — Habeşistandan gelme zencilerle. Cer- kesistandan gelme halayıkların elinde eb-'.i- Siz olmayınca bu devlet nasıl idare edilebilir» gibi nabizgirane ve muhataplarını aldatıcı | sözler fırlatmak — ile kendisini ele aldık zannedenleri kendisi ele aldı ve ava ği - denleri avladı. (1) Mütekait, Remzi Pasa. — siyasetini Türkler arasında yürütecek bir "na baktı, arkamdaki beyaz N HİKÂYE İsmet Hulüsi BİR SAATLIk DİŞÇİ Dişçim, ayni zamanda dostumdu. saçlarınızın rengi kadar hoştur? Hangi Canımı çok yakmış'olmasına rağmen, kadının gözlerinde sizin gözl <inizde- yine hatırını soruyordum.' Yine mua- ki yakıcı ateş vardır? Hangi — kadının yenehanesinde saatlerce oturuyordum. yüzü sizinki kadar güzeldir? Ve niha- Diş işi bittikten sonra çene işine baş- ' yet hangi kadının demeyeyim — hangi lardık. Anlatırdı, dinlerdim; dinlerdi, Venüsün vücudu sizin vücüdunuz gibi anlatırdım. Dedim ya dostumdu. muntazamdır?. Bir gün yine muayenehanesine uğ-. — Fakat doktor? ramıştım. ?Beni görünce sevinmişti: l — Niçin fakat diyorsunuz? — Niçin — İşin yok galiba? ürkmüş gibisiniz? Sizi sevsem, sizi ku- — Yok olduğu için geldim ya! caklasam... — Dişin de ağrımıyor.. | Por bişarıda bir ayak sesi duyar gibi al- Yine çeker, yine canımı yakar kor- dum. Kulak verdim. O, bu fırsattan kusuyla: istifade etti. Odadan dışarı fırladı. Pe- — Hamdolsun, dedim, ağrıdan eser şinden koşacaktım amma.. Bir rezalet bile yok. 'çıkar diye korktum. - — Senden Bir şey rica etsem? Az sonra dişçi arkadaşım geldi. — Söyle! — Canın sıkıldı mı? — Dışarda bir işim var bir saat ka- dar ayrılmak istiyorum. — Sen burâda kalsan.. j t ' — Kalayım; gazete, kitap falan. — İstediğin kadar var. İşte hepsi burada. .. : — Yok biraz okudum. — Buralarını karıştırmışsın. — Elimde bir çizik vardı da ona ten- türdiyot sürdüm. i # * Bu vak'adan bir hafta sonra dişçi dostuma uğramıştım. Düşünceliydi: — Nen var? — Hiç sorma, dedi, başıma lena bir şey geldi. Saadetim mahvoldu. — Anlat yahu! — Kısaca anlatayım. Genç, güzel, zengin bir kızla evlenecektim. Kızı bir kere uzaktan görmüş olmama rağmen çok sevmiştim. Nikâh işlerine başla- mak üzereydim. Cebinden bir mektup çıkardı: — Al okul Mektubu okudum: «Bay doktor. Kızım sizi yakından görmek iste- Yavaşça aralanan kapıdan genç bir miş: Kendisini tanımadığınızı — bildiği bayan girdi: îiçin. bir müşteri gibi muayenehanenis- — Bay doktor.. ize gelmiş. Diş etlerinde bîr ağrı hisset- Genç bayanın yüzüne baktım. O ba-_!tiğini söylemiş. Siz, şöyle baştan savs gömleği ma bir tedaviden sonra, bayağı bir tarz- |da tecavüz etmek istemişsiniz. Olan biteni bana aynen anlattı. Bu vaziyet ' karşısında kızımı size veremiyeteğim.)) Dişçi dostum, melül melül yüzüme _ baktı: , — Beni hayatımda böye bir şey yap- mam. Hem ne vakit geldi. Hiç hatırlı- yamıyorum.. Yanılmış olacak. — İhtimal, dedim, ya o yanılmıştır, yahut ta sen... Bir an düşündüm: — Yahut ta ben... Diyecektim amma, diyemedim. — Âlâ, sen gelinceye kadar ben o- tururum. : Dişçi dostum gitti, yalnız - kaldım. Kitaplara, gazetelere biraz göz gezdir- dikten sonra bekleme odasından mua- yene odasına geçtim. Camlı dolaplar- daki ilâçların etiketlerini okudum. Bir | ma damağı elime aldım, bıraktım. Va-! kit bir türlü geçmiyordu. Port manto- |daki beyaz gömlek gözüme ilişti. Sunu |bir giyeyim, dedim. Giydim; tastamam gelmişti. Gömlek sırtımda oradaki san- Ldalyelerden birine oturmak üzerey- “dim, kapı; tik tık vuruldu: ; — Büuyurun! hatırladım. — Şey bayan emriniz.. — Diş etlerimde bir ağrı var da.. Rahat bir nefes almıştım. * Mesele' mühim değildi. Dostum dişçimin tavrı- inı takındım: : — Buyurun bakayım. . Genç bayan, koltuğa oturdu.. — AÂğzınızı açar mısınız? — Peki doktor. Ağzını açmıştı. Fakat ben göremi- yordum. Şapkasının kenarı görmeme mani oluyordu: — Lütfen şapkanızı çıkarsanız da. Şapkasını çıkardı. ' Kıvırcık saçları altın rengindeydi. Koltuğun' baş dayanan yeri belki de koltuk koltuk olalı bu kadar güzel bir | saç yığınına dokunmamıştı. — Oldu mu doöktor? Darüşşafakaya kurban gönderenler Bu bayram Darüşşafakaya harp malülü “İemekli yüzbaşı Niyazi tarafından 5, ope « ö Ş : yatör Mim Kemal tarafından 3, Bay Mü- KF eeei fit tarafından 3, Kefelizadeler tarafından Agî"." açtı. Evvelâ 'gozlerıne b.akîî 2 talebeden 168 Ahmedin hâlası terafıne tım. Lâcivert bebeklerinde kendimi | dân 2, Temyiz azasından Cevat, Rumeli » gördüm. hisarında ÂAvni, öğretmen Sadık. Şişli ce- — Anladınız mı doktor? zanesi sahibi Asım tarafından birer ve ade — Neyi? larını bildirmiyen bay ve bayanlar tarafın« 'İdan 5 ki toptan 24 kurban gönderilmiştir. Darüşşafaka Direktörlüğünden teşekküı'_o- Aklım başıma geldi: — Ha biraz daha açın! Kızıl dudakların arasından görünen beyaz dişleri çok muntazamdı. — — Acaba neye ağrıyor, doktor? ıhll' aor. Pa .- — Şey, bir şey değil; şimdi bir ilâç... Şişelere göz gezdirdim. Tentürdi- yot imdadıma yetişti. Titreyen elime bir pens aldım. Pamuğu güçlükle pen- se tutturabildim. Tentürdiyoda batır- dım. Diş etlerine; sürdüm. — Bitti mi doktor? — Hayır bir dakika daha oturun! Yüzüne baktım, pürüzsüz bir gü- zelliği vardı. SARAPLARIN EN İYISİDİR f LE MEİLLEUR DE TiE İOUS LS VİH — Siz çok güzelsiniz.. — Ne dediniz? — Dişçilik san'atinde acemiydim ' amma çapkınlık san'atinde değil.. — Çok güzelsiniz, dedim, yalan mi?