Son Posta 25 Mart 1936 sayfa 9 | Gaste Arşivi

25 Mart 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

——— SON POSTA Sayfa 9 25 - 3 - 936 Son Postanın Tefrikası 1 19 Kadın Casusların İçinde Takma Türk İsmi Kullananlar da Vardı İstihbarat servisi, faaliyetini arttırdık - ça, şebekesini de genişletiyordu. Artık ya- vaş yavaş, kadın casuslar da türemiye baş- hyordu. İlk bakışta sahnede, (Sarıyerli Bâdiye) isminde bir kadın görünüyordu. Genç, to- parlak çehreli bir esmer güzeli olan (Bâ- diye), cesur, pervasız, küstah, milli — ve dini hislere karşı yabancı, serbest ve lâü- bali meşrep bir kadın olduğu için İtti - hatçılar devrinde bir çok defalar zabıta - nn takibatına uğramış; bundan dolayı İt- tihatçılara karşı kalbinde derin bir kin kal- mıştı. Onun için mütarekeyi müteakip, bir çok müntekimler gibi bu kadın da sahneye a- tılmış; İttihatçıların aleyhinde ıçılııı cere- yanda mühim bir rol almıştı. Önüne gelen yerde: — Kahrolsun, İttihatçılar.. Hortlasın, Mahmut Şevket Paşa. Diye bağırmıya başlamış; bu sözlerden hoşlananların çarçabuk teveccühünü ka - zanmıştı. Dahiliye nazırlarından biri, der- hal bu kadına (tahsisatı mesture) den bir Tahsin de zabıta hizmetine alınmıştı. Fakat bu kadın, bunlara kanaatle kalma- mış; Yunan Salibiahmer heyetinde de hiz- mete başlamış; göğsünü, bu hizmetine mü- kâfaten aldığı Yunan madalyalarile do - natmıştı. Vatan hainlerinin bri alet gibi kullan - mak istedikleri bu kadm, bu ihanetkâr kuvvetler tarafından alkışlandıkça, şımar- miş; artık pek cüretkâr bir vaziyet al - mıştı. Ve 337 senesi kânunuevvelinde, ye- ni baştan bir maceraya atılmıştı. Bazı vasıtalarla istihbarat servisi ile an- laştıktan sonra, Zonguldak tarikile gizlice Anadoluya geçmişti. İfa edeceği — vazife; Zonguldak, Ereğli, İneboludaki saf ka - yıkıçı ve gemicileri kandırıp o havalide mil- K mücadele aleyhinde bir teşkilât vücuda getirmekti. Fakat bu menfur emel, tahakkuk ede - memişti. Zonguldak zabıtasının dikkat ve basireti sayesinde, (Bâdiye) Anadolu top- rağına ayak basar basmaz tevkif edilmiş; Kastamonu İstiklâl mahkemesine gönde - rilmişti. Orada cürmünü itirafa — mecbur kalan bu kadın; (amali milliyenin tahak- kukuna kadar, zabıta nezareti altında ika- met etmek) cezasile mahküm edilmişti. İlk kadın casuslarından biri de (Zebi - kor) isminde bir Ermeni karısı idi. Aslen Merzifonlu olan bu karı, Merzifon kolle- “jinde tahsilini bitirmiş ve tehcir esnasın- da umum meyanında Halep — taraflarına | :: Fakat bu tehcir kafilesi, Adanaya gel - diği zaman Zebika hastalanmış, oradaki hastaneye yatırılarak Türk doktorları ta - rafından hayatı kurtarılmış; ve bir Türk doktorunun himayesi altında —Adanada kalmıştı. Mütarekeyi müteakip İstanbula gelen bu kadın derhal (müntekim) ler partisine illihak etmiş ve nihayet istihbarat servisi- ne iltihak eylemişti. Oldukça iyi — türkçe söylediği için (mühtediye, Dilber Cavi - de) adını takınarak casusluğa girişmişti. Bu kurnaz karı, bu mel'unane fikrini tatbik edebilmek için evvelâ temiz ahlâklı, dindar, oldukça iyi aileden - fakat biraz fazlaca safderun - olan bir Türkü iğfal et- Mmiş; bu adamı kendine maske ittihaz etmişti. Ve bu vasıta ile de bir çok Türk ailelerinin sâf harimine kadar girerek bir mMüddet bu suretle vakit geçirmişti. Lâkin biraz sonra, istihbarat servisi bu kadına vazife vermişti. (Dilber Cavidan) takma ismila Anadoluya geçecek, — milli Mücadele aleyhinde casusluk edecekti. Bunu haber alan Dahiliye Vekâleti 6-7 tarih ve 637 numaralı şifresile bu kadının Anadolu toprağına ayak bastığı anda tev - kifini - bütün sahillerdeki - zabıta teşkila - tına emretmişti. Ya, hakkında böyle bir | emrin verildiğini duyan ve yahut ta böyle bir maceraya atılacak kadar kendinde ce- saret bulamıyan bu Türk düşmanı kadın, Anadoluya geçememişti. Diğer casus kadınlara gelince; — evvelâ Şunu iyi bilmek laâzım gelir ki Ermeni ve Rum ihtilâl komitelerine mensup olanla- Tin karıları ve kızları, kâmilen birer fahri Muhbitlerde, Ermeniler ve Rumlar aleyhin-| Si g"'[,* aa k CARa L âğ ; l S LA C de bir tek söz ve yahut o zamanki taşkın- hklara karşı nefreti ima eden en küçük bir hareket görseler, derhal bunu müba - lâğalı bir şekilde İtilâf devletleri zabıta memurlarına ve istihbarat servislerine ha- ber verirler; ve hattâ bu sözleri ve hare - ketleri, İtilâf devletleri aleyhinde suikastı ima eden manalarla tefsir ederek bühtan ve iftiradan çekinmezlerdi. Bunların üzerinde daha fazla — durarak mevzuumuzu kabartmak istemediğimiz - den bunların haricindeki kadın istihbarat memurlarına geçiyoruz; ihtiras ve menfaat başlı bir kaç menfur çehreye süratle göz gezdiriyoruz: Beşiktaşlı Nazlı — Henüz ym iki yaş- larında, beyaz ve yuvarlak çehreli, kara gözlü, kumral saçlı, küçük ağızlı oldukça güzel bir kız olan Nazlı, İttihatçıların hış - mına uğramış olan bir mütekaidin keri - mesi idi. İyi tahsil ve terbiye görmüştü. İngilizce, almanca ve fransızcayı sühuletle lelıellmn ederdi. O devrin giyinişine na - zaran çok şık ve Beyoğlunda pek serbest tavırla gezerdi. Pederi, İngiliz muhipler ce- miyetine intisap etmişti. Kızını da dolgun- ca bir maaşla, istihbarat servisine yerleş- tirmişti. Bir müddet büro işlerinde kul - lanılan Nazlıya, bir müddet sonra İstihbarat sertvisi tarafından kuryelik vazifesi teklif edilmişti. Bu genç kız, İngiliz kuryesi sıfa- tile ve bir İngiliz vapurile 6-7 nisan 337 tarihinde Karadenize hareket etmişti. Fakat istihbarat bürosunun bütün esra- rına - tam vaktü zamanında - vâkıf olan (İstanbul milli teşkilâtı) bu İngiliz casusu- nun hareketini Ankaraya bildirmiş; milli hükümet tarafından da bütün iskelelerde tevkif emri verilmişti. Dört hasta bakicı — 337 senesi mayıs ayı içinde istihbarat servisi, yeni bir te - şebbüse girişmişti... O sırada İstanbuldan Anadoluya bir Hilâliahmer heyeti gönde- rilmek üzere de bunu haber alan servis, bu fırsatı ganimet bilmiş; İngiliz amaline hiz- met eden bir iki doktorla, casusluk etmek için dört hasta bakıcıyı bu heyet arasına sokmak istemişti... Bu kadınlar, memur e- dilecekleri hastanelerde yaralı zabit ve ef- rat ile daima temas halinde bulunacakla - rından, alacakları malümatı hususi vasıta- larla istihbarat servisine bildireceklerdi. Bereket versin ki, Hilâliahmer merkezi umumisi, bu maksadı derhal hissetmiş; bu hainane maksadın husulüne meydan ver - memişti. Müzeyyen Hanım — Gene bu mayıs ayı içinde, istihbarat servisine mensup Müzey- yen isminde bir kadın, Anadoluya gönde - rilmek istenilmişti. Bu hanim Rumelihisa - rında ikamet eden veznedar Abdullah Be- yin kerimesi idi. İstanbul teşkilâtı tarafından zamanında haber alındığı için, istihbarat servisinin bu teşebbüsü de akametle neticelenmişti. (Arkası var) & Saçları dökülenlere KOMOJEN KANZUK Saç eksiri Saçların dökülmesine ve kepeklen- mesine mani olur. Saçların kökle- rini kuvvetlendirir ve besler. Tabit renklerini bozmaz, lâtif bir rayihası vardır. İngiliz Kanzuk Eczanesi Beyoğlu - İstanbul | ——it [ Hikâye TALİİN OYUNU ğ? Hğnr)"(len Umumi parklarda ve hattâ bunları ken- di hususi apartımanları gibi kullanan ser- serilerin arasında bile bir nevi aristokrasi vardır. Valans bunu bilmiyor, ancak his- sediyordu. Fakat şimdiye kadar yaşamış olduğu mürelfeh hayattan birdenbire su- kut edip te, koca şehrin kalabalığı arasın- da tek başına kalınca, bacakları, onu gay- ri ihtiyari, Madison parkına sürüklemişti. Tıpkı genç bir mektepli kız gibi ham ve sert olan mayısın soğuk rüzgârları, ağaç - ların dalları arasında soğuk soğuk esiyor - du. Valans paltosunu düğmeledi, son si - garasını tellendirdi ve oradaki tahta sıra - lardan birinin üzerine çöktü. Üç dakika kadar, son yüz dolarını delicesine sarfet- tiğine acındı. Ondan sonra da bütün cep- lerini birer birer aradı. Fakat tek bir nikel para bile bulamadı. O sabah apartımanını terketmişti. Bütün eşyası, bazı borçlarının ödenmesi için satılmıştı. Üzerindeki kos - tümden maada, diğer bütün elbiselerini, aylık borçlarma mukabil uşağına vermişti. Koca şehirde onun için artık yatacak bir yatak, yiyecek bir istakoz yoktu. Tramvaya binecek ve yahut yakasına takmak üzere bir. karanfil çiçeği alabilecek —parası bile kalmamıştı. Gerçi yalan söyleyip arkadaş- larından borç para alabilirdi... Fakat bu- nu yapmağa tenezzül etmemiş ve pşrkı ter- cih etmişti. Bütün bup felâketin sebebi, amcasının, yok yere kızıp onu mirasından mahrum bı- rakması, aylığını kesmesi ve kapı dışarı et- mesiydi. Amcasının bu öfkesinin saiki de, yeğenine almak istediği bir kızı Valansın beğenmemiş olması idi... Saçma bir se - bep değil mi?.. Her ne ise, ihtiyar am - canın, ailenin başka bir kulundan bir ye - ğeni vardı... Bir zamanlar varis o idi. Fa- kat uslu durmamış, bir çok senelerdenberi Nevyorkun çirkefi içinde kaybolup git - mişti. Şimdi amcası dört koldan adam sal- dırmış, eski mevkiüni iade etmek için bu kayıp yeğenini aratıyordu. İşte bu yüzden Valans cehennemin en karanlık kuyusuna atılmış ve küçücük par- kın, sefil, perişan, serseri sakinleri arası - na düşmüştü. Bir aralık arkasına yaslandı ve sigara dumanlarını gülerek ağaçlara doğru sa - vurdu. Hayattaki rabıtalarının böyle bir - denbire kesilmesi onda garip bir hafiflik, bir serbestlik hissi uyandırmıştı. Kendisi- ni, tıpkı paraşütünü atıp balonunu kendi başına salvermiş bir baloncu gibi hissedi - yordu. Saat ona yakındı. Parktaki sıralarda he- nüz o kadar kalabalık yoktu. Park sakin - leri, her ne kadar sonbahar soğuklarına karşı muannidane bir mukavemet göste - rüzgârlarile birdenbire karşılaşmaktan çekinirler. Bir müddet sonra, fiskiyeli havuzun ya- nındaki sıralardan herifin biri kalkıp geldi ve Valansın yanına oturdu. Genç mi idi, ih- tiyar mı idi, belli değildi. Adi yatakhane - lerde yata kalka üzerine küflü, ekşi bir ko- ku sinmişti... memiş, rirlerse de, ilkbaharın soğuk Çoktanberi yüzü ustura gör- saçına tarak dokunmamıştı Bir kib- rit istedi ve bunu vesile ederek konuşma - ga başladı: — Sen her halde buranın gedikli mü- davimlerinden değilsin... Ben de az çok elbiseden anlarım... Galiba parktan geçer- ken, şöyle bir kaç dakika dinlenmek iste - din de buraya oturuverdin... Biraz ka - nuşmama müsaade eder misin?,. Birisile konuşmağa, birisinin yanında öyle muhtacım ki!... Korkuyorum... Fe - na halde korkuyorum. Derdimi, ötede o - turanlardan bir kaçına açayım, dedim; be- ni çıldırmış zannettiler. Doğrusunu ister - seniz bugün topu topu bir tek yavan hal - ka ile bir elmadan başka bir şey yemedim. Buna rağmen yarın üç milyonluk bir ser- vetin varisi makamiına geçeceğim karşıda gördüğün, etrafı atomobillerle çev- rili olan lokantayı belki de çok hakir, çok yabancı bularak orada yemek yemeğe te - nezzül bile etmiyeceğim... — İnanmıyorsun | değil mi? dedi. Valans güldü: — Tamamile inaniıyorum azizim... Dün öğle yemeğini ben o lokantada yemiştim. Halbuki bu akşam bir fincan kahve içe - cek param bile yok, dedi. Serseri: — Sen her halde bizden değilsin... Maa- mafih dünyada olmadık olmaz... Bir kaç sene evvel benim de yüksek bir mevkiim vardı... Sen niçin hayatın çarkından fırlı- yarak buraya düştün? diye sordü. Valans omuzlarını silkti: — Ben mi? Hiç... İşimden çıkardılar da... dedi. Ötekisi sözüne devam ederek: — Bu şehir yok mu? Vallahi, çınımı- * M ü bulunmağa | de ve-şu | nasile, su katılmamış bir cehennem... Bir gün hâlis çini tabaklarından yemek yer- sin, ferdası gün de Çin mahallelerinde, pis bir Çinli lokantasında kokmuş et yersin... Ben de oldukça talihsizlik çektim. Beş se- nedenberi sürünüyorum. Dilencilikle geçi- niyorum... Halbuki hiç bir iş yapmadan, rahat, kibar bir hayat sürmek üzere yetiş- Seni bu sözlerimle — rahatsız Ne yapayım? Birisile ko- nuşmak mecburiyetindeyim... Korkuyo - rum... Fena halde korkuyorum... İsmim Ayddır... Riversayd Drayvda oturan mil- yönerlerden ihtiyar Poldingin amcam ol - duğunu söylesem inanmazsın değil mi?.. Fakat hakikaten amcamdır... Bir zamanlar onun konağında otururdum... İstediğim kadar param vardı... Yanında bir içki pa- rası yok değil mi mister... Valans, hiç tereddüt etmeden: — Benim ismim Dovson... Hayır azi - Maalesef bir tek nikelim bile yok, tirilmiştim ... etmiyorum ya?.. ZzZim... dedi. Ayd sözüne devamla: — Bir haftadanberi Morris isminde bir hırsızla beraber Divijin sokağında bir kö- mürlükte yatıyordum... Başka yerim yok- tu. Bugün biraz dışarıya çıkmıştım. Bak - tım ki cepleri kâğıt dolu birisi beni soruş- turuyor. Sivil bir polis zannettiğim için bü- tün gün o semte uğramadım. Akşam ka - ranlığından sonra gittim... Bir de baktım ki bana bir mektup bırakmışlar... Hem de kim yazıyor bilir misin?.. Meşhur avukat Mid... Amcam Polding, maziyi — unutup tekrar evine avdet etmekliğimi istiyormuş.. Beni gene milyonlarına varis yapacak ve cep harçlığı olarak ta senede on bin do- lar tahsis edecekmiş... Bunun için de ya- rın sabah saat onda avukat Midin yazıha- nesinde bulunmaklığım lâzım... Halbuki ben korkuyorum... Fena halde korkuyo - rum, dedi. Birdenbire ayağa kalktı ve titriyen el - lerini havaya kaldırarak boğuk bir ses çı - kardı. Valans onu kolundan tutarak zorla sı- raya oturttu. Yüzünden hafif bir istikrah alâimi belirmişti. Sert bir sesle: — Kendine gel... Seni gören yeni bir servete kavuşmak üzere olduğunu — değil, henüz bir servet kaybetmiş olduğunu zan- neder. Neden korkuyorsun? dedi. Ayd, sıranın üzerine büzülmüş, zangır zangır titriyordu. İki elile Valansın koluna sarılmıştı. Hava soğuk olduğu halde al - nından buram buram ter akıyordu. Mırıl - dana mırıldana söyleniyordu: — Sabah olmadan, başıma bir felâket, beni bu paraya kavuşmaktan menedecek bir felâket geleceğinden korkuyorum. Ayd sözünü kesti ve acı bir sayha ata- rak yerinden sıçradı. Etraftaki sıralarda o- turanlarda bir hareket görüldü. O tarafa bakmağa başladılar. Valans herifin kolun- dan tuttu ve onu teskin etmeğe çalışarak : — Gel seninle biraz dolaşalım... Sakin olmağa gayret et... Korkacak, heyecana gelecek bir şey yok... Sana bir şeycikler olmaz... Korkma... Bu gece de öteki ge - celer gibi geçer, gider, dedi. Ayd hâlâ titriyordu. — Teşekkür ederim... kın yalnız bırakma, olmaz mı Amma beni sa- Davson? Benimle şöyle biraz dolaş... Evvelce sinir buhranı nedir bilmezdim. Hiç başıma gel- memişti... Hem de bin türlü cehennem a- zabı, bin türlü meşakkatler çektiğim hal - . Şöyle hafif tertip bir yemek tedarik edebilsek. Benim sinirlerim bozuk... Di - lenmeğe bile takatim kalmadı, dedi. Valars onu Broadway caddesine doğru götürdü. Kuytu bir yerde bıraktı ve bek - lemesini söyliyerek, orada, kendisini ga - yet iyi tanıdıkları bir otele girdi ve her za- manki lâkayt tavrile bara yakalaşarak gar- sonu çağırdı: — Dışarıda pek zavallı bir adamcağız var Cimmi... ÂAç olduğunu söylüvor... Ha- kikaten de aça benziyor... Para versem, gidip meyhanede içecek... Şuradan bir iki sandoviç yapıver de bari herifin karnını doyurayım.... Korkma, sandaoviçlerini s0o- kağa attırmam, dedi. Cimmi: — Başüstüne Mister Valans... Bu zaval- hıların hepsi de yalan söylemez ya... Her ne de olursa olsun... Bir insanın aç kal - masına hiç dayanamam, dedi. Bir havlünun içine bol bol jambonla, so- ğguk et sardı. Valans bunu alarak sokağa çıktı. Ayd hemen yemeğin üzerine sal - dirdi ve bir müddet tıka basa sorira elinin tersile ağzını sildi: — Bu sene daha bu kadar güzel bir ye- mek yememiştim. Sen yedikten yemiyecek misin lDı:n son? dedi. Vılını. — Hayır, teşekkür ederim... Karmnım aç değil, dedi. Âyd: — Öyle ise, haydi parka dönelim. Ka « lan yemeği saklıyalım; yarın kahvaltı. &« deriz. Fazla yiyemiyeceğim... Kusacağım; hastalanacağım diye korkuyorum... Ya gece sancılanır da sabaha çıkamazsam?... Avukatla görüşme zamanına daha on bir Beni yalnız bırakıp gitmiyecek- sin değil mi Dovson? Başıma bir şey ges lecek diye ödüm patlıyor. Sahiden gide « cek bir yerin yok değil mi? dedi. saaft var... Valans gülerek: — Hayır... Bu gecelik gidecek hiç biş yerim yok. Seninle beraber burada, bir sd ranın üstünde sabahlıyacağım, dedli. Ayd: — Eğer bana doğruyu söylüyorsan, bajl şına gelenleri hakikaten harikulâde bir aoj gunkanlılıkla karşıhyorsun. İşini kaybede bir adamın, hiç olmazsa ilk günleri, oturu saçını, başını yolacağını tahmin edıyordunî dedi. İ Valans omuzlarını silkti: — Demin de söyledim ya... Ben de feri dası gün koca bir servete konacak bir a « damın içinin rahat olacağını tahmin edi * yordum, dedi. Ayd başını salladı: — Ne tuhaf dünya... Felâket te, se « vinç te insanlara başka başka tesir ediyor.ş İşte sana boş bir sıra Dovson. Tam da be « nim sıramın yanında.., Burada ışığı da gözüne gelmez... ** Ben yarın bizim ihtiyar amcaya söya »» Sana, mühim müesseselerden bi « rine bir tavsiye mektubu versin. Bana bu akşam o kadar yardım ettin ki!... Eğer sağ na rastgelmeseydim, bu geceyi bir türlü gea çiremezdim... dedi. sokağın Baksana Dov « son lerim. Valans: — Teşekkür ederim... Kuzum Ayd..c Bu sıraların üzerinde nasıl uyursunuz? Us zanır yatar misiniz, yoksa oturduğunuz yere de mi uyursunuz? dedi. Valans saatlerce gökteki yıldızları sey e retti; sokaktan geçen hayvanların asfalt ü zerindeki ayak seslerini dinledi. Zihni bikş tün faaliyetini muhafaza ediyordu. Fakali hissiyatı uyuşmuştu. His namına hiç bir şey kalmamıştı. Şu dakikada ne esef, ne kore ku, ne acı ve ne de rahatsızlık... Hiç bit şey hissetmiyordu. Sevgilisini bile düşü « nürken, onu şu baktığı yıldızlar kadar u « zak bir diyarda imiş gibi, gayet âfâki bit surette düşünüyordu... Yanı basında yatarş herifin müvazenesiz harekâtımı düşünü « gülüyordu... Bit müddet sonra sütçü arabaları şehri istilâğ etmeğe başladı. Valans ta kendinden ge « çerek derin bir uykuya daldı. Ferdası gün, sabah saat onda, her ikisi de avukat Midin yazıhanesinin önünde bu- lunuyorlardı. Randevu saati yaklastıkça Aydın asabı büsbütün bozuluyordu. Ne « rede ise düşüp bayılacaktı. Valans, onu yalnız bırakmak istemediği için yazıhanes ye kadar onunla beraber gelmişti. İçeri girdikleri vakit Mid onlara hay « retle bakıyordu. Avukat ötedenberi Va « lansın dostu idi. Selâmlaştıktan sonra, çeh- resi bembeyaz kesilmiş, her tarafı zangış zangır titremekte olan Ayda baktı: yor ve kendi kendine — Sizin adresinize dün akşam bir mek- tup daha göndermiştim Mister Vayd. Fa- kat sizin orada bulunmadığınızı ve mek « bu sabah Çok müteessilfim, fakat amcanız tubu alamadığınızı ögrendim. Mister Polding sizi tekrar evine alıp kendine va- . Elyevra mevcut vaziyetin değişmiyeceğini size söylememi tenbih etti... dedi. Aydın titremesi birdenbire durdu, yü- züne biraz kan geldi. Olduğu yerde dim - dik doğruldu. Çenesi ileri fırladı ve gözle- rinde bir parıltı belirdi. Bir elile eski püskü şapkasını arkaya itti. Ötekini de avukata dağru uzattı. ris yapmaktan vaz geçti... Derin bir nefes aldı ve bir kahkaha savurduktan sonra: ! söylele Cehennemin dibine kadar yolu var, diye bağırdı ve arkasını dönerek sert adımlarla yazıhaneden çıkıp gitti. Avukat Mid, arkada döndü ve gülerek: — Moruğa benim tarafımdan kalan Valansa — İyi ettiniz de geldiniz. Amcanız der« hal eve dönmenizi istiyor... Dün acele ka- rar verdiğini, bilâhare meseleyi üzün uza« dıya düsündükten sonra pişman olduğunu ve fikrini değiştirdiğini söyledi. Aranızda« ki münasebat tıpkı eskisi gibi devam ede « — Yani hem varis olacak, hem dâ İN cektir... aylığınıza. . Avukat bırdenbirc sözünü kesti ve kâ < Hbine dönerek: — Adoms! Çabuk bir bar.la su EGİI öik lll eli P ll e —eza ; ei ÖŞ li bf F *im W Üt ge- Ö

Bu sayıdan diğer sayfalar: