Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
İ o Sab f . —e 1 ada he K '—'JJ kall r*d «gürbüz bir adam Karısını kaybeden adam Nihayet buldu, fakat kadını” öldürmek istediği anlaşıldığından tevkif edildi Bundan 27 gün evvel bir sabah matbaamıza — tek kollu, fakat genç, geldi. : — Gazeteye bir — yazı (!) yazdırmak ( istiyorum dedi vs - şunları anlattı: ş — «Bana Etem Reis derler. Balık- çıyım. Soyadım da ğ (Balık) tır. Benim -. 30 yaşında Zakire Isminde, güzel, uy _ sal, ev kadını bir e karım vardı. Zaki- Etem Balık re Görelidir, Çavuşköyünden Sıtkı oğ- lu Ali Osmanın kızıdır. Onunla sekiz yıl- dan beri evliyiz. Gayet iyi geçiniyor, bi- ribirimizi hiç incitmiyorduk. Fakat bun- dan 15 gün evvel karım ortadan kaybol- du. Beni bırakıpj kaçtı. Sebep te şu: Bizim valdeyle bir türlü geçinemezdi Zakire, Geçenlerde benim evde bulunma dığım bir sırada biribirlerile atışmışlar, iş ağız dalaşından yumruk savaşına geç miş, Zakire anamı yaralamış ve başını alıp kaçmış. Arayıp, taramadığım yer kalmadı. Ne gören var, ne bilen. O ihtimal anamı ağır ca yaraladığını sanarak hakkında taki- bat yapılacağını düşünüyor ve meydana çıkmıyor. Halbuki anamın yarası hafifti ve geçti. Zakire meydana çıksa hem ken | disini yalnızlıktan, beni üzüntüden, hem de yavrumuzu anasızlıktan kurtaracak. Şu dediklerimi gazeteye yazarsanız belki karıma okurlar da meydana çıkar.» Etem Reisin dediğini vaptık. Söyledik- lerini gazeteye aynen yazdık ve bu yazı # Nisan tarihli Son Postada çıktı. Aradan 10 - 15 gün geçmişti. Etem Reisi dinleyen Ve dediklerini gazeteye yazan arkadaş bir gün Çemberlitaştan geçiyordu. Etem Reise rastladı. — Ne yaptın Etem Reis diye sordu. Karını buldun mu?.. Etem Reis boynunu bükük cevap verdi: — Bulamadım Bayım. Bir Allahın ku-| lu çıkıp ta «Etem karın filân yerdedir.> demedi. Yalnız dün biri Zeakirenin bugün buradan geçeceğini söyledi. Sabahberi bu tada dolaşıp duruyorum, — Ne yapacaksın? — Ne yapılır bayım. Görürsem onu, | yalvarıp yakaracak, alıp eve götüreceğim Sekiz yıllık yuva yıkılır mı?, Bir daha ne Etem Reisten, ne karısı Zakireden bir haber alınmadı. * Adliye işleri ile uğraşan arkadaşımız #vvelki gün Sultanahmet üçüncü sulh teza mahkemesinin önünde Ethem reis karısile yan yana rastlamış, fakat daha konuşmıya vakit bulmadan mübaşirin Ethemi mahkeme salonuna çağırdığını, ö karısının da kendisini takiben mahke - meye girdiğini görmüş, ârkadaşımız da mahkemeye girmiştir. , Karı koca hâkimin karşısına çıkınca kadın şunları söylemiştir: Ethem Balık, benim sekiz senelik ko- | camdır. Evlendiğimizin on beşinci gü- lnunden itibaren bana dayak atmıya baş- Jladı. Sebepli, sebepsiz dayak yiye yiye şimdiye kadar dişimi sıktım. Belki yaşı ilerler de ıslâhı nefseder dedim. Fakat büsbütün azıttı, bıçak kemiğe dayandı. ,Ben de mahkemeye müracaat ederek bo- ,şanma davası açtım. Kendisi gecimsizdir. ,Bir defa polise hakaret etti. mahküm ol- du. Sonra müddeiumumiyi tahkir *etti. Yine iki ay hapiste yattı. Nihayet, ba - lıklara bomba atarken yaralandı. Ham sağ kolu koptu, hem de iki aylık bir hü- küm giydi. Artık böyle bir koca ile yaşa- kaçtım. Dün gece Yalovadan geliyordum. Vapur köprünün Haydarpaşa iskelesine yanaştı. Ben iskeleye çıkınca karşımda Ethemi gördüm. Hemen yüzüme bir şişe ilâç boşalttı. Elbiselerim yanmıya baş - Jadı. Ben de boğuluyordum. Haykırdım. Polis geldi. Beni, hastaneve götürdüler, tedavi ettiler, koluma şiringa yaptılar. ,Beni muhakkak bir ölümden kurtardı - şlar. Bu adamın cezasını veriniz. Anlaşılıyordu ki Ethem reis karısını aramış, taramış bulamamış, Çenberli taşta da kendisine rastlıyamamış. Niha- ,yet nereden ve kimden öğrenmiş ise ka- rısının vapurla yalovadan geleceğini öğ- renmiş, belemiş, bu işi yapmış. Kâkim Ethem reise ne diyeceğini sor- du. Ethem reis bu işi üzerine almıyordu. «— Bu benim karımdır. İskelede ken- disini karşılamıya gitmiştim. Tanımadı- .(ğım bir adam üstüne zehirli gaz serpti. Karım bağırıyor ve başını, saçını yolu- ,yordu. Ben yanındaydım, nikâhlım oldu ğu için başörtüsünü örtüyordum.» diyor- du. Fakat şahitler Etem Reisin söyledik- Jerinin aksini söylediler. Kadını teyit et- tiler ve: — Attığı şişede ne vardı bilmeyiz de- diler. Kadının üzerinde buhara benzer |dumanlar çıkıyordu. Kadın kıvrım kıv- rım kıvranıyordu. Hemen hastahaneye kaldırdılar. Doktorlar da Etem Reisin karısının /ü- | zerine döktüğü mayiin mahiyetini tesbıt- edememişlerdi. Hâkim Etem Reisi bir ay beş gün hapse mahküm etti. Hüküm tef- him edilirken Etem Reis bir külçe gibi ye re yığılmış, bayılmıştı. Karısı: — İnanmayınız diye haykırdı. Yapma- cıktır. Mahsustan yapıyor. Cezadan kur 'tulayım diye. Şimdi kendisine gelir, Etem Reis biraz sonra kendisine gel- di. Hâkim hükmün tefhimini tamamladı ve Etem Reis tevkif edilerek tevkifhane ,ye gönderildi. —— GÖNÜL İŞLERİ! “ Beş ay daha Bekliyeyim mi ?,, Sarı renkte bir zarf, içinde gene sarı renkte bir mektup, fakat imzası eksik.. ilk satırlarından anlaşılıyor ki bir genç kız yazışı söylediği şu: «Daha 14 üncü yaşımdaydım. Bir gençle taniştim, epeyte bir müddet ko- nuüştum. Derken hadise ailece duyul - du. Nişanlandık, daha evlenecek yaşta değildim. Bekledik. Aradan üç yıl geç- ti. Bu müddet zarfında da nişanlım ahlâkça değişti. Şimdi evlenmemiz i- çin onun tayin ettiği zamana beş ay var, nişanlımın değiştiğini düşünerek tereddüt içindeyim, bekliyeyim mi, ayrılayım mı, ne dersiniz?» * 14 yaşında bir çocukken aşk peşine düşen bir kız, üç yıl nişanlı kalan bir kız, ayni zamanda dile de düşmüştür. Mektubun anlattığı facia ve iki taraflı kabahat üzerinde durmıyacağım. Bu kısmı diğer okuyucularıma bırakayım. Kıza tavsiyem şu olacak: — Ayrılacak iseniz evlendikten son- ra ayrılınız. * Adapazarında bay (A. A, A.) ya: Anladığıma göre nikâhlı vaziyette - siniz, kuvvet sizin tarafınızdadır, ka- nun da sizi himaye eder. Fakat mesele- de kuvvetin de, kanunün da tesirinden istifade etmek mevzubahs olamaz. Ölünceye kadar geçineceğinizi bir ka- dını ve ailesini hissen hoş tutmak lâ - zım. Mantıkla, muhakeme ile yola ge- | leceklerini tahmin etmiyorum. Feda- kârlık edeceksiniz. Çaresiz, fakat bunu yapabileceğiniz dereceye — indirmeli, tostlarından ve dostlarının tavassut- larından istifade edebilirsiniz. Size pratik bir çare gösteremediğime müte- essifim, - TEYZE namıyacağını herkes takdir eder. Ben de| ı-ııseı Râl' ŞISIE ; Mütehassısın kuvvetli tarafı Bir tanıdıkla konuştum. AÂnti pa-| rantez ilâve edeyim.. Benim gazeteci ol- duğumu bilmiyordu. Bilmiş olsaydı, ta- bit konuşmıyacak; ben de bu yazıyı yaza- mıyacaktım. Ona, dedinm: ki: — Vekâletlerden birinin, bir emri var- mış. Vekâlete bağlı dairelerde çalışan ec- nebi mütehassısların ne derece faydalı ol dukları öğrenilmek ıstenılıvormuş. Çok yerinde"bir emir. — Bilmem ki Bayım.. â — Nasıl bilmezsiniz, sizin çalıştığınız yerde bir ecnebi mütehassıs yok mu? — Var bayım, olmaz olur mu? — Nasıl işe yarıyor mu? — Bilmem ki bayım.. — Nasıl bilmezsiniz, benim duyduğu- ma göre bu mütehassıs ihtisas sahibi ol- duğunu iddia ettiği işin acemisi imiş. — Orası öyle. — Bizim memleketi pek az tanıyor- müş. Ve tanımaya da niveti yokmuş. — Evet orası da öyle. — Gene duyduğuma nazaran son za- manlarda bazı büyük işlere kalkmış.. — Evet evet. Güldü, sordum: —NNeye güldünüz? — Hiç, güldüm! — Neye güldüğünüzü, size söyliyeyim. Son zamanlarda giriştiği bu büyük işle- tin hiç bir neticesi çıkmamış. Gene güldü. Ben devam ettim: — Esaen bir netice çıkmıyacağı da ev- velden belli imiş. Gene güldü. — Peki, ne diye ikide bir gülüyorsu- huz?, Boynunu buktu — Doğruyu söylüyorsunuz da.. — Ha, desenize bu mütehassısın bir işe yaramadığını, faydasından çok mazarra- ti olduğunu siz de biliyorsunuz. — Evet ! — Mademki biliyorsunuz, bildiğiniz halde ikide bir, bilmem ki demenize se- bep var mı? — Var bayım, çünkü mütehassısın çok kuvvetli bir tarafı var ki, bunu siz de bi- lirsiniz ama; belki hatırınıza gelmiyor. Ben size demin nasıl hak verdiysem; si- zin hatırlamadığınız tarafını hatırlattı - ğım zaman da siz bana hak vereceksiniz. — Peki söyleyin nedir? Kulağıma eğildi; yavaş bir sele: — Çabuk söyleyin, kuvvetli tarafı?, — Frenk olmasındadır. İMSET Kadnköteti Emprıme rob Siyah zemin üzerine kırmızı beyaz em primeli kumaştan sade bir rop. Yakasın- da beyaz linondan bir jabosu var. Ayni şekilde fistolü ve hafif büzgülü bir par- ça da kol kenarlarına konulmuştur. Ete- ğin ön ve arkasında korsajdan inen iki | kupe, ikişer pli yapmaktadır, Fuzuli İçin yazılan Ermenıce e Üstadlar harekete geç eseri tanıyan tanıyan: duydukları eser için bu Bir çok tanınmış muharrirlerin ismini ilk di zevat neredeyse “ ya: madan evvel bile biliyorduk ,, diyecekler Yazan: (Baş tarafı 1 inci sayfada) ya yeniden böyle halli güç yeni bir me- sele daha çıkarılır mı? Öyle ya, kızarmakla morarmak zahiren biribirini takip eden iki utanç derecesi, iki utanç hali görülmüyorsa da hakikatte ikisinin arasında meselâ domatesle pat- hean kadar fark vardır. Domates ise faz la kızarınca morarıp meselâ patlıcan ol- maz, olsa olsa çürüyüp çöplüğe atılır. Arkadaşımız bir taraftan ortaya böy- le çetin bir mesele atarken, diğer taraf- tan da muhterem üstat İsmail Habibe mmüracaat ile Ermeni vatandaşımızın ese ri hakkında malümat istemiş. Meğer bizim ve bizimle beraber gaze- te muharrirlerinin de ismini ilk defa işit tiği bu eseri üstat çok iyi biliyormuş, hat tâ iki sene evvel bu eserden bir makale- sinde bahsetmiş. Üstad bu sözleri söyler- ken bizim de (edebiyatla iştigal ettiğimi- zin anlaşıldığını) ilâve ediyor. z Halbuki biz sade gazeteciyiz. Edebiyat la, tarihle, ayrıca iştigalimiz yoktur, yap tığımız da her gazeteci gibi, duyduğumuz, öğrendiğimiz şeyler içinde ehemmiyete şayan gördüklerimizi günlük bahis ola- rak gazeteye geçirmek, işin üst tarafını da erbabına ve mütehassısına bırakmak- tır. Yalnız edebiyat bahislerinde ihtisasının derecesini (teceddüt edebiyatı tarihi) ile isbat etmiş olan muhterem üstad da Er- meni vatandaşımızın eserini (bilirim) de diği halde pek te bizden fazla bilmiyor- muş. Herhalde bu eseri görmüş olmakla beraber fazla tetkike lüzum hissetmemiş. İşte bu, bir edebiyat üstadı için nok- sandır, İsmail Habip bu eseri bir Ermeni âli- minin eviride gördüğünü söylüyor, fakat bu muhterem âlimin kim olduğunu bildir miyor. Tahminimizde yanılmıyorsak bu Erme ni âlimi, Türk klâsik veya Divan edebi- yatına (mütebahhir) denecek kadar vâ- kıf olan Bay (Kürdikyan) dır. Üstad İsmail Habip, eğer Fuzuli hak- d | kındaki eser hakkında bu zattan malü- mat aldıysa, eserin kendi dediği gibi iki cilt değil, dört cilt olduğunu da bilmesi lâzımgelirdi. Vâkıa bu dört cildin yalnız iki cildi basılmıştır. Fakat eserin sahi- bini tanıyanlar, gayri matbu daha iki cil- di olduğunu hep biliyorlar. Nitekim biz- de (Son Posta) nın gelişi güzel bir yazı- sile bunu kolaycacık öğrendik. Bir gazetenin bir yazısiyle bu kadar kolay öğrenilmiş olan böyle mühim bir eserin mahiyetini, muhterem edebiyat tarihçisinin, eline fırsat geçmişken öğren memesi, bizde irfan edebiyatının hakika ten esaslı çalışmadıklarına yeni bir delil değil midir? Ve bu delil böyle kendi ken- dine meydana çıkınca, arkasından o çap taşık (kızarmak veya morarmak) mese- lesi de gene kendi kendine meydan al- maz mı? Maamafih, Fuzuli meselesine el koyan arkadaşımızın himmeti, yalnız İsmail Ha bibin malümatına müracaatla kalmamış, gazetenin diğer bir üstat muharriri, hat- tâ müverrihi de dün işe karışmış, o da, «ben bu eseri iki değil, beş senedir ta- hıyorum, hattâ tercümesini Maarif Ve- kâletine bile teklif ettim» diyor. Maşallah, bu bizim ve bizimle beraber bütün gazetecilerin hattâ Yusuf Ziya gi bi kıymetli muharrirlerin bile ismini ye- ni işittikleri eseri, ne de çok bilen var- mış? Böyle giderse bir üstat muharrir daha çıkıp galiba, «ben eseri yazılmadan ev- vel bile biliyordum» demekte tereddüt et Mmiyecek. Bu vaziyet karşısında bir meraklı ©- kuyucu çıkıp ta: Meselâ: «İyi ama, a üs- tatlar, mademki bunu bu kadar iyi bili- #ordunuz, neden şimdiye kadar Fuzuli nin ismini bile ağza almadınız da (Son Posta) nın bir mensubunun tesadüfen yazdığı bir yazı üzerine Fuzuliye birden bire bu kadar sahip çıktınız?» dese aca- ba'ne cevap verirler, Fuzuli hakkındaki ermenice eseri ta- / Süleyman Sıtkı Müellif hıyan üstat müverrih, Fuzuli ha şimdiye kadar yazılan yazıların listesini neşretmiş. Bu (Ansiklopedik) makaleye kür ederiz. Bu vesile ile bu vâdid bilgimiz artmış oldu. Yalnız bu galiba dolgun göstermek ve bi Vvüs'ati malümat ve ihata hakkınd yucularını imrendirmek için 1lü: isimler de karıştırılmış. Eğer (l nin ismi geçen her edebiyat kita bahsedilecek ise dün veya bugün teplerde okunan bütün edebiyat | rını neye zikretmemeli? Meselâ (Mi Birgen) in (Yeni edebiyat) kit Füuzuli hakkında kısa, fakat özlü | mat vardır. (İbrahim Necmi) nin edebiyat dersleri) inde daha muf: malümat mevcuttur. (Sadettin N in (Edebiyat tarihi özü) ndeki bahsi bile mükemmel işe yarar. (/ nib) in mektep edebiyat kitabını ye unutmalı. Tarih üstadı, tarihi roman halin tuğundan beri biraz fazla iddiakâr şa benziyor. Meselâ Ermeni vatand zın eserine evvelâ «Maarif Veki tercümesini teklif ettik» diye kük kıymet verdikten sonra yazısının : da (bununla beraber Terzi Başyanı rinden istifade etmek gerektir) di den bire bu kıymeti bir hayli istis; liyor. Sonra gene ayni yazıda seldeki v mıza göre Fuzulinin hayatı, bin Başyan» çıksa ciltler doldurmaz!» İşte bu söz gösteriyor ki muhteri rih üstadının galiba mühimca bir ! nı vardır: Frenkçe hiç bir lisana olmıyacak. Zira himmet edip mese az Fransızca olsun öğrenebilseydi, kil Avrupa ilim âleminde bir ufakl kanın bile nasıl muazzam ve özlü * yazılmasına vesile teşkil ettiğini ö miş olur ve böyle bir sözle (Terz yan)ın eserinin biraz da (haşviy: dolu olduğunu imaya kalkışmazdı Bâhusus ki muhterem üstat ta bı tetkik etmiş değildir. “ Çünkü eserin bir kere dört cilt ğunu bilmiyor, saniyen eserde (Dante) nin eş'arile mükayese y Fuzulinin şiirlerinin bazan satır şerh ve tefsiri de vardır, ki bizce € mettar yeri burasıdır. Çünkü bu güne kadar bir Türk Türk edebiyat hocası çıkıp ta Nab Nef'i gibi, Nedim gibi üstatların h şiirini, hattâ birkaç beytini bile ŞE€ tefsir etmemişlerdir. Etmek cesi göstermemişlerdir. Bunu İsmail Habip te yapmamış' debiyat tarihinde vukuf ve üstat rağmen Fuat Köprülü de yapma! Niçin? Çünkü butu yapabilmek İiçİ kemmel arabi, ondan mükemmel bilmek lâzımdır. Hele farisiyi yal renmek kifayet etmez, İran edebi! Türk edebiyatı kadar iyi bilme (Nef'i) yi şerhetmek şöyle dursun, mak bile kabil değildir. Halbuki £ (Devamı 8 inci sayfada)