Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.
ı Hâdiseler Karşısında HAKAREJT vvelki günkü gazetelerden bi- rinde bir fıkra vardı. Fıkra muharriri, Köprüden geçerken: — Şırak, şırak, şırak! Diye bir ses duymuş.. dönüp bakmış. Kıpkırmızı kesilmiş genç bir bayan, toy bir delikanlının yüzünü silleliyerek ayni kızıl rengi onun de yüzüne - fakat çizgi Çizgi - nakşettirivermiş. * Muharrir bu kamçı sesli tokatların se- bebini öğrenmiş.. meğer, toy — delikanlı kadına Venüs demişmiş. Efsane malümatı kuvvetli olan kadın da Venüsün açık baş - bir kahbe olduğunu, Tessamların onu kuğu kuşu yahud da Yunus balığı şeklin- de tasvir ettiklerini biliyormuş ve diyor- muş ki: — Bu âdam bana Venüs demekle, bir yanımın balığa, beynimin de küş beyni- ne benzediğini söylemek istedi. * Bana kalırsa bu kadın tokat atmakla belki doğru hareket etmiş, fakat müda- faasını kaçamak yoldan yapmıştır. Bugünün kadınına Venüs demek ha- kikaten bir hakaret olur. Gözlerimin önüne Venüs heykeli geli- yor ve onu; kolları kırılmadığı zaman- daki bütün halile tasavvur ediyorum, «4 Berber maşasile biçime konulmuş saç- ları yoktu. Dudakları boyasızdı. Kirpik- leri takma değildi. Kaşları tepede kırk beş derecelik bir zaviye yapmıyordu. Vü- cudü kırılacak kadar ince, beli bir şapka kayışını kemer gibi kullanacak kadar dar görünmüyordu. Elleri ayakları pedikürsüzdü ve bilhassa taş ağ- zını bir kere bile açmış, bir tek yalan ol- sun söylememişti. Bugünün kadınını, böyle bir Venüse benzetmek hakaret değil midir? İsmet Hulüsi manikürsüz, (| Bunları biliyor mu idiniz? Danimarkada “hizmetçi kadın,, mevcud değildir Danimarkada ka- B fin hizmetçi adı yoktur. Onların İ« pini ev işlerine yar- dim eden insan a- dını taşıyan kadın- lar yaparlar. Bu- nun sebebi şudur: Mari — Kristensen namin da bir hiz« metçi kadın çalış- tığı evde çok zulüm görmüş. Bu arada “ gene görmüş ki hizmetçiler, çalıştıkları evlere, elektrik, havagazı sarfiyatında is- raf yaparak büyük ziyanlar veriyorlar. Tabak, çanak kırarak ziyankârlık yapı- yorlar. Bir hizmetçiler sendikası kurmuş, İş verenlere haksızlıklarını, iş alanlara da dürüst olmıyan hareketlerini isbat et- miş. Bugün, bu kadın, Danimarkanın ih- tiram gören insanlarından biridir ve bu sendikanın başıdır. * ; Elbisenin en tehlikeli tarafı mendil cebidir Maruf — İngiliz döktoru Percey E- gelow'a göre elbi- semizin en kirli ve bu bakımdan sıh- hatimize en tehli- keli tarafı mendil koyduğumuz cebi- Bira koyunların sıhhatı için pek faydalıdır Bundan birkaç sene evvel Ameri- kada büyük - bir F kuraklık oldu. Ot- LO Va suz ve susuz kalan W hayvanlar sürü sü- — e/(yuma| h— rü öldüler. Bu arâ- da bir çiftçinin hatırına hayvanlarına, su bulamayınca bira vermek geldi. Bu çift- çinin eiinde binlerce galon bira vardı. Bu tedbirin neticesi şu oldu: Hem hayvan- lar ölümden kurtuldular, hem de bir misli fazla süt verdiler. Bu hayvanların süt ve yoğurdile yapılan tereyağları da o nisbette fazla ve kuvvetli oldu. Ayni zamanda Amerikan baytar şubesi bu me sele ile meşgul oldu ve masrafa taham- mül edilebildiği takdirde hayvanlara bi- ra içirilmesinin hiçbir sıhhi mahzuru ol- madığına karar verdi. * İngilterede güvercin beslemek merakı İngilterede — gü- vercin — beslemek büyük bir merak- tır. Bu işle meşgul SON POSTA Fransız zindanlarından dönen iki masum Türk çocuğu.nun hatıraları eei H öim . masum Türk çocuğundan Ali Murtaza; — Size, evvelâ, Güyana nasıl, ne za- man, niçın gönderildiğimi anlatayım, diye söze başladı. : Ben Dramalıyım. Şu talihin garabeti- ne bakın ki, ben, bugün 40 küsur yaşı_mş basmış bulunan erkek kardeşimi daha iki gün evvel görebildim... Yani iki .k'fırdeş, bir anadan, bir babadan doğmuş iki kar- dakika göremeden geçirdik. Çünkü o Dramadan ayrıldığı zaman ben yeni doğmuştum. O İstanbula geldi, mektebe girdi. Za- bit çıktı. Cebheye gitti. Ve tam o sıralarda da ben İstanbu_la gelerek kardeşimin harbde esir düştü- ğünü ve Hindi Çini'de bulunduğunu öğ- rendim! Buraya, 1918 yılında gelmiştim. Beni Güyana gönderen hâdise de, buraya aya- ğımı basışımdan bir hafta sonra vuku- buldu... Dramadan İstanbula gelir gelmez, ilk işim hemşiremi bulmak olmuştu. Hemşirem Fikriye (*), İstanbula bi- raderimle birlikte gelmiş, ve Türkiye « nin ilk kadın muallimleri arasında yer al- mak şerefini kazanmıştı. Bana büyük kardeşim Fazılın (**) muharebede esir düştüğünü, ve Hindiçini de bulunduğunu hemşirem haber verdi. Bu kara haberi aldıktan sonra, Gala - tada «Miısır» oteline yerleştim. ! T Ve bir iş aramıya koyuldum. Fakat her gün, sahahtan akşama kadar, bir iş bul- mak gayesile her makama müracaaât et - | tiğim halde, bir türlü bir baltaya sap ola- mıyor, hemşiremin yardımile geçinmek - ten kurtulamıyordum. En ufak bir ücret mukabilinde en ağır işleri görmiye hazır olduğum halde, bir yere yerleşememek beni üzüyor, sinir » lendiriyordu. Bir gün Anadoluya geçmiye, ve orada bir iş aramıya karar verdim. Bu kararı yerine getirebilseydim, o tarihten pek az sonra başliyan İstiklâl kavgasında çar- pışmak şerefini de kazanmış olacaktım. Fakat talih, beni, bu şerefli saadetten de mahrum bıraktı. Anadoluya geçmiye karar — verişimin ertesi günüydü. Verdiğim kararı yerine getirmek imkânlarını henüz temin ede- Güyan zindanlarında yirmi yıl inledik- ten sonra nihayet vatana kavuşan iki | TÜYaNdaAa deş, kırk yıllık ömrümüzü birbirimizi beş | * 'Ali Murtaza Mehmed Hitmi başka kimsem yoktu!.. Bir hemşeriye, bir dosta, uzak bir akrabaya, hattâ âşina bir simaya bile rastlıyamamak, beni büsbü- tün çileden çıkarıyordu. Konuşacak bi - risini bulabilseydim, biraz anlatabilsey « dim, biraz içimi dökebilseydim, yüreğimi dolduran zehiri boşaltmış gibi rahatlıya- caktım, Halbuki bilâkis, dalgın dalgın yürür - ken, ikide birde suratıma düşman ban - dıraları sürünüyor; iki adımda bir omus-s zuma Farhoş ecnebi neferleri çarpıyor, ve yabancı kelimeler habire kulaklarımı tırmalıyordu. Âdeta infilâk için, kivılcım 20 Ali Murtaza “Size, evvelâ, Güyana nasıl, ne zaman V| ne için gönderildiğimi anlatayım , diye söze başlal Ş, |bakışından. bir sual sorduğu, İki adım daha attım. Ses, emri t& ladı: ; ğ j Bu sefer, sesin arkamdan geldiğil ” lamıştım. Arkama dönünce, sekiz ©| dım geride, üç ışık gördüm. K | Üç elektrik feneri, tıpkı üç iri ate$'| ceği gibi, bana yaklaşıyordu. o | Burnumun dibine kadar yaklaşalı 4 suratıma çevrilen fenerlerin ışığındâı | lari tutanların hüviyetlerini de gö dim ve o zaman, kalbimin çarpıntısl ” laklarımın zonklaması büsbütün & ," | Çünkü işgal kuvvetlerinin bir det? yesile karşı karşıya idim: % , Birisi biraz önde ve ortada, ikisi 07 yarım adım gerisinde duruyorlardı. — Önde duranın kolunda sırma şert' p vardı. Diğerlerinden daha yüksek | rütbeye sahib olduğu, sade kılığının " | kalığından değil, hâkimane ve âmi” | edalarından da belliydi. İ Fakat az evvel bana? | — «Dür!> M Diye bağıran bu adam, başka bif | türkçe kelime bilmiyordu. Bu itibi | bana söylediklerini anlıyamıyordum " | şeyler söyledikten sonra durup yüz” | İ ve Ö beklediği belliydi. Bir anda, olanca '_İ zamı zorladım. Ve bildiğim dört keliff' | bulup bir araya getirerek lisan bilmi” ğimi anlattım. Suratıma vuran nefesi ispirto - BöP| muhatabım, evvelâ parmağile bana £7 dimi gösterdi ve: ' — Rovolver! dedi, Sonra iki avucunu dua okur gibi L l ve avuçlarnı: — Ver! demek ister gibi kendi gö6 ne doğru çekti. Bu işaretler, muhatabımın maksât” î anlamama bol bol kâfi gelmişti: Bu ©| riye, o zamanki meşhur tabirile etirâs' | yani silâh toplamıya çıkmıştı. Bendef | silâhlarımı kendilerine teslim etmemi ) tiyorlardı. Fakat Dramalı bir Türk ©| kanlısı silâhlarını yabancıya teslim Tp bilir miydi? Gözlerimin önüne, babâ'|| merd ve temiz yüzü geldi. Bana, kif | lir kaç defa: ll «— Evlâd demişti, at, avrat, silâl delikanlının namusudur. Onları ' dan evvel kimseye verme!» y O anda, bu nasihat ilâhi bir emir ? ruhuma hükmetmişti: | Sa ğ . İr mizdir. Bu ceb, “meraklıların sayısı | y emiştim. Ve imkânsızlık içinde kalmak yt ; ; ” | nezle — nakletmek (100) bin, güver- | beni şbüsbüti'm bunaltmıştı. Yinirlerim, ı::;îiğt;n canli bir barut yığını hahne-gel- üzî?îıîîbsl'algînîmîweıâh, el İşî';îğ— J| : noktasından — bir cinlerin sayısı dalıslak birer_kiriş gibi gerilmişti. _Biraz a| Galatasaraydan Tünele doğru' yütü «| iütedim. . unmadığını N ğit ; (4) milyondur. vunmak, biraz oyalanmak arzusile, Bey- miye haşiadım. Ötele gidip yatmıya, ve Ş Bi : oğluna çıktım. ——— muhtaç olduğum teselliyi, istirahati uy- Halbuki o tnda,_ onların her birtt 4P İ Bir sinemaya girdim: Yarıda bırakıp | kudan beklemiye karar Vermiştim. İçini: dahfı nfazl& Müsellâhtım: Belimde Tj »— , çıktım, Bir gazinoya oturdum: Getirtti- de, sıkınlıdan gelen korkünç bir hissi yadigârı bir Karadağ tabancası, kef ” BC | ğim kadehi tamamlıyamadan hesabımı | kablelvuku da vardı. rimde tam yüz fişek vardı. Ceket'i B ! verip sokağa fırladım. Bir kahveye uğra-| Tünelin yanmdan — Yüksekkaldırima tında, omuzuma asılı koca bir saldf | y ! dım: Fakat orada da oturamadım. kivrldirm. Neye sallanıyordu, Ve başımda, Drâma *” F b | İçimde müdhiş bir sıkıntı, boğucu bir| Caddenin ışıklarından gittikçe uzakla- larının deli rüzgârı esiyordu. B : 1 ör. O halda cocüğüm KELLA Ka darlık vardı. Samimi bir muhataba bir|şıyor, ve Yüksekkaldırımın gittikçe ko «| Devriye çavuşu, üzerimde silâh bü” || Fazla müllef it ' îey ö demeşctir.ğu korkulacak bir parça der:'l_ya.nabilseydim, l?ellıi biraz | yulaşan karanlığına daldıkça, dıhî fazla | madığına nçldanînadı. Yanındaki iki "4 z | Erkekler.. Si Hilüklür y Yariblir nettkesi ferahlıyabilirdim. Fakat vakit çok geçti.| vehme gömülüyordum. kere dönüp-bir şeyler söyledi. Ondt” B : |—Ankarada oturan bir genç kadının yahud züppelik eseri olar akş zînâî;; Tâ Sarıyerde oturan hemşireme gide -| Yarı yola vîrd'l.ğım zaman, karanlık, | mir aldıkları anlaşılan askerler, ı ! h < Şikâyeti şu: görünmek isterler, fazla sokulganlık, mezdim. Ve koda İstanbulda da,_ ondan |iki adım önümü bıl? göstermiyecek ka - | çip :fammq sokuldular, üzerimi ardf' | - : ; Verek: GUlMK, mhkatleyin, - Daramın ' le kelime kalblerinden- gelmez *dille () -| mektebinde zannilimlik” sönektedir. gibi sıçradım. Nereden seıdiıînı körtire, N T SN îtır- “içindeyım. Hangi eve misafirliğe git- ayyen bir isim, muayyen bir karakter ——— e. —— LARELE r aSi . L ArEAN'yar — " Ö : —- “:sek, hangi salonda buluşsak kocam yak, sadece frenk tâbirile galeri, dinli- 1 k l h b b ö ' ' LA K * | — © 'derhal rastgeldiği ilk kadımla mülâta- yenler, muhit, seyredenler vardır. Bun« ahbab çavuşlar: B 'ke — #faya dahyor. Kur yaptığı kadınların lardan zarar gelmez. u ç ş £ Boy_aııan hevkîl___ İ | vsayısı neredeyse sürü teşkil edecek. — Bazı erkeklerde kur mev ' - -| _ z : mevsim mev- j — Kendisine henüz bir şey söylemedim. sim, zaman zaman muayyen bir kadı- W%//Z?/? M : F iifâf neş'em kalmadı, ağh_yorum, teye —na hasrederler, kur yaptıklarını da sak- . / ğ -zeciğim beş aylık bir geline yardım larlar, çok uslu kendi halinde görünür- | ; İ »et.ı ler. Bunlardan korkmalı, | ğ * Bununla beraber henüz evlenmiş bir | Bu genç kadının feryadı beni telâşa — genç kadının kocasını her kadmla mü- | düşürmedi, içinden ıztırab taşan cüm» İâtafa halinde görmekten eza duyma- ! leler arasına sıkışmış tek bir kelime — Sifi tabil görürüm. Yapılacak şey ba- | — , vardır ki gönül işleri ile uğraşanları Sittir: Mutad sokulganlık ve sevimli- | Ji, bu gibi vaziyetlerde müsterih etmeya Ii"ğinizle bu vaziyetin sizi üzdüğünü | h yetişir: Genç kadın kocasının kur yap- söylemekten ibarettir. Ümid ederim | — ; tığı kadınların neredeyse bir sürü teş» Kİ tekrar etmiyecektir. B (kil edecek kadar çok olduğunu söylü. TEYZE var, mes'ud olmaklığımız için hiçbir “mania mevcud değil. Fakat ben azab &"pç'.s,ı;ıq*'i:dnıll Ai_'ı_'pıılıığ'tlvı ÜS LA Ca , TKERER — SOÜRE N İrrlkkbar G, #ti e Ft e Fte rindedir, söyledikleri dakikada unutur- lar. Onlar için muayyen bir yüz, mü- ( A ”| ; muhasebecisidir. (**) Bay Fazıl, şimdi, Tıb Fakültesi mediğim gür bir ses: . çevirmişti. - Naci Sadülli'