PX Ön Si a AAA Dü N T v (Ş A î n vW . 1 j Fır “Son Posta,, nın Hikâyesi —vumumm - BEKLENEN MA NMK A I. Çeviren : Faik Bercmen 4W — Kulaklarını iyi aç, dinle, diye «Kü- çük Kurt» söze başladı. Herifçi oğlu ka- radan geçerse temizlemesi bana aid. Fa- kat kanalın kenarından geçmesi ihtima- li de var. O vakit herif senin, işini biti - rebilirsin, anlaşıldı mı? — Fakat, adam boğazlamak benim pek harcım değil diye Çekirge bu ta - limata itiraz edecek oldu. — Ne demek? Sen erkek değil misin? Evvelâ herif ihtiyar. Dünyadan, lüzumu kadar gâm almış, onu öbür tarafa gön - dermekte beis yok. Şu, sıra söğüdleri gö- rüyorsun ya, onlardan beşincisinin arka- sında siper alırsın. Moruk önünden ge - çerken boynundaki kaşkolu çıkarıp boğa- zına dolamak bir saniyelik iş. Ceplerini arakla., Tam beş tane binlik frank büula - caksın. Bu haberi de eksik olmasın heri- fin hizmetine bakan Mari Saleden duy - dum. — Böyle şeyler benim harcım değil ar- kadaş diyerek Çekirge homurdanmakta - devam ediyordu. — Bana bak, herifi kaçırırsan işin fe- naya varır. Onu yapmazsın, bunü yap -| mazsın ne ile geçineceksin be? Çekirge yıpranmış, eskimiş elbiseleri içinde tir tir titriyordu. Henüz on altı yaşına bile basmamıştı. Yüzünü kaplıyan çibanlarla zayıf vücudü onu uyuz bir ke- diye benzetiyordu. * Küçük Kurd — Şu köprüyü görüyorsun ya! Moruk onu geçmeğe karar verirse, senin ola - cak! diye izahatını bitirmişti. Öbürü bıkmış, usanmış bir halde — Anladık, anladık artık süs ta yerine çekil, dedi. Küçük Kurd, hafif tertib yağan yağmur altında gözden kayboldu. Çekirge de, yapraklarını kanala doğru eğmiş süğüd ağaçlarını sayarak beşinci- sinin arkasına gizlendi. Böyle bir hücum için gizlendiği yer biçilmiş kaftan idi. Küçük Kurd daha buraya gelmeden o- na demişti ki: — Kaşkolun işine yarıyacak, bıçak, tabancadan bu biçim öldürme daha iyi - dir. Sessiz sadasız ölür. Herif son solu - ğunu verince ceplerine dalarsın. Seni Terrede bekliyeceğiz. Parayı orada pay edeceğiz. Çekirge hem bunları hem de paydan hissesine düşecek mikdarı düşünüyor, hülyalara dalıyordu. Sinema, yırtık & - teklikli, mavi gözlü, bastı bacak kızı kü- caklıyabileceği hülyası, keyfini büsbütün arttırıyordu. Belki de payı umduğundan fazla olur da deniz kenarlarında bir ye- re kadar balayı seyahatine çıkabilirler - di de. Amma bütün bunlar moruğun ge- bermesine bağlı idi. Moruğu gebertmek te pek işine gelmi- yordu. Fakat ne yapsın ki böyle hareket etmek mecburiyetinde kalmıştı. Otların üzerine uzanarak, kurbağaların sesini dinlemeğe koyuldu. Havagazı lâmbaları - nın silik, sönük ziyaları altında hayal meyal seçilen köprüyü de gözden kaçır- mıyordu. Böyle azap ve üzüntü ıçınde bu- nalırken birden karar verdi ve kendi kendine: — Ne yapayım, yaşamak için ya böyle, ya şöyle bir şeyler yapmak lâzım. Ha - yat bu, moruğun başına bugün gelecek şey benim başıma da gelmiyeceği ne ma- lüm, Köyünden geleli henüz bir bir buçuk |sene kadar olmuştu. İlk geldiği günler sefaletten başka bir şey görmemişti. Yo- la çıktığı vakit cebinde bulunan yirmi yedi frank ta daha Parise varmadan tü- kenmişti. Yola çıkmadan köyün papazı ona: — Parise gidip te ne yapacaksın, oğlum otur oturduğun yerde demişti. Çekirge de: . — Para kazanacağım, zengin olacağım, köye öyle döneceğim, demişti: Nazar değmesin hani, ne de zengin olmuştu ya! Viranelerde sürünmekten canı çıkıyor du. Kurbağalar ötmekte devam ediyor, yağmur da sinsi sinsi yağmaktan geri kalmıyordu. Ne olur, ihtiyar kanal ke - narından geçmeseydi de boğazlamak işi de Çekirgenin üstüne kalmaâsaydı. Ansızın gözü köprü başına ılişince bü- tün vücudü ürperdi. Hayal meyal seçile- bilen bir gölge köprüden geçmiş bu ta - rafa doğru geliyordu, ; — Tuh, Allah müstahakını versin, mo- Bacaklarını yere indirdi, tespihini mermer masanın üzerine bıraktı, göz - lüğünü — düzeltti we dikkatle bak - tı. Takvoru tanı- yınca içine su serpildi. — Yahu! Ne - relerde kaldın ? tiye sordu. Me - raktan çatlıyor - dum, Peşin sıra Necmiyi gönder - “.üim; o da hâlâ avdet etmedi. Bir çift terlik mübayeası bu kâdar uzun sürer mi? — Ne yapayım? Buranın mağazaları bir âlem. Dükkânın içerisinde kaybol - dum. Takvor efendiyi de kaybettim. Ne ise ne: Sonradan kapınin önünde buluştuk ta güç hâl ile gelebildik . Bu muhavere cereyan ederken, Gu- rabi efendiyi dikkatle süzmekte ve bu simaya bir ad koymak için hafızasını zorlamakta olan yahudi, birdenbire, ihtiyarın ellerine saldırdı, sarıldı, öp - tü, — Vay, mumiyiz bey! Vay, paşa haz- getleri! Şukür yoruştuyumuze! Seneler senesi, vallâyi yoreceğim — yelmişti. — Allah sana inandirsin: er yun sana ha- ' Ekh v ÇrRl tirladim, 5 Gurabi efendinin bu tesadüften canı sıkılmış gibi idi. Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur darbı meselinin burada, bu münasebetsiz - zamanda teeyyüd etmesi onun işine galiba pek gelmemişti. Suratını buruşturarak, ya- — hudiye zoraki iltifat etti: — Hoş geldin, bazirgân! Seni bura- - lara hangi rüzgârlar attı? — Ruzyar ilan alişvirişim yok. İn - bat havada yeldim. — E, otur bakalım. Masanın etrafına toplandılar. İfakat hanım, Galeri Labavette başına' gelen- leri uzun uzun anlattı. Gurabi efendi, içinden, karısınm büsbütün kaybolma- iHTİYAR âIHI-M-I ruk bana kaldı. Ne yapacağım şımdi? de- di. İhtiyar gittikçe yaklaşıyordu. Ayak sesleri, hattâ sesi bile duyulu - yordu. Çünkü gelen:; «Manon, işte güneş» «İşte bahar, işte neş'e!» Diye bir şarkı tutturmuş, keyifli ke - yifli ilerliyordu. Çekirge dikkatli bakınca gelenin ihti- yar, hem de omuzları düşük, kamburu çıkmış biri olduğunu gördü. Kanalın ke- narında dar yola saptığını gören haylaz oğlan ayağa kalkarak söğüdün arkasını siper aldı. Boynundan çıkardığı kaşkolu hararetten cayır cayır yanan eline al - mişti. Gelen ihtiyar beşinci söğüd ağacına varmadan yağmurdan ıslanmış ve kayan çimenden sürçülen âyağını toparlayamı- yarak yuvarlandı. Bir lâhzede havada ka- lan vücudünü ellerile bir söğüd dalına asılarak kanala düşmekten kurtarmak is- tedi. Nafile — İmdad, diye canhiraş bir ses çıkara- rak kanala yuvarlandı gitti. Böyle anlar- da insanda hiç düşünme kabiliyeti kahr mı? Çekirge de ilerisini gerisini hesab et- meden kendini doğru kanala fırlattı. Fe- na yüzücü değildi. Maamafih böyle pis, karanlık bir havada, ayağına dolanan saz- lar arasından ihtiyarı karava çekebil - mek te bir talih işi idi. — Evlâd, sen olmasaydın, öldüğümün resmi idi. Allah razı olsun., İsmin nedir, adresimi vereyim mi sana diyerek ihtiyar dua etmekten, teşekkür etmekten kendi- ni alamıyordu. — İsmimi ne yapacaksın büyük baba, değmez vallahi. İşte şu kaşkolumu da al, boynuna sar, epeyce büyüktür, seni ısıtir, diyerek Çekirge boyun atkısını da ihti - yara verdi ve hizlı hızlı adımlarla ora - dan uzaklaştı. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Kontun ziyafeti Nakleden: Fikret Âdil Eski Türk detektifleri (Baştarafı 9 ncu sayfada) | gördükten sonra bir gece âlemi yaparız, vâdini savurdum. Aptallar kandılar. So- luğu sokakta aldım. İçimden: — Karamanın koyunu, sonra çıkar 0- yunu, diyordum. Hemen otele geldim. Hesabı temizle - dim. Bavullarımı sırtladığım gibi metro- politene bindim, Pireye indim. Acentala- ra koştüm. Az sonra hareket edecek bir vapuür varmış. — Verin bir kamara bileti, dedim. Artık, vapurun kalkmasını dört gözle bekliyordum. Nihayet limandan ağır ağır ayrıldık. Geniş bir nefes aldım. Kamara- ma girip deliksiz bir uykuya daldım. Göz lerimi açtığım zaman (Girid) açıkların- da olduğumuzu gördüm. — Peki ya herifler? — Onlar, beni beklemişler, beklemiş - ler. Bakmışlar ki gelen giden yök... Yör- gi arkamdan otele koşmuş. «Gitti!» ce - vabıinı alınca beyninden vurulmuşa dön- müş! İşin tatlı tarafına bakın ki üç ahbab ça- vuşun yanlarında para da yokmuş! Ta - bancaları rehine koyup meyhaneden ya- kayı zor kurtarmışlar. Fakat polis mü - dürü, meyhaneci gibi; tabancayı terhin muamelesini kabul etmediğinden bar bar bağırmış: — Hani Türk casusu? Tıkmış herifleri içeri! Bu suretle birer hafta istirahat etmiş- ler! — Siz bu izahatı kimden aldınız? — Yorgiden! Aradan seneler geçmişti. Gene Alina- da idim. Fakat artık ne benim tevkifimi icab ettirecek bir sebeb vardi, ne de Yor- ginin göze girmek hevesi. Bir gün, so - kakta giderken -karşı karşıya geldim: — Kirye Yorgi, dedim, sana bir ziya - fet borcum vardı, hatırlarsın ya?... Gel, bari şimdi bir kahvemi iç te kısmen ol sun- ödeşelim... Böylece konuştuk. O da anlattı. Sabih Alaçam MAFSAL AĞRILARI Çok müdhiş anlar geçirtir. Fakat bir tek kaşe GRİPİN almakla, bütün şid- detine rağmen romatizma ağrısını ça- bucak sindirmek- kabildir. Çünkü hususi bir tertible yapılan GRİPİN kaşeleri en muannid ağrıları kısa zamanda geçirir. GRİPİN Hızır gibi imdadımıza yetişir, ağrıları- nızı, acılarınızı defeder. İcabında gün- de 3 kaşe alınabilir. İsmine dikkat. Taklidlerinden sakınınız. Ve GRİPİN yerine başka bir marka verirlerse şid- detle reddediniz. ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. SON EDE?İPDOMANK OSTANIN hâdiseden üzülmüş , göründü; ' — Eyi ya, hatun. Sürüden — ayrılanı kurt kapar olduğu - nu bilmez misin ? Ne diye Takvor e - fendinin peşini bı - raktın? Karı milleti $ değil misiniz? Ak - Ka lınız havadadır. BB Gönlünüzü okşıyan © her kangi bir nesne gördünüz. mü idi, kendinizi unutur - sunuz, Sizlere, aklı- nız başınıza gelsin diye arada sırada sopa çekmeli.. diye- cek oldu. Koca karı kızdı: — Sen mi sopa çekeceksin? Yavaş gel! Kavgayı, Takvor önlemek istedi: — Şimdik bu lafların sırasıdır? Nec- mi beyimizi de bulalım da, altık kar - ımızı doyurmağa gidelim. Bu teklifi Yasef de münasip gördü: — Sizi bir bahçeye yotureyim, em hava aliriz, em da yemek yeriz. Mesa- rifi benden! dedi. Takvor, yahudinin hovardasımna ilk defa rastlayordu. Dikkatle yüzünü, kı- lığını, kıyafetini süzdükten sonra, ken- di kendini ona takdim etti: — Afedersin kardaş! Bu patırdının arasında cenabınla teşerüf olmamışım., Takvor Kaşer'im, Emlak ve erazi üs- dığına eseflenmekle beraber, sureta bu _u.—,. e tüne iş ederim. AÂdresim, Pangaltı, B ri Ü DĞi «i B c Yahudi birdenbire ihti yarın ellerine sarılıp öptü Tüysüz Haçik sokak, nomro 69. Olur ki iktiza ederse, her gün öğlene kıdar londa beni bulursun. — Maşalla, maşalla! Sen Kaşer ol - duktan sora yuzel anlaşiriz. Turfa ol- muş olsaydin, o vakit fena ıîdi. Benim adim da Yasef Yumuşyoz. İskiden ay- lik kirar, fayizcilik yapardim. Buyun para kumisyonculuğu yapiyorum. Eh, Allah .bin bir kiyat versin, yiçiniyoruz. Gurabi efendi sordu: — Para komisyonculuğu da ne de- mek oluyor? Hacet erbabına ondalıkla para mı buluyorsun? — OÖyle kibi bir şey. Dort, beş yerde ortaklarimiz var: Kumpanya yaptik; işliyoruz. , kendi tabirince, gözlerini doyurma- Ba ve bacaklarının karıncalarını silk - meğe gitmiş olan Torik — dönünceye kadar, vakit geçir - mek için lâf lâzım- dı. Gurabi efendi de, Takvor da, ya - hudinin «ne gibi bir ticaret — yapmakta bulunduğunu — öğ - renmeğe heves et - tiler. O, kendini bi- raz naza çekti, fa - kat her ikisinden de bir fenalık gele- miyeceğini, — hattâ bilâkis belki de ken- dilerile bir iş göre- bileceğini tahmin e- derek, izahat verdi : Beş ortak, Bükreş, Atina, Belgrad, Sofya ve İstanbulda bir gizli teşkilât kurmuşlardı. Bu şehirlerden birinde, diğer bir yerle işi olup da serbest döviz tedarik edemiyen tüccar, seyyah ve saireyi arayıp buluyorlar, ona şu tek- lifi yapıyorlardı: «Sizin İstanbulda pa- ranız var, Romanyada da falan yere şu kadar tediyatta bulunmağa mecbur- sunuz. İstanbuldaki paranızı çıkaramı- yor, burada ise kredi bulamıyorsunuz. Ben, size o parayı lei olarak vermiye hazırım. Tutarı, resmi kurs üzerinden işu kadar Türk lirasıdır. Buna yüzde on da komisyon zam ederiz. Buna kar - şılık siz de bana bir sened veyahud ki bir bono verirsiniz. Bu senedi, Türki - yede tanzim edilmiş gibi, Türk damğa * I Ve . Şircü, zi A nni İN -a pullarile pullarız. Sened, İstanbulda falancanın namına tanzim olunur. Ya avdetinizde bizzat siz, yahud ki vere- ceğiniz emre imtisalen ticarethaneniz borcunuzu oraya öder!» Böyle bir kolaylığa kim yanaşmaz? Yasefin de, ortaklarının da işleri işti. Senede, mühim yekünlara baliğ olan bir kazanç temin ediyorlardı. Bunun için icab ederse sermayeyi altı aydan altı aya yaptıkları seyahat- ler esnasında kendilerince malüm usul- lerle kaçırmağa muvaffak oldukları dövizlerle muntazaman tamamlamakta idiler. - Takvorun : — Ya tutulursanız? Sualine Yasef gülümsiyerek: — Rizikosuz anyi ticaret var? Mu - kabelesinde" bulundu. ; Torik Necmi bir türlü görünmüyor- du. «Belki doğruca otele gitmiştir ora- da buluruz» düşüncesile beklemekten vaz geçtiler. Kalktılar, yayan otele ka- dar gidip Toriği sordular. Oraya da gel- memişti. Yahudi, gidecekleri yeri ka- pıcıya söyledi. Bay Necmi gelirse ya - nına adam katılarak oraya gönderilme- sini de tenbih ederek, Karol parkı ci- varındaki bahçeli lokantalardan birine gittiler. Bir ağacın gölgesine sığınıp oturduk- larında, Yasef sordu: — Burada yuzel irik rakisi yaparlar. Birer tane atalum mu, mumiyiz bey? Gurabi efendi hâlâ somurtuyordu: — Ben müskirat kullanmam! dedi. Yahudi, onun neş'esini nasıl yerine getireceğini biliyordu. Kulağına eğile- rek, yavaşca: — Burada iski hisaplari kapattik. Tefter İstanbolda kaldi. Ne ben sora- rim, ne da sen duşun. İşallah yini hisap yaçariz. Şimdik keyfimize bakarak mu- hahbbet edelum.. dedi. Filhakika, o anda, ihtiyar mümeyyi- zin yüzü güldü; yumuşadı. ; (Arkasnı var) Ku — #4 4 — fi bf üü iel b — — - # d A d VA .d MA ei a& hw K * ösük üi eed di A —& P Wa sel M L