23 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KU MEY OD OO SEMAN! Uyudum — Uyudun mu ço cuğum? — Uyumadım an- he! “ — Öyle ise balık yağını iç! — Uyudum anne! Altüst Cambazhanede el- leri üstünde yürü - a e M Za7 (A N t Çocuk telefonu açtı: — Mekteb mü - dürü siz misiniz? Müdür öteden ce| vab verdi: A — Evet benim! — 129 —Mustafa bugün hasta mek - tebe gelemiyecek, Gene müdür söy- yen adam görmüş - j ledi: tü: ün TÇ — Kim telefon e- — Zavallı, — dedi, ç4 o (H diyor? kimbilir, ne felâket % % İ ASA | —. Babam tele - geçirdi de böyle alt- — ! tardü iri fazla!... ediyor. fist'oldu. ; — Valizlerden biri noksan, çocuk « da;biri faz l l Ben de öyle Ressam söyledi: — Ben çalışır » ken başkaları sey- rederse çok kıza - rım, Karşısındaki ce- vap verdi: — Ben de öyle! — Siz de ressam mısınız? — Hayıiır, hırsızım! ae Sordu — Hâkim bana, yaşın kaç, diye sor - * — Başka bir şey sormadı mı? — Sordu. kaç genedenberi, dedi. * İmkân yok — Yeni hizmetçiniz de ötekiler gibi bir . günde kaçarsa. ' — İmkân yok. " — Neye, çok iyi, senden çok mu memnun? — Orasını - bil - mem, fakat dos - doğru vapurla memleketinden — geldi. Memleketine gitmek için tekrar vapura binmesi lâzım. Vapurda bir hafta sonra kalkıyor. * k Hatıra Deniz kenarında karısının fotoğrafını alıyordu. Kadın: * — Neiyi, dedi, bunlar birer gü - zel hatıra. Erkek düşündü: — Evet, hakkın ü var, Bilhassa an- nenin. Bir hafta yanımızda kaldıktan _ı_on— ra giderken, aldığım fotoğrafı ne güzel — Yazıyı okuyabildin mi? — Okudum, «yeni boyanmıştır» ya- zılı! Bahriyeli — (Bahriyeliye) burada duracağız, çapayı at! Kim söyledi? — Bay, ben avukatım, karınızdan ay- rılmak istiyorsa - - rime alırım. — Benim ka - rımdan. ayrılaca - ğımı size kim söy- ledi? — Kimse söylemedi, kapınızın önün - deki tabak kırıklarını gördüm de.. * Kaçarsa Bir müessese sahibine sordular: Kasadarını neye bir gözü kör, bir ayağı topal, bir kolu çolak intihab ettin? Müessese sahibi « cevab verdi: - B — Kaçarsa çabuk bulunur diye! * Bu ne hal? Erkek muşambasını giyecekti. Gar - droptan aldı.. bak- tı. Arkasında iki büyük delik var - di. Muşambayı ka- rısına götürdü: — Bu ne hal, bü muşambaya ne ol- du? — Hiç, seni masrafa sokmamak için yaptım. Deniz pabuçlarımın altları es - kimişti. Yenisini al, demedim; buradan kestiğim parçalarla altlarını değiştirdim. | * Eskiden — Dün gene gazetede bir ilân gör - düm, — Köpeğinizi z kaybetmişsiniz. — Evet, bu be- şinci defadır. — Eskiden kay- bolmazdı? ÇA, — Öyle amma e /Fl eskiden karım piyano çalmazdı ki! hatıra. Mehtab Erkek tavşan ay ışığının altında otu! ruyordu, dişi tav - şan gördü: — Ne Bun? e — Ây işiğinin ay- dınlığında seni düşü- nüyorum. yapıyor - Söyle Kumar oynamış evine — dönüyordu, karşısına biri çıktı: — Sökül paraları! — Param yok, hep sini kaybettim, — Öyle ise kaza- nanın âadını, nerede oturduğunu — söyle! Pencereleri — Amma ben kapamayı, kapıyı — bir şey unuttum, kilidlemeyi unut- — acaba neydi? madım. mum, Düşünüyo - düşünüyo - — Acaba, acaba neyi unutmuştum. rum bir türlü bur Hay aksi şeytan.. lamıyorum.. — Yağmurlu ha . — Şimdi hatır - vada neye bura » — Tadım, otobüse ya kadar yaya ge binmeyi umnutmu- şuml! din? SEYAHAT MEKTUBLARI : 28 Yazanı Vasfi Rıza Zobu Hududda bir gece Karanlık, simsiyah bir aşcı dükkânı... Bir dükkân ki penceresi yok, yemek orada yeniyor, kaplar orada yıkanıyor, aşcı orada yatıyor. Bir dükkân ki 400 sene evvel de mutlak ayni halde idi «Taşlıçayda tiyatro» cuları indirdikten sonra gene bizbize kaldık.. Çorak ovalar, | kayalı dağlar geçiyoruz.. Gittikçe kurak- lık fazlalaşıyor, yeşillik te o nisbette a - zalıyor... Bir çay kenarından ilerliyoruz.. Süyun öbür sahilinde, dağın eteğinde muazzam bir kilise görülüyor.. «Kara ki - lise» ismini taşırmış.. «Kara> lığı rengin- den mi yoksa ihtilâllerde yaptığı hiz - metlerden mi ötürü bilmiyorum. Fakat bu kadar sağlam, bu kadar büyük ve böyle taştan bir bina şark vilâyetleri dahilin- de görülmüş bir nesne değildir.. Ne mak- sadla yapılmış bilmem.. Neyse, neme lâ- zım! Biz yolumuza devam edelim.. Vay . |vay vay!.. «Ağrıdağ» göründü!. Tepesin- den ortasına kadar bembeyaz karlarla ör- tülmüş.. Kamyonumuz, tepelere tirma - nıyor, derelere iniyor: «Ağrı» hâlâ gö - zümüzün önünde!.. Bir an için olsun kay- bolmuyor; olmıyacak ta... Diyadin'e geldik ve geçtik. * İlerliyoruz.. Allahım bu ne iştir başı - mıza gelen.. Yol yok.. Transit yolu daha yapılmakta.. Kalübelâdan kalma şose, şo- selikten çıkmış ta bir şeyler olmuş.. Ha- di, de ki: «Bu pis, bu bozuk yolu bırak ta, tarlalardan git!.» Âlâ.. en iyisi o.. bir müddet rahat rahat seyrüsefer.. sonra”.. Ya bir yerden su sızmış, yahud geçen günkü yağmurlardan bir yerde birikinti kalmış.. Yürürken yürürken «cırrrk» sap- lanıp kalıyorsunuz.. ondan sonra kazma- lar, kürekler, ipler, zincirler.. çamurlara yat, makinelerden yağlan.. kamyonu sö- küp çıkarıyoruz amma, şâfil köpeğine de dönüyoruz... Haydi ben bu yolları bilmi- yordum, seyahate çıktım. Ya bu şoförle- re ne dersiniz.. hem mallarını, hem can- larını tehlikeye koyup buralara sefer ya- pıyorlar.. ceplerine kalan da bir şey olsa yüreğim yanmaz.. vallahi aşkolsun dev- let otobüsleri müdürüne... Tevekkeli de- ğil hududa sefer yapmıyor.. nesine lâ - zım, herkes canını sokakta bulmadı!. «Yol yok gidemem!>» demiş.. ne olurdu, benim de kulağıma fıslasaydı.. yedi ced- dime töbe: Geri dönerdim... öyle bir dü- şünüyorum da: «Nereye — gidiyorum,».. Delimiyim ne?.. İstanbul neresi; İran ne tarafa düşer?.. Yol var mıdır? İz bulu - 'ınur mu?.; Elinde âsâ, sırtında heybe a - yağında demir pabucu olan masal kah - ramanlarına döndüm.. o masalların cere- yan ettiği taraflara uzanıyorum.. Leylâ | ile Mecnun, Asli ile Kerem ,benim geçe- ceğim şu dağların öbür uçlarında dolaş - mişlardı.. Battal Gazi, Hasan Sabbah, Hü- sin Mellah'ı dinlerken hep bu semtleri düşünürdüm.. Harzemler gelmiş, İrani - ler gitmiş. Mogollar gelmiş, Selçukiler nabedid olmuş. Şah İsmail varmış, Ya - vuz onu yutmuş., hüüüü... Bir âlem ki: Mahşerden nümune!.. Öyle harbler ol - muş ki: Bu dağlar pamuklar gibi atıl - mış.. ne çeşid cenkler olmuş ki: İnsan ce- sedleri tüyler gibi saçılmış.. âvâzeler Bgök- leri tutmuş: «Turanlılar geliyor!» diye.. kaçışanlar soluğu Bizans kapılarında, A- rab çöllerinde almış.. Felek Şahlar, As - lanlar, Nureddinler; nihayet Cengizler, Hülâgülar buralarını; Uzakşarkla, Ya- kınşarkın yolu yapmışlar... Belki Os - manlılar da bu yoldan geçip gelmişler.. eğer öyle ise aşkolsun şu Süleyman Şa - ha!. Yahud babasına, dedesine.. bu yol- ları nasıl sökmüşler de Türkistandan çi- kıp Anadoluya gelebilmişler!., Hataya doğru ilerledikleri demlerde geldilerse, o vakit buralarda kan gövdeyi götürüyor; Mogol kuvvetleri dağları taşları hamur gibi yoğuruyordu... Bu kan deryası için- de, bu yolsuz, buü uçsuz, bucaksız kurak yerlerden nasıl geçtiler de, Anadoluya ka- vuşabildiler şaşılacak şey.. Acaba bu geç- tiğimiz yolu onlar mı yaptırdı dersiniz?, Eskiliğine bakılırsa her halde o zaman - dan kalma olacak.. Eğer öyle ise, İran - Trabzon transit yoluna veda!.. Çünkü bir Ağrı dağının uzaktan görünüşü iki heyet toplanır da bu yol «tarihi» dir dediler mi hapı yuttuk.. bozup ta yenisi- ni yapmak kimsenin haddi değil.. onun için «Şark» 1 idare edenlere tavsiye e - derim; ellerini çabuk tutup hemen işe başlasınlar. Gecikirlerse, gitti gider.. sonra bir kazma bile vuramazlar.. * Ha gayret!.. heyamola yısa ile ilerliyo. ruz.. akşama doğru, artık havanın karar- ması yaklaşırken «Kızıldize» denilen ilk gümrük mahalline geldik. Küçük bir Şark köyü.. kendine göre bir de gümrük daire- si var.. buradan hudud çok yakın; amma yol olsa.. hattâ bu akşam İrana bile geçe- biliriz.. fakat ne mümkün!.. Allah ver - mesin, gece yarıları dağ başlarında ça - murlara, bataklara saplanmak ihtimali var.. iyisi mi: burada gecelemek!.. — Yatacak yer var mı?.. — Evet, vardır.. kahvecinin yatak ta « kımları vardır. Gelen yolcular için köy odalarında yatak yapar.. — Peki yemek? — O da var.. İranlı bir aşçı vardır. Ye- mek bulunur.. — Oh âlâ!.. Yatak ve yemek var., am- ma nasıl olursa olsun, var a.. bundan âlâ- sı can sağlığı.. bu gece burada misafir ka- hrız., Karanlık, simsiyah bir aşçı dükkânı.. bir dükkân ki penceresi yok, küçük bir kapıdan giriliyor. Yemek orada pişiyor, yemek orada yeniyor, kaplar orada yıka- niyor, aşçı orada yatıyor... Bir dükkân ki: dört yüz sene evvel de gelseydim ayni biçimde, ayni eşyalar arasında ve ayni kı- yafetteki aşçının elinden yemek yiye - cektim.. kaşık, çatal ve tabaklardan baş- ka her şey eâsarı atika» dan!, Toprak o - cağın üstünde toprak iki tencere var.. İçindekileri yemeğe cesaret edemedim. hayret!! Haşlama tayuk varmış!.. Her halde yağlı yemekten iyi.. amma şaşıla - cak şey doğrusu!.. Köylerde tavuk bu - lunsun!? Fevkalâdeden.. biraz tereyağı da buldu.. bu da olmıyacak işlerden.. işle nadirattan olan bu iki nimetle o akşam kendime güzel bir ziyafet çektim.. * — Buyurun! Yatağınız hazır!. Köyün kahvecisi önde, ben arkada ça- pısından girdik.. — İşte burası! Dedi.. iki metre uzunluk ve genişlikta bir oda.. dört tahta üstüne serilmiş bir yün döşek.. «inşallah haşarat yoktur!» duasile gaz lâmbasına «püf> deyib uy - kuya daldım.. Vasfi R. Znbu Geheral Mürsel Bakü İzmitten ayrıldı İzmitin çok sevdiği fırka komütanı Gene- ral Mürsel Bakü terflan Ankara Askeri Tem- yiz Relsti muavinliğine tayin olunmuştüur. Mürsel Bakü'nun yerine General Rüşdü ta« yin olunmuştur, KA CY Y GY ST Hi ei x dinda $ murdan yapılmış bir kulübenin tahta ka- - — aŞ e çe Mn Y L AT F GA TEN FERRE T

Bu sayıdan diğer sayfalar: