23 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

23 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Babam Çocuk — telefonu — Uyudun mu ço açtı: cuğum? — Mekteb mü - — Uyumadım an- he! “ — Öyle ise balık dürü siz misiniz? Müdür öteden ce vab verdi: KLAALADI Yazanı Vasfi Rıza Zobu Hududda bir gece Karanlık, simsiyah bir aşcı dükkânı... Bir dükkân ki penceresi yok, yemek orada yeniyor, kaplar orada yıkanıyor, aşcı orada yatıyor. Bir dükkân ki 400 sene yağını iç! — Evet benim! — Uyudum annet — 129 — Mustafa Altüst bugün hasta mek - Cambazhanede el- leri üstünde yürü - yen adam görmüş - tü: — Zavallı, dedi, lir, ne felâket de böyle alt- kimi Ben de öyle Ressam söyledi: —Ben çalışır - ken başkaları sey- rederse çok kıza - rım. Karşısındaki ce- vap verdi: — Ben de öylel — Siz de ressam mısınız? — Hayır, hırsızım! * Sordu — Hâkim bana, yaşın kaç, diye sor - — Yazıynı okuyabildin mi? — Okudum, eyeni boyanmıştır.. ya- zlı! YĞraK d doğru vapurla memleketinden geldi. Memleketine gitmek için tekrar vapürs binmesi lâzım. Vapurda bir hafta sonra kalkıyor. * Hatıra Deniz kenarında karısının fotoğrafını var, Bilhassa an- in. Bil kaldıktan son- nenin. Bir hafta yanımızda ra giderken, aldığım fotoğralı ne güzel hatıra, Mehtab Erkek tavşan ay ışığının altında otu: ruyordu, dişi tav - şan gördü: — Ne yapıyor * sun? . — ÂAy işığının ay- Hınlığında seni düşü- nüyorum. Bahriyeli — (Bahriyeliye) burada duracağız, çapayı ati tebe gelemiyecek. Gene müdür söy- ledi: — Kim telefon e- | — Bay, ben avukatım, karınızdan ay- rılmak istiyorsa - rime alırım. — Benim ka- rımdan ayrılaca « ğımi size kim söy- ledi? * — Kimse söylemedi, kapınızın önün - deki tabak kırıklarını gördüm de.. * Kaçarsa Bir müessese sahibine sordular: Kasadarımı neye bir gözü kör, bir ayağı topal, bir kolu çolak intihab ettin? Müessese sahibi cevab verdi: < — Kaçarsa çabuk bulunur diye! * |Suyun öbür evvel de mutlak «Taşlıçayda tiyatro> cuları h'ıdlı'dl'ılenı sonra gene bizbize kaldık.. Çorak ovalar, kayalı dağlar geçiyoruz.. Gittikçe kunk—( hik fazlalaşıyor, yeşillik te o nisbette a - zalıyor... Bir çay kenarından ilerliyoruz.. sahilinde, dağın eteğinde muazzam bir kilişe görülüyor.. «Kara ki -| lise» ismini taşırmış.. «Kara» lığı rengin- den mi yoksa ihtilâllerde yaptığı hiz - metlerden mi ötürü bilmiyorum. Fakat bu kadar sağlam, bu kadar büyük ve böyle taştan bir bina şark vilâyetleri dahilin- de görülmüş bir nesne değildir. Ne mak- sadla yapılmış bilmem.. Neyse, neme lâ- zım! Biz yolumuza devam edelim.. Vay vay vayl.. «Ağrıdağ» göründü!. Tepesin- den ortasına kadar bembeyaz karlarla ör- tülmüş.. Kamyonumuz, tepelere tırma - nıyor, derelere iniyor: «Ağrı» hâlâ gö - zümüzün önünde!.. Bir an için olsun kay- bolmuyor; olmıyacak ta... Diyadin'e geldik ve geçtik. * İlerliyoruz.. Allahım bu n& iştir başı -| mıza gelen.. Yol yok.. Transit yolu daha | yapılmakta.. Kalübelâdan kalma şose, şo- | selikten çıkmış ta bir şeyler olmuş.. Ha- di, de ki: «Bu pis, bu bozuk yolu bırak ta, tarlalardan git!.» Âlâ.. en iyisi o. — bir| müddet rahat rahat seyrüsefer.. ınnnı’"W Ya bir yerden su sızmış, yahud geçen günkü yağmurlardan bir yerde birikinti kalmış.. Yürürken yürürken «cırrrk> sup- lanıp kalıyorsunuz.. ondan sonra kazma- Bu ne hal? Erkek müuşambasını giyocekti. Gar - droptan aldı.. bak- t. Arkasında iki — Hiç, seni masrafa sokmamak için yaptım. Deniz pabuçlarımın altları ez - kimişti. Yenisini al, demedim; buradan kestiğim parçalarla altlarını değiştirdim. * Eskiden — Dün gene gazetede bir ilân gör - düm. — Köpeğinizi , kaybetmişsiniz. — Evet, bu be- şinci defadır. — Eskiden kay. bolmazdı? — Öyle amma eskiden karım piyano çalmazdı ki! Söyle Kumar oynamış evine — dönüyordu, karşısına biri çıktı: — Sökül paraları! sini kaybettim. — Öyle ise kaza- nanın adını, nerede oturduğunu — söyle! — - Pencereleri — Amma ben — Diyü::vv: ö e el kapamayı, kapıye — bir şey unuttum, — YUM, duı:mynw Bekeğren N,l“_ kilidlemeyi unute — acaba neydi? vum dbir t madım. — Acaba, acaba “L'*' — Şimdi hatız - ladım, — otobüse binmeyi umutmu- — Yağmurlu ha. vada neye bura « ya kadar yaya gel €in? — Param yok, hep| lar, kürekler, ipler, zincirler. çamurlara yat, makinelerden yağlan.. kamyonu sö- Küp çıkarıyoruz amma, şâfil köpeğine de dönüyoruz... Haydi ben bu yolları bilmi- yordum, seyahate çıktım. Ya bu şoförle- re ne dersiniz.. hem mallarını, hem can- Tarını tehlikeye koyup buralara sefer ya- pıyorlar.. ceplerine kalan da bir şey olsa yüreğim yanmaz.. vallahi eşkolsun dev- let otobüsleri müdürüne... Tevekkeli de- |ğil hududa sefer yapmıyor.. nesine lâ - İzim, herkes canını sokakta bulmadı!. «Yol yok gidemem'» demiş. ne olurdu, (benim de kulağıma fıslasaydı.. yedi ced- |dime : Geri dönerdim... öyle bir dü- İşünüyorum da: «Nereye gidiyorum,».. Delimiyim ne?.. İstanbul neresi; İran ne İtarafa düşer?.. Yol var mudır? İz bulu - nur mu?.. Elinde âsâ, sırtında heybe a - yağında demir pabucu olan masal kah - |ramanlarına döndüm.. 0 masalların cere- yan ettiği taraflara uzanıyorum.. Leylâ ile Mecnun, Asli ile Kerem ,benim geçe- ceğim şu dağların öbür uçlarında dolaş - mışlardı.. Battal Gazi, Hasan Sabbah, Hü- sin Mellah'ı dinlerken hep bu semtleri düşünürdüm.. Harzemler gelmiş, İrani - ler gitlmiş. Mogollar gelmiş, Selçukfler nabedid olmuş, Şah İsmall varmış, Ya - vuz onu yutmuş.. hüüüü.. Bir âlem ki: Mâhşerden nümune!.. Öyle harbler ol - muş ki: Bu dağlar pamuklar gibi atıl - mış.. ne çeşid cenkler olmuş kij: İnsan ce- sedleri tüyler gibi saçılmış.. âvâzeler gök- leri tutmuş: «Turanlılar geliyor'. diye.. kaçışanlar soluğu Bizans kapılarında, A- rab çöllerinde almış.. Felek Şahlar, As - Janlar, Nureddinler; nihayet Cengizler, Hülâgülar buralarını; Uzakşarkla, Ya- kınşarkın yolu yapmışlar... Belki Os -| manlılar da bu yoldan geçip gelmişler.. eğer öyle ise aşkolsun şu Süleyman Şa - ha!, Yahud babasına, dedesine.. bu yol. ları nasıl sökmüşler de Türkistandan çı- kıp Anadoluya - gelebilmişler!.. Hataya doğru ilerledikleri demlerde - geldilerse, © vakit buralarda kan gövdeyi götürüyor; Mogol kuvvetleri dağları taşları hamur gibi yoğuruyordu... Bu kan deryası için- de, bu yolsuz, bu uçsuz, bucaksız kurak yerlerden nasıl geçtiler de, Anadoluya ka- vuşabildiler şaşılacak şey.. Acaba bu geç- tiğimiz yolu onlar mı yaptırdı dersiniz?, Eskiliğine bakılırsa her halde o zaman - dan kalma olacak.. Eğer öyle ise, İran - ayni halde idi Ağrı dağının uzaktan görünüşü iki heyet toplanır da bu yol «tarihi> dir dediler mi hapı yuttuk.. bozup ta yenisi- ni yapmak kimsenin haddi değil. onun için «Şark>» 1 idare edenlere tavsiye e - derim; ellerini çabuk tutup hemen - işe başlasınlar. Gecikirlerse, gitti gider. sonra bir kazma bile vuramazlar.. * Ha gayret!.. heyamola yısa ile ilerliyo. ruz.. akşama doğru, artık havanın karar- ması yaklaşırken «Kızıldize» denilen ilk gümrük mahalline geldik. Küçük bir Şark köyü.. kendine göre bir de gümrük daire- &i var.. buradan hudud çok yakın; amma yol olsa.. hattâ bu akşam İrana bile geçe- biliriz.. fakat ne mümkün!.. Allah ver - mesin, gece yarıları dağ başlarında ça - murlara, bataklara saplanmak — ihtimali vâr.. iyisi mi: burada gecelemek!.. — Yatacak yer var mı?.. — Evet, vardır.. kahvecinin yatak ta « kımları vardır. Gelen yolcular için köy odalarında yatak yapar.. — Peki yemek? — O da var., İranlı bir aşçı vardır. Ye- mek bulunur.. — Oh âlâ!.. Yatak ve yemek var.. am- ma nasıl olursa olsun, var a.. bundan Alâ- :ıı can sağlığı.. bu gece burada misafir ka- TIZ.. Karanlık, simsiyah bir aşçı dükkânı, bir dükkân ki penceresi yok, küçük bir kapıdan giriliyor. Yemek orada pişiyor, yemek orada yeniyor, kaplar orada yıka- hiyor, aşçı orada yatıyor.. Bir dükkân dört yüz sene eyvel de gelseydim ayni , &yni eşyalar arasında ve ayni kı- yafetteki aşçının elinden yemek yiye - cektim.. kaşık, çatal ve tabaklardan baş- ka her şey <âsarı atika» dan!, Toprak o « cağın üstünde toprak iki tencere var. İçindekileri yemeğe cesaret edemedim. hayret!! Haşlama tavuk varmış!.. Her halde yağlı yemekten iyi.. amma şaşıla » cak şey doğrusu!.. Köylerde tavuk bu « kunsun!? Fevkalâdeden.. biraz — tereyağı da buldu.. bu da olmıyacak işlerden.. işle nadirattan olan bu iki nimetle o akşam kendime güzel bir ziyafet çektim.. * — Buyurun! Yatağınız hazır!. Köyün kahvecisi önde, ben arkada ça- murdan yapılmış bir kulübenin tahta ka- pısından girdik.. — İşte burası! Dedi.. iki metre uzurluk ve genişlikte bir oda.. dürt tahta üstüne serilmiş bir yün döşek.. «inşallah haşarat —yaktur!» Guasile, gaz lâmbasına «püf» deyip uy -« kuya daldım.. x Vasfi R. Zabu Geheral Mürsel Bakü İzmitten ayrıldı İzmitin çok sevdiği fırka komutanı Gene- ral Mürsel Bakü terflan Ankara Askori Tem- yiz Relâ! muavinliğine tayin — olunmuştur. Mürsel Bakü'nun yerine General Rüşdü ta. Trabzon transit yoluna veda!.. Çünkü bir yin olunmuştur.

Bu sayıdan diğer sayfalar: