W ın L WW L GiE 23 Ağustos ——— | v AT resminden in_tlbalar Başvekil 4 (Yukarıda) fuarın kor delâsı kesilirken *xk (Sağda) İzmir Belediye reisi ve fuar komitesi başkanı Behçet nutkunu söylüyor Uz açılış günü a tedkikat yapanken. (solda) Adliye Vekili deri sanayiine aid nümunelefi tedkik ediyor Kurumu pavyonund (Sağda) Celâl Bayar Üzüm 1938 İzmir Fuarının açılış ski Türk detektilleri “Son Posta,ya — maceralarını anlatıyorlar : |l “Bir ayna sayesinde hayatımı kurtarmıştım!,, Eski istihbarat memurlarından Recainin Yunanistanda başından geçenler — Ne zaman bir ayna görsem, Yuna - nistanda başımdan geçenleri hatırlarım. Hayatımı ona medyunum. — Neden Bay Recai? Eski istihbarat memuru anlattı: — Bulgaristanda, hükümetimizin mut- tefiki Radoslavof partisi iş başında idi. Be ni, bası meselelerin halli için Varnaya gönderdiler. Orada işleri bitirdim. Aldı- ğim emir mucibince Ödesaya geçtim, Af- fedilen iki siyasi mücrimi İstanbula yol- ladım. Avusturya - Macaristan - yolile İtalyaya gittim. Nihayet, vapura binip Atinaya, geldim. Kostantinople otelinde bir oda tuttum. Biraz dinlenmek için, Türklerin toplandıkları operanın altın- 'daki kahveye gittim, Aradan bir kaç dakika geçti, geçmedi. Yanıma - bilâhare isminin Yorgi oldu - ğunu öğrendiğim - birisi sokuldu: — Hoş geldiniz Recai Bey, dedi. — Hoş bulduk! cevabını verdim amma bu adamı hiç tanımıyordum. Fakat o, is- mimi ve Atinaya henüz ayak bastığımı biliyordu! Buna hayret etmekle beraber, |herifle konuşmağa başladım. Bana, lâf arasında! — İyi ki sizi gördüm, diye bir kurd masalı okumağa başladı. İstanbuldan, se- yahat maksadile, Atinaya gelen bir va - tandaşınızı kurtarmak istersiniz sanı - İrım! Zavallının başına öyle bir felâket geldi ki sormayın! Ben tesadüfen vazi - yeti öğrendim. — Yahu hangi vatandaş, hangi felâket, hangi vaziyet? Sözlerinden bir şey anla- miyorum, dedim. — AÂcele etmeyin de lâfımı tamamla - yım, Mesele kısaca şu: İstanbuldan bir Türk geliyor. Onu, başka birine benze - tiyorlar. Bu yüzden tevkif ediyorlar. Hal- buki, adamcağızla ben görüştüm, masum olduğunu anladım. Fakat 1âf dinliyen kim? İsterseniz, sizinle beraber, polis müdüriyetine gidelim, belki direktöre söz geçirebiliriz de zavallıyı bırakırlar. Benden, bir vatandaşıma, iyilik etmem İisteniyordu. Ayrıca, tevkif edilen zatın hüviyetini öğrenmek arzusuna kapılmış- tım. Bu iki sebebden, polis müdüriyetine gitmek kararını verdim. Yorgi önde, ben arkada yola koyulduk. Vâkıâ, müracaat şeklinde biraz olsun garabet yok değildi. Fakat hâdisenin aleyhime bir şekil ala - cağını düşünsem bile, gene ortada kay - bedilecek bir koz vardı sanmayınız! Çün- kü, nasıl olsa, Atinada idim. — Bu davetin bir tuzak olmadığı ne| malüm? ' i — İhtimal öyle idi. Fakat güzellikle |gitmezsem, zorla götürürlerdi! Halbuki ortada böyle bir vaziyet yoktu. O halde, zevahiri kurtarmak için, hileye müracaat ediyorlar, demekti. Polis müdüriyetini boyladık, yukarı kata çıktık. Salondan geçerken karşıda- ki büyük kapı açıldı, önümüze uzun boy- lu bir zat çıktı. Yorgi hemen önünü ilik- ledi. Maymun gibi büzüldü, selâm verdi. Onun bu tavrından, muhatabımızın polis imüdürü olduğunu anladım, Yanılmamı - şım. İşte, bu sırada pandomima başladı. Yor- gi, rumca bildiğim için, meseleyi açık a- çık anlatamıyor: a — Dün tutulan adam meselesi... Bey' tanınmış bir simadır, filân diye ağzında lâfları geveleyip duruyordu. Polis müdürü de şaşkın şaşkın: — Hangi adam? Anlamadım! cevabını veriyordu. Yorgi ile polis müdürü konuşurlarken ben geride kalmıştım. Birden, açık duran kapıdan, karşı duvardaki endam aynası« na gözüm ilişti. Yorgi habisi, elile polis müdürüne bir takım işaretler yapıyor; benim için: — İşte o, demek istiyordu! Vaziyeti bir anda kavradım. Tuzağa düşürülmüştüm. Fakat, şansa bakın ki polis müdürü işi hâlâ çakmamıştı. Yalnız, herifin işaretlerinden kuşkulanmıştı. O- nun için, beni bırakmağı ihtiyata muvas« fiık bulmadı. Fakat, içeri tıkmak icab e « dip etmediğine de karar yveremedi. Şu çareyi buldu: |— Benim şimdi işim çok, dedi, beyle be« raber git, akşamüstü tekrar - bana dö « nerek - zahmet olmazsa geliniz, Sizinle bol bol konuşur, anlaşırız. Böylece geri döndük. Daha merdiven- leri inmemiştik ki Yorgi: — Aman, Recai Bey, kaçta geleceğimizi sormayı unuttum. Bekle beni, Şimdi dü- nerim, dedi merdivenleri dörder dörder çıktı, gitti. İçimden: — Yutturdum san, enayi, dedim! Vaziyet meydanda idi. Yorgi, peşima düşmüştü. Fakat, rumca anladığımı bil - diğinden polis müdürüne açıkça meseleyi söyleyememişti. Şimdi, müdürle yalnız konuşmak için, bu bahane ile tekrar ya- nına gitmişti. Yorgi, bir kaç dakika sonra geri geldi. Beraberce yürümeğe başladık. Ben, iki« de birde dükkânların camekânları önün- de duruyor, arkamızdan gelen olup ol - madığına bakıyordum. Tahminim doğru çıktı. Peşimizde iki kişi vardı! Belki ya- nılıyorum. diye düşündüm. Yolu değiş « tirdim. Fakat herifler gene peşimizde idi- ler. Artık dayanamadım, Yorgiye: — Bizi takib ediyorlar, bu ne? dedim, Herif şaşalar gibi oldu. Sonra: — Burada, Türkiyeden gelen Rumlara karşı bir itimadsızlık vardır. Sizi polis müdürüne takdim ettiğim için, acaba ne- nin nesidir, diye beni takibe başladılar, cevabını verdi. — O halde, bu adamlara karşı nezaket« le bir ders verelim. Çağır onları... Hep beraber içeriz. Lâf arasında ne için ar « kamıza takıldıklarını da sorarız. Yorgi gitti. Herifleri de yanına aldı, döndü. Hep beraber bir meyhaneye gir «' dik. Garsona: — Rakı, emrini verdim, bol mezeli mü« kemmel bir sofra kurdurdum! — Bu semahate sebep ne idi ki? — Onu birazdan anlıyacaksınız? Ra- kılar, bitmek üzere idi. Tekrar garsonu. çağırdım. ' — Masayı görmüyor musun be, dedim, yangın yerine döndü. Getir yeniden rakı- ları, tazele şu mezeleri... Sonra, heriflere: — Ben otele kadar gidip elbiselerimi değiştireyim, akşama polis müdürünü (Devamı 12 nci sayfada)