7 Şubat 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

7 Şubat 1938 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—— 7.2-038 T AN Gündelik Gazete e 'TAN'ın hedefi: Haberde, fikirde, her- geyde temiz, dürüzt, samimi olmak, karlin © gözetesi olmiya çalışmaktır. ed ABONE BEDELİ “Türkiye Eznebi 1400 Kr. 1 Sene 2400 Kr. 1» bAy 1600 » 5 >3» 209 » 80» 1» 200 » Milletlerarası posta ittihadına dahil uyan memleketler için 30, 16, 9, 35 Tadır, Abone bedeli poşindir. Adres de- Eiştirmek 25 kuruştur. Cevap için mek- #uplara 10 kuruşluk pul ilâvesi Mızımdır. İsenox MESELELERİ Çocuğum Ne Olsun? (Yazan: M. Zekeriya) Babaların çoğunun endişesi bu- 'dur. Çocuk liseyi bitirmek üzere ise Aileyi bir düşünce alır: Çocuğum ne olsun? Dektor olsa uzun bir tahsile ihtiyaç var. Mühendis olsa Avrupa ya göndermek lâzım. Muharrir veya| edip olsa, kazancı olmıyan bir mes- lek ve saire... Bütün bu düşünce ve endişeler içinde fikri alınmıyan, mütaleası s0- rulmıyan biri vardır: Çocuk Yine bu araştırmalar esnasında nazarı dikkate alınmıyan yalnız bir nokta vardır: Çocuğun İstidat ve ka- biliyeti. Evvelce kızlarımıza koca seçmek ve bulmak hakkımı analığın ve haba- lığın en mukaddes hak ve vazifesi o- larak tanırdık. Ona müstakbel hayat arkadaşını beğenip almak hakkını vermezdik. Şimdi de çocuklarımızın tahsil ve mesleğini tayin hakkını onlara bi- rakmıyoruz. Üniversiteye gelen talebeler ara- sında yaptığımız bir anket, talebele- rin ekseriyetle ya aileleri tarafından tayin edilen veyahut ailelerini taklit &derek tayin ettikleri meslekleri ter- cih ettiklerini göstermiştir. # © Bunun ne kadar yanlış bir yol ok duğunu anlatmak için size büyük e- cn havatlarından birkaç misal bası Hindistanda bir istasyon şefi ve bir ziraatçi idi, Oğlunuda bu iki meslek için yetiştirmek istiyordu. Fakat Kipling mukavemet etti. Ta- bii bir sevk ile bir gün kendisini bir gazete İdarehanesinde buldu. Ondan sonra, babasının bütün ısrarlarına rağmen, mesleği taayyün etmiş oldu. Fransız Romancısı Balzak babası. | Bin ısrarı üzerine bir noterin yanın- da çalışmıya başladı ve habasının ga- Yesil oğlunun noter olduğunu gör- Mmekti, Onu, çok lir temayül duyduğu edebiyattan tmak için elinden geleni yaptı. Parasız bıraktı. Fakat o yine mesleğini bulmakta te- reddüt etmedi. Geçende ölen meşhur Çekoslovak Cümhurreisi Masarik bir demir- <inin yanında çırak olarak çalıştırıl- dı. Fakat bir gün bıktı ve dükkünin Şu yazıyı yazarak kendi mesleğini aramıya çıktı: “Arkadaş- Jar, Allahaısmarladık, bir daha de- Mmirei yanında çalışmıyacağım ve bir daha elimi yakmıyacağım Paderevski'nin babası bir çiftçi di, Oğlu için çittçilikten başka mes- lek düşünmemişti. Fakat annesi ve hocaları, onu babasından gizlice hi- maye ettiler. Bu sayede çok sevdiği musikiye sarılabildi ve bugün bildi- iz deha yetişti. Bugün Çin ordusunun başında bu- unan ve Çin vahdetini vücude yeti- Yen Çang - Kay - Şek babası tarafın- dan bir tilecarn yanına satıcı olarak nmuştu. Babası onu bir tüccar yap mak istiyordu. Fakat Çang-Kay-Şek gin dükkândan ve evden kaçtı. Kendi kendini yet i. Askeri aka iye girerek büyük bir kuman- yetişti Stalini ailesi papar yapmak İsli Yorlardı. Onu bir papaz mektebine Vermişlerdi. Ailesinin hayali onu bir Elin Tiflis rahihi görmekti. Fakat ih- Wilâlci faaliyetinden dolayı papaz Mektebinden kovuldu ve bu sayede onu bugünkü mevkie kadar yüksel ten yolu keşfetti. * Hülâsa ailenin arzusu ekseriyetle Yocuğu yanlış yola sevkedebilir. Ana ır İngiliz edibi Kipling'in ba-) eçen makalede (TAN: 26 - 1 - Çarşamba) de- nizlerimizden, ( balıklarımız- dan bahsettim. Bugün avcılı- ğımızın kötü taraflarını izaha çalışacağım. Mevzua girme- den birkaç sözle balıklarm hicret kaidelerini, balıkçılığı- mızın eski tarzmı da anlata” yım ki, dava her yandan ay- dınlansın * Balıklar ekseriyetle sahil suları- nı takip oederek yol alırlar. Sefer kaideleri: Düşmandan sakm. | mak; yem peşini bırakmamaktır. Karadenizden evvelâ kılıçlar, lü- ferler; müteakiben izmaritler, is- tavritler, daha sonra palamutlar, uskumrular, hamsiler akmıya baş- lar. Hiçret tarihleri de biç şaş maz; her balık kendi mevsiminde yol alır. Eski balıkçılarımız iki sınıfta lar: Mahalli avcılar, seyyar avcı- lar. Mahalli avcılar: (Dalyan) cılar, (Voli) cilerdi. Dalyanlar melüm... Geçit yerlerine sabit ve taksimat- hı ağlar kurulur, akan balıklar dal- yanın havuz kısmında birikir. Sa- bah akşam veyahut giren balığın cinsine, mikdarına göre İşire) edi- lir; toplanmış balıklar alınır. (Veli) ye gelince; Boğazın Ru- meli ve Anadolu yakalarında ka- nala yakın, dibi temiz ve balık uğ- rağı yerler vardır. Bu aralarda (iğrıp), (Manyat) tabir edilen bü- yük ve torbalı ağlarla denizin mu- ayyen bir kısmını kuşatırlar; ağın eşi ale" gore dafyanlara » "ETü. zar avı” ve. volilere “tesadüf avı" dersek, daha vazıh bir ünvan ver- miş oluruz. eyyar avcılar İse ufak ağcı ve alamanacılar, sepetçiler, voltacılardı... Ufak ağvılar; ığrıp ve manyat ağlarının İşliyemiyecek leri ârızalı yerlere ağ uzatmak ve- Ya fena sularda ağ yeldirmek, Yahut ia kıyılarda ve ârızalı yer- lerde dolaşan balıkları çevirmek suretile bahk avlarlar, Voltacılar da ağ İle tutulamıyan veya ağlara vurmıyan balıkları tutarlar, “Vol, tacı!,, deyip geçmeyiniz. Şehrimizi balıksız bırakmıyan, bilhassa en nadide, en nefis balıklarla mide şenlendirmemize'medar olan avci. Jar asil onlardır. Eski zamanda av mevsimi yak- laşınca dalyanlar kurulur; voli ka- yıkları hazırlanır; her voli kendi derecesine göre yirmiden yüz, yüz elliye kadar tayfa yazarak İKadro- Sunu tamamlardı. Seyyar ağcılar da birden on ikiye kadar yardımcı peyliyerek (faaliyete | geçerlerdi. Bu yüzden Boğaziçinin büyük bir kısım halkı, refaha kavuşurdu. Çoluk çocuklarını rahat rahat ge- şindirdikten başka kendilerine gö- re ev bark kuracak para bile ka- zanırlardı, Bu refah, yalnız Boğaz- içi halkına münhasır kalmazdı; ba Jık akını takiben (Kumkapı) dan (Gelibolu) ya; beri taraftan da A- nadolu kıyısı ve Adalar İzmit —— baba bugünkü cemiyetin adamıdır. Çocuk yarın için yetişmektedir. Biz onu eski tecrübelerimize ve bugünkü idenllerimize göre yetiştiririz. Onun için de ekseriya hataya düşeriz. Buglinkü terbiye sistemi, çocuğun mesleğini kabiliyet ve istidadına gö- re tayin etmeyi emreder. Bunun için de çocuğun istidat ve kabiliyetini ta- yin için senelerce tetkikler ve teteb- büler yapılır. Alınan neticeye göre onün İstidat ve kabiliyetinin en zi- yade inkişaf edebileceği meslekte ye- tişmesine çalışılır. Ya çocuğumuza meslek seçme işi- ni kendisine bırakalım, yahut onun istidat ve kabiliyetlerini tayin edebi- lecek surette onun üzerinde tetkikat yapalım. TAN Yazan: Gırgırcıların, bombacıların işkenceleri karşısında nesi mek tehlikesinde bulunan balıklarımızdan bir küme Gemlik, Bandırma, Erdek körfez. lerine kadar her sinif esnafın ve balıkçıların yüzlerini güldürürdü kın, tabil revişini takip etti ği için İstanbulun balıksız kaldığı hiç vâki olmamıştır. Bul garistana, Romanyaya, Sırbistans, Yunanistana taze ve tuzlu balık ih racatımız da dikkate şayan bir de- recede bulunuyordu. Büyük kırgın ları istisna edersek, mazi kayıtla- rında şimdiki gibi motörler dolu- Binbaluğin Genie atli ye büz larının. elleri böğürlerinde mah- rum ve mühtaç bir halde kaldık- larını göremeyiz. Uğursuz harptenberi eski, ze min ve mekâna uygun balıkçılığa ilâve olarak soysuz bir bombacı lık türedi. Bir de (gırgır) cilık ta- ammüm etti, Balıkçılığın refahı, â- hengi bozuldu. Balıklar da, balık- çılık ta kapaze oldu. Çünkü: (Bomba) cılık, deniz avcılığının en tahripkâr şeklidir. Sebebi de şu: Bomba ile ancak kıyı ve sığ su larda gezinen balıklar avlarılabi- lir. Halbuki, bir kısım balıklar sığ sulara yemlenmek ve yumurtaları- nı bırakmak için yaklaşırlar. Bom ba patlayınca hem aha balık, hem bırakacağı yumurta o mahvolduk- tan başka o mıntakada diğer cins balıkların yumurtaları, düşman- dan korunmak için kıyılara ve yo- sunlar arasına gizlenmiş birçok yavrular da mahvolur gider, NL tekim bir aralık karagöz, levrek, kefal gibi balıklarımız hemen he men münkariz olmak derecesine gelmişlerdi! Bereket versin hükümet tedbir aldı. Bu avcilik hakkındaki eski yasağı teyit etti. Fakat teessürle haber vereceğim ki, sahillerimizde hâlâ bombacılık eden muzır avcilar eksik değildir!, elelim gırgırcılara: Bunlar da akış mevsimi heniz beş” lamadan Karadenize çıkıyorlar. Havaların müsaadesine, reislerinin cesaretlerine göre Anadolu, Rume li yakalarında pek uzak yerlere ka dar uzanıyorlar, Yemlerini koru- yarak, havaya uyarak sahillerimi- ze yavaş yavaş sokulup birikmeye başlıyan balıkları karşılıyorlar. Rastgeldikleri sürüleri kuşatıyor- lar. Vâkıa biraz balık tutuyorlar; tutuyorlar amma bu tarz avcılı tan da şu netice hâsıl oluyor; Evvelâ: tuttukları balık para et miyor. Çünkü, mevsim hasebile tu tulan ya henüz tekâmül etmemiş yavru, yahut henüz çiroz halini ta mamile geçirememiş zayıf balık- dardır. Taze olarak ağız tadiyle ye- nilemez; yavan olur. Sulamuraya gelmez; çabuk bozulur. Hele sıcak havada tutulan balıklar çok kere MM |! Balık Servetimiz Ne Şekilde İmha Ediliyor? rr PO a A e Balıkçı iken- mezat yerine bile nakledilmeden patlar ve kokarlar. Nitekim bu se- ne Boğaziçi kıyıları palamut leş- lerile dolmuş, her taraf pis pis kok mıya başlamıştı! ç Sonra, kıyılarda beslenerek su- larımıza toplanan sürüler bu yüz- den infisaha uğruyorlar; hayvan- Jar korkudan deli gibi bir hal alı- yorlar. Kendilerini ya açıklara atı yor; yahut yollarını şaşırıp gerisin geri dönüyorlar. B unun Şu meuce yor: Bir iki kuşatılmak vartasından Kürtulan palamutlar şuursuz bir halde gerisin geri dönünce marya sürülerine, uskumrulara tesadüf e- diyorlar; biribirine düşman bu muhtelif anasır arasında dehşetli bir eldal ve perişanlık başlıyor; darmadağın oluyorlar, Nihayet bü yük bir kısmı enginde kayboluyor; bir tutamı da zuhur eden ilk fır tınada tıpkı bir çığ yuvarlanışı ma hiyetinde ve karmakarışık bir hal. de Boğaziçinden tekerlenip geçi- yor. Ne dalyanlar, voliler, ne vok #M *O | BS Gün UVAFFAK'MX; MANINSIRRI tacılar ve küçük ağcılar istifade e- demiyorlar. Bu sene (hamsi, istavrit, uskum ru, palamut) ların çorba balinde kıyılara vuruşlarının sebebi işte budur. Bi ağzında, yani balık methalinde yapılan bu av. cılığın mazarratını anlıyabilmek i- çin uzun uzadıya tetkikata lüzum yok. Şöyle basit bir misal davayı mükemmelen aydınlatabilir: Bir ağıl farzediniz ki, kapısmn önünde sürülerle kurt biriksin; meralardan süzülüp gelen koyun- lar bu manzara karşısnda n6 ©- İur? Hele korkunç bir hücuma da uğrarlarsa ne hal kesbederler? Miniminicik Karadenirden bek- lgdiğimiz balıklar da ayni âkıbete uğruyorlar. Yani herşeyden evvel ağılımıza çekip kendimize mal et- memiz leap eden balıkları ürkütüp gerisin geri püskürtüyoruz. İçeri girenlerden de hayır göremiyoruz. Geçen makalede balıkların âv- det seferlerini anlatırken yavru kümerlere dikkatinizi rica etmiş- &m, Düşman önünde balığın yav- rusu ne ise kendisi de ayni şey- dir. Torik, palamut sürülerile $3- rılmış uskumru alayından hayır beklemeyiniz, Birkaç hücumda kos koca kümeden ancak sayılabilecek nisbette az bir can kurtulur. Bu Giheti de hesaba katarsanız, geri- sin geri döndürülen o palamutlar- dan diğer ufak cins ve daha fay- dalı balıkalrın görecekleri zararı tahmin, sizin için sansar hücumu- na uğramış kümesinizin hesabını yapmak kadar kolaylaşır! ırgırların verdikleri zarar, bundan da ibaret değildir. Çığ halinde yuvarlanan balığın peşine düşüyorlar, nefes alıp yer- leşmesine meydan vermiyorlar. Bi çare hayvan çılgına dönüyor. Ora- dan oraya başvuruyor. İzmit, Gemlik, Bandırma körfezlerini bu lamaz da Çanakkaleye doğru yol alırsa Akdenize kaçıyor. Artık O bizim elimizden kâmilen çıkmış ba lık demektir. Avdetini beklemek .çok beyhude bir intizar olur. Geçen sene balıkçılığı da bir başka türlü facia idi: Karadeniz- den gelen torikler lehimize istika- sex a, Aded Avarına yaylr mıştı; gırgırlar tepelerine bindiler. Diledikleri kadar tuttular. Ne ya- sık ki bir istifade edemedik. İtal- yanların, Yunanlıların ekmekleri- ne yağ ve bal sürdük. Güzelim ba- liklarımızı yok pahasına aldılar, memleketlerine taşıdılar. Onların bulunmadıkları zamanlarda tutu- len balığın satılamıyacağın bile bile gırgırcılar avı devam ettirdi. ler. Tuttukları balıklarım çoğunu denize döktüler, Bu döküş şuursuz ca tutuştan dalin çok muzırdı. Çün kü, denize dökülen ölmüş balıklar dibe çöküyorlar, dipte kokarak fol (Devamı 10 uncuda) A 3 Başkaları Bizi Nasıl Görürler ? Börkalarının sizi sevip sevme- diklerini anlamak İstiyor musunuz? İşte cevabı buradadır. A şağıdaki sualler psikologlar tara- fından başkaları tarafından sevilip sevilmediğinizi ve dost tutup tuta- madığınızı meydana çıkarmak için tertip edilmiştir. Aşağıdaki sualle- ri okuyunuz ve yanlarına “evet, veya “hayır, diye kısaca cevapla- Tınızı yazınız. Sonra onuncu sayfa- Yı açıp cevapları okuyunuz: 1 — Fikirlerinizi açıkça ve sağı solu gözetmeksizin söyler misiniz? 2? —En iyi üç arkadaşınızdan kendinizi üstün görür müsünüz? 3 — Yalnız yemek yemesini se- ver misiniz? 4 — Gazetelerin birinel sayfala- rındaki cinai hikâyeleri okur mu- sunuz? 5 — Kendi ümit ve hayalleriniz, meseleleriniz ve sukutu hayalleri- nizden bahseder misiniz? 6 — Bu kabil küçük imtihanlar hoşunuza gider mi? 7 — Sık sık borç para alır mis nız? 8 — Bir hâdiseyi anlatırken te- ferruata girişir misiniz? 9 — Misafirperverliğiniz masra- fıda mucip olsa esirgemez misi- miz? 10 — Açık ve serbest konuştu. ğunuzdan dolayı övünür müsünüz? 11 — Randevülerinizde çok bek- letir misiniz? 12 — Çocuk sever misiniz? (Ken di çocuklarınızı değil). 13 — Şaka sever misiniz? 14 — Orta yaşlı adamların aşka tutulmasını gülünç bulur musu- muz? * 15 — Yedi kişiden fazla kalaba- lıktan hoşlanmaz masınız? 16 — “Müthiş”, “korkunç”, “fa. cia” gibi kelimeleri çok kullanır mısınız? 17 — Telefonda ve alışverişte si- nirlenir misiniz? 18 — Kitap, musiki ve spor hak- kında sizin gibi düşünmiyenleri kü çük görür müsünüz? 19 — Sözünüzü tutar mısınız? 20 — İşler fena gittiği zaman bedbin olur musunuz? 21 — Sizin talliniz fena iken ar- kadaşlarınızın muvaffakıyetine se- vinir misiniz? 22 — Enteresan dedikodu yaptı- ğimız vaki midir? 23 — Dostlarımızı, sile âzanızı sık sık tenkit eder misiniz? Psikoloğ Dayakoterapi " (Yazan: Aka Gündüz) Benim okuduğum mekteplerde da- yak; tembelliğin, suçun, yaramazlı- ğın, terbiyesizliğin tedavisi için kul lanılan bir ana usuldü, Hani humma- yı buzlu çarşafla, amipli dizanteriyi zeytinyağlı patlıcan dolmasiyle, müz- min apandisiti masajla profesörce t6- davi usulleri var ya. Dayakoterapi de bunlar gibi birşeydi. Dayakoterapinin baş mütehassısla- rından birkaçını burada hayırla yâ- dedeyim: Suyolcubaşı zade Rıza Paşa, mek- tepler ikinci nazırı. Miralay Kalafat İbrahim Bey, Har biye Mektebi Dahiliye Müdürü, Gülbaş Halit Bey, Kuleli Dahiliye Müdür Muavini, Horoz, Dahiliye Kolağasısı. Miralay Zahit Bey, Tıbbiyei Saha- ne Müdürü. Arnavut Şevket Bey, Baytar Mek- tebi Müdürü. Ciğerci Halit, Sülün Rıza, süvari Eşref Beyler, Baytar Mektebi Dahili- yecilerinden. Hüsamettin Bey Ebucehil, Edirne Müdürü. Kekâvüz Mustafa Bey, Edirne Da- hiliyecisi ve Tarih Öğretmeni, Bunlar bifkaç yüz mütehassısın an- eak bir kaçıdır. Hepsini değil, yarısı- nı saymıya kalksak bu gazetenin bü- tün sütunları yetmez. Amma şunu da inkâr edemeyiz ki bu mütehassısların yetiştirdiği tale- benin hemen hepsi hayatta muvaf- fak olmuşlar, vatana millete çok hiz- metler etmişlerdir. Yakın tarih mey- dandadır. Rahmetli Rıza Paşanın öyle kaba- dayıca bir dayak atışı ve attırışı var- dı ki hiç güce gitmezdi. Pek afili ve iyi yürekliydi. Dayağına can atarlar- İ dı, çünkü dayağını yiyen tarttan kur tulurdu. * Rahmetli Kalafat ömründe dayak yemediği ve hesaptan kitaptan mü- him derecede çakmadığı için sayı bil. mezdi. Odasına girmiyegör. İlk ter- Upte on beş sopa yemek şaşmaz bir âdetti, Amma suçlusun, amma bir iş için girdin, on beş değneği yemeden muameleye başlanmazdı. Bir gün bir talebe iş için yanıma girer, o sırada bir de dahiliye zabiti girmiş bulunur, İkisini beraber görünce talebeye on beş sopa attırır. Mektebin müdürü Şurup Servet Paşa pek yumuşak, ba- ba bir zatı, dayanamaz; — Kuzum İbrahim Bey! der. Bu e- fendinin hiçbir suçu yoktu. İş için müracaat etti. Ne diye on beş sopa attırdın? Kalafat istifini bozmadan cevap verir: — İleride işlemesi muhtemel olan suçlarına mahsuben! O zaman yirmi beş sopa eksik vurdururum, takas 0- Turuz! Gülbaş! Halit Bey dayakla müte- rafik ve dayağın derecesiyle mebsu- ten mütezayit bir usulde küfür de ©- derdi. Horoz'um pek kısaca boylu idi. E- linden düşürmediği uzun ayva değ- neğiyle şimdiki Pataşonun Patrik ro- lüne çıkışını andırırdı. Tıbbiyenin önceki müdürü Rıza Paşanın kardeşi idi. Canına tak eden bir talebe tarafından apansızın vefat ettirilmişti. Yerine Fransızca öğret- meni Edirneli topçu miralayı Zahit Bey gelmişti, Zahit Bey, Çohan Meh- medin iki buçuk misli bir aslandı. Dayakçı idi amma bir hâdiseden son- ra dayak atmıya tövbe etmişti. Hâdi- se basittir; Bir gün Edirnede kışla dan şehire gelirken yolunun üstüne yüklü ve huysuz bir katır dikilir. Çit te atmıya başlar. Yumuşak kalbli Za- hit Bey kızar, katırın sağrısına şöyle- <e, hafif tertipten bir yumruk vu- rur. Katır çöküverir ve ölünciye ka- dar iki arka ayağından kötürüm ka- ır. Ogün bugün kimseyi bizzat döv- mez olmuştu. Arnavut Şevket Beyle arkadaşları dayakoterapiyi bir tarikat sayıp cez- besine tutulmuşlardan idiler. Ne o- Tarsa olsun bir defa döverlerdi. Hiç olmazsa bir iki tokatcağız yapıştırır. lardı. Sülün Rıza hepsinden yaman- dı. Sonra Edirnede ikinci Ordu Mü- siri Arif Paşaya yaver olmuştu da paşaya atılan kurşunlara kurban ol. muştu. Süvari Eşref kısa boylu, ya- kışıklı, güzel, genç bir zabitti, Fakat tokatları General Franconun torpil- (Devamı 7 incide) ! elm ni İİ si emdi a e

Bu sayıdan diğer sayfalar: