12 Kasım 1955 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 20

12 Kasım 1955 tarihli Akis Dergisi Sayfa 20
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KİTAPLAR YAZ YAĞMURU Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bir müd- det evvel Yeni İstanbul'da tefrika edilen "Yaz Yağmuru" denilebilir ki bereketiyle geldi; taşıdığı serinlik daha önce yükselen bulutları da yağ- dırdı; kitap halinde çıkınca görüldü ki ardından altı hikâye daha geliyor: Teslim, Acıbadem/deki Köşk, Rüya- lar, Bir Tren Yolculuğu, Yaz Gecesi. "Yaz Yağmuru", kitabın yarısını dol- duran bir büyük hikâyedir; diğerleri ise küçük hikâye ölçüsünü aşmıyor- lar. Herbirinin ayrı tarafları bulunan yedi ayrı hikâyeyle tertiplenen kita- bı okuyunca birkaç hususiyete temas etmek lâzım geliyor Unsurları bakmamdan bütün olan kitapta, iki ayrı sanat görüşünün mahsulü iki gurup hikâye vardır. İş- te, dıkkatı çeken bud ” ağmuru" nda yedı hıkaye- nin yaı'attıgı âlemin unsurları deyin- ce, bu hikâyeler yazılırken kullanılan kelımelerı imajları, cümleleri ve bun- ların getırdıgı duyum uruplarını kastediyoruz; — bunların birbirleriyle olan münasebetleri de bu âlemin örü- lüş hususiyetini teşkil eder ki bu da bahsetmek ıstedıgımız unsur butun— lüğünün mimarisini yapar. lerin yumuşak ınhınalarla biribirine bağlanışı, cümlelerin duygu ve ihsas- lar etrafında varyasyonlar halinde gelişmesi, zaman zaman zihin meka- nizmasının hususiyetine isyan ederek cümleyi fiilden başka bir kelimeyle bitirme arzusu bu yedi hikâyenin de- ğişen nisbetlerde müşterek tarafı ise, 6Gu, Ateş ve Gece de fazla göze çar- pan üç ortak unsurdur; hikâyelerin kelime dokusu bunlarla renklenir: deniz, boğaz, bataklık, sazlar, yağ- mur, alev, yangın duman parıltılar, rüyalar, yarı uyur haller, hayal gö meler, hatıralar, şahıslarda ikilik, ruhlar... hep su, ateş ve gece gibi un- surlarla alâkalıdır. Bu arada nebat- ların da fazlaca yer aldığım kaydet- meden geçemiyeceğiz. Üstadın birçok imajı su etrafında üreyen ihsaslarla beslenir: "Bir dalgada — arkadaşının hayalini birkaç kere kucakladı ve e- İinden kaçırdı Tekrar yakaladı... bir nevi rüya dalgınlığında ve kendısın- den beklemediği bir hareket bollugu içinde dalgalarla ugraştı - Yaz Yağ- muru, ayni imaja bir müddet sonra bir başka hikâyede rastlarız: "Bir dalgayı kucakladı, üstüne atla- dı; fakat küçük yeleli at altından kaydı... birdenbire kendisini gizli bir bahçenın yosunları içinde buldu - Rü- yalar, 91". Su ve ateşın yanyana bu- lundugu imajlar da görülür: "Deni pul pul aydınlığı ile önünde gerını- yor - Yaz Yağmuru, 37"; biraz öte- de: "... Su, yısavatlanmış bir gümüş işi gıbı parlıyordu Teslim, 65". Hat- tâ yazar hikâyelerindeki bu akustik âlemi Debussy ve Maurice Ravel gibi müzisyenlerin ses dünyasına baş vu- rarak zenginleştirmek ister. Ateşe bağlı elemanlara da sık sık rastlarız; "Plaj tenha ve sıcaktı. Be- 20 yaz alev dalgaları içinde kavruluyor- du - Yaz Yağmuru, 40". Bilhassa yan- gini tasvir eden sayfalarda bu. cephe, hakimiyeti büsbütün ele alır. Gece, uyku, iç âlemlere inişler, surları zor- layışlar, ister halde yaşanmış ister hatırada canlanmış olsun bu hikâye- lerde deri, göz, kulak ve burun du- yumları okuyucunun dikkatini çeke- cek kadar barizdir: "Açık pencer. den, ince bir rüzgâr bütün semt ba çelerinin kokusunu odasına taşıyor— du - Rüyalar. "Havva'nın göğ- sünde her şey unutuluyordu Bu yu- muşak ve kokulu yastıkta her şey dinebilirdi. Her acı burada serınlıye- bilirdi - Adem'le Havva, 104". Bu müşahedelere dayanarak mu- harririn mizacına, yahut bu hikâye- leri yazdığı sıralardaki ruh durumuna dair hükümlere gidecek değiliz; za- HAM ;j M EL LA bi KUT YN TARLIK YAYINLARI Yaz yağmuru Bereket getiriyor ten ne bu yazının ölçüsü, ne de do- kunduğumuz noktalar böyle bir te- şebbüse kâfi gelmez. Sadece her han- gi bir sanatçının, muayyen bir dev- redeki eserlerinde Aaynı kelimelere uğrayışını, aynı veya yakın imajları kullanışını, bilhassa yarattığı âlemin harcını benzer kaynaklardan alışını, bunun, o eserlere, yazıldıkları devre- ye mahsus ve yazarın şahsında top- lanan müşterek bir unsur bütünlüğü verdiğini işaret etmek istedik. u unsur bütünlüğüne rağmen eserdeki hikâyelerin ayrı iki sanat anlayışiyle iki gurupta toplandığını söylemek mümkündür. Bunlardan bi- rincisi, realitenin kabuğunda her an olup bozulan, değişen, sonra tekrar olan hayatın içinden yaşanan ihsas- lar çerçevesinden, alıştığımız man- tık ölçülerinden doğan hikâyelerdir, "Bir Tren Yolculugu “"Acıbadem'de- ki Köşk" ve "Teslim" böyle olan hi- kâyelerdir. Zaten bu yedi kapılı ki- tabın kolayca aralıyabılecegımız ka- pıları da bunlardır. Çünkü, bu iş için, birçok benzerini okuduğumuz hikâ- yeleı'den gelen bir tecrübemiz var- e kitaba bu üç kapının bi- rınden gırmeyı düşünerek "Bir Tren Yolculuğu" önünde durduk: Bu hikâ- yenin plânı her zaman rastladığımız ve beğenilen hikâyelerin plânına ben- ziyor: Her günkü hayatımızdan alın- mış bir mevzuu, bir başlangıcı, bir bitişi, cemiyete uygun düşünce norm- ları var: Yağmur altında küçük bir istasyon, eşyanın, insanların, manza- ranın, yağmur sicimleriyle örülen a- ğın ardındaki realitesi.. Satıcılar, du- ruşlar, binmek için vagona hücum- lar.. Bir kompartımanın yolcuları, ge- zici bir tiyatro kumpanyasının ayni yere gelen artistleri, öncekilerle ye- ni gelenlerin birbirlerine karşı tavır- ları, birbirlerini tartışları, menfaat ve cinsiyetin tanışmalarda rolü. ölen artist kadının fotoğrafları, suya dü- şen yıldız olma emelleri.. Bu seyyar sınıfın. acınacak hali.. Görülüyor ki ayni zaman plânı üzerinde yürüyen hikâye bugünün alışılmış hikâyesi- dir. Lâkin bunda bile bir başka saha- da, dokunaklı sebeplerin diyar diyar dolaşmaya mahküm ettiği bu insan- ların akıbeti üzerine kafamızda geli- şen endişeler ve düşünceler sahasın- da devam istidadı var. "Acıbadem'deki Köşk" ün emekli çarkçıbaşısı Sâni bey, insanlığın an- cak icadetmek veya bir icadı değiş- tirmekle hizmet edileceğine inanmış ve bütün hayatı sabit fikirde hülâsa edilmiştir. Artık o kendini, ilim yo- lunda can veren, dünya coğrafyasını genişletmek için kıtalar peşinde ko- şan gözü pek şövalyelerle eşit say- mak ister, ne çare ki bir Donkişot- tur; yahut ir Tarascon'lu Tartarin. Bununla beraber, kendi icadettiği mânâsız bir yıkama tertibatı arasın- da yarı yanmış bulunduğu zaman yü- zünde mesut ölenlerin süküneti var- dır. "Teslim" deki Süleyman da yıl- larca hasretını çektiği kayıp babası- na kavuşunca, bütün varlıgı ile bu baba sevgısının dar çızgısıne bağla- nır. Karısını ve çocugunu bu uğurda feda eder. Fakat yine de mesuttur. Yıldız olmak hevesiyle seyyar kum- panyaların sefil macerasına katılan- lar da mesuttur. Yazar, bu üç hikâ- yede, bâtıl da olsalar ınançların in- sanı mesut eden -kudretine ınanır, görünmektedir. Bu hikayelerdeki in- sanların mazileri hayatlarına karış- maz, kendilerini meşgul etmez. Hal- dekı mânevi mevcudiyetlerini hatıra- larına göre değiştirip şekillendirme- ye kalkmazlar. Yaşarlar, fakat, ha- yatlarının dışına çıkıp nasıl yaşadık- larına bakm, e dar mekânda, ıhsaslarında mahpus omur- lerini sürerler. Bu itibarla iç hayat- ları yekparedir. Belki de saadetleri- nin asıl sebebi budur n yazar, ne kadar ustaca an- latılmış olursa olsun, realite kabuğu- na bağlı hayatı sanat için kâfi gör- mez, Bu olsa olsa muayyen bir za- AKİS, 12 KASIM 1955

Bu sayıdan diğer sayfalar: