11 Ağustos 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 20

11 Ağustos 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 20
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KİTA ÇELİK YILDIRIM (Tevfik Kent'in hikâyeleri. Yeditepe yayınları No. 61 İstanbul Yeni Mat- baa 1956. 80 sayla, 100 kuruş) Tevf'ık Kent, adı duyulmuş, şöhret mış hıkayecılerden biri — de- ğildir. "Çelik Yıldırım" daki — onüç hik, ayeden ancak ikin evvelce Yedi- tepe'de neşredilmiştir. Bu bakımdan, Tevfik Kent, "Çelik Yıldırım" — adlı hikâye kıtabıyla hikâyecilik — saha- sında yeni bir isim sayılır. Hikayeci hakkındaki ilk bükümler, bu kita- ba istinat edilerek verilecektir. Ki- taba adını veren hikâye şöyle başla- maktadır: O sabah müthiş bir anırma se- liyle uyandım. Vakit daha erkendi. Yatağımdan fırladım. Eşek — sahibi- ni haşlamak niyetiyle pencereye koş- tum. Bir de baktım, sucumuzun bah- çe parmaklıklarına bağlı eşeği ba- şım kaldırmış, kurşun renkli bulut- larla kaplı, göklere bakarak hâlâ a- nırıyordu. Nedense öfkem — hemen yatıştı. Havadaki durgunluk — içime kara gözleri, tüylü boz vücudu, si- yah etli ağzı bende kabahat işlemiş sevimli ve cana yakın — çocuklara karşı duyduğumuz hoş görme ve ba- ğışlama isteğine benzer bir his uyan- dırmıştı." İşte sucunun eşeği ile muharririn arasındaki ahbaplığın başlangıcı böy- le naklediliyor ve sucu ile hikayeci arasında bir konuşma başlıyor. Sucu dertlidir: "Ah, bey.. Kaçtır — sizin hizmetçi kıza tenbih ediyorum. Şu hayvana' şeker, salatalık verip alış- tırma. Dinletemedim gitti. Şimdi her gelişimde yem verecek birini bulmazsa işte böyle anırıp durur." Hizmetçi kız gibi ""Bey" de eşe- ğin kara gözlerine, boz vücuduna, siyah etli ağzına, masum duruşuna vurulmuştur. Hemen bahçeye — ko- şar, en tazelerinden bir kucak sala- talık koparır eşeğin önüne ar ve zevk içinde onun salatalıkları kıtır kıtır yiyişini bir taraftan da sucu ile çene yarıştırır. Bu arada sucudan eşeğin adının Çelik, soya- dının da Yıldırım olduğunu ogrenır Bu adları eşeğe bir başka aşığı, su- cunun, karısı takmıştır Akşam yemeğinden sonra rehavet içinde salonda oturan yazar tatlı tatlı Çelik Yıldırımın kara gözleri- ni hayallerken Ahçıbaşı gelir, kar- şısında el pençe dıvan durur ama hiddetten mosmordur. "Bey" e şikâ- yete gelmiştir : "Şikâyetçiyim bey! Şu Adile kız- dan şikâyetçiyim. Bir Yıldırımdır tutturmuş, sebzelerin en iyisini seçip tatlıları çalar, şeker saklar.. söyledim, — dinletemiyorum Bey! Ya tenbih edin yapmasın, yok- sa — dayanamıyacağım kaçacagım Bıktım usandım gayri Bey, birden Yıldırım adını intikâl edemez, şaşkın sorar : "Yıldırım da kim?” PLAR insan olsa bari canım yanmaz Şu sucu Hasan Ağanın eşe- ği. Dün komşu kıza anlatırken duy- dum: Simsiyah kadife gözlerine ba- karken dizlerimin bağı çozuluyor, İ- çimin yağı eriyor diyordu. sozum yabana, eşeğe gönül kaptır— mış." Bey keyiflenin ıştır Gülmemek için kendini güç tutarak "Peki, der, Aş- çı başı ben meşgul olurum" "Be, Ahçobaşının hizmetçi kıza tutkun oldugunu, ona <«inenine tek- lif ettiğini ve herkesten, herşeyden kıskandığını hizmetçi — dedikoduları- nın meraklısı olduğundan bilmekte- Yemek sonunun rehaveti — içinde "Bey" gene o tatlı siyah kadife gi- bi gözleri ve bunların — doğurduğu kıskançlığı düşünerek yarı gülüm- ser, uyku ile uyanıklık arasında o0- tururken "Bir aralık yarı kapalı pan- curların arasından vut bahçı- vanın dik sesi duyulur". Bırısıne acı acı dert yanmaktadır: Tohuma kaçanları Adile kıza verıyorum Bazı kö rpeler de alıy göz yumuyorum. Amma artı azıttıkça azıttı. Kayısıları, erıklen, imdi de canım şeftalileri seçip en iyilerini eşeğe verdiğini — görünce, artık şikâyet etmeğe karar verdım, ma ne göreyim. Bey de sabah ka- ranlığında canım korpe salatalıkla- rı koparıp yabanın eşeğine — vermez mi? Tövbe estağfurullah, insanın sevilmek için eşek olası geliyor." Bey ertesi sabah yine erkenden, bahçede kopan dehşetli bir gürültü ama bu seferki gürültü Çelık Yıldırım m o cana can katan anırmaları değil insan bağlaşmala- rıdır. Pencereye fırlar. Seslenir, se- sini onda gurultu arasında duyura- m Hemen aşağıya gorunce ortalık biraz yatışır Hıka- yenin son kısmını gene Bey'in ağ- zından dinliyelim: "Aşçı başının e- linde kanlı bir bıçak vardı. Gozlerı dönmüş, etrafına hain. hain yordu. Elinden bıçağı aldım, bahçe kapısına doğru gittim. Çelik Yıldı- rım, kan revan içinde, kapının 0- nünde cansız yatıyordu. Herkesi i- çeriye aldım ve iş anlaşıldı: Bir gün evvel aşçıbaşı Adile'ye bir gül ver- miş, o da almış Çelik .Yıldırımın yu- larına takmış. Tam bu, sırada — so- - DEMET Mıh%wübulnmuhl kaktan bir fotoğrafçı geçiyormuş, üstelik bir de resim çektirmiş. Hem nasıl,bilir misiniz? Hayvanın boynu- na sarılmış vaziyette.. O akşam re- sim işçi başının eline geçmiş. Adam- cağızı az daha kan boğuyormuş Er- tesi günü beklemiş. Çelik Yıldırım gelip de Adile onu karşılayınca, çek- miş bıçağı, barsaklarını deşerek ye- re sermiş." Yukarıda uzun uzun hülâsa etti- ğimiz Çelik Yıldırım adlı hikâyesin- den başka kitapta Tevfik Kent'in 12 hikâyesi daha var. Bunların içinde Çelik Yıldırım adlı hikâyenin en iyi celerinden olduğu söylenirse, gerisini artık siz düşününüz.. Kitaptaki "Çek" adlı ikinci hikâ- yede kâğıt yeme hastalığına müp- tela bir 'banka memuru hanım, hami- leliği dolayısıyle büsbütün artan bu hastalığı esnasında 100.000 liralık bir çeki yer. Bütün banka birbirine girer, herkes birbirinden şüphelenmek te, odacıların kapıcıların üstü başı a- ranmaktadır: "Servis alt üst olmuş- tu. Çekmeceler açılıyor, her yer yok- lanıyor, yavaş yavaş telâş bankanın bütün servislerini sarıyordu Çek ortada yoktu. Servis şefi vakit geç- tikçe titizleniyordu. Bir ara birinci ve ikinci müdür aşağı indi. Tekrar her yer arandı. Yok. Ben sakin, on- ların aramalarına katılıyor, sanki hiç birşeyden haberim yokmuş gibi, midemde hâlâ duyduğum çekin lez- zetini beynimde gevişliyordum O gün banka büyük hâdiselere sah- ne oldu. Başka bankalara telefonlar yağdırıldı. Zabıtlar tutuldu. Birinci müdür, ikinci müdüre çıkıştı; İkinci müdür şefi haşladı; şef memurları payladı; memurlar odacılara söyle- mediklerini bırakmadılar. Fakat her nedense benden hiç kimse şüphe et- medi. Bugün hâdisenin üzerinden yirmi sene geçti. Oğlumun koluna girerek ne vakit bir bankanın önünden seç- sem bu hâdisesini hatırlar ve hiç 'kimsenin bilmediği bu sucumu kendi kendime bağışlarım. Bana öy- le gelir ki 100.000 liralık bir çeki tam mânâsiyle yemiş ve hazmetmiş dünyada belki tek banka memuru- yum." Bay Tevfik Kentin hemen bütün hikâyelerinde bariz bir nokta var. 'Bır tek hıkaye kitabın en sonunda- ki innoş” hariç, geri kalan 12 hikâyede olaylar hep birinci şahsın, yazarın ağzından anlatılıyor. Anlatı- lan olaylardan hiç tanımadığımız ya- zar hakkında bazı şeyler çıkarmak da mümkün.. Bu hikâyelerin . tama- mı okunduktan sonra Tevfik Kentin İstanbul Sayfiyelerinden birinde için- de ahçısı, bahçıvanı, hizmetçisi olan bir köşkün beyi olduğu, muhtemelen Kadıköy yakasında oturduğu, yıllar taşra tabibliği yaptığı, vakti, yerinde, vakti bol bir insan ol- uğu, hikâyelerini, hikâyeyi bir me- sele olarak değil de bir meşeale ola- rak ele aldığı ve yazdığı söylenebi- lir. Dolayısı ile Tevfik Kent'in "Çe- lik Yıldırım" adlı kitabı — yaşayış- ları yazarın durumuna benzeyen o- kuyuculara hararetle — tavsiye, edil- meye İâyıktır. AKİS 11 AĞUSTOS 1956

Bu sayıdan diğer sayfalar: