3 Kasım 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 24

3 Kasım 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 24
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

K Moda Ebedi Chanel irinci Dünya Harbinin sonu idi. harpta kadınlar cepheye giden ko- calarının yerinde çalışmış, birçok sa- halarda erkeklere taş çıkartacak mu- vaffakiyetler kazanmışlardı. Fakat onların gıyındıklerı teferruatlı elbi- seler, yeni seçtikleri faal ve enerjik hayata intibak edemıyordu Bazıları bu yüzden tamamiyle erkekvari bir gıyınış tarzını tatsız bir klâsik tay- yör tarzını, benimsemiş görünüyor- lardı. Moda bu iki cereyan arasında sallanıyordu. İşte bu sırada faal, ce- sur ve dinamik olduğu kadar da ka- dınlığı bulunan ufak tefek bir kadın ortaya çıkıverdi. Bu Chanel'di. Ken- disi için hazırladıgı elbiseleri piyasa- ya sürdü. İste Chanel ihtilâlini mey- dana getiren elbiseler bunlardı. Bun- lar öyle şeylerdi ki konforu ve rahat- lığı en ön plana alıyorlardı. Fakat ka- dına, kadınlığından en ufak birşey kaybettirmiyorlardı. Chanel herza- man kendi ismini taşıyacak olan düz, rahat ve yumuşak tayyörleri, sade hatlı iddiasız ve o nispette cinsi ca- zibesi olan gece elbiselerini, kat kat takılan inci ve boncukları icat etmiş- ti. Bizzat kendisi mankenlerinin en sıkı ve en zarifi idi. Chanel uzun se- Bir chael modeli Cezbedici sadelik 24 A D | Atatürk ir sene kadar önce, Şemseddin Günaltay. Istanbulda Atatürk inkılâplarından bahseden bir ko- nuşma yapmıştı. Atatürk inkılâp- ları deyince ilk akla gelen şey Türk kadını idi. Şemseddin Günal- tay, büyük kısan Atatürk tarafın- dan Türk kadınına verilen hakla- rı bir bir sayarken ve — mazideki Türk kadını ile Atatürk devri ka- ınının arasında gayet realist bir kıyaslama yaparken, salonu dolduran büyük bir kadın toplu- luğu âdeta hayretle birbirlerine bakıyorlardı. Ekserisi — Atatür neslinin çocukları idiler ve bütün medeni haklarına sahip bir Türk kadınından başka türlü bir kadın olmanın uzak hayali bile onlara dehşet veriyordu. Vakıa — Ata- türkün kendilerine neler bahşet- tiğini çok evvelden biliyorlardı. Ama belliydi ki ta mesele uzerın— de çok fazla düşünmemiş v an için bile ma zıye donerek boyle bir telâşa ve paniğe kapılmamış- lardı. Atatürk ınkılapları büyük bir cesaretle ve ani bir mle ile yapılmamış olsaydı, 1ht1mal onla- rı biz birkaç yüz yıla dahi sığdıra- mazdık. Hamlenin belki bir tek man zura olmuştu: Türk kadını bütün haklarını mücadelesiz kazanmıştı.. Tıpkı birdenbire ziyafet sofrasına konmuş bir insan gibi.. Bunun için de, bu haklardan istifade etmiş, Atatürkün ozledıgı mükemmel cemiyet insanı simaya muvaffak olmuşta. Ama inkılâpları yaymak, onu şehirden kasabaya, kasabadan köye götürmek için hiç gayret sarfetmemişti.. Doktor olmuş, has ta tedavi etmiş; mühendis olmuş, yol yapmış; hakim olmuş adalet tevzi etmişti. Bugün askerdi. Fa- kat tarlasında bir erkek gibi ça- lıştığı halde evinde hiçbir içtimai hakkından istifade edemeden ya- şayan hemşiresine sesini duyura- mamış, onunla arasında bir irtibat temin etmek kaygusunu duyma- mıştı. Bu konuşmadan bir müddet son- ra Ankara'da, Kadının Sosyal Hayatını Tetkık Kurumu tarafın- dan tertip edilen Ur başka konuş- mada bulunmuştum. Bu konuş- mayı yapan İsveç sefiresi idi. O İsveç kadınının bütün medeni hak- larını bir bir nasıl elde ettiğini, bunun için geçirdiği yılmak bilmez mücadeleleri anlatıyor ve bu ide- ale, yüz yıllar boyunca kendisini vakfeden ve bugün İsveç tarihine malolan kadınların ismini bir bir sayıyordu. N ve Biz Jale CANDAN u iki konuşma üÜüzerinde biraz düşünecek olursak Türk kadı- nının bugün hım ir — vazife, belki de bir hayat memat meselesı ile karşı karşıya bulunduğunu der- hal idrak etmiş oluruz. Bugün he- pimizin içinde gizli bir dert, bir ka- raçarşaf derdi var. Karaçarşaf yal nız günden güne çoğalan sayısıyla değil temsil ettiği zihniyet bakı- mından bizim için gayet üzücüdür, ve bize bir alarm işareti gibi sunu ifade etmektedir: Bugün Türk ka- dını mevcut haklarını karamak i- çin, onları yaymak zorundadır. Mücadele saati gelmiştir ve geç- mek üzeredir. Acaba mevcut ka- dın cemiyetlerimiz bu hususta ne gibi çalışmalar — yapıyorlar/ Bu- güne kadar bir cemiyete dahil ol- mıyanlar, memleket hizmetinde, bu güzel gaye ile bir birlik kur- makta neden gecikiyorlar? Elbette ki, meselâ böyle bir dâ- vada, bir cemiyet — mensuplarının teker teker köyleri dolaşıp konuş- malar ve konferanslar tertip ede- rek gayeye ulaşabileceklerini dü- şünmek fazla hayal kurmak ola- caktır. Tapılacak şey çok daha ba- sittir.. Heyetler halinde çalışarak parlâmento adamları ve nüfuzlu şahsiyetlerle temas temin etmek, onları iknaya çalışmak, — muhite tesir etmek gibi.. Bu — çalışmalar sayesinde gayeye hizmet eden ka- nunlar çıkartmak, mlar te- min etmek elbette ki belki bir yüz yıla muhtaç olan kültür kalkın- masına yardım etmekten çok daha müessir olacaktır. Mücadelenin her safhada yapılması şartsa da, yapılacak ilk şey karaçarşaf mo- dası gibi geri hamleleri darbe ile durdurmaktır. Öyle zannediyorum ki mesele bir defa ele alınsa, zan- nedildiğinden çok daha kolaylıkla halledilebilecektir. Hüner keke ka- dar inebilmektedir. Karaçarşafın kökü köylere, kasabalara ve küçük şehirlere hâkim olan bir yanlış din anlayışı değil midir? Yanlışı dü- eltmek, din hocalarına kafi ta- mimler gönderilmesini — sağlamak gayeye çok hizmet edecektir. Karaçarşaf hakkında çok ko- muştuk, çok şey söyledik Artık harekete geçmek, sistemli bir şe- kilde mücadele etmek zamanı gel- miştir. Atatürk heykellerine teca- vüz hadiselerinden sonra ka- raçarşaf meselesi inkılâplarımıza indirilmek istenen ikinci büyü darbedir. Birincisi gibi ikincisini de derhal kökünden kesip atmak lâ- zımdır. Tarım beklersek, belki yarın artık çok geç olacaktır. AKİS, 3 KASIM 1956

Bu sayıdan diğer sayfalar: