3 Kasım 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 29

3 Kasım 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 29
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

rine önce yumruğunu, sonra dirseğini kullanmaga başladı. Böylece, on par- mağın çıkartabileceğinden çok daha fâzla notası olan akortlar elde edi- yordu. Netice, doyurucuydu. Birkaç ay sonra aynı tekniği, Kızılderili ef- sanelerine dayanan bir operada Kul- landı. Dirsekle çalınan akorlar büyük tesir yarattı. Genç bestekâr bu akor- lara "ses salkımları - tone clusters" adını verdi. Artık ondan sonra "ses salkımları" terimiyle, mucidi Henry Cowell'in adı beraber gidiyordu. Aynı tesir, geçen hafta Henry Co- well Ankarada Devlet Konservatuarı salonunda, tekniğini nasıl geliştirdi- gını kalabalık bir dinleyici toplulu- ğuna i izah ettiği zaman da meydana geldi. Sol dirsekle çalınan kesif akor- lar, sağ elin çaldığı melodi hattıyla birleştiğinde, dinleyicisini asla kayıt- sız bırakmıyan bir ses terkibi ortaya çıkıyordu. Henry Cowell, piyanonun imkânlarını araştırırken, sadece dir- sek ve yumruk kullanmakla yetinme- mişti. Piyanonun tellerini de kullanı- yor ya kemanın "pizzicato" sesini taklit ediyor, ya da bir "Aeolian harp"ın, rüzgâr kuvvetiyle çalınan o eski çalgının uçucu seslerini elde edi- yordu.. Bugün 59 yaşında olan Henry Co- well, Amerika'nın en tanınmış beste- kârlarındandır. Orkestra musıkısınde de zaman zaman kullandığı "ses sal- kımları" tekniği dışında, bir yenile- yici sayılamaz. Konservatuardaki kon feransında plâktan çalınan dördüncü senfonisinin ve "Toccanta" adlı oda musikisi eserinin de gösterdigi gıbı musikisi daima melodik, şeffaf v kın zevk alabileceği çeşıttendır Fa kat Henry-Cowell, mizaç itibariyle, geleneklere kürü körüne uyamıyan Ur insan olduğu için, mutad usullerı kullandıgında bile — musikisinde he zaman bir tazelik ve dirilik vardır. "Ses salkımları" tekniğini yarat- tığından beri; ses ilmi üzerinde ciddi çalışmalar yapmış, theremin adlı çal- gının mucidi Profesör Theremin'le be- raber çalışarak "rhythmicon" adlı bir çalgı icat etmiştir. Orgunkine benze- yen -bir klavyede — bazı tuşları basıp tutmak suretiyle,istenilen ritmleri çalmağa imkân veren bu âlet, kırıl- mış ışınların foto-elektrik hücresi 0- KOKAN SATIRLAR inektedir. Meselâ Devlet Operası- nın İstanbul'daki temsilleri müna- sebetiyle yazdan bir yazıda, ope- ranın bize neyı ogretebılecegı şoyle izah ediliyor Operanın, dolay: siyle Batı muzıgının yayılmasıyla Batı medeniyetini benımseyebılır cazı ciddiye almamayı öğreniriz". Anlaşılıyor ki bu yazarların ba- tının başlıca sanat merkezlerinin verdiği örneklerden haberi yok. Londra'nın Kraliyet Operası, bun- ca yıllık bir geçmişi olduğu halde, o şehrin halkına araba neden Ro- yal Festival Hall'daki caz konser- lerini, BBC'nin izahlı caz musiki- Si programlarını ciddiye almamayı ogretememış'? aris — Operasına rağmen nasıl oluyor da Salle Pla- yel'de caz çalınabiliyor? Carnegie all'da caz konseri tertipleyenle- re koskoca Metropolitan Operası hiçbir şey öğretememiş mi? Bıra- kınız Carnegie Hall'u, Metropoli- tan idarecileri, operanın cazı cid- diye almaya engel olacağını bil- miyorlar mı ki hem, de kendi sah- nelerinde caz konserı verilmesine göz yumuyorlar? Bütün bunların cevabı pek basittir. O diyarlarda hiç kimsenin aklına, batı medeni- yetini doğu kafasıyla tefsir etmek gelmez. Basmakalıp sözlerle, operanın kültür hayatında ne kadar büyük yeri olduğuna hepimizin bildiğin- den, batı medeniyetinin operasız düşünülemiyeceğinden, hele İstan- bul gibi bir şehrin operasız kalma- sının insanı yirminci yüzyılda ya- şadığından şüpheye düşürebilece- AKİS, 3 KASIM 1956 ğinden dem vurmaktansa, İstan- bul'un henüz doğru dürüst tek bir senfoni orkestrası, tek bir oda mu- sikisi topluluğa, tek bir konser salona yokken operasının- da ola- mıyacağını düşünmek kimsenin aklına gelmiyor. Ama Devlet Ope- rası'nın İstanbul'a götürdüğü iki eserden, "Cavalleria Rusticana" i- le "Palyaço"dan şu sözlerle bahse- dilebiliyor: "Her ikisi de opera dünyasının en bayağı eserlerindendir... bu operalarda başlıca gaye seyircinin zaaflarından faydalanmak, —onu kof düşünce ve duygularla oyala- mak, ona dalkavukluk etmektir. Mascagnı de, Leoncavallo da hal- ka yaranmak iç n kaba vasıta- lara başvurmaktan çekinmezler. Eserlerinin her satırında hayal güçlerinin cılızlığı ve zevksizlikle- ri belli olur. Devlet Operasının şehrimizde ilk — gösterisini yapar- ken, karşımıza bu can sıkıcı yave- lerle çıkması bizim için hiç de ö- vünülecek birşey değildir". Bugünün "standard" opera re- pertuarının, birkaç istisnayla, "Ca allerla" ve "Pal yaço" gibi "ba- yağı" eserlerden, "halka yaranmak içim en kaba — vasıtalara başvur- maktan çekinmeyen bestekârla- rın "can sıkıcı yavelerinden" mü- teşekkil olduğu musiki ile en ufak alâkası olan herkesin malümudur. Acaba cazla beraber, operayı da mı ciddiye almamamız sağlık ve- riliyor. A a bu gibi yazarlar fikirlerinde yalnız olmadıklarını gösteren mi MUSİKİ zerine tesirinden faydalanmaktadır. Co konferansında önce, Ame- rikan musikisindeki cereyanlardan bahsetti; sonra kendi musikisinden söz açtı. Cowell gibi bir şahsiyetin Ankara'ya gelmesinden bilhassa fay- dalanması beklenenler, çeşitli sualler- le ondan çok şey öğrenmesi gereken- ler, konservatuar öğrencileriydi. Böy- le fırsat kaç yılda bir çıkardı ki.. Konferans bitip de Mr. Cowell sual isteyince ilk olarak "ses salkımla- rı" nın nasıl notalandığı soruldu. Bu- nun hiç de güç olmadığı, nitekim baş- ka piyanistlerin de Cowell'in eserleri- ni çaldığı cevabı alındı. Bu güzel bir başlangıçtı. Fakat sonra... Biri kalkıp Amerikada klasik musikinin rağbet görüp görmediğini sordu. Henry Co- well sinirli bir "evet"le cevap verdi. Bir başkası, — konferansçının Leyla Gencer hakkında ne düşündüğünü öğ- renmek istedi. Tercüman İlsan Us- manbaş önce Mr. Cowell'e, Leylâ Gencer'i tanıyıp tanımadığını sorma- yı tercıh etti. Alınan cevap şaşkın bir yır"dı. Henry Cowell gibi bir şa- hıstan öğrenilmek istenenler, bundan ibaretti. İlhan K. MİMAROĞLU saller bulmakta elbette güçlük çekmiyeceklerdir ve musikimizin talihsizliği de işte budur. Meselâ 'Yeditepe" mecmuasının açtığı plâ k nketine p diye, paha bıçılmez ıncılerle suslu şoyle bir antika yollanmıştır "Öğrenci mahıyette olmak şa tıyla klâsik ve modern ekole dahıl plâkların lüzumlu ve faydalı oldu- ğuna kaniim. Hususiyle dramatik müziği de buna dahil etmek gere- kir. Caz ve buna benzer plâkla- ra bu yoldan girmesine taraftar değilim aydi "öğrenci mahiyette plâk- lar" a dızgı hatasıdır diyelim. Ya "klâsik ve modern ekole dahil plâklar"? Plakçılıkta klâsik ve modern ekolden bahsedıldıgını kim duymuştur? Herhalde "klâsik ve modern ekollere dahıl eserlerin plâkları" gibi birşey denmek iste- niyor. Öyleyse, meselâ ön klâsik (Bach, Vivaldi, Handel, v.s.), ro- mantik (Chopın Schumamn, Beril - OZ v.s.), empresyonist (Debussy, Ravel, Delius, v.s.) "ekole dahil plâkların" yurda girmesine taraf- tar değiller. Eh! — Bütün bunlara taraf dar olmayan cazın da "bu yoldan" -hangi" yoldan ? Burası meçhul- gırmesını "lüzumlu — ve saymayabilir. Fakat dra- matik musiki "hususiyle" buna dahil edilmeliymiş. Acaba, böyle bir ikazda bulunulmadığı takdirde, dramatik musikinin belki de yasak ediverileceğini düşünerek, bu hatır- latmaya teşekkür mü etmeliyiz?! ' 29

Bu sayıdan diğer sayfalar: