26 Ekim 1957 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 32

26 Ekim 1957 tarihli Akis Dergisi Sayfa 32
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

T ITYA İstanbul Bir Boalevard Tiyatrosu eçen tiyatro mevsiminin so danberi kulaktan kulağa dolaşan rıvayetler gerçekleşıp de yeni mev- simle beraber Haldun Dormen ve Cep Tiyatrosu kadrosu Küçük Sah- neye yerleşince ortaya tiyatro me- raklılarını hayli diişündüren bir so- ru çıkmıştı. Acaba, Küçük Sahnenin eski sanatçıları ne olacakla dı? Tiyatroya yakın olan herkes bilir- İ yüze bir kere olay kolay çı- Bu b mdan bir aktör ıçın sahneyı bırakıp da başka işlerle uğraşmak dayanılır şey değildi. Sahnelerinin ellerinden gitmesiyle açıkta kalan sanatçıların ergeç baş- ka bir sahnede kendılerını gösterme- leri her an bekleniyı İlk ses Küçük Sahnenın son yıl- lard kı prımmadonna tı” Uğur Başarandan geliyordu. Uğur, Kara- ca Tiyatroyla bır kontrat ımzalamış ve bu tiyatronun sanat temsillerin- den olan Peter Ustinov'un “"Dört Kolonelın Aşkı"nda rol bile almış- . İkin s yine bir aktörden değil bır aktrıstten geliyordu. Geçen yıl bir ata Devlet Tıyatrosuyla kontrat menle başka bit kontrat imzalıyordu. taunlar nihayet bir kaç şa- hısla ılgılı haberlerdı Halbuki Kü- çük Sahneyi Haldun Dormenin alma- sıyla sahnesız kalan oyuncuların sa- yısı bir hayli kabarı Nihayet sahnesız kalan Kuçuk Sahne sanatçılarından en büyük ses Beyoğlun n soka klarından birin- deki Ertem _galerısınden geldi. Gale- rinin sahibi İrfan Ertemle eski Küçük Sahne aktörlerinden Mücap Ofluoğ- u bir.araya gelerek bu galerinin bu- lundugu yerde bir Oda Tiyatrosu a- çıyorlardı. İrfan Ertemle nlaşa ve ti yatronun artistik müdürlüğünü üze- rine alan Mücap Ofluoğlunun ilk işi eski arkadaşlarını bulmak onları ti- ık, Kâm Yüce, Neriman Alışık gibi eski sah- ne arkadaşlarının yanısıra iki sene- dir sahnelerde görünmeyen —Lâle Oraloğlunu da kadrosuna aldı.. İrfan Ertem ve Mücap Ofluoğla nun kurmağa çalıştıkları tiyatronun benzerleri bilhassa Pariste çok görü- len Boulevard tiyatro sanattan Çok gişeyle ılgılenen tiyatrolardı.. Gayeleri de hafif komedilerle halka hoşça vakit geçirtirken — gişelerinin istikbalini sağlama bağlamaktı. eni Oda Tyatrosunun ku it Ama kabul etmek gerekırdı ki per- T R O delerini açacak olan ilk piyesleri "Misafir" son derece hafif ve sudan bir pıyest Bunu geçen yıl ' Misat'ır" piyesini Ankaranın Üçüncü Tiyatro- sunda seyredenler pekâlâ bılıyorlardı Gene biliniyordu ki "Misafir" hafif bir piyes olduğu kadar gişeyi kurta- racak bir piyes de değildi. Bunun misa li geçen yıl yine aynı piyesin Anka- ra temsillerinde ancak önden bir kaç sırayı dolduran seyırcıl rdi.. Yeni Oda Tiyatrosunun sanatçıla- rı başlangıçta son derece heyecanlı görünüyorlar ve .. Ama akılları biraz geç gelmiş değil miydi? Onlar, "Godot"yu "Fareler ve insan- lar"ı "Montserrat'yı, "Karakolda"yı, "Kanlı Düğün"ü "“"Dünkü Çocuk"u ynarlarken herkes onların sahnele- rinin kuçulmesını değil daha da bü- yumesını ıstıyordu Butun İstanbul seyircisi o kadar hıçb ir tı— yatroya gostermedıgı lâkayı lara göstermişti.. Yine kendılerı de biliyordu ki onların sahnelerinin kü- çülme sebebi dışardan değil kendile- rinden geliyordu.. Küçük ahne bü- tün bir İstanbul seyircisinin sempati- sini üzerinde toplıyarak temsıllerını devam ettirirken artistik kadro ara- sında "benlik" iddiaları, — kaprisler başladı. Bir sanatçı, bir başka arka- daşının rejisi altında oynamak iste- miyordu. Bir aktristin rolü elinden alınıp bır başka aktriste veriliyordu. Kıs anda Küçük Sahn d bir- biri ardına istifalar oldu.. Bu istifa- ların sebe leri bir dedikodu fırtına- sı halinde butun İstanbulu döndü do- laştı.. Bu ara Küçük Sahnedeki oyun- ların kalite bakımından günden güne düştüğü de gözden kaçmıyordu. Ve nihayet geçen sene K" ük Sahne çe- kilmez temsiller ye başladı.. Böylelikle bir tıyatroyu ellerinde bu- yütenler, aynı tiyatronun kuyusunu kendi elleriyle kazdılar.. Belki bugün Oda Tiyatrosunu ku- ran sanatçıların Küçük Sahne içinde kopan pondomınalarla hıçbır ılgılerı yoktur. Belki onlar anlar dece kendilerine verılen vazıfelerı tam bir sanatkâr gibi yerine getırebılmek için ugraşmışlardır. Sahne! zamanl da sahnelerının hususunda hiçbir zaman şikâyete hakları yoktu. Ne olursa olsun, bugün İstanbul seyircisi, hiç değilse zararın yarısın- dan dönebilen bu sanatçıların küçücük tiyatrolarını merakla beklemekte ve onların her başarısını cam gönülde alkışlamaya hazırlanmaktadırlar. Şu rası da muha kkaktı kı sütten ağız- ları yanan, sabık Küçük Sahne sa- natçıları bundan sonra yoğurdu bile üfliyerek yiyeceklerdi. Hiç değilse birbirlerine bagları saygıları oldu- ğu ddetçe yatrolarını yaşatabi- leceklerini öğrenmişlerdi. Jübileler Ellinci yıl gece yine Büyük Tıyatronun fuayyesi şık tuvaletler ve a füm kokularıyla dolup taşıyordu.. Artık — biliniyı Büyük Ti- yatro salonunda yaj pılan bütün opera ve operet premierlerinin ga- laları, sosyetedeki hanımların Av- rupadan son getirttikleri tuvalet- leri gosterebıleceklerı tek yer haline gel işti. Bu yüzden aynı oyunun sa- ir temsıllerını dört lira verip seyret- mek dururken gala — temsilleri için altı lira seve seve veriliyordu. Böy- lelikle seyirci iki lira daha fazla ve- rerek çifte temsil seyretmek imkânı- nı buluyordu. Hem ikincisinde ken- disi do rol almak şartiyle.. Yani dört yerine altı lira veriyordu ama bir taşla iki kuş vuruyor, hem gö hem de görünüyordu.. rosu da bu zayıf tarafı yakalamış o- lacaktı ki aynı temsili bir gece son- ra dört liraya gosterecekken ilk ge- cesi için altı lira alıyordu. Dört lir: sı sahnedeki iki lirası da fuayyedekı temsil için İşte o gece de mevsimin ilk gala- sı "Boccacio" operetiyle veriliyordu.. Salondaki şık hanımlardan gözlerini bir an ıçın ayırabılenlerın bir köşede duran iki yüz yaşlı adam dıkkatlerını çektı u adamlar ti- yatromuza elli sene emek vermiş iki eski sanatkârın, Behzat Butak ve kendileriydi.. Ve operetinin ilk temsili de onların şerefine ellinci yıl jübileleri olarak veriliyordu.. Kabul etmek gerekirdi ki elli yı- n bu iki sanatçısı çok şeylere rağ- men tiyatro sanatının bu memleket- teki fedaileri rak çalışmışlardı Bugünün tiyatro neslini t ede- bilmeleri artık tabit ki ımkansızdı Çünkü artık günümüzde tiyatro de- ğişmişti.. Ama bugün memleketimiz- de bir tiyatro sevgisi, bu sanata kar- şı. bir sa gı yerleşmişse — Behzat Butak ve Raş R a bu sevginin te- mellerıne ilk haı'cı atanlard ndı. nuzun kulağı çoktan geçmiş olması onların; değerini hiçbir zaman kü- çültmezdi. ece "Boccacio" operetinin se- yırcılerı salondan üzgün ayrıldılar.. Çünkü tiyatromuzun iki eski sanat- çısı şeretine verilen temsil her halıy- le bir fiyasko olmuştu. Repliklerini doğru dürüst söylemekten âciz oyun- cular, devrilen panolar, ta en arka sıralardan duyulan suflörün sesi ope- reti bir panayır yeri temsili haline getirdi. Seyirciler ister istemez böy- le bir fiyasko, bir jübile idin mi sak- lanmıştı, diye düşündüler. Eğer Devlet Tiyatrosu Behzat Butak ve Raşit Rıza şerefine bir tem- sil vermek istiyor idiyse elinde böy- le bir jübileye yakışır sanatçıları, bil- hassa tiyatro sanatçıları vardı. Bu vazife kırık dökük bir operet toplu- luğuna verileceğine neden sağlam bir tiyatro kadrosuna verilmiyordu. Yoksa bütün mesele dostlar tarafın- dan alışverişte görülmek miydi ? AKİS., 26 EKİM 1957

Bu sayıdan diğer sayfalar: