26 Haziran 1961 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 29

26 Haziran 1961 tarihli Akis Dergisi Sayfa 29
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

de satabilmektir. Eski öğretim sis- temindeki takrir metodunun, terbi- yecilerce ruhu sıktığa, uyutucu oldu Şu ileri sürülür. Bunu biliyorum. Bu bakımdan, dikkat ve ilgiyi uyanık tutacak, canlı bir sistem kurmayı düşünürüm. ilk adımda akla gelen değil, belki en son düşünülen ama ona göre üzerinde duruldukça akla uygun olan bir yol çizmeye çalışı- rım. Onun için de hem kendimi, hem hd Tarı tekrar etmekten çeki- nirim. Sahneye koyduğum bir ese- rin, öncekine benzememesi a kaygınıdır. Sanatın daima devrim ci, ihtilalci olduğunu benimser gibi- yim. Sözümün başında ilham ve fan- tezi dedim. Bilindiği gibi yalnız il- hamla, fanteziyle bir şey yapılamaz elbette. Buna tekniği, bilgiyi, tec- rübeyi de eklemek gerek. Kendimi, bilen bir öğretmen saymam. Ben, her derse yeniden hazırlanması ge- reken bir öğretmenim. Sahneye ko- yacağım eserin belirgin noktalarını önceden tesbit ederim. Yazarın de- mek istediği en iyi seklide, hangi noktalar dikkat edilerek değerlendi- rilebilecektir, ona bakarım. Bir sahneye koyucu için yalnız elindeki esere bakmak yetmez. Eser kadar teknik imkanları da gözönünde tut- mak gerekir. Eserin oynanacağı sahnenin başlıbaşına önemi vardır. Sahnenin büyüklüğüne, küçüklüğü- ne göre bir eserin mizansenini â- yarlamak gerekir. Sonra kadroma bakarım. Kimler oynıyacak o oyun- da? Oyuncuların yeteneklerini bil- mek, ölçmek, bir sahneye koyucu- nun çalışmaları arasındadır. Aksa- mayan bir düzen içinde eserin oy- nanması, oyuncunun yeteneklerine uygun, o yetenekleri zorlamayan, üstüne çıkmayan bir çalışmayı ge- rektirir. Yâni, sahneye koyucunun çalışmaları, elindeki imkânlarla sı- nırlıdır. Yalnız bunlar da değil. Bir de işin dekoratörle olan yanı var- dır. Işıkçıyla olan yanı vardır. Ak- sesuvar yanı vardır. Bütün bunları ayrı ayrı, bir bir, en ince ayrıntıla- rına kadar sahneye koyucunun dü- şünmesi biçimlendirmesi gerekir. Oyuncu, sahneye koyucudan her seferinde yeni bir şey bekler. Oyun- cuyla sahneye koyucu arasındaki i- lişki çok önemlidir. Eğer oyuncu, şöyle bir durumda sunu ya da bunu AKİS, 26 HAZİRAN 1961 yaptırır diye bir önyargıya varacak olursa, başarılı bir reji yapmak ümkün olmaz. Çalışmalardan, beklenilen verim alınmaz. Sahneye koyuca, oyuncuya adım adım, he oyunda ayrı bir yenilik, değişiklik sunmak zorundadır. Bir eser, önce okuma provasıyla başlar. Eserin, ilkin rol sahiplerince değil de sah- neye koyucu tarafından okunmasını tercih ederim. Hiç olmazsa bir kişi tarafından. Bunun önemi vardır. Bu provalarda oyuncuların, rollerinin imkânlarına, atmosferine girmesine çalışırım. Tabii, bütün sübjektif ve objektif yanlarım dikkate alarak... Sonra kitap elde, sahne çalışmaları başlar. Oyuncu, bu çalışmalarda ya- pacağı bütün işleri elindeki kitaba not eder. Rolünü ezberlerken ban- ları da ezberlemek zorundadır. Her gün ayrı bir nokta üzerinde duru- rum. Yâni, Ur gün vurgular üzerin- de durmuşsam, o gün bir de hare- ketler mimikler üzerinde durmam, ertesi günün işidir o. Böylece oyun- cu rolüne adım adım alışır. Rolünü benimser, sever. Sonra üç günlük bir ara. Herkes rolünü ebzerliyecektir. Ezberden sonra başlıyan çalışmala- rın dekorlu dekorsuz, kostümlü kos- tümsüz olanları vardır." Mahir Canovanın bir de şikâyeti var. Diyor ki: "Değişik rejisörlerle, değişik sahnelerde çalışan oyuncu- ları bir birlik altına almak, onlarla çalışmak zor oluyor. Oyuncu Ur o rejisörün. bir bu rejisörün elinde ayrı biçimlere giriyor. Bunun so- nucu "oyuncu - sahneye koyucu" mücadelesi Çıkıyor orta yere.. Canova öğrenciliğinden bu yana Batıyla yakın ilişki kurmuş. Daha 1939 da Ertuğrul İlginle birlikte bir inceleme gezisi için Fransa, İn- giltere ve Almanyaya gitmişler. 1950 de Fransayla aramızda uygu- lanan "Paris de Bosphore- Boğaziçi Armağam"nı kazanmış, Fransada üç ay kalmış. 1954 de Fransa ve Almanya üzerinden İngiltereye git- miş. Bir yıl "Aktör ve Rejisörler Kursu"'na katılmış. 957 - 58 de aynı kursa İngiliz Kültür Heyetinin da- vetlisi olarak gitmiş, 3 ay kalmış. Aynı yılın sonunda Kanada Hükü- meti burs vermiş, bir yıl da Kana- dada tiyatro ve televizyon çalışma- larına katılmış. Aynı zamanda Sha- SANATÇI VE DÜNYASI kespeare Festivalinde bulunmuş. 1958 da Türkiyeye dönmüş. Böylece Batı dünyasının tiyatro çalışmala- rm, gelişimini yalandan izlemek, bunlardan yararlanmak imkanları- nı elde etmiş. Bunun, çalışmaların- da, sanatını uygulamasında büyük etkisi oluyor tabii. “Çalışmalarınızda sizi en az yo- ran, ya da dilediğiniz, düşündüğü- nüz yönteme kolaylıkla uyup, işte- diğiniz sonucu almanızı sağlıyan o- yuncular kimlerdir?" diye soruyo- rum. Hemen cevaplandırıyor: "Yıl- dız" diyor. "Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Kartal Tibet, Bozkurt Ka- rne.." Biraz durduktan sonra da ekliyor: "Birlikte çalıştığımız sıra- larda Cüneyt Gökçer.. Bizim Şehir- de, Yanlışlıklar Komedisinde, Cyra- no ve Bergerac'da.." Başka bir so- ru yöneltiyorum: "Son yıllarımız gerçi memleket dışında geçti ama, geldiğinizden bu yana az eser sah- neye koydunuz. Neden?" Piposunu ağzından çıkarıp bakıyor. Dikkatli- ce. "Benim tembelliğimden değil herhalde" diye gülümsüyor. Üs- telemiyorum! Mahir oCanovanım bugünedek -radyo dışında- sahneye koduğu eserlerden "reji" olarak en çok beğendiklerini de soruyorum. "İlk enerim Yanlışlıklar Komedisi" di- yor ve ekliyor: "Biraz kendi kusur- larımı bilmekle beraber Finten, Göl- geler, Köşebaşı, Kadınlar, Arasın- da, Ölü Kraliçe.." Mahir Canova, bu yılın içinde kurulan Meydan Sahnesinin de sah- neye koyuculuğunu yapıyor. O ko- nuda konuşuyoruz. Devlet Tiyatro- sundan ayrılan genç oyuncular ko- nusunda düşüncelerini söylüyor: "Onlara evlenmiş çocuklarımız gi- bi bakmamız gerek.." diyor. Mey- dan Sahnesi bir turne hazırlığı için- de. Canovayı bu hazırlığın yoğun çalışması içinden çıkarıp da konuş- tum. Saatine bakıyor: 21... Kalkı- yoruz. "Gidip daha çalışmamız lâ- zım" diyor..

Bu sayıdan diğer sayfalar: