18 Aralık 1961 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 34

18 Aralık 1961 tarihli Akis Dergisi Sayfa 34
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SİNEMA manda karısından, karısının zaman zaman onurundan çok şey kaybeden aşkından, çevresinden usanıyor, bık- kınlık getiriyor. Avuntuyu ava git- mekte veya hizmetçi Rosalie'yi baş- tan çıkarıp onunla kurallar dışı mü- nasebet kurmakta arıyor. Jeanne, kocasını geleneklere bağlılığın verdi- $i bir içtenlikle sevdiğinden, hizmet- çisiyle olan bu çirkin münasebeti öğ- rendiğinde bile yeteri (okadar -veya beklendiği kadar- karsı koyamıyor. Rosalie'den sonra Fourcheville'in ha- fifmeşrep okarısı oGilberte ile olan münasebeti karşısında bile (isyana yanaşmıyor, anlaşılmaz bir kaderci- likle soyun eğiyor ve Julien ile Gil- berte'nin ölümüne de bu yüzden en- gel olmaya çalışıyor. Astruc "Une Vie - Bir Hayat'da bu çapraşık gibi görünen, fakat as- lında son derece sade hikâyeyi, yine sade ve çapraşık olmayan bir s ma diliyle anlatmaktadır. Oyuncu seçimi isabetli olduğundan, rejisör - oyuncu alış verişleri de başarıyla sürdürülmektedir. Maria Schell -"Son Köprü"nün, "Beyaz Geceler" in ve "Sen Bir Melektin"in iyi oyun- CUSU- e söylemek o gerekir- se, "Une - Bir Hayat'da öbür luteal oyunlarından ayrı de- ğildir. Astruc, filminin senaryosunu biraz da Maria Schell'leştirmiştir. Bu yüzden, film boyunca baş kadın oyuncuda, daha önce görülen üç Ö- nemli filminden -çoğunlukla "Beyaz Geceler" ve "Sen Bir Melektin"den- yer yer benzer oyunlara, rastlamak mümkün olmaktadır. Hafif Fransız komedi filmlerinin le Petit, Rosalie'de hiç bir filmde görülmeyen bir oyun vermektedir. Ve "Kızıl Vazo" "Une Vie - Bir Hayat'ın rejisörü Astruc, Fransız sineması ve Türk seyircisi için ne kadar yeni ise, "Kızıl Vazo"nun o rejisörü Atıf Yıl- maz da Türk sineması ve seyircisi için, bir o kadar eskidir. Aşağı yu- karı her iki rejisör de dış görünüşte yarı ağdalı birer aşk hikâyesini an- latmaktadırlar. Fakat hiç bir zaman şartlar "müsavi" değildir ve ne Pe- ride Celal bir Maupassant, ne de Atıf Yılmaz bir Astruc'tur. İkisi arasın- daki tek benzerlik, rejisörlerin birer başarı sağlarken diğerine sinemada- ki yerini sarsacak kadar bir güçsüz- lük getirmektedir. 34 Sansürün, kan dâvasının senar- yocular ve rejisörlerce ele alınıp iş- lenmesine izin vermediği Türkiyede "Kızıl Vazo", ilk olarak bu izinsizlik engelini aşan film olmakta ve yer yer türlü açmazlara düşen serüveni, Türk sinemasının iyi "yıldız oyun- cu"su, Göksel Arsoy ile Belgin Do- ruk götürmektedir. Bu iki roman ve film kahramanının çevresinde sırala- nanlar -meselâ Ahmet T. Tekçe, me- sela Hüseyin Baradan gibi- yerleri bir türlü mimlenmemiş kişiler ola- -ak kalmaktadırlar. Dilediği zaman anlatım ve çalışma yönünden seyrek başarıya ulaşan, ama çokluk işi bir baştan savmacılığa getiren Yıl- maz, "Kızıl Vazo'da filmoğrafisin de pek sık rastlanan kötü filmlerine bir yeni örnek daha vermektedir. Romanı hiç bir şekilde yorumlama- ya gitmeyen -yalnız romanı, yani ro- manın getirdiği (olayları ve kişiler üzerindeki etkilerini değil, kişilerin davranışlarını da o rejisör, bunaltıcı bir şekilde olaylara sırtım dayamış acemi işi bir senaryoyu birbiri arka- sına görüntüler halinde beyaz per- deye aktarmaktadır. Delikanlı ile genç kız bir yerli film rastlantısıyla karşılaşırlar ve aradaki kan dâvası- na rağmen sevişmeye' koyulurlar, İ- kide bir, bir takım cansız, ölü kişiler de olaylara girip çıkarlar. Bu ölü ki- şiler akışı değiştirme gücünden de yoksun olduklarından, kamera kar- şısına geçip konuşmalı resimlerini çektirirler ve giderler. "Kızıl Vazo" neresinden bakılsa, Atıf Yılmaz için o-kendisinden hâlâ birşeyler bekleyenlere göre- eler tu- tar bir film değildir. Yılmazın, "Kı- zıl Vazo"yla, yılın çok iş yapan fil- min rejisörü olmaktan başka bir kazancı olmamıştır. AKİS, 18 ARALIK 1961

Bu sayıdan diğer sayfalar: