February 28, 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

February 28, 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

28 Şubat 1932 Tefrika No:77 Bir gün, Bombayda, bir ingiliz İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 28 Şubat 1932 Nakleden: /. F muhendisinin ka- rısını koynundan çalmışlardı. Muradiye köşkündeki zındanda yatarken bu garip macerayı hatırlamıştım... Mehmet ağa banknotları görün- ce yumuşadı. — Bu paraların hepsini bana verirsen, seni buradan bile kaçıra- bilirim amma.. Hele biraz düşü- neyim. Ibtiyar kapıcı mütereddit adım- larla yürüdü ve kapıyı kaparken: — Ben biraz sonra gelirim, dedi, başka bir şeye ihtiyacın varsa söyle! — Ricamı kabul et.. Senden başka birşey istemiyorum. Mehmet ağa şahsan bu işi ya- pacaktı. Hal ve tavrından anla- şılyordıki, bana bir iyilik yapmak istiyordu. Mehmet ağanın bir korkusu vardı: Ötekilere ne hesap vere- cekti? Nevzadın elinden yakasını kur- tarmak için: — Zindandan kaçmış... yapayım? Diyemezdi. Çünki bulunduğum odaya şeytanı kapasalar, © bile kaçamazdı. Mehmet ağa - muhakkak ki - Beni buradan kurtarmak için çareler arıyordu. Ben ne Paranın yüzü tatlıydi. Seneler- | denberi saray bekçiliğinde ekmek peynirle ömrünü geçiren bu fakir adamın eline bir daha böyle bir | fırsat nereden geçecekti ? Mehmet ağa elbette bunları da düşünecekti. Saatler geçiyordu. O gün de akşam olmuştu. Mehmet ağa görünmedi.. * ”. Iki sene mukaddem, Bombayda, yine böyle bir tuzağa düşürülmüş- tüm. Muradiye köşkünde yatarken, Bombaydaki mağlubiyet günlerimi hatırladım. Hintliler yaman adam- lardı. (Cemiyeti hafiye) teşkilât- ları çok muntazamdı. Son günler- de failleri bir türlü ele geçirile- miyen bir takım estarenğiz cina- yetler vukua geliyordu. Bu işin takibine' İngiltere hükümeti beni memur etmişti. Kişmirden henüz yeni: gelmiştim. Bir akşam otelin taraçasında otururken, garson şu mektubu getirmişti; “ Aziz dostum! Bombaya geldiğinizi haber aldım. Size, herkesin ağzında dolaşan meraklı bir facıanın esrar perdesini kaldıracak ifşaatta Tefrika No 15 Aşk, macera ve fen romanı Nakili: O (Vâ- Nü) Mektupla yazıldı, telgraflar gönde- çekildi. Hususi adamlar rildi. İstanbul'da, Zonguldak'ta, Suriye'de ve Mısır'da tetkikat. Mehmet bey, öğrenmesini arzu ettiği şeylerin hepsini öğreniver- mişti. On gün sonra, malümatı tamamdı! Nazarıuda, Fadıl Alkasti zey- tuni renkli ecnebi bir serseriden başka, bir Don Juan taslağından başka bir şey değildi. Gerek maddi, gerek manevi sahada bütün tahkikat menfi nelice varmişti. Mehmet bey, kararını çabucak verdi. 28 Şubat 1932| bulunacağım. Bu gece saat dokuz raddelerinde büyük mubet civa- rında Banyanlar çarşısında 27 numaralı ikametgâhımda sizi bek- liyeceğim., Eski doştlarınızdan Kpiten Harington Kpiten Harigtonu Londradan tanıyorum. Mektubu cebime koy- dum ve Banyanlar çarşısına git- mekte bir an bile tereddüt et- medim. Yalnız, otelden çıkarken, gâr- sonlardan birine sormuştum: — Bombayda, son günlerde herkesin ağzında dolaşan meraklı bir facia varmış.. Bunun hakkında bana malümat verebilirmisin? Garson beni lâalettayin bir sey- yah olarak tanıdığından, fazla dü- şünmeğe lüzum görmedim: — Ha, evet, dedi, bir hafta evvel, Mis Morgan isminde bir Ingiliz kadını birden bire orta- dan kayboldu. İngiliz zabıtası bu kadını aramakla meşgul. Her- kes bu hadise etrafında bir ma- | sal uyduruyor. — Bu kadın bekâr mı idi? — Hayır.. Bir maden mühen- disinin karısıdır. — Kocası nerede? — Burada. — Karısının mana veriyor? — Kendisi de hayret içinde.. Çünkü, gece otelde beraber yat- mışlar .. beraber uyumuşlar.. Sabahlayın mühendis ( gözlerini açınca karısını yatakta bulmamış.! — Tahaf şey.. Ne olmak ihti- mali var, acaba? — Hint komitesi (tarafından kadınım kaçırıldığı tahmin edili- yor. — Mühendis Morgan siyasi bir adam mıydı? — Hayır.. — O halde karısından ne isti- yorlardı? — Mühendis Morgan siyasi bir adam değildi ama, Hindistanda altın ticareti yapıyor ve külliyetli miktarda altın külçesi mübayaa ederek İngiltereye gönderiyordu. — Bundan ne çıkar? — Nemi çıkar?! Hint komitesi Hindistandan altın ibracına taraf- tar değildir. Belki Obu suretle Mister Morgan dan intikam al- mıştır. gaybubetine ne Bu izahat beni etmişti. epice tenvir (Arkası var) Vakit kaybetmeksizin, kararın- dan kızını da haberdar etti. Ve Samime, babasının söyle- diklerini, betibenzi' kül gibi sara- rıp solarak dinledi. Adeta bayılma raddelerine gelmişti biçare. Dudaklar kısılmış ve sıkılmış bir haldeydi. Gözlerinden yaşlar fışkıracaktı. Iztırabına hakim ol- mak istiyordu. Genç kız, baba- sına çok rica etti: Hayatını zehir- leyen bu menfi kararın sebebini anlatmasını istedi. Mehmet bey, ricası üzerine, Fazıl Alkasdi'nin dosya- sını Vesime'ye uzattı. Vesime, bu dosyaları tetkik etti. Fakat içlerinde yalnız kadın kızının meselelerini gördü. Damarlarını müdhiş bir kıskanelık O ateşidir sardı. (o Hıçkıraraktan © odasına kaçtı. Masırlının izdivaç teklifini ret! | Istanbul Radyosu Romnyada türkçe çıkan Romanya gazetesinin bir makalesi Dünkü postayla gelen Romanya refikimizde şu satırları okuduk: “Türk olmak itibarile çok alâ- kadar bulunan biz ecnebi memle- ket Türkleri, Istanbul radyosunun çak zaif programımdan müştekiyiz. Kıymetli kabiliyetile cihan si- yaseti üzerinde kuvvetli tesirler yapan, siyasi hadiselere misal gös- terilmek suretile dünyanın her bir köşesinde mevzu olarak gösteri- len Türkü, bayağı denecek kadar sade bir programla temsil etmek Türklük namma bir cinayettir. Biz, bu hususta şu satırlarımızla makamı aidinin nazarı dikkatini celbederken maruf ecnebi aileler- den bir kadının Istanbul radyosu hakkındaki şu sözlerini de aynen dercediyoruz: “Azizim, biz Türkleri çok sevdiğimiz için her istasyondan evvel Istanbul ve Ankarayı ararız. Fakat ne kadar tuhaf, her akşam bir Türkün mütemadiyen ağladı- ğından başka birşey işitmiyozuz., Avrupadaki ermeniler Ermenice “ Jamanak,, gazetesi yeni seyrüsefer ( talimatnamesi dolayısile bir makale neşretmiştir. Bu makaleyi hülâsa ediyoruz: “Avrupanın yabancı mubitlerine dağılmış olan o vatandaşlarımız memleketlerine döndükleri zaman burada birçok yenilik bulacaklar- dır. Bütün âlem mazi ile alâkasını kesmiş ve yeni bir teceddüt dev- resine dahil olmuştur. Türkiyede bilhassa bu teceddüt daha ziyade göze çarpmaktadır. Vaktile insanların kıymeti bilin- miyen bu memlekette, Cumhuri- yet idaresi sayesinde terakki imkânları pek Ziyade artmıştır. Avrupada (o geçirilmiş (seneler vatandaşlarımıza pek çok şey öğretmiş olacaktır. Bilhassa sanayi sahasında bir çok yenilikler öğ- renmişlerdir. Bunlar memleketle- rine döndükleri zaman Türkiyenin terakkisi için çalışacaklardır. Tarih 1932 senesini altın rak- kam ile kaydedecektir. Bu tarih- te cumhuriyet Türkiyesi. senelerce memleketlerinden uzak vatandaş- | lara karşı kapılarını açık ilân et- miş ve onlara garp medeniyetin- den aldıkları nuru ana vatana nakletmek için güzel bir fırsat vermiştir. ,, eğe M. Biriand iyileşti Evreu 26 (A.A) — Sıhhati her zamandan daha iyi bir hale gel miş olan M. Briand, intihabat mücadelesinin nibayetleneceği sı- rada Montes'de bir veya iki kon- ferans vermek niyetindedir. Kauçuk ormanlarında et yiyen karıncaların hücumu Sahife 7 Muharriri: Jose Eustasio Rivera dspanyolcadan) Kancuk amelesini, ormanda çalışırken, et yiyen karmcaların hücumu kaçmağa, mecbur ediyor, yollarını şaşırıyorlar. Bataklıklara düşüyorlar. Klavuzları olan ihtiyar kendilerine hiyanet elti sanarak onu bağlıyorlar. Bu tehdit üzerine hepsi sustu. Bağirup çağırmak yüzünden bo- gazları ağırmiştı. Ellerile boğaz- larını tutuyorlar, öyle Konuşuyor- lardı. Sesleri, kaz sesi gibi kısık çıkıyordu. Güneş battıkdan sonra bir ateş yakmak mecburiyetinde kaldılar. Zira, giceleyin orman oturulmaz derecede karanlık ve soğuk olur- du. Çamur üzerine y. kuru dalları topladılar; ve ihtiyar Silva nın etrafına toplandılar. Karanlık ların işkencesini çekmeğe hazır- lanmışlardı. Aman yarabbi! geceyi batak- hik ormanda bu şekilde geçirmek iztirabı... Kara düşünceler ve es- nemeler arasında yarının dünden daha felâketler, daha iztirap âver olacağım hatırlamak.. Karanlıklar da, arkadaşlarının hıçkırıklarım dinlemek.. Makvolmuşlardı! Mahvolmuşlardı! Uykusuzluk, onları, kâbuslara sürükledi; obubranlara kapıldılar. Zulmetler arasında, duşmanları kendilerimi gözlediklerine kail ek dular. Gecenin boğuk ve mübhem sesleri kulaklarım dolduruyordu. Korkunç uğultular işidiyorlardı. Daba ne tevehhümler, ne teveh- hümler... Don Clemesti, başını avuçla- rının içine almış, dimağında vazih ve parlak bir fikir uyandırmağa uğraşıyordu. Sade güneş, ona, bük daklan mevkii tayin ettirebiliyordu. Şarkı, garbı, şimali, cenubu, sade sayesinde anlıyabilirdi. Ziyanm ne e doğ u ona kim haber verebilirdi? Bunu öğrense, bütün yolları hesap etmek müm- kün olurdu. Günesi görmek! Güneşi görmek... Bu, kurtuluş çareleri olabilirdi. Bulundukları mevki, sık orman- dı. Yüksek ağaçlar, gök kubbeyi, sım sıkı kapatıyordu. niçin ağaç- lar insanla konuşmuyorlar? Belki tepelerile oküneşi görüyorlardır. Bu Divasa açaçların tepelerine çıkup çıkupta semalara bakmak takriben imkânsızdı. e Ağaçların gövdeleri çok kalın ve dallar çok yukarıdaydı. Insan biraz yükselse başı dönerdi. Bu ağaca en iyi çıkabilen Louro- Coutiuhe'yda... Şayet o buna ce- saret etseydide, sabahleyin, bir ağaca tırmanarak istikşafda bu- lunsaydı. ihtiyar Louro'ya baktı, ayaklarım O büzmüş, © uyuyordu. Tbtiyar , seslenip Onu © uyan- dıracaktı . Fakat, tam oesns- da, tahtayı farenin kemirmesin- den çıkan bir seda gibi, bir ses duydu. Bu ses, arkadaşlarının dişlerinden çıkıyordu. Acıktıkları için pepas de fagua'ları kemiri- yorlardı. Don Clemente, kalbinde, onlara karşı öyle bir merhamet duydu ki, ortaya bir yalan savurarak biçare- leri teselliye karar verdi. Arkadaşları, (karanlık yüzlerini yaklaştırarak: — Ne var, ne oluyor? - diye sordular. > Klağuzu bağladıkları ipek dü- e e ettiler. Sellem cıldırma derecelerine gelerek aynı sözü tenrarladılar: — Kurtulduk! Kurtulduk! Kur- tulduk ha?... Yere eğildiler. Almların ça- murlara sürdüler. İztirap onları maneviyatın meçhulâtı karşısında bu derece zelilleştirmiştir. Hepisi de Don Celemente'ye yaklaştılar. Onu öpücüklere gark- ettiler, Gündüzkü fena muamele- lerinden dolayı ibtiyarın affını rica ettiler. içlerinden bir kaçı, bu kurtuluşu kendi nefsine atfetti: — Anneciğimin kalbi hulüsu... — Ettiğim duaların neticesi! — Keramet, boynumda taşıdı- ğım tılsımda! Bu Sırada, (Azrail, Ozaman içinde, her halde, kendilerine pek içinde Yüzlerindeki ıztırap ifadesi, dü- ne nisbetle pek daha derinleş- mişti. Gök yüzünü gözlerile na- hak yere araştırdılar. Semamn ufak bir parçası bile görünmi- yordu. Yüreklerindeki acı derin- leşti. j Birdenbire, yağmur yağmakta olduğunu hissettiler. Yekdigeri- nin yüzüne hazin hazin baktılar. Dün giceki teşebbüsün kuru bi: laftan ibaret olduğunu anladılar. İleri gitmek imkânını yöreme- dikleri ve geri dönmeğe A tikleri için, dünkü izlerini takiben yol aldılar. Çamurun içinde, izleri, mini mini kuyular halindeydi. En önde klavuz yürüyordu. Sabahın saat dokuzuna kadar hiç bir söz söylemeksizin yol aldılar. Tenebbütü epice az bir çamurluğa girmişlerdi ki, gayet garip bir manzarayla karşılaştılar, insanlardan ber zaman kaçan tavşanlar, geyikler, sansarlar ve © diğer küçük hayvanlar, kendilerine bir melce arar gibi koşmağa baş- lamıştı. ayaklarının dibine atıl- yordu. Bir an sonra, İâyetenahiyet içinde, feci sesler işittiler. Kılavuz: — Yarabbi! Et yiyen karınca- lar tarafından yea - diye haykırdı. (Yarın bitecek) Mütercimi: (Hatice Süreyya) Bu insanın başına bir felâket nasıl gelir?..., diye bir sual vakı olursa, bunun. cevabı gayet basit- tir: Felâket doğrudan doğruya geliverir vesselâm! Hem de, felâketler, o derece seri, o derece baş dündürücü bir surette gelirki, aleyhlerinde mü- cadele açmak ekseriy mümkün olamaz. Yapacak sadece birşey kalır. Onun için ağlamak! Vesime, Alkasdi'ye telefon etti; evinde bulamayınca bir telgraf çekti: O akşam saat altıda, ken- disini evinde ziyaret edeceğini bildirdi. Mısırlı'nın Almanya sefaretha- nesi (ocivarındaki (apartımanına muayyen saatte gitti. Burasını, o zamana kadar, ancak hariçten biliyordu. Henüz eşikteyken, karşılaşınca — biçkinp başladı: Alkasdi ile ağlamağa — Kendinizi temize çıkarın! Size atilan iftiralardan sıyrılın!.. Mısırlı, titredi. Neden temize çıkacaktı? Hangi iftiralar? Fakat, delikanlının fazla kork- masına lüzum kalmadı: Zira, Vesime, hıçkırarak, bütün us- kançlığını ve aşkını bir kelimeyle haykırmıştı ! Fazıl ve Alkasdi, rahat bir nefes aldı: Demek ki, mali dala- vere projeleri ortaya çıkmamış. Kızım içerlediği şey, metreslerinin mevcudiyetini öğrenmemesi imiş! Gülümsiyerek, genç kızı, divan üzerine sürükledi. Orada, caz- bant musikisinin aletinden biri olan timbale (— tembal) denen darbukaya, parmaklarını ( hafif vurarak kendisini kabahatli gös- teren raporlardan temize çıktı. Aleyhinde şahadette bulunanların cümlesini namussuzlukla, kindar- lıkla, şarlatan ve yalancılıkla itham etti. Bu esnada, erkeğin « esrarengiz ruhu içinde neler ceryan ediyor- du? Bizzat kendi de bunu biliyor miydi ? Parmakları, artık darbuka ile oynamaz oldu. Vesime'nin par- maklâzını tuttu. Sonra, saçları mvazlamağa, alnını okşamağa başladı. Vesime'nin kulağına uzun uzun, ateşli ateşli, aşkını murıldadı. Dre- ken, kenç kızı, buselere garg- etti. “M...,, zadelerin kızı, tarif edil- mez bir âlem içine girmişti. Ba- yılma derecelerine gelmişti. Mı- e, nın evinde bulunduğu için uğrayacağı tehlikenin o azametini düşünmiyordu. Fazıl onun sevki tabiilerini körükliyor ha körükle- yordu. Ayni zamanda hem ihti- ras, hem de menfeatle sevkedi- lerek; delikanlı, bu bedbeht genç kızı teshir etmek için, elinden geleni yapıyordu. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: