28 Temmuz 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

28 Temmuz 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

28 Temmuz 19$2 AAA Mm «m m -Tetrika No. 138 28 Temmuz 1932 SEBA MELİKESİ | BELIIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Enverano dağda Rodit'le sevişmişti. Sam'ın öldüğünü zannediyorlardı. Sur kralı, Rodit'in matemini tutuyordu. — Tarif edeceğim yoldan Heb- ron'a git. Orada bir kulubede beni bekleyen karımı ve Envera- noyu alıp buraya getir, dedi. Halbuki, Sam daha ağır basta iken, Süleyman, (Amerit) in arzu- sunu tatmin etmek için dağa adamlar göndermiş ve Envera- noyu aratınıştı. Amon, Hebron'a giden adam- ların boş döndüğünü ve Envera- noyu bulamadıklarını söyledi. Sam, Enverano'nun, dağın çok izli bir köşesinde oturduğunu bildiği için, Amon'nun izahatına ehemmiyet vermedi. — Sen benim söyliyeceğim yol- dan gidersen onları kolayca bulursun ! Dedi ve Amon'a, Hebron ya- maçlarına giden gizli yolu tarif etti. Amon o gün öğleden sonra yola çıkmıştı. .. Dağda geçen günler — Israr etme Rodit, Ben senin, krş da eğilmeyi bir ibadet addederim. Fakat, Süleymanın tahtına yüz sürecek kadar alça- lamam... Beni mazur gör. Ben şehre bunun için inmiyorum. "— Hükümdar seni affetmiş.. Şehre inersek bir az canlanırız. Ben, artık, dağda meyve ve kuş eti yemekten bıktım. Enverano iyileşmişti. Dağda on günden beri bera- ber yaşıyorlardı. Sam'dan ümitlerini kesmişlerdi. — “ Macera perest bir adam.. Kimbilir nerede takılıp kaldı?!,, Diyorlardı. Rodit ile şair arasında gittikçe derinleşen bir kaynaşma hasıl olmuştu. Ne Enverano üzümcünün kızını arıyordu. Ne de Rodit Sami.. Bilhassa Enverano güzel kadın- ları çok sevdiği için, Roditi karşısında görünce eski sevğilisini derhal unutmuştu. Dağlırın şairi, Ameritin güzel- liğini her gün biraz daha kaybet- mekte olduğunu biliyordu. Günün birinde kendisi de ortadan kay- boluvermişti. Enverano, üzümcü- nün kızını ölmüş addediyordu. Bir kadın mademki güzelliğini kaybediyordu. O, artık, ölmeğe başlamış demekti. Enveranonun çok garip kanaat- leri vardı. O, Şehirde yaşadığı zaman da Orşalim kızlarına ka- dınlar hakkındaki fikir ve tahas- süslerini açıkça söyler ve güzel, olmıyan kızların adavetini cel- bederdi. Bütün kızların güzel ve sahhar olmasına imkân yoktu ya!.. Halbuki, Enverano, kadınların, herhangi bir erkeği kendisine celp ve teshir edecek kadar güzel sahhar gözlere malik olmasını, güzel, muhrik şarkılar terennüm etmesini, santur çalmasını, dağlar- dan zeytin toplıyacak kadar cesur olmasını isterdi. Rodit bu on günlük arkdaş- lıktan sonra Enverano'nun bütün fikir ve kanaatlerini öğrenmişti. Enverano şehirden ve şebirli- lerden nefret ediyordu. Rodit'e gelince, o küçükten beri sarayda kuş tüyünden yatak- lar, inciler, içinde büyümüş.. ipekler, zebercetler Yoksuzluğun ıztıraplarını biran bile duymamış; altın kadehlerden şarap içmiş bir kızdı. On günlük dağ hayatı, onu canından bezdirecek kadar bitap düşürmüştü. Enveranoyu Samdan fazla sevi- yordu. Bunu kendi vicdanına karşi da muterifti. Fakat, rahat ve mesut değildi. Rodit saadeti refahta arıyan bir kızdı. O sabah Enveranonun taşla vurup getirdiği iki ufacık kuşla karnını doyurmuştu. o Enverano, Roditin karnı doysun diye kuşlara elini bile sürmemişti. Dağların oğlu meyva ile pek âlâ yaşaya- biliyor, hattâ kuvvetten bile düş- müyordu. Lâkin Rodit... Bu kele- bek kadar ince ve zarif kız, kur- sağına buğday unu girmediği “ günden beri zayıflıyor, rengi ve neşesi uçuyordu. Roditi dağda o güne kadar alakoyan iki mühim sebep vardı: Enveranoyu sevmişti. Enveranoya acıyordu... Enverano beşeriyet içinde em- saline nadir tesadüf edilen bir erkekti. İlmi vardı.. Hazin şarkılar söylerdi.. Cesurdu: Elile Okuş tutar ve silâhsız geyik avlardı. Yakışıklıydı... Her güzel kadın sevemezdi; fakat her güzel sesli kadından hoşlanırdı. Enveranoyu her kadın avlıyamazdı. Her kadın da Enveranoyu sevemezdi. Dağ- ların şairi haşin, her zaman gül- mez, sükünetten ziyade fırtınayı sever, gökü daima bulutlu ve denizleri her gün dalgalı görmek isterdi. Orşalim kızları böyle coşkun ve deli ruhlu bir erkeği elbette sevmezlerdi. Onu Rodit çok iyi anlamıştı. Zaten o Samıda bunun için sevmemişmiydi? Zaplonların kafasını koparan, vahşi buğaların sırtını yere geti- ren adam yalnız kadınların değil, bütün Jerüzalem delikanlılarının bile hayret ve takdirini celbeden bir erkekti. Rodit kendini bildiği günden beri böyle arslan yürekli erkek- lerden hoşlanmağa başlamıştı. Elinde degildi.. Ne Ermi gibi hoppa gençlerden, ne de şişman Amon gibi hissiz asılzadelerden hoşlanmıyordu. Onun için hayat bir dalğa, bir fırtına, bir gök gürültüsü kadar korkunç olmalıydı. Rodit sarayda bile heyecansız geçen günlerine acırdı. “ Bugün gene boş ve ıztırapsız bir gün geçirdim!, Diyerek şarap içer ve hiç ol- mazsa bir başka cariyenin aley- kadın aleyhine tahrik ederek, lüzum- suz yere kavgalar, münakaşalar yaratır ve bu suretle ogünkü garip arzularını tatmine çalışırdı. Sur Kralı Süleymandan yalnız güzelliği için istemamişti. Onun icabında fitne ve fesat ikama muktedir, zeki ve şeytan bir kız oduğunu da biliyordu. onu Hiram'ın Sur sarayında böyle bir kıza ihtiyacı vardı. Hiram, Roditi (o kaybettiğine (Oo kadar çok müteessirdi ki, on günden beri Sur sahilleri siyaha boyan- miş, matem alâmeti olarak sarayın pencereleri güneşe karşı rıya çıkmıyordu. AAratmadık bir binde bulunarak, onu bir başka | kapanmıştı. Kral sarayından dışa- | Akjam dakikada... Son Haydut asılmağa götürü- lürken yeni bir cinayet yapmak istedi Kepsuttan Bursaya giderken seyyar kitapçı Hafız Ahmet efen- diyi parasına tamaan boğup öldüren Kara Ibrahim oğlu Mustafa ile Hasan oğlu Kara Ahmedin Balı- kesirde salben idam edildiklerini telğraf haberi olarak yazmıştık. Türk Dili refikimiz bu idam hakkında şu tafsilâtı veriyor: Kara Ahmet hapisanede ken- disini almağa gelenlerden ser- gardiyan İlyas efendinin üzerine hücum ev etmiş ve elinde bulundur- duğu yirmi santim uzunluğunda bir kara çiviyi gardiyanın karnına saplamak istemiş fakat jandar- maların müdahalesile muvaffak olamamıştır. Katil aasılırken : — Arkadaşlara selâm söyleyin! diye bağırmıştır. Mustafa ise metanetini muha- faza ederek : — Ben şeytana uydum, hak- kımda verilen bu ceza haklıdır, demiş, ölüm ipi boğazına geçiril- diği sırada müsaade istiyerek berayı vazife orada bulunan mer- kez karakolu kumandanı Necmi çavuştan hakkını helâl etmesini ve kendisinin bütün hemşerilerine | hakkını helâl ettiğini söylemiştir. Hicazda telsiz Sekiz istasyon kuruldu dokuzuncusu yapılıyor Hicaz kralı ve Necit sultanı Ibni Suut iki sene evvel Hicaz ile Necidin muhtelif yerlerinde sekiz telsiz istasyonunun tesis edilmesini kararlaştırmıştı. Bu karara binaen Marconi kumpanyasına siparişler verilmişti. En mühim istasyonlardan biri Mekkede kurulacağından . ingiliz kumpanyası büyük müşkülât kar- şısında kalmıştır. Mekkeye müs- lüman olmayanların girmesi yasak olduğundan Okumpanya buraya logiliz mütehassısları göndermi- yordu. Nihayet Mısırlı bir mühendisi kumpanya telsiz mütehassısı ola- rak yetiştirmiş ve kendisini Mek- keye göndermişti. Mısırlı o mühendis Mekkedeki telsiz istasyonunu kurmuş ve Mısıra avdet etmiştir. | Ibni Suut yeniden bir istasyon | daha kurulmasını arzu ettiğinden dokuzuncu olacak bu istasyonu Mısırlı mühendis kuracaktır. Şimdi Mekke ve Medine telsiz ile bütün dünya ile muhabere edebiliyor. | Brezilyada moratoryom projesi Buenos Ayres, 27 (A.A.) — Santafe eyalet hükümeti, ecnebi borçları faizlerile bir moratoryom projesi tevdi etmiştir. Bu moratoryomu, bütün Arjantin cumhuriyetine teşmil hususunda | vaki olan telkinat, (o Arjantinin İ bütün taahhütlerine riayet edece- ğini beyan eden maliye nazırının İ reddini mucip olmuştur. Izmir rıhtım şirketi davası İ Izmir, 26 — Rıbtım şirketi davası bitti. Evrak Omütalâaya | alınmıştır. yer bırakmamıştı. Hiramın bir tek ümidi vardı: Süleyman parasız kalınca, ona: - Roditi buldur, para vereyim! İ lem de gizlendiğini tahmin edi- yordu. ( Arkası var ) Diyecekti. Kral, Roditin Jerüza- | şam bir hikâye ad Ona böyle derlerdi : çocuk! Hakikatte çocuk değildi. Artık; çoktan askerliğe gitme zamanı gelmişti.. Muayene olundu. Gelecek seneye tecil edilmişti. Neşvü nema bulmamış bünyesi ona tamamile çocuk manzarası veriyordu. Tabiatındaki saflık ta kuşbeyinli lâkabını kazandırmıştı. Çalıştığı o müessesede, herkes onunla alay ederdi. Yamru yumru vücudile şaşı gözleri, ayrıca, bazı insafsızların o istihzasına (hedef olurdu. Zavallı çocuk! Tabiatin bu haksızlığından ne iztiraplar çek- mezdi! (Bazen müstehzilere karşı hiddetlenir, köpürür, oküfreder, fakat en zayıf kimseye bile gücu yetmediğinden, hıncı kendi nef- sine döner, tenha bir köşede hüngür hüngür ağlardı. Üstelik, kötü bir huyu yüzüm- den, onu kimse çekemezdi. Nasıl çeksinler ? Yalan bilmez, hile bilmez. Müessesede olup biten hadiseler (hakkında şahadetine müracaat edildiği zaman, şıppa- dak doğruyu söyler. Hele kapıdaki, geleni gideni gözetleme vazifesini, hatıra gönüle bakmadan öyle dürüstlükle yapar ki, bir çokları fena halde içerler. Meselâ, fabrikanın sahibi kapıdan çıkar çıkmaz, savuşmaya yeltenen amele ve memurları tecessüs ederdi ve kimse uzaklaşmaya cesaret | edemez. Armut biçimi, minicik kafasile en ince şeyleri sezerdi, hayretl Müessesenin bazı kodamanlarile müteahhitler (arasındaki intikal muameleleri, ve icabında fabrika- nın sahibini haberdar ederdi. Fakat işte zekâsı, melekâtı ak- liyesi bundan ilerisine gitmez. İki çümlelik bir muhavereyi idare edemez. Vazifesi haricinde çehresi umumiyetle mazlümiyet ve korku ifade eder. Insandan hoşlanmaz; derin düşüncelere dalmış gibi görünür; şaşı gözlerini bir nok- taya saplayarak saatlerce hare- ketsiz dururdu. Onbeş günde bir uğrıyan mü- essese doktoru, sathi bir mua- yeneden sonra, ona erken buna- ma gibi bir teşhis koymuştu. Buna rağmen işinde ehil olan fabrika sahibi, kendisine nazik vazifeler verir ve her sözüne itimat ederdi. Bu kuş beyinli çocuğa en ziya- de diş bileyenler başında Osman usta bulunuyordu. Bazen armut sapı boynuna öyle silleler indirir ki, kuş beyinli çocuğun, kuş canı burnundan çıkacak olur. Ab, o Osman usta! Ne zalim herif! Bir akşam paydosundan sonra gidi. Osman usta ile ameleden biri el şakasına tutuştular. Altalta, üstüste geldiler. Amele bıçağı çekti, yüzü koyun yatırdığı has- mına saplıyacak. Şaka olduğunu kuş beyinli çocuk nereden bilsin! Korku ifade eden o mazlum gözleri dehşetle | açıldı. Dabili telefonla: “Can kur- taran yok mu? Burada adam bo- | gazlıyorlar,, diye haykırarak, or- talıçı velveleye verdi. Nöbetçi olanda, olmıyan da üşüştü. Tabii ne boğazlıyan var, ne boğazlanan. Önüne gelen kuş- İbeyinliye küfüretti. kimisi de yum- ruk tokadı helâl buldu. En ziya- de canını acıtan, izzetinefsini kı- | rak gene Osman usta oldu. | Çocuk bu sefer ağlamadı, fakat İ fena halde içerledi, herkese karşı ! içerledi. Bilhassa Osman ustaya karşı, o andan itibaren içinde şiddetli bir kin uyandı. Kuşbeyinli cali Osman usta ile amelenin elşa- kaları itiyat halini almıştı. Her akşam kapı dairesinin arkasındaki tenha avluda güreşe tutuşurlar. Sonra ağız dolusu küfürlerle bir- birlerini kışkırtırlar. Sonra gene altalta üstüste gelirlerdi. Şaka olduğunu bellediği için, kuşbeyinli çouk sesini çıkarmazdı. Bir akşam, henüz fabrikanın müdürü gitmemişti; muavinlerile birlikte “odasında © çalışıyordu; bunu çokcuktan maada kimse bimiyordu. Bermutat Osman usta amele den birile gavgaya tutuştu. Hasmı bu sefer güçlü kuvvetli biriydi. Gene şaka, el şakası diyeceksi- niz. Hayır, bu sefer sahiden kavga döğüştü. Mübarizlerin göz- leri pek fena bakıyordu. Sesleri az çıkıyordu amma öyle huşuneti vardı ki | Itiştiler, yumruklaştılar, tekme- leştiler ; “nihayet bıçak çekildi. Osman usta altta idi. Vaziyetinin ne derece müklik olduğunu anla- mıştı. Kuvvetinin fevkinde hamle- lerle hasmın tazyıkından kurtuk- mağa çabaliyordu. Takatinin ke- sildiğini hissedince yalvarmağa başladı. Kime yalvarıyordu bili- yor musunuz?... Kuş beyinli ço- cuğa: — Oğlum Naci, bu herif beni kesecek: telefona koş, haber ver! — Yağma yok! Şaka olduğunu bilmiyor mıyım sankil — Vallahi, tallahi bu sefer şaka değil; ayağının altını öpeyim Naci. Kuş beyinli çocuk, müdüre ses- lendiği takdirde muavinlerile ko- şup yetişeceğini biliyordu. Fakat ne yerinden kımıldadı, ne de ses- lendi. Taş gibi duruyordu. Hasmın bıçağı, Osman ustanın böğrüne «saplandığı ânde, kuş beyinli çocuğun çehresi, kin, haz, ve belâhetle karışık gayri insani bir ifade ile takallüs ediyordu. .Salâh İzzeddin nan “Sıcaktan ölenler Ispanyada ise vakitsiz kış ve kar fırtınaları Son haftalar zarfında Ameri- kada pek şiddetli sıcaklar hüküm sürmektedir. Sıcaklar yüzünden ölenler çoktur. 21 Temmuzda sıcaktan 21 kişi ölmüştür. Şikagoda termometro Farhenhayt 106 derecedir. Amerikanın ber tarafında şiddetli sıcaklar hüküm sürmektedir. Yalnız Bahri muhiti kebir - sahilinde hava “nisbeten mutedildir. Amerikada müthiş sıcaklar hüküm sürerken Avrupanın en sıcak memleketi olan İspanyada yazın ortasında zemheriri andıran soğuklar hükümfermadır. Argoues dağlarına çok miktar- da kar yağmıştır. Yollarda iki ayak kalınlığında kar tabakası peyda olmuştur. Bir çok köylerle muvasala kesilmiştir. Beş nehrin suları taşmış ve geniş vadileri kaplamıştır. Jalon nehrinin setlerini tahkim için istihkâm kıtaatı sevkedilmiştir. La Leja kasabasında evlerin damlarına iltica eden felâketze- deleri kurtarmağa gönderilen du- balar akıntıların şiddetinden ka- sabaya yaklaşmamıştır. Soygunculardan biri daha yakalandı Bursa - İnegöl yolu üzerinde üç otomobilin yolcusunu soyan şakilerden İbrahim oğlu küçük Hüseyin, Balıkesirde yakalanmış ve mahfuzen Bursaya gönderik miştir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: