1 Eylül 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

1 Eylül 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

1 Evil 1982 resimli hikâyeleri Bir doktor anlattı: Vallahi, inanayım mı, inanmayım mı bilmiyorum. Fakat Fransa'da bir meslektaşım, anlatacağım bu maceranın doğruluğuna kaildir. Esasen, macerayı da onun ağzından dinledim ya... Biliyorsunuz ki, ben, akıl hasta- lıkları mütehassısıyım. Tahsilim Paris'tedir. Geçen sene, stajımı ilerletmek, tıp âleminde ne gibi yeni değişiklikler olduğunu görmek üze- re, gene Fransaya gittim. Orada, mektep arkadaşlarımdan biri, beni kendi müessesesine davet etti, Bir hafta, misafir kaldım. Bittabi, bana hastane dahilindeki her şey ve ber fert hakkında lâzımgelen malümatı verdi. Bu meyanda, hastaları arasındaki bir betbahun da hikâyesini anlattı. Bu basta, mütemadiyen: — Ah, ben ne yaptım?!.. Fakat kabahat bende değil... Kolumu ittiler.. Ah ben ne yaptım?!... Fa- kat kabahat bende değil.. Kolumu ittiler... -diye tekrarlayıp duruyor; ellerile de gözlerini kapatıyor; başını teessüfle iki yana sallıyor. Ekser delilerin bir fikri sabiti ve bir dil peresengi olur. Onunki de bu... Arkadaşıma dedi ki: fransız odoktor Bunun kadar suzişli bir sergü- zeşt işitmedim. Gördüğünüz delikanlı, Dupont ailesindendir. Bu aile, son zaman- larda pek ziyade zenginleşmiştir: Eütün yeni zenginler gibi, bir de şato almak hevesine düşmüş... Oturdukları şehrin civarında bir şato satılık... Şato'nun sahibi olan Baron de Föte de la Mare son zamanlarda fevkalâde fakir- leşmişler. Tekmil mülklerini sat- mışlar... Bu şatoları da merhun.. Borçları, | gırtlaklarına (o kadar.. Alıcısı pek nadir olan böyle bir şatoyu satabildikleri için mem- nunlar.. Fakat, gene de refaha çıkamayacaklar.. Yeni bir çare?.. O çare de zuhur etmiş.. Dupont'un birici oğlu Paul ile Baron de Föte dela Mare'nin kızı Marie biribirlerini tanıyıp sevmeğe başladılar... Eski devir olsaydı, Dupont'giller gibi menşei belli olmıyan bir aileye bu baron ailesi kız mı verirdi. Lâkin, şimdi, para yok, pul yok. Karşı taraf ta alabil- diğine zengin... Felsefeyi icabatı amana uydurmuşlar: — Mademki iki genç biribirini yor; me yapalım?... Aşk, ai tabakaları fevkindedir... nice kralları köylü kızlarile kıydıkları ç görülmüştür... Mariyi Paul'a veririz... Zaten m... Kalbi asil... Kendi de ü tahsilli, kibar halli... e iki aile memnun... Bil- garonlar şu cihetten mem- — şatoyu sattıkları halde, Aden çıkarmamış olacalar... , hayatını orada geçirecek... Teri ona tevarüs edecek... isen, şatodan bir de şikâ- ri var... göle nazır bir oda- i “perili, diye ismi cıkmış... kikaten de orada, nesillerden eri, bir takım garabetlere rast- «anıyor. Uşaklara (o tahsis olunan bu odada, sanki, gaipten bir el, bir takım muziplikler yapmakta: Bütün pençereler kapalı olduğu halde, yanan mumlar sönüveriyor... Ma- sanın üzerinde sakin sakin duran bir bardak, yere düşüyor; şangır “ sungur kırılıyor. Kadıncağız bahçede düşünceli düşünceli çiçek toplarken, oğlu, arkasında bahçıvan, koşa koşa yanına yaklaşmış:” “Anne ah ben ne yaptım?... Tüfengi nişanlımın yüzüne sıktım... Nişanlım kör oldu... Fakat kabahat bende değil... Kolumu ittiler... diye inlemiş... Bu esrarengiz şeylerden Paul'a bahsettikleri vakit, kahkahayla güldü. Nişanlısına: — Bu saçmalara siz de yor mısınız ?- diye sordu. Genç kız: — Inanmak istemiyorum amma. - diye tereddüt gösterdi... O odada cidden fevkattabiilikler var... Paul, kahkahayla güldü: — Her şatonun obehemehal böyle bir esrarenğiz odası olduğu tevehhüm edilir... Fevkattabiilik de ne demek?.. Dünyada hiç bir fevkattabiilik yoktur. Şu odaya birlikte gidelim de bakalım... — Paull.. O odaya bizim aile- den hiç kimsenin girmemesi tea- müldür. o Asırlardanberi, orada sade uşaklar oturur. Bir kerre büyük amcam inat etmiş. Geceyi orada geçirmiş. Fakat, sabahle- yin, boğulmuş naşını bulmuşlar. — Kim bilir nasıl bir garip ve menhus tesadüf olmuştur. Haydi! Biz yeni zihniyetli adamlarız.. Böyle köhne itikatları yıkalım.. Sizinle beraber o odaya girelim.. Gölün tam bitişiğinde bir odaydı. inanı- Girdiler.. Tavanda bir avize.. Köşede bir dolap.. Bir karyola.. Bir masa.. Iki iskemle... Hülâsa hiç bir fevkalâdeliği yok.. Görüyorsunuz ya... Basbayağı bir oda.. Ortasına kadar geldiler. Bu esnada, akıllara hayret ve- ren bir hadise oldu: Tavandan avize kendi kendiliğin düştü. Şayet genç kız atik davranıp ta sağa doğru bir adım atmasaydı, altında ezilecekti. Buna rağmen kolu kanadı; incindi. O akşam, sofrada, ihtiyar baron, bu odanın, kendi ailesi için neden menhus olduğunu söyledi: Fransız inkilâbı zamanında, bir uşak, on- ları ibtilâlcilere teslim etmiş. Bir paraya karşılık bu hiyaneti yapmış, lâkin, çok geçmeden, kraliyetçiler, hain uşağı yakala- mışlar. Param parça ederek bu odanın pençeresinden göle atmış- lar... Dedi koduya nazaran, uşa- ğın ruhu, mütemadiyen oralarda dolaşıyor; Baron ailesinden inti- kam almak isteyormuş... Paul, bu işle o mücadeleye karar verdi. Evelemirde, odada bir tetkikata girmişti. (o Hayır! Hiç bir harikulâdelik yok.. Fakat, ihtiyata riayeten, odadaki eşyanın yerlerini (o değiştirmeği o muvafık buldu. Dört beş hamal, ne kadar çalıştılarsa da köşede duran do- labı yerinden kımıldatamadılar... Hayret!... Tetkikat neticesi, anla- şıldı ki, meğer, dolap, ayakların- dan yere gömülü imiş... Dolap yerinden çıkarılırken, bir definecik zuhur etti; Fransız inkılâbı zamanı- na ait bir takım eski meskükât... Yanında da bir mektup... Paul, mektupla parayı alınca, derhal, annesinin yanına götürdü. Ikisi de dehşet içinde kaldılar. Mektuptan anlaşılıyordu ki, vak- tile, uşak, bu paraya mukabil efendilerini satmış... Fakat asıl nazarı (dikkatlerini (o celbeden: Uşağın da adı kendi isimleri gibi Dapont... Annesi, el altından tetkikatta bulundu. Bu uşağın kendi cetleri olduğunu anladı. Şimdi, yüreği üzüntü içinde: Zira, oğlunun, nişanlısını son de- rece sevdiğini görüyor. Bu sır | meydana çıkarsa izdivacın bozu- | lacağından korkuyor... Bir gün, kadıncığaz, bahçede çiçek topluyordu. Gayet düşünce- liydi. Oğlu ile kızı ve arkadaş- Isrı korulukta kuş avlayorlar, an- latıyorlar.. Arada sırada, uzaktan uzağa, tüfek sesleri geliyor... Kadın, birdenbire: — Anne, anne!.. - diye oğlu- nun sesini işitti. Paul, arkasında bahcivan, ona doğru koşuyor. Dehşet içinde... AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN Barney âşıklarının hiç birini beğenmiyordu. Gemide, kendisile meşgul olan dört erkek vardı. Fakat bunlar, genç kadının kalbine girecek yolu bulamıyorlardı. Fakat, içimde garip bir his var: Acaba ikinci kaptan, benim seve- bileceğim tiplerden midir? Bu suali sabahtan beri kendi kendime soruyorum. Tomas hem ince, hem de küs- tah bir genç. Ne yapsın? Kaçakcı gemisinde uzun müddet vazife gören bir adam, kadınlara karşı bundan fazla incelebilir mi? Dün gece bana: “Ebediyen seninle beraber yaşamak isteriml,, Demişti. Bu sözün manasını tahlil etmek çok güç. Kendisile beraber yaşarsam, ölünceye kadar bu gemide mi oturacağım? Londra- da kalırsam, onun uzun yolculuk- lardan sonra dönüşü, bize birbiri- mizi unutturacak kuvvetli sebep- lerden biridir. Yok.. Yok.. Ben bu küstah erkekle yaşayamam. Nihayet o da benim yüzüme karşı: “Dişi mahlük!,, diye bağırmadı mı? Ben, kadının. kafasından ve kalbinden ziyade etini seven erkeklerden hoşlanamam vesselâm.,, Mis Barney defterini kaparken, kamara kapısının arasından içeriye bir kâğıt düştü. Genç kadın korkarak yere iğildi.. Kâğıt parçasını tereddütle aldı. Kayt tarafından yazılmış bir mektup. Barney mektubu süratle oku- mağa başladı: “... Seni tevkifhanede ziyarete geldiğim zaman, bana ne büyük ümitler vermiştin! Senin için ailemin şerefini ve servetini ayak lar altına alarak, şimdiye kadar hiç yapmadığım bir işe teşebbüs ettim : Kaçakçılık yapıyorum. Barney! Nevyorka salimen vasıl olursam, bir günde elli bin dolar kazanacağım. Bu Serveti seninle mesut olmak için ayıracağım! Benden niçin kaçıyorsun? Tomas gibi bir serseriye dün gece neden iltifat ettin? Kaçakçıların riyakâr aşklarına ne çabuk kapıldın?...,, Barney mektubu daha fazla okuyamadı. — Budala - diye bağırdı - onu kaçakçılıkla (o ittiham (ederken, kendisinin de bir kaçakçı oldu- gunu unutuyor. Hayır.. Hayır. Ben bu kadar saf ve muhakeme- siz bir erkekle yaşayamam... Zile bastı ve garson gelinciye kadar şu kısa cevabı yazdı: LT EE Elile yüzünü kapamış... — Anne!... Ah, ben ne yap- tım 21. Tüfeği nişanlımın yüzüne sıktım... Halbuki, ne iyi avcı olduğumu — biliyorsun... (Hedefe nişan almıştım... almıştım... Tam tetiği çekeceğim esnada, gaipten bir el, kolumu dürttü... Saçmalar, nışanlımın yüzünü delik deşik etti... Ah, anne... Ah anne... De- demiz bana bu işi yaptırdı... Dedemiz... Vallahi benim kaba- hatim yok... Kolumu ittiler... Doktor, delinin, o zamandan beri hastanesinde olduğunu ve sabit bir fikir halinde: — Ah, ben ne yaptım? Fakat kabahat bende neğil... Kolumu ittiler... - diye tekrarlayıp o durdu- gunu; ellerile de iki gözünü ka- pattığını; başını teessüfle iki yana salladığını söyledi. Nakili: (Vâ - Nüj “ Kayt/ “ Ben bu musibetten kurtulun- cıya kadar kalp oyunlarile meş- gul olmayacağım. Para kazan.. Zengin ol.. Sonra görüşürüz. Şimdilik beni; dertlerimle baş başa bırakırsan memnun olu- rumi ,, Barney Zarfı kapadı ve garsona verdi: — Bunu 16numaralı kamaraya götürünüz! is En kuvvetli rakıp.. Ikinci kaptan neşesinden yerinde oturamıyordu. Elinde, Barneyi daima tehdit edebilecek mühim bir vesika vardır. Tomas bu vesikayı defatla okudu: — Mükemmel.. bir vesika. Beni reddettiği dakikada Hopkinsin eline düşeceğini elbette kendisi de takdir eder. Mademki, Cime verdiği bu mektupta Kolonel Al- lisonu öldürdüğünü itiraf ediyor. Bu vesikayı Nev York zabitasına da göstersem, onu derhal tevkif ederler. Halbuki mis Barney artık, ikinci ele geçen bu vesikaya ehemmiyet vermiyordu. Nev Yorka gidince izini kaybedecekti. Geminin süvarisi ona söz ver- mişti: — “Ben seni Nev Yorkta sak- larım ve sana orada müreffeh bir hayat temin ederim!,, Diyen bir adam, hiç şüphesiz ki, diğerlerinden çok daha makul bir teklifte bulunmuştu. Barney diğer âşıklarına nazaran, geminin süvarisini daha makul ve mutedil bir âşık olarak görü- yordu. Süvarinin bir kabahati vardı: muamelesinden ziyade şeklen çok kaba görünen bir adamdı. Kırmızı çehresi, kalın ensesi, nasırlı parmakları, sert bakışları, sağa sola bocalıyarak yürüyüşü, geniş çenesi, büyük ayakları hiç te hoşuna gitmemişti. Barney süvarinin, daha ilk gö- rüşte, bütün bu kusurlarını gör- müş, ondan tiskinmişti. Bu kadar çirkinlikleri şahsında toplayan bir erkeğin, Barney gibi esrarengiz bir kadını nasıl avlıya- bilirdi? Barney, ruhu, düşünceleri, ha- yatı tetkik edilerek bir kadındı. Halbuki, kaçakçı gemisinin ku» mandanı kadınlarla fazla meşgul olmamış, kalbinde en ufak bir ıztırap bile duymamış hissiz bir erkekti. O, kadınların, sofrada erkek- leri neşelendirmek için yaratık dıklarını söylerdi. Barney bu kadar hissiz ve kaba bir erkekle nasıl yaşayabilirdi? Maamafih, . gemideki âşıkları arasında, bütün bu kabalıklarına ve çirkinliklerine rağmen Barney, süvariden daha makul bir erkek göremiyordu. Nevyorkta ona en iyi şarait dahilinde yaşamak için, çok mü- sait tekliflerde bulunan bu kaba adam, o sabah yatağından kak kınca traş oldu. Yüzünü buzlu havlu ile sıktı. Burun deliklerin- deki kılları yoldu. Kaşlarının fazla uzamış tellerini kesti. Tırnaklarını düzeltti. Süvari, aynada, kendisini biraz daha gençleşmiş görmekten mem- nundu. Kendi kendine : (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: