13 Eylül 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

13 Eylül 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İeftika, No: 10 Fakat gelmiyecekti; benzeri olan tutulmamış vaadiardan do- bunu, yüzlerce layı kat'i olarak biliyordu. Müezzin Sa- lim, sinsi sinsi gülerek, bir kere dalavera- hı işlerine doğru uzaklaşıp gitti mi, onu ete es görmek muhaldi. Hem her za- yanında bir yardımcı arayan (Hâlis Mi (buğün yalnız kalmak, daha doğ- vusu yorgun düşünceye kadar çalışıp di - dinmek .istiyordu., Zira 'buna şiddetle , muhtaçtı. Hemen işe başladı. Evvelâ sa- al ağları- rını bozmağa Koyuldu. temizlik bahsihde tek muvaffak Sadüğu bu işti. k- ger süpürgeye daha uzun bir sap takmak mümkün olsaydı, şu menhus kuşların da yuvalarını bozar, yumurtalarını düşürüp kırardı. Fakat kurnaz hayvanlar öyle te- pelere yerleşmişler, yavrulaı için öyle gö- rünmez delikler bulmuşlardı ki, bunları keşfedip çaresine bakabilmek için kuş o- yi peşlerinden uçmaktan başka çare yok lis efendi, köşeleri ve sütun başlık- ei, birbirine bağlayan örümcek ağları- nı bozmakta zorluk çekmiyordu; fakat top kandilin göğsünü yaver kordonları gini dolayan ağ.arı toplamak hayli müş- kildi, Bu yüzden her temizlik teşebbüsün de kaç tane kandil kırmıştı. Muhakkak ki beceriksiz bir adamdı. Aldığı terbiye ve yetiştiği muhit, onu ne bu neviden işlere, Elimde olmadan (oMelâhatla kı- yas ediyordum. Ne kadar fark Bir yabanemin alâk ne de hâyatın karışık Veya basit zorlukla rına alıştırmıştı. Buna biraz da kabiliyet - sizliği ilâve olunca, tam tertip bir bece - riksiz olup çıkmıştı. Hâlis efendi mesle - ğine ne derece mebut ve işinin ehli ise, bu mesleğin havasından uzaklaşınca da o kadar pısırık, (beceriksiz, bam ve bilçiiadi, Ve hayat denizinde yüzen sanlara kendi sahilinden bakıp adi hiç bir defa bu denize atılmamış olmanın bir noksan olduğunu hatırına getirmemiş- tı. Hattâ kendi ilmi dışında akıp giden ha- yatla alış verişi bir nevi tenezzül, mesleği- nin a ei ibir nevi tecavüz bile say- mi ki alm e arkaya yatırarak yüksek bir pervazdaki kuş kirlerini düşü- Türken, dine daha ii işe yatgın olmadığına bayagı kızıyordu. Emektar camiine hiz - met etmekten çekindiği yoktu; fakat e - linden iş gelmiyordu işte. Yoksa müez- zin olacak o vicdansız adama yüz suyu döker miydi hiç? Bir çivi mıhlayıp da par mağını ezmediği, bir kapı bir pencere dü- zeltmek isteyip de lâtasını cübbesini i yırt madığı ne zaman görülmüştü de insan, beceriksizim, diye bir çekiliğ e miydi? Bahusus bu kim- senin kıymetini bilmediği cami, günden güne sararıp solan bir ölüm hastası gibi, her kir yılla biraz eba harablığa doğ- Tu giderken, yüreğinde merhamet ve ka- dirşinaslık zerresi kalmış hangi adam bun asını sezen ve düşündüm, Hayalimde bi- dan baş çevirip geçebilirdi? Âmâ fe tu: haf, Hâlis efendinin geçen seneye kadar Mesih Paşa Camii NA bütün malü- matı, mimar Davud yapısı oduğunu işit- miş olmasından Barat Halbuki geçen ilkbahan iki seyyahla beraber gelen bir tercümanın kitabından edindiği tafsilâtı bir ganimet bilerek, icap eden makamla- Ta veya sözü kimselere söylemek üzere defterine kaydetmişti. Ama ne ya- zık ki ihmalin pençesinde gittikçe harap afaa hem de kıy - ri bu silâhını kullanmak fırsatına sahip o- lamamıştı, Hâlis efendi, icabında icap e - den kimselere verilecek bu malümatı def- terinde o kadar çok okumuştu ki, artık o- rından örümcek ağları sallanan Mesih Pa- $a imamı, cep defterindeki o kaydı yine kendi kendine tekrar etmeğe başlamıştı: «Sadrıazam Mesih Paşa Camii Sinanın ö- lümünden iki sene evvel 994 de yapılmış olmasına rağmen, mimar Davudun eseri olması ihtimali Laveekidik Pilânı hiç bir harice taşıcı fevkani Per mabhfillerdir. var desizlikten mennun olmadığımı iddia edemezsin! vardı arada... Bir müddet sonra koridorda tekrar karşılaştık. İh- timal her güzelliğe karşı tabia- tımda mevcut olan hayranlığın farkına vardıktan sonra bir kere bile yüzüme bakmaksızın yürü- dü, Ama, durduğu her yerde ba- na görünebilecek ibir vaziyet se- çişindeki meharetle Çiçek hanım; Melâhatla ayni cinsdendiler, İhti- mal aralarında tek rabıta, iştirak noktası, bu sezişleriydi. Çiçek hanımı tekrar gördüm. Bir tesadüfle... Bir öğle saatiydi bu sefer, Uğradığı tamirler yü- ünden mimari üslübu tamamen silinmiş, nihâyet ilâve edilen gi- rinti ve çıkıntılarla bir de zema- neye uydurulmuş bir otel- lokan- taya girmiştim, — birini Ma için Gö rdü üğüm manzara beni me çiviledi. Siyahlar giymiş, ga- zâl boynu gerilmiş, Çiçek hanım, kırmızı bir perdenin önünde du- rüyor; yukarı çıkan merdivenin hemen yanıbaşına, üzerinde bir şişe şarabla kadehi bulunan ma- saya bakıyordu. o Çıplak kollu, perişan saçlı bir genç - ihtiyar kadın, şarabı içmekteydi. Günün o saatinde... Çiçek hanım, hemen ahenkli yü- rüyüşüyle merdivenlere gitti, Yu- karı çıkıncaya kadar arkasından baktım, Bu sahnede hiçbir fev- kalâdelik yoktu, Fakat hangi fev- kalâdelik ilk bakışta alelâde de- ğildir? Şarab içeni tanıyordum Serse- rilik günlerimin eski bir âşinası: Artist. Sn zamanlarda iyice alk kolik olmuştu. Durumu iyi değil di | — Merhaba! dedi. — Merhaba... Ne istiyordu siz- den? Bıçak yarası gibi güldü (Bu nokta mühimdir, Artistler ya yırtık kahkahalarla, gayet baya- ğı bir şekilde gülerler, yahut bı- çak yarası gibi. Bu, onları tasvir edenin romantizm derecesine kal- mış bir şeydir.) Tereddüt etti bir ân. Sonra: — Eski bir dost; dedi, aldır. ma... rl l Ne ben onu teselli edebildim, ne o, beni edebilirdi. Sustuk, Bu yorgun kadını müsamaha ile, sa“ bırla hattâ muhabbetle dinlemiş- * tim. Sebebini keşfettim : hatırlatan çizgiler 1. Bir ân artisti, Çiçek ve Me- i öbürünün yerine koydum. Ne erin manzara? Eski artist, dünyanın en lüks salonunda, bir saat geçmeden teşhis edilir, Çiçek hanım dünya- nın en süfli muhitinde teşhir €- dilirdi. Fakat Melâhat... O, iki hayatın ikisini de sürmeğe müsa- it bir kıyıdaydı, Daha, ne muhi- tinin, ne yılların tesirile kalıplaş- mıştı. Bakireydi henüz. Ondaki istikbal imkânları ve ihtimallerin çokluğu, niçin bana öyle (söylediğini bir dereceye kadar izah edebilirdi. Yahud da, işin doğrusu, ölçüsüz saffetim, ister istemez bu, işime gelen ne- ticeleri çikarmağa behi sevket- mişti, Her gün gazeteye iniyor, her gün mecmuaya uğruyordum. Böy- le yapmadığım nadir günler, Me- lâhatın yolunu bekler ve akşam- ları, onu evine götürürdüm. — Sizde irade namına bir şey yok! demişti, — Mahlük a ip iradesi olan bir kimse sa şi iç <a Mm Pekâ- lâ, “Yendi betsüı dilediği gibi düzenliyor... e — Dilediği gibi, ama kendisi- nin değil. Hem, benim böyle ir&- 311 .— Böyle gelişi güzel yaşamak- tan da memnun olunur muymuş — Ben gelişi güzel yaşamıyo- rum. Böyle yaşamak icab ettiği için böyleyim. İstesem de başka türlü yaşıyamam. Niçin sen bir ha lişi güzel”, insanların kendi id- raklerine sığmıyan nizama ver- dikleri isim. En büyük nizamsız görünmekte gizli... — Siz, kendi kendinizi müda- İaaya çalışıyorsunuz..: di yır. Kendimi müdafaaya çalışmak benim haddim değil. Hiç bir şey kabili müdafaa değildir. endi kendinizi müda- dili ğe yoktur. Sen güzel misin? — Yoook... — Ama güzelsin. — Size öyle geliyor. Demek öyle — gelebilmeyi mümkün kılan bir değer var sen- de, Bir çeşit güzellik, ahir Süvemli (Daha 2 sayı devam etlecek) 13

Bu sayıdan diğer sayfalar: