10 Eylül 1936 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 17

10 Eylül 1936 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 17
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

254 SERVETİFÜNUN No. 2090 —405 Yazan : — Çeviren ; Panli Ziflerer M EÇ 4 U | E D 0 G R U Ferid Namık Roman: 332 .. Hansoy — Müdafaam pek kabataslak... Hakikate karşı mücadelede bir fayda yoktur; çünkü bi- zim müşteri suikast için kullandığı rovelveri mahkeme huzuruna koymakla bütün şüpheleri bizzat kendisi üzerine davet etmiş oldu. İhtmal ki, siz de, hatırlarsınız, İlani maktulün yanı başında boş bir kartuş bulunmuştu; işte o kar- tuş silâhla pek mükemmel surette biribirine uyu- yor. Bütün gayretimi sarfettiğim halde heyeti hâkimeye müessir olamadım. Şunu da söylemek isterim ki, Halef Bey, Moskovitlerin bir âleti- dir. Onun âteşin ve mert gençliğini kullandı- lar... Kendi gizli mahkemelerinin vermiş oldu» gu kararları icra ve infaz için Harbü şemsi cemiyetinde ve kendisinden istifade ederek onu hurban yapmakta tereddüt göstermediler. — Fakat o meşum ânın başka şahitleri de var. — Eğer dostunuzu kurtarmak istiyorsanız söylediklerimin, gösterdiğim delillerin aksini »- söylemeğe kalkışmayınız. Şimdi bizim düşüne- ceğimiz mesele, keyfiyetin ehven tarafını ka- zanmaktır. Sözlerimi anlıyorsunuz ya... (Elile kendi ensesine vurarak) aksi takdirde her şey nıahvoldu demektir. Müdafaa vekilinin bu sözleri oldukça ikna ediciydi. Mur, Halef Beyin mukadderatile bihakkın alâkadar bulunan Abdülkadiri görmek istiyordu. Mezopotamya murahhas heyeti çoktan dağılmıştı. Menahim de emin bir mahalle gitmek için tren- de giderken yakayı ele vermiş ve müşahede al- tana alınmak üzere hapsedilmişti. Harhâ şemsi cemiyeti azaları arasında ismi gemekle beraber, en müthiş cinayetler listesinde ehemmiyetsiz bir mevki alıyordu. Şeyh, artık tamamen münzevi bir hayata girmişti, Vagram caddesindeki küçük oteli terk etmeğe henüz karar vermiyor; daima bornuzuna bürünerek pencere kenarındaki bir divan üzeri- ne bağdaş kuruyor ve oturduğu yerde, gözka- pakları mütemadiyen açılıp kapanıyordu. Zama- uın geçmesine rağnen sakin bekleyişile vaktin- de kendisini arıyacaklarını düşünerek kaygusuz bir vaziyette olduğu anlaşılıyordu. Halef Beyin avukatını tutan ve bütün masarifi üzerine alan Abdülkadirdi. Şimdi Mur, ihtiyarı sık sık ziyaret ediyor; geçen uzun saatler esnasında her ikiside karşı karşıya oturarak sessiz sessiz duruyorlardı. Şark- lı, uzaklara, eskiye ait hâtıralarının hulyalarile meşgul olurken; Garblı, malümat almak hırsile onu tetkik ediyor, bu yabancı ruhu üzerinde müessir olmaktan başka hiç bir gayesi olmak- sızın onun gizli düşüncelerine nüfuz etmeği de- niyordu. Abdülkadirin resmi bir tavırla misa- flrine gitmesini ima ettiği vakite kadar kahve içiyorlardı. Kış gelmişti. Mur, artık faydalı bir malümat alacağını ümit etmiyordu. 'Tıpkı kendi ayarındakiler de olduğu gibi, esrarengiz bir şekilde zenginleşen ve şehrin or- tasındaki büyük bir otelde oturan Kilimyanı dü- şünmüş; bu adama karşı duyduğu nefret ve s0- gukluğa rağmen ondan bir mülâkat istemeğe karar vermiş ve bir akşam üzeri, tayin edilen saatte, otelin bürosunda bulunmuştu, Ötel garsonlarından biri: — Mösyö Kilimyan zatiâlilerini dairelerine götürmekliğim emrini verdiler, diyordu. Mur, kendi kendine : — Hay şeytan hay!.. Bizim muhterem Ah- med büyük adam oldu. Öyle ya, herkes bah- tına, sirasına... Garson, genç adamı altıncı katta, oldukça geniş bir daireye sokmuştu. Duvarda Meryemin bir resmi aşılidi. Daha ötede bir aile fotoğra- fının birinci plânında, bağdaş kurmuş bir va- ziyetde oturmuş ermeninin çocukluk resmi gö- rülüyor ve ortadaki bir masanın üzerinde de muhtelif fransız romanları bulunuyordu. Oda çok sıcaktı. Mur, küçük bir balkona açılan camlı kapıyı açmış ve bir müddet sabit bakışlarla ha- reketsiz kalmıştı. Aşağıda Opera meydanı, her akşam olduğu gibi, bol ışıklarla parıldıyarak uzanıyor; çok canlı ve çok neşeli olan bu Pa- risin merkezi, Murun nazarlarına çok farklı ve değişmiş gibi görünüyordu. Yanı başında, he- men hemen ayni yükseklikteki Operanın damı ve geniş kemerlerinin dehlizlerinden menekşe renginde parlak bir buğu yükseliyordu. Bu bi- rinci plândı; manzara daha çok uzaklara gidiyordu. Halevi ve Ober caddeleşinin her bir tarar

Bu sayıdan diğer sayfalar: