YÜTT & ayarr e | geeti e Ümüee d l T MA eee Ş üi * — 6 T Tef Teniy ŞSi GĞ ŞA G el DŞ G — ŞAİ GF S LA e T v Vi ” A WE" R Baş pp lli a FAŞA ö Va e DÜM Ö SÜ ü BN f EA, KA vf ŞA LAĞAĞ AĞN Va salemdağa eli rem ) OGee C vi aa ÖÜT < Gkeşlir Eöe ERRÇARĞ A A, SAT ÇA çi ee Y AZTĞİ A DUT V a ği l a MAD yt GN İ 5 GA ll 10 Sayfa SON POSTA a Sonü Posta » nın tefrikası : 15 AO Endülüs Şövalyesi Abdurrahman A, R. Yazan : Florindanın berrak ve tannan sesi, Tarifin heyecan içinde çarpan kalbini titretmişti. Tarif, kıza karşı şiddetli bir meyil hissediyordu Salonun ortasın « Un daki büyük ve yek- a. pare mermer masa « nın üstü, eski Roma zenginlerinin bütün servet ve sefahati - ni gösterecek suret- | te tanzim edilmişti, Altın, gümüş, billür, fil dişi takımlar.... putperestlik devri - nin —mâbetlerinden yadigâr kalan bo - hurdanlar.. — insan gövdesinden — daha kalin tünç şamdan- lar.. altın tozu karış- tırılarak dökülmüş - renk renk mumlar; e B bu muhteşem salona efsanevi bir şekil vermişti. Dost ve müttefikler, tam zamanında birleşmişlerdi. Yakın bir istikbalde, kazanılacak büyük muvaffakiyetten emin olduklarını gösteren bir neş'e içinde, yemeklerini yemişlerdi... Ön - dan sonra da, tıpki Roma kibarları gibi, sedirlerine uzanarak İspanyadan gelen s$on haberler hakkında münakaşalara girişmişlerdi. “ Tarif, bu gece pek şendi. Akşamdan- beri kalbinde kaynayan meçhul bir se- vinç; onu o koca salonun somaki ve mermer duvarları, rengârenk mozaik- lerle müzeyyen tavanı arasına sığami- jyacak derecede coşkun bir hale getir - mişti. Arkqdaşı Tarık, Kont Cülyanos ve diğer İspanyol asılzadelerile konuşur- ken o, yerinden ağır ağır kalkmış.. sa- lonun bütün boyunca imtidat eden geniş balkona doğru ilerlemişti. Dirseklerini balkonun kenarına da- yamış; bir kaç kere, derin derin nefes aâalmıştı. Ciyerleri, denizden gelen tatlı ve serin bir hava ile kabarmıştı. Göz- leri, boşluklar içinde dolaşmıştı. Fakat, hiç bir şey görmeye, hiş bir şey hisset- mMiye muvaffak olamamıştı. Çünkü; akşamdanberi bütün — düşüncelerine, , bütün his ve fikirlerine hâkim olan büsbütün başka bir kuvvet vardı. Öy- Te bir kuvvet ki, her an artan bir hara- fetle damarlarındaki kanı kaynatıyor.. onu, seçilemiyen tatlı bir rüyanın mahmurluğu içinde yaşatıyordu. Hava, her geceden daha berraktı. Ruhları coşturan bir mehtap vardı. Ha- fif hafif esen şimal rüzgârı, hurma ve müz Aağaçlarının kalın yapraklarını sıyıra sıyıra geçiyor.. bunların arasın- dan geçerken çıkardığı hafif sesler tıpkı bir fısıltıya benziyordu. Deniz, açık lâcivert bir kumaş gibi uzayıp gidiyordu, Ufuklar, görünmü - yordu. Yalnız karşi sahil, üstüste yı- gılmış muazzam kayalıklarile, o hey- betli manzarasile şarka doğru uzayıp * gidiyor.. tıpkı, aşılması imkânı olma - yan bir sete benziyordu. Tarifin gözleri, bu aşılmaz set üze - rinde temerküz etmişti. Vücudü, ha - fifçe ürpermişti. Akşamdanberi gittik- çe artan meçhul bir neş'e ile çarpan kalbi, ancak bir kaç saniye süren hele- canlı bir çarpıntı ile titremişti. Ateş gibi yanan dudaklarının arasından şu sözler geçmişti.: — Acaba, ilk defa olarak bu yalçın kayaları aşmak şerefi, hangi kahra - mana nasip olacak?. Bu sual, onun dudaklarındaki tebes- sümü bir kat daha genişletmişti. Bu meçhul suale, bir cevap bulmak iste - Mişti. Fakat o anda, yanında bir ipek hışirtisi işitmiş.. başını çevirdiği zaman gözleri; madmazel Florindanın muhte- şem güzelliğe malik olan çehresine te- merküz etmişti. Florindanın berrak ve tannan sesi, Tarifin heyecan içinde çarpan kalbini titretmişti: — Ne güzel hava.. ne güzei mehtan... Tıpkı, İspanyanın ( Taj ) sahillerinin mehtaplarını andırıyor. — Orada mehtap bu kadar güze! mi- dir, Madmazel?.. — ÖOh, görseniz.. o kadar lâtif.. o ka- dar bediidir ki ... — Şu halde; İspanyol dilberleri. o emsalsiz güzellik ve cazibelerinin kud- retini, mutlaka © lâtif mehtabın nu - rundan alıyorlar, — İhtimal.. belki... Madmazel Florindanın hneş'eli bir kahkahası, bu tatlı konuşmaya kısa bir fasıla vermişti. Bu fasıladan sonra, Tarif sözüne de- vam etmişti.: — Madmazel!. İspanyol kadınları için, aşkın ve hassasiyetin timsalidir; derler, Bunun, yalan veyahut gerçek olduğunu bilmiyorum. Ve tabiidir ki, bu hususta sizden bir cevap bekiemeye de cesaret edemiyorum.. yalnız ben, bu rivayeti bir hakikat olarak kabüul e- derek şunu düşünüyorum... Bizim, çöl çocukları da aâşkı, çok hissederler. İs- panyayı istilâ ettiğimiz zaman, bu iki unsur karşı karşıya gelince, kim bilir ne aşk hâdiselerine şahid olacağız... Sonra; hiç şüphesiz ki bu aşklar, birbi- rini takib eden izdivaçlarla neticelene- cek. .ve ondan sonra da, yepyeni bir ne- sil türiyerek... Öyle bir nesil ki.... Madmazel Florinda, birdenbire Ta - rif'in sözünü kesti. O da kollarını bal- konuün kenarina dayırarak: — Çok.. çok doğru düşünüyorsunuz. İspanya dilberleri, sizin kahramanları- nızı o kadar büyük bir hararetle karşı- liyacaklar ki... — Acaba?., — A.. buna hiç şüphe etmeyiniz... Meselâ; bakınız, ben.. anamın memle - ketini, Vizigotların zülmünden kur - tarmak için İspanya toprağına ilk ayak basacak olan kahramana bir şey hedi- İye etmeyi düşünüyorum. — Yaaa?, — Evet,. — Çoök yüksek bir düşünüş... Pekâlâ Madmazel.. bu bahtiyar kahramana he- diye edeceğiniz şeyin ne olabileceğini de kararlaştırdınız mı?.. — Hayır... Fakat, kahramanlara ne hediye edilebilir?.. Mesdlâ, kıymettar bir kılıç. güezl bir at.. iyi bir arke - büz (1)... Bilmem ki.. daha ne olabi - Brt... Bir kaç saniye, süküt ile geçti. Tarif, hafifce sallanarak gözlerini İspanya sa- hillerine çevirdi., Söylemekten korku - yormuş gibi, sesi titriyerek suai etti: — Madmazel!,. Şayet, talih bu şerefi bana ihsan ederse... Florinda, helecanlı bir sesle mukabe- le etti: — Size mi?.. — Evet. — Odğo; azizim, Tarif.. bilmem kı si- ze ne takdim edebilirim?.. Bunu, dü - şünmek lâzm, — Niçin?.. ) — Çünkü.. sizin şahsınızın bir müm- taziyeti var... Size, alelâde bir hediye verilmez. — Sizin elinizin temas ettiği her şey, büyük bir kıymet kesbeder, Madma - zel,..Vereceğiniz şey, ne kadar ehem- miyetsiz olursa olsun, en kıymettar bir hediyeden bile üstündür. — Durunuz. Aklıma geldi... Anne - min babasından, miras olarak bana in tikal eden bir hançer vardır. Rivayete nazaran, bu hançeri taşıyan insan aşkta daima muzaffer ve bahtiyar olurmuş... (Arkası var) LA (1) Bir,nevi tüfek. —: « Son Posta » nın büyük deniz romanı : 26 BARBAROS Korsan Peşinde Yazan : Celâl Cengiz Gemicilerde garip bir inaışard, Balina adasından korkarlardı!. Klavdiyos — kumandasında — yola çıkan donanmada otüz bin . mu- harib ve sekiz bin kürekçi varmış. Romalılar Klavdiyos'a kadar bu derece büyük, zengin ve mükemmel bir do - nanma hazırlamamışlardı. lavdıyos Kartacalıları bu limandan püskürtece- ğinden ve şehri ele geçireceğinden e - min bulunuyordu. Romalıların donan- ması Drepana limanı önüne yaklaşır yaklaşmaz, denizçilikteki tecrübesiz - likleri yüzünden - garip bir hâdise ile karşılaşıyorlar. Limanda Kartacalıların zayif denecek kadar ehemmiyetsiz bir donanması vardı. Kartaca kumandani düşman gemilerini uzaktan görünce - limanda basılmak tehlikesine uğrama- mak için - derhal bir huruç hareketi yapıyor.. ve Romalıları liman ağzında bu gemilerle karışıyor.. Kartacalılar, Romalıların bu şaşkınlığından istifade ederek düşman donanması üzerine hü- cum ediyorlar.. Romalıları sahile ka - dar sürerek perişan ediyorlar. Kartaca- lılar bu deniz harbinde ne kadar deniz- çi olduklarını göstermişler ve Romalı - ların bütün askerlerini denize dökerek boğmuşlardı. İşte Romalıları bu hezi- metten sonra, uzun müddet denize çÇık- madılar.. donanmalarını yeniden ihya| ettikleri halde sefer yapacak ve Karta- calılardan öç almak cesaretini göstere- cek bir kumandan bulamamışlardır. — General Klavdiyos ne oluyor bu harpte? — Bir Kartacalının okile denize dev- rilip boğuluyor. — Müthiş bir bozgun... — Evet, Bu bozgundan sonra, Ro- malılar bu mağlübiyeti « Mâbutların mücazatı» diye telâkki ederek deniz harplerine uzun zaman girişmemişler- dir. — Kartacalılar bu harbi zekâ ve bu- luşlarile kazanmışlar. Mâbudlar bu işe karışır mı? ş — Romalıların böyle inanmağa hak- ları vardı. Çünkü, Klavdiyos Romadan ayrılırken, elini Kartaca istikametine | uzatarak: «— Büyük Roma donanması sizi mahvetmeğe geliyor.. ölüme hazırlanı- nız!'» Diye -bağırmıştı. (1) — Gerçek, harb talihi, bu kadar mağ- rür bir adama yardım edemez. * * £ Türk korsanlarının ( İssız ada) dan ayrılışı.. İki gün sonra.. Balina adasından ayrılıyorlardı. Salih Reis adaya çıkmakta Israr et- mişse de, Barbaros gemilere bir uğur - süuzlük gelmesinden korkarak müsaade etmemişti. Gemicilerde garib bir inanış vardı: Bu adaya ayak basan adam hayatta mu- hakkak surette mağlüb olur ve çok feci |bir şekilde ölürdü. Gemiler adadan ayrılırken, geldikle- ri gibi üç kol üzerinden sıralanmışlar - dı. Barbaros: — Rüzgârı bulduk.. kürekciler sı - kintı çekmiyecek. Diyordu. Cerbeden ayrıldıkları gündenl_ııeri de- nizde dalga yüzü görmemişlerdi Türk gemicileri: Deniz dalgasız olmaz. Türkler dalgadan yılmaz. (1 O zamanlar âdet olduğu üzere (Klav- diyos) sefere giderken, bir kafes içinde elli tane mukaddes piliç götürmüştü. Hücumdan biraz önce, yani Roma donanması (Drepa - na) limanına varmadan, piliçlerin kendile - rine verilen yemi yemedikleri haber veril- mişti. Bu, Romalıların itikadınca, mabudla- n'a bu muharebeden memnun olmadıklarına alâmetti. Halbuki mağrur Klavdiyos buna hiç ehemmiyet vermemiş ve: «Mademki vem | yemiyor.. bari su içsinler!» diyerek hepsini denize attırmıştı. Aynı günün akşamı RKöoma- hlar Drepana limanı önünde mağlüb ve peri- san oldular. — Romalılar Tarihi — | Biz dalgada yatarız., Dalgasız uyku olmaz! Diyerek hep bir ağızdan türküye baş- lamışlardı. —- Cezayir korsanları dalgalı denizler - de dolaşmağa alıştıkları için, bütün de- niz türküleri dalga üzerine düzülmüş - tü. z Gemilerin yelkenlerini şişiren rüz - gâr, gittikce artıyor, dalgalar birbiri - nin üzerine yuvarlanarak, üstünde se- ken tekneleri limon kabuğu gibi oyna- tıyordu. Korsanlar aradıkları havayı bulmuş- lardı. Dalgalar arkadan geliyordu. O gün (ıssiız ada) dan güneşle bera- ber ayrıldılar.. bu hava ile akşama ka- dar gidecek olurlarsa, hesabca bir sahi- le varacaklardı. Barbaros (Alvaro körfezi) ne doğ - ru gidiyordu. Bu körfezi akşama ka - dar tutacak olurlarsa, geceyi orada geçirmek mümkün olacaktı. . Barbarösun gemisinde çalışan yel - kenci Receb bu körfeze iki yıl önce Barbarosla bir kere daha gelmişti. Bu- rası İtalyan sahillerinde, Amiral Al - varonun sık sık uğrayıp sığındığı iki dil gibi uzanmış bir limandı. Köyü, ka- sabası, halkı yoktu. Fakat, buraya ge- niş bir şehir bile kurulabilirdi., arkası düz bir arazi ile birleşmişti. İspanyol amiralinin sık sık uğradı - ğından kinaye olarak buraya Venedik- liler bu adı vermişlerdi. Yelkenci Receb, Barbarosa sordu: — Alvaro körfezinde düşman gemi - lerile karşılaşırsak, ne yapacağız? Barbaros güldü: — Nerde o günler?! Alvaro ile veya ona mensub bir donanma ile karşılaş- sak hemen harbe tutüşuruz. Barbarosun öc alamadığı bir adam varsa, o da Âmiral ÂAlvaro idi. O, İspanyol amiralini bu körfezde kıs- tıracak olursa, İspanyol gemileri mah- volmuş demekti. Çünkü körfezin dili yarım mil kadar uzundu.. bu ince yol- dan gemilerin kolaylıkla manevra ya- parak çıkmalarına imkân yaktu. Gerçi bu tehlike kendileri için de beklenebilirdi. Barbaros gemilerini bu körfeze soktuktan sonra, tesadüfen Al- varonun donanmasının buraya gelmesi de mümkündü. Fakat, Barbaros gemile- rini körfezin ağzında tutmağa.ve yel- kenleri indirmemeğe karar vermişti. Gözcüleri bu ihtimalleri düşünerek et- rafı daima tarassud edeceklerdi. Alvaroya gelince.. o, Barbarosun bu körfeze gelmesi ihtimalini hiç bir za - man düşünemezdi. Barbarosun bu sularda dolaştığını ne görmüşler, ne de işitmişlerdi. İspanyollar için burası en emin, en kuytu bir limandı. Türk korsanları doğru gidiyorlardı. Alvaro körfezi eski zamanlarda Den- Alvaro körfezine ta limanı diye maruf bir kaçakcı yata: ğıydı. Kartacalılarla Romalılar deniz harble- |rine başladıkları devirlerde burası Ro- malıların idaresi altında küçük bir köy: dü.. sekenesi balıkcılıkla geçinirdi. Denta limanına bir gün Kartacalı * .|lar uğramış, yerlilerden hiç bir yardım görmeyince Kartacalı amiral, yerlileri kılıçtan geçirmişti. Ondan sonra Romalılar buraya gön- derecek ve burada yaşıyacak insan bu- lamamışlardı. Bir aralık Romalılar bu- raya bir kaç yüz Katalan esiri yerleştir- mişlerse de, Katalanlar da Kartacalı - lara iltihak ederek limanı terketmiş ' ler.. Denta ikinci defa da boş kalmıştı. Barbaros bu limanı çok iyi tanırdı Hattâ o iki yıl önce bu limanda bir gece kalmış ve karaya çıktığı zaman, eski devirlerden kalma yapı duvarlarını ve mahzenleri gezmişti. Barbaros, Venedik cumhuriyetinin buraya neden el atmadığına, burada ni- çin yeni bir şehir kurmadığına hayret ediyordu. Barbaros bu körfez için, arkadaşları- na bir kaç kere neler düşündüğünü söy- liyerek: — Burası Cezayire yakın olsaydı, Cerbeden bir kısım halkı buraya yer * leştirir ve bu güzel limanın içinde yep: yeni bir şehir kurardım. Demişti. Akşam üstü.. Barbaros yanılmamıştı. Tahmin ettiği gibi, güneşlten önce Alvaro limanını bulmuşlardı. ) Gemiler dil önünde sıralanarak, Bar- barostan emir bekliyorlardı. Acaba körfezde düşman gemisi va? mıydı? Bunu anlamadan dile sokulmadılar.. Alvaro limanında bulunan kadın! Barbaros bu tarihi limana girerken, eski Roma tarihi Türk korsanının gö * zünde canlanıyor gibiydi. Limana sokulan gözcüler, Türk ge milerine «tehlike yok» işaretini verin” ce, Türk denizcileri geniş bir nefes 9” larak birer ikişer limana girmeğe bâa3” dılar. , İlk önce Barbaros'un, arkadan Salı_'h Reisin gemileri, daha arkadan da sekiZ gemi limana girmişti. Diğerleri liman ağzında demirlemişlerdi. Burası, bundan evvel uğradıklar! (ıssız ada) ya benzemiyordu. Körfezil iki sahilinde ağaçlar görünüyordu. Hat - tâ limanda dolaşan bir kaç insana bile rastlamışlardı. Barbaroas: — Eskiden burada insan yoktu. adamlar nasıl oturuyorlar burada? gü Diyerek limandan bir şalopeye at mış ve bir çok gemicilerle birlikte ka raya çıkmıştı. pBü (Arkası "“f) KA