7 Mayıs 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

YÜTT & ayarr e | geeti e Ümüee d l T MA eee Ş üi * — 6 T Tef Teniy ŞSi GĞ ŞA G el DŞ G — ŞAİ GF S LA e T v Vi ” A WE" R Baş pp lli a FAŞA ö Va e DÜM Ö SÜ ü BN f EA, KA vf ŞA LAĞAĞ AĞN Va salemdağa eli rem ) OGee C vi aa ÖÜT < Gkeşlir Eöe ERRÇARĞ A A, SAT ÇA çi ee Y AZTĞİ A DUT V a ği l a MAD yt GN İ 5 GA ll 10 Sayfa SON POSTA a Sonü Posta » nın tefrikası : 15 AO Endülüs Şövalyesi Abdurrahman A, R. Yazan : Florindanın berrak ve tannan sesi, Tarifin heyecan içinde çarpan kalbini titretmişti. Tarif, kıza karşı şiddetli bir meyil hissediyordu Salonun ortasın « Un daki büyük ve yek- a. pare mermer masa « nın üstü, eski Roma zenginlerinin bütün servet ve sefahati - ni gösterecek suret- | te tanzim edilmişti, Altın, gümüş, billür, fil dişi takımlar.... putperestlik devri - nin —mâbetlerinden yadigâr kalan bo - hurdanlar.. — insan gövdesinden — daha kalin tünç şamdan- lar.. altın tozu karış- tırılarak dökülmüş - renk renk mumlar; e B bu muhteşem salona efsanevi bir şekil vermişti. Dost ve müttefikler, tam zamanında birleşmişlerdi. Yakın bir istikbalde, kazanılacak büyük muvaffakiyetten emin olduklarını gösteren bir neş'e içinde, yemeklerini yemişlerdi... Ön - dan sonra da, tıpki Roma kibarları gibi, sedirlerine uzanarak İspanyadan gelen s$on haberler hakkında münakaşalara girişmişlerdi. “ Tarif, bu gece pek şendi. Akşamdan- beri kalbinde kaynayan meçhul bir se- vinç; onu o koca salonun somaki ve mermer duvarları, rengârenk mozaik- lerle müzeyyen tavanı arasına sığami- jyacak derecede coşkun bir hale getir - mişti. Arkqdaşı Tarık, Kont Cülyanos ve diğer İspanyol asılzadelerile konuşur- ken o, yerinden ağır ağır kalkmış.. sa- lonun bütün boyunca imtidat eden geniş balkona doğru ilerlemişti. Dirseklerini balkonun kenarına da- yamış; bir kaç kere, derin derin nefes aâalmıştı. Ciyerleri, denizden gelen tatlı ve serin bir hava ile kabarmıştı. Göz- leri, boşluklar içinde dolaşmıştı. Fakat, hiç bir şey görmeye, hiş bir şey hisset- mMiye muvaffak olamamıştı. Çünkü; akşamdanberi bütün — düşüncelerine, , bütün his ve fikirlerine hâkim olan büsbütün başka bir kuvvet vardı. Öy- Te bir kuvvet ki, her an artan bir hara- fetle damarlarındaki kanı kaynatıyor.. onu, seçilemiyen tatlı bir rüyanın mahmurluğu içinde yaşatıyordu. Hava, her geceden daha berraktı. Ruhları coşturan bir mehtap vardı. Ha- fif hafif esen şimal rüzgârı, hurma ve müz Aağaçlarının kalın yapraklarını sıyıra sıyıra geçiyor.. bunların arasın- dan geçerken çıkardığı hafif sesler tıpkı bir fısıltıya benziyordu. Deniz, açık lâcivert bir kumaş gibi uzayıp gidiyordu, Ufuklar, görünmü - yordu. Yalnız karşi sahil, üstüste yı- gılmış muazzam kayalıklarile, o hey- betli manzarasile şarka doğru uzayıp * gidiyor.. tıpkı, aşılması imkânı olma - yan bir sete benziyordu. Tarifin gözleri, bu aşılmaz set üze - rinde temerküz etmişti. Vücudü, ha - fifçe ürpermişti. Akşamdanberi gittik- çe artan meçhul bir neş'e ile çarpan kalbi, ancak bir kaç saniye süren hele- canlı bir çarpıntı ile titremişti. Ateş gibi yanan dudaklarının arasından şu sözler geçmişti.: — Acaba, ilk defa olarak bu yalçın kayaları aşmak şerefi, hangi kahra - mana nasip olacak?. Bu sual, onun dudaklarındaki tebes- sümü bir kat daha genişletmişti. Bu meçhul suale, bir cevap bulmak iste - Mişti. Fakat o anda, yanında bir ipek hışirtisi işitmiş.. başını çevirdiği zaman gözleri; madmazel Florindanın muhte- şem güzelliğe malik olan çehresine te- merküz etmişti. Florindanın berrak ve tannan sesi, Tarifin heyecan içinde çarpan kalbini titretmişti: — Ne güzel hava.. ne güzei mehtan... Tıpkı, İspanyanın ( Taj ) sahillerinin mehtaplarını andırıyor. — Orada mehtap bu kadar güze! mi- dir, Madmazel?.. — ÖOh, görseniz.. o kadar lâtif.. o ka- dar bediidir ki ... — Şu halde; İspanyol dilberleri. o emsalsiz güzellik ve cazibelerinin kud- retini, mutlaka © lâtif mehtabın nu - rundan alıyorlar, — İhtimal.. belki... Madmazel Florindanın hneş'eli bir kahkahası, bu tatlı konuşmaya kısa bir fasıla vermişti. Bu fasıladan sonra, Tarif sözüne de- vam etmişti.: — Madmazel!. İspanyol kadınları için, aşkın ve hassasiyetin timsalidir; derler, Bunun, yalan veyahut gerçek olduğunu bilmiyorum. Ve tabiidir ki, bu hususta sizden bir cevap bekiemeye de cesaret edemiyorum.. yalnız ben, bu rivayeti bir hakikat olarak kabüul e- derek şunu düşünüyorum... Bizim, çöl çocukları da aâşkı, çok hissederler. İs- panyayı istilâ ettiğimiz zaman, bu iki unsur karşı karşıya gelince, kim bilir ne aşk hâdiselerine şahid olacağız... Sonra; hiç şüphesiz ki bu aşklar, birbi- rini takib eden izdivaçlarla neticelene- cek. .ve ondan sonra da, yepyeni bir ne- sil türiyerek... Öyle bir nesil ki.... Madmazel Florinda, birdenbire Ta - rif'in sözünü kesti. O da kollarını bal- konuün kenarina dayırarak: — Çok.. çok doğru düşünüyorsunuz. İspanya dilberleri, sizin kahramanları- nızı o kadar büyük bir hararetle karşı- liyacaklar ki... — Acaba?., — A.. buna hiç şüphe etmeyiniz... Meselâ; bakınız, ben.. anamın memle - ketini, Vizigotların zülmünden kur - tarmak için İspanya toprağına ilk ayak basacak olan kahramana bir şey hedi- İye etmeyi düşünüyorum. — Yaaa?, — Evet,. — Çoök yüksek bir düşünüş... Pekâlâ Madmazel.. bu bahtiyar kahramana he- diye edeceğiniz şeyin ne olabileceğini de kararlaştırdınız mı?.. — Hayır... Fakat, kahramanlara ne hediye edilebilir?.. Mesdlâ, kıymettar bir kılıç. güezl bir at.. iyi bir arke - büz (1)... Bilmem ki.. daha ne olabi - Brt... Bir kaç saniye, süküt ile geçti. Tarif, hafifce sallanarak gözlerini İspanya sa- hillerine çevirdi., Söylemekten korku - yormuş gibi, sesi titriyerek suai etti: — Madmazel!,. Şayet, talih bu şerefi bana ihsan ederse... Florinda, helecanlı bir sesle mukabe- le etti: — Size mi?.. — Evet. — Odğo; azizim, Tarif.. bilmem kı si- ze ne takdim edebilirim?.. Bunu, dü - şünmek lâzm, — Niçin?.. ) — Çünkü.. sizin şahsınızın bir müm- taziyeti var... Size, alelâde bir hediye verilmez. — Sizin elinizin temas ettiği her şey, büyük bir kıymet kesbeder, Madma - zel,..Vereceğiniz şey, ne kadar ehem- miyetsiz olursa olsun, en kıymettar bir hediyeden bile üstündür. — Durunuz. Aklıma geldi... Anne - min babasından, miras olarak bana in tikal eden bir hançer vardır. Rivayete nazaran, bu hançeri taşıyan insan aşkta daima muzaffer ve bahtiyar olurmuş... (Arkası var) LA (1) Bir,nevi tüfek. —: « Son Posta » nın büyük deniz romanı : 26 BARBAROS Korsan Peşinde Yazan : Celâl Cengiz Gemicilerde garip bir inaışard, Balina adasından korkarlardı!. Klavdiyos — kumandasında — yola çıkan donanmada otüz bin . mu- harib ve sekiz bin kürekçi varmış. Romalılar Klavdiyos'a kadar bu derece büyük, zengin ve mükemmel bir do - nanma hazırlamamışlardı. lavdıyos Kartacalıları bu limandan püskürtece- ğinden ve şehri ele geçireceğinden e - min bulunuyordu. Romalıların donan- ması Drepana limanı önüne yaklaşır yaklaşmaz, denizçilikteki tecrübesiz - likleri yüzünden - garip bir hâdise ile karşılaşıyorlar. Limanda Kartacalıların zayif denecek kadar ehemmiyetsiz bir donanması vardı. Kartaca kumandani düşman gemilerini uzaktan görünce - limanda basılmak tehlikesine uğrama- mak için - derhal bir huruç hareketi yapıyor.. ve Romalıları liman ağzında bu gemilerle karışıyor.. Kartacalılar, Romalıların bu şaşkınlığından istifade ederek düşman donanması üzerine hü- cum ediyorlar.. Romalıları sahile ka - dar sürerek perişan ediyorlar. Kartaca- lılar bu deniz harbinde ne kadar deniz- çi olduklarını göstermişler ve Romalı - ların bütün askerlerini denize dökerek boğmuşlardı. İşte Romalıları bu hezi- metten sonra, uzun müddet denize çÇık- madılar.. donanmalarını yeniden ihya| ettikleri halde sefer yapacak ve Karta- calılardan öç almak cesaretini göstere- cek bir kumandan bulamamışlardır. — General Klavdiyos ne oluyor bu harpte? — Bir Kartacalının okile denize dev- rilip boğuluyor. — Müthiş bir bozgun... — Evet, Bu bozgundan sonra, Ro- malılar bu mağlübiyeti « Mâbutların mücazatı» diye telâkki ederek deniz harplerine uzun zaman girişmemişler- dir. — Kartacalılar bu harbi zekâ ve bu- luşlarile kazanmışlar. Mâbudlar bu işe karışır mı? ş — Romalıların böyle inanmağa hak- ları vardı. Çünkü, Klavdiyos Romadan ayrılırken, elini Kartaca istikametine | uzatarak: «— Büyük Roma donanması sizi mahvetmeğe geliyor.. ölüme hazırlanı- nız!'» Diye -bağırmıştı. (1) — Gerçek, harb talihi, bu kadar mağ- rür bir adama yardım edemez. * * £ Türk korsanlarının ( İssız ada) dan ayrılışı.. İki gün sonra.. Balina adasından ayrılıyorlardı. Salih Reis adaya çıkmakta Israr et- mişse de, Barbaros gemilere bir uğur - süuzlük gelmesinden korkarak müsaade etmemişti. Gemicilerde garib bir inanış vardı: Bu adaya ayak basan adam hayatta mu- hakkak surette mağlüb olur ve çok feci |bir şekilde ölürdü. Gemiler adadan ayrılırken, geldikle- ri gibi üç kol üzerinden sıralanmışlar - dı. Barbaros: — Rüzgârı bulduk.. kürekciler sı - kintı çekmiyecek. Diyordu. Cerbeden ayrıldıkları gündenl_ııeri de- nizde dalga yüzü görmemişlerdi Türk gemicileri: Deniz dalgasız olmaz. Türkler dalgadan yılmaz. (1 O zamanlar âdet olduğu üzere (Klav- diyos) sefere giderken, bir kafes içinde elli tane mukaddes piliç götürmüştü. Hücumdan biraz önce, yani Roma donanması (Drepa - na) limanına varmadan, piliçlerin kendile - rine verilen yemi yemedikleri haber veril- mişti. Bu, Romalıların itikadınca, mabudla- n'a bu muharebeden memnun olmadıklarına alâmetti. Halbuki mağrur Klavdiyos buna hiç ehemmiyet vermemiş ve: «Mademki vem | yemiyor.. bari su içsinler!» diyerek hepsini denize attırmıştı. Aynı günün akşamı RKöoma- hlar Drepana limanı önünde mağlüb ve peri- san oldular. — Romalılar Tarihi — | Biz dalgada yatarız., Dalgasız uyku olmaz! Diyerek hep bir ağızdan türküye baş- lamışlardı. —- Cezayir korsanları dalgalı denizler - de dolaşmağa alıştıkları için, bütün de- niz türküleri dalga üzerine düzülmüş - tü. z Gemilerin yelkenlerini şişiren rüz - gâr, gittikce artıyor, dalgalar birbiri - nin üzerine yuvarlanarak, üstünde se- ken tekneleri limon kabuğu gibi oyna- tıyordu. Korsanlar aradıkları havayı bulmuş- lardı. Dalgalar arkadan geliyordu. O gün (ıssiız ada) dan güneşle bera- ber ayrıldılar.. bu hava ile akşama ka- dar gidecek olurlarsa, hesabca bir sahi- le varacaklardı. Barbaros (Alvaro körfezi) ne doğ - ru gidiyordu. Bu körfezi akşama ka - dar tutacak olurlarsa, geceyi orada geçirmek mümkün olacaktı. . Barbarösun gemisinde çalışan yel - kenci Receb bu körfeze iki yıl önce Barbarosla bir kere daha gelmişti. Bu- rası İtalyan sahillerinde, Amiral Al - varonun sık sık uğrayıp sığındığı iki dil gibi uzanmış bir limandı. Köyü, ka- sabası, halkı yoktu. Fakat, buraya ge- niş bir şehir bile kurulabilirdi., arkası düz bir arazi ile birleşmişti. İspanyol amiralinin sık sık uğradı - ğından kinaye olarak buraya Venedik- liler bu adı vermişlerdi. Yelkenci Receb, Barbarosa sordu: — Alvaro körfezinde düşman gemi - lerile karşılaşırsak, ne yapacağız? Barbaros güldü: — Nerde o günler?! Alvaro ile veya ona mensub bir donanma ile karşılaş- sak hemen harbe tutüşuruz. Barbarosun öc alamadığı bir adam varsa, o da Âmiral ÂAlvaro idi. O, İspanyol amiralini bu körfezde kıs- tıracak olursa, İspanyol gemileri mah- volmuş demekti. Çünkü körfezin dili yarım mil kadar uzundu.. bu ince yol- dan gemilerin kolaylıkla manevra ya- parak çıkmalarına imkân yaktu. Gerçi bu tehlike kendileri için de beklenebilirdi. Barbaros gemilerini bu körfeze soktuktan sonra, tesadüfen Al- varonun donanmasının buraya gelmesi de mümkündü. Fakat, Barbaros gemile- rini körfezin ağzında tutmağa.ve yel- kenleri indirmemeğe karar vermişti. Gözcüleri bu ihtimalleri düşünerek et- rafı daima tarassud edeceklerdi. Alvaroya gelince.. o, Barbarosun bu körfeze gelmesi ihtimalini hiç bir za - man düşünemezdi. Barbarosun bu sularda dolaştığını ne görmüşler, ne de işitmişlerdi. İspanyollar için burası en emin, en kuytu bir limandı. Türk korsanları doğru gidiyorlardı. Alvaro körfezi eski zamanlarda Den- Alvaro körfezine ta limanı diye maruf bir kaçakcı yata: ğıydı. Kartacalılarla Romalılar deniz harble- |rine başladıkları devirlerde burası Ro- malıların idaresi altında küçük bir köy: dü.. sekenesi balıkcılıkla geçinirdi. Denta limanına bir gün Kartacalı * .|lar uğramış, yerlilerden hiç bir yardım görmeyince Kartacalı amiral, yerlileri kılıçtan geçirmişti. Ondan sonra Romalılar buraya gön- derecek ve burada yaşıyacak insan bu- lamamışlardı. Bir aralık Romalılar bu- raya bir kaç yüz Katalan esiri yerleştir- mişlerse de, Katalanlar da Kartacalı - lara iltihak ederek limanı terketmiş ' ler.. Denta ikinci defa da boş kalmıştı. Barbaros bu limanı çok iyi tanırdı Hattâ o iki yıl önce bu limanda bir gece kalmış ve karaya çıktığı zaman, eski devirlerden kalma yapı duvarlarını ve mahzenleri gezmişti. Barbaros, Venedik cumhuriyetinin buraya neden el atmadığına, burada ni- çin yeni bir şehir kurmadığına hayret ediyordu. Barbaros bu körfez için, arkadaşları- na bir kaç kere neler düşündüğünü söy- liyerek: — Burası Cezayire yakın olsaydı, Cerbeden bir kısım halkı buraya yer * leştirir ve bu güzel limanın içinde yep: yeni bir şehir kurardım. Demişti. Akşam üstü.. Barbaros yanılmamıştı. Tahmin ettiği gibi, güneşlten önce Alvaro limanını bulmuşlardı. ) Gemiler dil önünde sıralanarak, Bar- barostan emir bekliyorlardı. Acaba körfezde düşman gemisi va? mıydı? Bunu anlamadan dile sokulmadılar.. Alvaro limanında bulunan kadın! Barbaros bu tarihi limana girerken, eski Roma tarihi Türk korsanının gö * zünde canlanıyor gibiydi. Limana sokulan gözcüler, Türk ge milerine «tehlike yok» işaretini verin” ce, Türk denizcileri geniş bir nefes 9” larak birer ikişer limana girmeğe bâa3” dılar. , İlk önce Barbaros'un, arkadan Salı_'h Reisin gemileri, daha arkadan da sekiZ gemi limana girmişti. Diğerleri liman ağzında demirlemişlerdi. Burası, bundan evvel uğradıklar! (ıssız ada) ya benzemiyordu. Körfezil iki sahilinde ağaçlar görünüyordu. Hat - tâ limanda dolaşan bir kaç insana bile rastlamışlardı. Barbaroas: — Eskiden burada insan yoktu. adamlar nasıl oturuyorlar burada? gü Diyerek limandan bir şalopeye at mış ve bir çok gemicilerle birlikte ka raya çıkmıştı. pBü (Arkası "“f) KA

Bu sayıdan diğer sayfalar: