26 Temmuz 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kafdagının arkası (Baş tarâfı 7 inci sayfada) — O ne demek?. — Buraların kışı çok şiddetli olur.. Öy- le günler gelir ki: Yol iz kapanır.. Kam- yonlar kar altında kalmak tehlikesine dü- şerler. Tipi bastırdı mı artık göz gör - — mez.. O vakit bu imdad evlerinin çanla- — pını çalarlar. Dağda kalmış yolcular çan - seşlerine doğrü giderler - eğer gidebilir- lerse - ve bu evlere iltica ederler.. ' — Denizlerin tahlisiye idareleri gibi * — Evet, can kurtaran evleri.., Yollarda çok nakliyat var.. Önümüzde dört beş kamyon gidiyor.. Biz onların iz- dleri üstündeyiz.. Arkama bakıyorum: Al- tı yedi kamyon daha. Onlar da bizi ta - kib ediyorlar. Kamyonla bu kadar mü- — him eşya nakliyatmı Avrupa yollarında | bile görmedim.. Âdeta kol halinde yü - - Tüyoruz.. * İrana götürdüğümüz eşya kadar gülünç bir yüke ömrümde tesadüf etmedim. Bir sürü eski demir yığını.. Bir adamın İz - - Mirde kiremit fabrikası varmış. Onu o- - Tadan sökmüş, vapurla Trabzona, ora - dan da kamyonlara yükleyip İran yoluna çıkarmış, «Kamyonlara» diyorum.. Çünkü — dört arabayız.. Dört kamyoön demir yı - — gğinı, küflü paslı bir yığın... Bunun ne - — Tık şeyleri İranda işletebilirlerse şaşa | Yrım.. Sahibi bunun nesine masraf edi - resi fabrika anlıyamadım.. Bu çürük ça- yor bilmem.. Bir kamyon Trabzondan | Tebrize üç yüz liradan aşağı gitmez.. Halbuki Trabzonda üç yüz kuruş ver de bunları sana devredelim deselerdi, razı —olmazdım.. Hoş, bu işe şoförler de şaşmış olacaklar ki, yolda soranlara bizimki a- layla şöyle sesleniyor: — İrana fabrika kurmağa gidiyoruz! * Geçenlerde gazetede okumuştum: «Er- zurum yolu üstünde bir kamyon devril- — Miş; ön sekiz yolcu birden ölmüştür!» — diye., Bir uçurumun tepesinden geçer - - D » ll ken şoöför seslendi: — İşte o kamyon buradan devrilmişti!.. Yan gözle ürkek ürkek baktım. Üüüh!. ı_ — Başım döndü,hemen kafamı çevirdim, Ku lağıma inliyen, feryad eden insan sesle- ri geldi.. Hınzır şoföre öyle kızdım ki.. BSerseri herif ne var koşturacak!.. Şırra- |— Gan ağır yürünürse pekâlâ kolaylıkla ge- Çilip gidilir.. Kafamdan geçen bu söz- - ler dilimin ucundan fırlamış: — Ne var sanki bu kadar kaşturacak? — Aman bayım, buna da koşturmak mı - derler?. — Yok canım sana söylemiyorum.. | Kamyonu deviren şoföre kızdım da.. M ı S N SÜ Z ea D ( VS ei Cudliç' n Ğ, . deüb M 4 t A a dK F3 . Sünüe VZi ü gnn İY .Vw S VELEL U P gel - — Ha, öyle mi?, Hergelenin biri.. O - nun yüzünden şimdi kamyonla yolcu ta- |- gşımağı da menettiler.. Bir uğursuzun ye- - di mahalleye zararı dokundu.. «Gümüşhane» vilâyeti dahilindeki yol- | Jar yapılış itibarile cidden çok güzel... Ra- hat rahat seyahat ediyoruz.. Esasen bağ- | lik, bahçelik, yemyeşil bir memleket... ” Meyva ağaçları arasında, dağın sırtları- - Na doğru serpilmiş zarif köşklerle cana |— Jakın görünen bu vilâyetin ahalisi de gü- | zel.. Güzelliği terbiye, nezaket manasın- — da kullanmıyorum.. Yüz güzelliğinden — bahsediyorum.. Kadını erkeği, çoluğu ço- -— €uğu hepsi göze çarpacak kadar hüsün sahibi.. Kaşları gözlerine, dudakları ya- naklarına uygun bir renkte.. Fakat lâf a- f ramızda, çirkini de tahammül edilmiye - |(cek derece ha.. Bugün galiba gözümün | zevki yerinde. hep beğendiklerine ba - / kıyor.. Öyle kambur, zumburlara göz — kaydırdığı yok... -— Ben bu hayal ve hakikatlerle uğraşır - /— ken şoför seslendi: eİşte Keçi kaleye gel- |— dik» diye... Bir dağ ki sarp kaya.. Kaya — Böğe doğru uzandıkça incelmiş ve yassı- | Taşmış... Bu sipsivri ve yamyassı tepeye, "; © kayanm ahengine uygun bir de kale /— yapmışlar.. Ömrümde bu kadar acayip |— bir şey görmedim... Oraya düşmanın na- sıl çıkacağını düşünmedim bile, fakat sa- — hibleri nasıl çıkmış bunu ınlıyamadmı_. _Sağmdan baktım; solundan süzdüm., Yal k aramıyorum, yol olabilecek bir tutamaç - İstiyorum.. yok!.. — kikaten keçiyi andıriyor.. Fakat bu isim |" Kalenin vaziyeti ha - — © kaleye değil, oraya çıkabilenlere veril- meli, «Keçi kavmıı, «Keçiler saltanatıs demeliydi.. Kalenin kimlere aid olduğunu bana söyliyebilecek adam ararken karsıma bir - Benç çıktı. Buranın nahiye müdürü irniş.. BU a Ke Yusdrvı - vv ılrfan cAoanra h SiPFrfA * TCT | çocuğu... Ona sordum.... Meğer o0 da"me- |rak edermiş, kime sordu:-a basma kalıb cevablar almış.. Tedkik etmek, eski dün- yadan kalan bu harabe hakkında malü - mat almak için kitab falan değil, yeni dünyanın vakayiini takib edebilmek için gazete bile bulamıyormuş.. Bir nahiye ki, yolüstü olduğu halde hiç bir şey bulmak kabil değil.. Bütün geçtiğim yollarda bulamadığım gibi, içe- cek bir bardak sütü burada da ele geçi - remedim.. Misafirperver nahiye müdü - rünün gayretile, köy muhtarının tavsi - yesi ve eşrafın tarifile bir hayli zaman sonra biraz süt bulup getirdiler... —Bukadar yokluk içinde ne yapar - « Bahusus gazetesiz kitabsız?.. — Goruyormnuz ya.. Dnğ tepe dolaşır, 'sonra gelir şu peykede otururum.. Dört senedir hayatım böyle geçiyor... Bır iyi- Liği oldu.. İçki içmiyorum. * — Neye? — Yok ta ondan.. — Şarap, bira filân demiyorum, fakat rakı da yök mu?.. — Ne münasebet.. Buradaki köylü ra - kınin ne demek olduğunu bile bilmez.. — Aman ne iyi.. — İyi ya!.. Geçenlerde buradan geçen bir arkadaş yanında bulunan bir şişe ra- kıyı bana verdi.. O akşam kendi kendime bir ziyafet vereyim dedim.. Tam masayı kurarken köyün muhtarı da geldi... Ra - -|kıyı kadehe koydum. Üzerine bir parça su.. Süt gibi beyaz bardağı ağzıma gö - türdüm.. Bir yudum aldım. Rakının lez- zetini unutmuş ve suratımı buruşturmuş olacağım ki: Demindenberi ne yapıyor diye şaşkın şaşkın suratıma bakan köylü muhtar: «Tabif bunu hükümet emrile içi- yorsun değil mi beyim?» dedi!.. Suratımı buruşturacak kadar acı olan bir şey baş- ka hangi kuvvetle içilebilirdi?.. Bu dere- ce rakının ne demek olduğunu burada! bilmezler... Vasfi R. Zobu Ziraat:Kimyevi gübreler (Baştarafı 8 inci sayfada) b) Kuraklık, dolu, fazla yağmur vesai- re gibi ummadık bir felâkete uğrıyan ne- batın çabucak canlanıp serpilmesine yar- dım ederler, "€) Mahsulün kalitesi üzerinde mutlak sürette tesirleri olur. Pancarın şekerini, pamuğun elyafını ve ilh.. arttırıp düzel- tirler. d) Mahsulü arttırdıkları için istihsali ucuzlatırlar. Ucuz ve iyi mal da kazancı arttırır. Velhasıl kimyevi gübrelerin zi- raatin inkişafında sahiden Tolleri bü - yüktür. Bugün mahdud köylümüzün ta- nıdığı kimyevi gübreler şüphe yok ki ya- rın daha çok bir kalabalıkça benimsene - cektir. Buna çalışılmalıdır da.. Çünkü bu, ileri ziraatin bir zaruretidir. * Bügünkü kimyevi gübre idhalâtımız zi- raat sahamıza nisbetle gerçi cüz'idir. Se- nevi 1500 tonu geçmiyen mikdarla asıl ihtiyacımızı kıyas etmek bile abestir. Çün kü yalniz şeker pancarı sahamızın yılda (500) ton süper fosfat kimyevi gübresine ihtiyacı bulunduğu hesab edilmiştir. Bu- na diğer çeşidleri katmış değiliz. Binaen- aleyh bugünkü idhalâtımızı ziraatimizin ihtiyacına esas tutamayız. Nitekim birin- ci beş yıllık endüstri plânımızda da böyle düşünülmüştür. Kimyevi gübre ithalâtı- mız - müstakillen birisi için - bir fabrika tesisini teşvik edecek mahiyette değil iken bile (*) ziraatimizin atisi düşünü - lerekkimyıhbrihlıngmpunabirde' süper fosfat fabrikasının kurulması ka- rarı sokulmuştur. Bu fabrika 400 bin li - raya malolacak ve yılda önce 3000 ton istihsal edecektir. Sonradan görülen ihti- yaç nisbetinde genişletilecektir. Bu yakınlarda İzmitte temeli âtılan Sudkostik fabrikası, birinci beş yıllık en- düstri plânımızın ilk kimya fabrikasıdır. Ve biz onu ziraatimize büyük faydası do- kunacak olan ileriki süperfosfat va Sül-| fat damonyom fabrikalarının müjdecisi sayarak şimdiden seviniyoruz. Tarımman (*) Sanayi plânımızın hazırlanışında ele alınan istatistik kimyevi gübre idhalâtımızı göyle gösteriyordu: 927 de 921 ton 791 882 828 73,000 -Tira, 76,000 &« 94,000 134,000 Edabıyat Muharrır tabi ve kari (Baş tarafı 9 uncu sayfada) için ayrı ayrı alâka verici kitablar neşre- dilebilir. Yeter ki metodla ve sağlam bir düşünce, bir psikoloji ile hareket olunsun. Yüksek kültürü olanlara bilhassa her- hangi bir ecnebi dilini iyi bilenlere ve o dille yazılmış mühim esearleri okuyanla- ra ayni kıymette esarleri Türk muhar-|" rirlerinden okutmak ta lâzımdır, Halbu ki bunların ekserisi, maalesef böyle eser- lerin varlığına inanmamışlardır. İşte on- | ları bu yanlış düşüncelerinden silkmek ve Türk muharrirlerinin de Avrupalı muharrirler değerinde eserler yazabile- ceklerini ve yazdıklarını onlara bildirmek muharrirlerle tabilerin müşterek vazife- sidir. Hattâ bu zümreyi türkçe yüksek ilim ve edebiyat eserlerine okuyucu kıl- makla, bir takım kübik apartımanların göz kamaştırıcı saloalarında belki zarif bir kitab etajeri de temin olunabilir. Bir takım apartımanlar diyorum, çünkü di- ğer bir takımının zaten okumak denen ihtiyaçla alâkaları ez2lden uyanmamıştır. Peyami Safanın geçenlerde bir makale- sinde acı acı teşrih ettiği gibi, poker ve briç bu salonlarda her şeyin üstünde hâ- kimdir ve Nasreddin Hoca kitabını oku- mak bile böyleleri için en haşmetlü bir ilim veya san'at eserini- okumak kadar beyin yorucudur! Orta bilgi sahibleri ise, pekâlâ, seya- hatnameler, hafif psikolojik - romanlar, hikâyeler; güzel ve meraklı resimlerle süslü ve bilhassa ucuz fiatilı ansiklope- dik kitablar, hattâ ince ve zarif bir şe- kilde bastırılmış, fazla sembolizme kaç- mıyan şiir ;mecmuaları okuyabilirler. Hüner, onlara bu esertlezi, zevkle suna- bılmeğı bilmektir. İlkmekteb tahsilinden yukarıya çıkaım- |yanlarla amele, işci, köylü ve esnaf züm- releri için de, kendi seviyelerile müte- nasib, fakat daima ucuz satılan eserler yazdırılabilir. Bunların baskıları da mun- tazam olmak, hele karton bir kapak için- de sağlam dikilmiş bulunmak, başlıca dikkate alınacak noktalardandır. 3 — Gençler, bilhassa genç mektebliler. Bu sahada muallimlerden tutun da kültürlü aile babalarına kadar, bir çoğu- muza ayrı ayrı vaz'feler düşmektedir. Çünkü gençlerimizin mühim bi kısmı, mektebde okudukları kitablar haricinde ekseriya en manasız ve değersiz eserleri okumaktadırlar. Onları tahsil derecele- rile mütenasib ve dereca derece kıymet alan eserlere yükseltmek mektebde ka- falarını binbir dağınık malümatla dol- durmaktan acaba daha miı az ehemmi- yetlidir? Ellerinde bir mizah gazetesi, yahud basitin basiti bir romanla iolaşır gördüğüm gençlere baktıkça içim sızlı- yor. Sorun kendilerine, hangi sınıftası- nız diye, eminim ki hayret edeceksiniz- dir. Zira bir kısmı lisenin son sınıflarına kadar tahsillerini ilerletmişlerdir. Orta sınıf talebeleri, bilhassa kız talebeler ise, en çok, hiçbir cemiyet tedkiki yapmıyan, daha doğrusu sahte bir cemiyet levhası içinde uydurma insan tipleri gösteren bir takım hissi (!) eserlere meftundurlar. Bâirbirlerine sorarlar: — Kardeşim, sen filân kitabı okudun mu? — Okümadım, sende var mı? — Gazeteden tefrikasını - kesmiştim. Yarın sana vereyim! Ve ertesi gün vapurda, yahud trende o genç kızı, elinde arkadaşının verdiği ba- sit tefrika kesikleri ile dalgın görürsünüz. İşte bütün bu okuma dağınıklığını gi- dermek için Türk muallimine, Türk ba- basına ve münevver Türk anasına ayrı 'ayrı düşen vazifeler vardır. Bunları da tekrarlamaktan usanmamalıyız. 4 — Bü son zümre okuyucular, daha ziyade kitabların sayfalarını çevirenler, |* z şubhesız o0 zaman kıı'ben de çok rahat hattâ »birçok kitabların sayfalarını bile kesmiyenlerdir. Okudukları, sadece, bazı sayfalar veya bazı sayfalardaki rastgele isatırlardır. Kitaba para vermezler, ta- nıdıkları muharrirlerden bedava toplar- lar, Bütün maksadları ve bütün zevkleri, isimlerine ithaf edilmiş bir kitaba mu- harrir imzasile malik olmaktır. Böylele- ri, kitab koleksiyoncusu bile değillerdir, sâdece tufeyli bir ki'tab böceğidirler. Bi- le bile, de'fi belâ kabilinden onlara vere- ceğiniz veya verdiğiniz bir kitaba muü- hakkak ki acırsınız. Çünkü, bir tabiin si- ze pek mahdud sayıda verdiği eseriniz- den bir tanesi faydasızlanmış, yok yere harcanmış demektir. Yoksa o kitabı; o- | kuyan, okumak istiyen, okumaktan zevk - |duyan y_ veya genç bir diğer tanıdığı- Za r!-'————;, Balkanlar araSi şımandıtarlar knniaransı dün işini bitirdi Rumen, Bulgar, Yugoslav, Yunan murahhasları dün memleketlerine döndüler," yeni tarifelerde yüzde 50 - 75 tenzilât yapılmıştır On beş gündenberi şehrimizde taoplan- tılar yapan Balkanlar arası şimendiferler konferansı mesaisini bitirmiştir. Konfe- ransa iştirak eden Rumen, Bulgar, Yu- leketlerine dönmüşlerdir. Konferansta Türk demiryollarını temsil eden, Devlet Demiryolları ticaret dairesi reisi Bay Na- ki de dün akşam hazırlanan tarifeleri Ankaraya götürmüştür. Konferansta Balkanlar arası yolcu ve eşya tarifelerile, bunların tatbikatına aid teferrüat tesbit edilmiştir. Yeni tarifelerde Balkan demiryolların- da yüzde 50, gidip gelmelerde de yüzde 75 e kadar tenzilât yapılmıştır. Bilhassa grup seyahatlerinde azami tenzilât tat- Toprak mahsulleri goslav ve Yunan murahhasları din mem- biki kararlaştırılmıştır. Eşya tarifeleri de tanzim edilirken Hamburg - Triyeste yolları gibi Balkan demiryollarına rakib vaziyette olan hat- ların halen tatbik etmekte oldukları ta- rifeler gözönünde bulundurularak ehem- miyetli mikdarda tenzilât yapılmıştır. Eşya tarifelerinde yapılan tenzilât mik- darı da yüzde elliyi geçmektedir. Konferansta hazırlanan tarifeler, esas şeklini almış olmakla beraber, alâkadar devletlerin yüksek makamları tarafından tasdik edildikten sonra tatbik mevkiina konacaktır. Bu formalitelerin bir aya ka« dar ikmal edilerek tarifelerin eylül ipti- dasından itibaren tatbik mevkiine kon- ması kararlaştırılmıştır, İ ofisinin teşkilâtı “yjeni kararlarla tamamlanıyor Toprak mahsuülleri ofisi teşkilâtına aid hazırlıklara devam olunmaktadır. Ofisin umum müdürlüğüne tayini yüksek tas- dika iktiran eden uyuşturucu maddeler inhisarı üumum müdürü Bay Hamza Üs- man Erkan teşkilâta aid projeyi İktısad Vekiline arzetmiştir. Vekil bu projeyi tasvib etmiş ve riyasetinde ofiste bir top- lantı yapılarak hazırlıklar gözdenr geçi- rilmiştir. Ofis umum müdürü Bay Hamza Osman Erkan dün kendisile görüşen bir muhar- ririmize teşkilâtı ve kadro işleri hakkın- da şu izahatı vermiştir: — Toprak mahsuülleri ofisi teşkilâtını kurmakla meşgulüz. Uyuşturucu madde- ler inhisarı umum müdür muavini Bay Şakir Rifat Tural ve Ziraat Bankası İs- tanbul şubesi müdürü Bay Hâmid Koray ofisin umum müdür muavinliklerine ta- yin edilmişlerdir. Ofisin idare meclisi de yakında teşekkül edecektir. Ofis silo, hububat ve afyon kısımlarından teşekkül edecek, uyuşturucu maddeler İstanbul şubesi de ofisin bir şubesi halinde çalışa- caktır. Umum müdürlük ve merkez teş- kilâtı Ankarada yerleşecektir. Binası ha- zırlanmaktadır. Ziraat Bankasından ofise devredilecek işler için de bir devir ve teslim komitesi teşekkül etmek üzeredir. Komite teşek. kül eder etmez devir ve teslim muame- lesine hemen başlanacaktır. Bir taraftar. devir ve teslim muamelesi devam ederker ofis te teşkilâtını kurarak kısa bir zaman sonra faaliyete geçecektir. Yapak tacirlerinin !oplaatısı Yapak ihracat tacirleri dün Ticaret O- dasında toplanarak yapak standardizas: yon talimatnamesi ön projesi müzakere- lerine devam etmişlerdir. Dünkü toplantıda yapaklar, Trakya, İzmir, ince Anadolu, Şark yapağı, Kara, yaka ve Erzurum olmak üzere altı cinse ayrılmıştır. Tacirler bu cinsler üzerinda uzun görüşmeler yapmışlardır. Dünkü toplantıda standardizasyon talimatname: si ön projesi esasları tamamlanınıştır. Bu- gün de Odada İç Ticaret Umum Müdürü Mümtaz Rekin riyasetinde bir toplantı yapılarak tiftik projesi tamamlanacaktır Dünün, bugünün ve yarının tarihi (Baştarafı 8 inci sayfada) bir ümidlenmiye ziyadesile ihtiyaçları vardı. Zira 1929 buhranı Çekoslovakya - da bulunan Alman mıntakalarını ziya - desile sarsmıştı. Bu sınai mıntakalarda yaşıyan Almanlar o kadar çoktu ki iş- sizlik baş gösterince Almanlar Çekler - den iki kere daha fazla zarara uğradılar, ümidsiz kaldılar. Alman tahrikçileri bu vaziyetten isti- fade ettiler. Darlık dolayısile iktısadi sıkıntının buhrandan değil, Çek idare ? cilerinin beceriksizlik ve kifayetsizliğin- den ileri geldiğini iddia ettiler. İşsiz men- sucat ve maden amelesinin mikdarı git- gide arttıkça Almanlar da iktısadi var- lıktan siyasi kurtuluş aramak çarelerini gitgide arttırdılar. * Almanlarda Çek aleyhtırhlı genişle - etmiş, hayırlı bir hizmet ifa etmenin zevkini tatmış olurdunuz. Ancak ne ya- zık ki hiçbir memlekette bu nevi kitab böceklerinden kurtulmak imkânı bulu- namamıştır. Yolda, vapurda, tramvayda, yahud bir dost evinde rastlanacak olan böyle yalancı kitab meraklılarının sitem ve ısrarlarına uğramaksa muhakkak ki muharrirlerin en korkunç kâbusudur. Bu kâbusu defetmek ve muhtelif zamanlar- da onların tekrar çenelerini açtırmamak için, ancak kucaklarına kitabınızdan bir tanesini fırlatmakla şerlerinden ve dil- lerinden kurtulabilirsiniz. Maamafih bu kitab okumayan zümre- nin, para verip kitab alanları ve tanıdık- ları, tanımadıkları muharrirlere sokula- dikçe genişledi ve her adımda kendisini gösterdi. Hitler de yavaş yavaş iktidar mevkiini eline alıyordu. Nasyonal sos - yalist şeflerinden Rudolf Yung ile Hans Krebs-bu Çek aleyhtarı partinin liderle- ri idi. Partiyi tutan Hitler 1933 de baş « vekil olunca, fırka etrafta Nazi usulleri- nin en şiddetli nümunelerini tatbik et « mekte gecikmedi. Siyasi düşmanlar öl- dürüldü ve Alman muhacirleri kaçırıldı, Nihayet Çekoslovak hükümeti fazlasına tahammül edemedi ve bu fırkayı 1933 birinciteşrininde ilga etti. Fakat liderleri Yung ile Krebs Almanyaya kaçtılar ve |orada hüsnü kabul gördüler. Derken eski banka kâtibi, jimnastik hocası Conrad Henlein yeni lider ola- rak sahneye çıktı: Organize edilmiş at « letizm çalışmaları onu siyasete sevket - mişti. değildir. Hiç değîlse 'bunlar, sahşa yar- dım ettikleri için faydalı bir vatandaş sayılabilirler. Hâsılı istenilen ve beklenilen netice, memlekette kitab satışını ve kitab oku- yuşunu çoğaltmaktır. Okuyucu zümresi, yukarıda anlattığımız şekilde, hangi grupa mensüb olursa olsun, bu gaye et- rafında çoğaltılabilir. Esasen, körleri ve dilsizleri bile öokutan bir asırda, bunun başka türlü olmasına da imkân var mı- ,dır? O halde kusur ve ihmallerimizi gör- meli, tasdik etmeli ve bu kitab davasın- da ona göre sağlam ve kat'i adımlar at- maliyız. Çünkü bu kültür davası, doğ- rudan doğruya bir memleket ve istikbal davasıdır. Üstünde ne kadar ısrarla du- rulsa yeri vardır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: