/Mari Valevska Na İmparatoriçe ve Kontes Tuilerin sarayında bütün prensesler, prensler, Fransanın yüksek rütbeli me - murları, zevceleri toplanmıştır. İmpara - toriçe Jozefin baş mühürdar CambacereS ile tavla oynuyor. Biraz mağmumdur. Çünkü kocası Napolyonla araları hiİç df iyi değildir. Napolyon dul al mıştır. İlk zamanlar çılgıncasına sever - ken, sön zamanlarda onu ihmal etmiştir. Ortada muhtelif sebebler, polyon'un kız kardeşlerinin Jozefin şimdi 45 yaşındadır. kendisini boşamak niye tadır. Roman başlarken içeri giren zap - tiye nazırı Fuşe büu nlyeü_vn.ktile nnp;u: ratoriçeye açmakta beis : nun içindir ki Jozefin bü Burgez de bermutad geç kalmıştır. (Wmeı—nıew) BARPİ Karolin'e doğru eğilen Fuşe:! — Altes, diye mırıldanıyor. BF ak - şam galiba imparatoru çok bekl;yece' - ğiz. Yanma Clark'ı çağırttı... Üste_hk İspanyadan da yeni haberler geldi... Heyeti tanzimiye reisi Fontan, güle- rek: — Âlâ! Öyle ise, demek ki gene nu- tuklar söyliyeceğiz, dedi ve (yanındaki general Jünonun karısına hitaben dç:) Paris valisi de İnvalides'in kubbelerine sgene veni zafer sşancakları asmak fır- satını bulacak desenize... diye ilâve etti. bi O aralık bitişik salondan tatlı, hüzün verici bir çalgı sesi geldi. Bunlar, im- paratoriçenin hususi saray kilisesinin kemancıları. Paer'in eĞriselda» sını çalıyorlar. Biraz sonra da tellerden çi- kan müsiki ile beraber, güzel bir erkek sesi vükseldi... İtalyanın en iyi ve meş- hur sarkıcısı. «Crescentini> okuy.ur&_u Fısıldaşmalar, geveze kadın sesleri, bir an için durdu... Sonra, imparator henüz ortada olmadığı için, uğultu yavaş ya- vaş gene arttı. _ Halbuki Jozefin, dalgın dalgın dinli- yor. Yorgun gibi bir hali var. TOPlân_ tının bitmesini can Ve & mülden -ıs_ ! yor. İstiyor ama «efendi», € hak““ mutlak» gelmeden çekilmesine mwbiriniı yok ki. Saray hademııı_eğugdenmdiği_ gönderip herkesin kendisini be ; ni Napolyona hatırlatmak Jâzım! İmparator: ü — Birazdan geleceğim: danmış ama,.. Vakit geçiyor... hâlâ gelmiyor! Jozefin de ne yargsm, laşmağa karar verdi. öi ! kaî dantelleri içinde sapsarl yüzile î_ barlık taslıyan Cambaceres'in karşıs da oturup durmaktan usandı Ayağa kalktı ve yer yer elile, zenmiş gibi parıldayan a tavla masasının üstündeki sedef Ve banozdan yıpılma pulları rıştırdı, kendine hâs olan — Bu akşam bu kadarla kalsın prens, zaten yendiniz beni! dedi. Kaba ve ağır görünü t bir dalkavuk zekâsı taşıyan baş Mü hürdar: ) — Majesteleri, ancak oyunda yeni lebilirler... dedi. İmparatoriçeye kolunu wermek üzere la eğildi. : “Bu ah;îıki toplantıda ne bir kral, ne de başka prens var. nnpmwfâ'ğf kol vermek şerefi Cambaceres'e yor ve zaten o da, böyle gurur Okîî'm gösterişleri kaçıracak adam değil Ti Bütün kadınlar, hattâ Napolyon! annesi bile ayağa kalktılar. ** ati seçilmiş bir söz, bir gülümseyiş em ş lâmlıyan bütün bu insanların aras b dan, imparatoriçe, göz kamaştırıCi * mas, yaldız ve işik parıltıları için geçip yürüyor... z v Kiminin önünde durdu Ş_OCU'BU.““mES_ du, kiminin evlenmesine, Otek;nmsöyle- leğine dair, alâka ile bazi ŞeY eT di. Etrafındakilerde minnet V€ şökren m!, diye homur- Ve işte salonları do ; |çoğunun işlerine yardım ve onlara İyi- - | yor. olyonun aşk romanı Tercüme eden: Mebrure Sami Mari hisleri uyandırmasını çok sever. Pek likler etmiştir. Muhakkak ki o, bir hükümdar karı - sından ziyade, tam mânasile kibar bir salon kadınına benziyor. Sözlerinde konuşmasında, haşmetten, vakardan ziyade zarafet ve incelik seziliyor. Mu - hitine karşı fazla sokulganlık, yakınlık gösteriyor, her suretle kendini beğen- dirmek için uğraştığı belli. Ama bu kadar birbirine uymıyan, benzersiz insanların içlerindeki hisleri, tezadları idare etmenin,_ hırslğîl yatış- | tırmanın ne güç iş olduğunu biliyor o. Mabeynci, yüksek haşmetli bir seslı_e, hemen hemen Napolyon kadar bekleni- len başka birini haber veriyor: — Asaletmeap prenses Polin Borgez hazretleri! Sonra da daha mütevazı bir eda ile Içünkü saray teşrifatı, seslerin perde ve ahengine bile hâkim olan bir kuv- vettir.İ — Madam la Kontes Walewska! di- Hafif bir fısıltı... Ve iki yüz çift göz, tek kanadı açılan yaldızlı kapıya dön- dü. F Napolyonun bu harikulâde güzel, ca- hoppa kız kardeşi, peri adım- e va îîâleı, ağır ağır, içe eziklik veren yu- muşak kımıldanışlarla ilerledi. canova'nm» çn-çıplak denecek bir halde heykelini yapmak şerefini tattığı z vücudü, bu akşam, mavi tül kıv- rımları bütün güzellîklerini meydana yururcasına sarıp örtüyor... Başında, boynunda, parmşkla_rmda, maslarını bile gölgede bırakan Boörgez- lerin, meşhur pırlantaları, nâdide taş- ları parıl parıl yanıyor. Yanında, elinden tuttuğu, çok genç, sarışın, harikulâde güzel tenli, ufak te- fek bir kadın var. " Bu kadının gözleri koyu mavi; âdeta menekşe renginde. Çok tatlı _bir ifade taşıyan yüzüne, kara ve keskin kfaş_'laı-î değişik, sırlı bir mâna kîtıîçr. ]?ıçtmlı bir burnu, güzel, biraz küskün gibi du- be bir ağzı, uzunca bir boyunu, o eşsi ellari Yalevyska filminder» Valevska zel ve dik göğüsleri, pürüzsüz, lekesiz, billüri omuzları var. Bu şatafat ve debdebe devri için, gi- yinişi çok sade. Etek kısmı beyaz krep- ten, bol kıvrımlı, uzun, parlak beyaz, kadifeden bir elbise, Ne pudra, ne allık, ne mücevher. Yalnız belinde ve altın pırıltılı saçla- rında güller takılı. Napolyonun gönlünde eşsiz kudret- ler sahibi bir yeri olduğu söylenen ve imparatorun ısrarile, Parise büsbütün yerleşmek üzere, kalkıp Varşovadan gelen, Lehli kadın; aylardanberi o ka- dar çok lâfı edilen insan bu, işte! Lehistandan gelir gelmez Polin'in konağına inmişti ve Napolyon, onun Tuileri sarayına götürülüp takdim edil- mesini isteyince Polin bu işi zevkle ü- zerine aldı. İşte imparatoriçe, birden duruyor. Herkes gibi o da biliyor. Onun da ka- dın casusları, kadın polisi kurnaz ve tecrübeli, O sırada tam yakınına tesa- düf eden Madam Roşfuko ve Kler dö Remüza ile konuşuyor gibi yapiıyor. Prenses de ötede, Lehli arkadaşına: — Geliniz Mari, geç kaldık. İmpara- toriçeyi başında bulamıyacağız. Yağuîızcmeçerken sizi takdim ede- rim, olmaz mı? diyor. Ve teşrifata filân hiç aldırış etmeden, kolunu Mari Walewska'nın beline do- lıyarak onu yürütüyor. Sarayın yabancısı olan bu genç ve gü- zel kadın geçerken, etraftan hayranlık mırıltıları yükseliyor. Azametli Karolin bile onu okşayıcı söz ve iltifatlarla karşılryor, Talley- rand, teşrifat nazırı Sögür, Avusturya sefiri Metternih, Fontan ve Bernadot gibi devrin sayılı büyükleri, hep onun etrafını alryorlar. Bütün bu hürmet ve tâzimleri o çok asil ve kibar bir tavırla karşılryor. Yal- nız mabeyin müşiri Düro yaklaştığı va- kit, güzel ağzını candan gelme bir gü- lümseyişle aralıyor. Napolyonun yanından, sanki gölge- Si imiş gibi hiç ayrılmıyan Düronun ne sağlam bir dost olduğunu, tâ ilk gün- denberi biliyor. ince kolları, biraz ufakca, ama pek gü- (Arkası var) ' lü idi. Kim bilir nerelerden sevkedilen Yazan: Vasfi Rıza Zobu Nihayet hududu geçtim! İrani şof_örlı_er atıp tütuyorlardı ama meğer on'ar da yolları bilmiyorlarmış, kestirmedir diye saptığımız şosede boğazımıza kadar çamura saplandık «Gürcübulak» dağlarında kurulu ça - dırlarda midemizi dolduracak bir şey bulamadık amma, güzel kadınlarile göz- lerimize iyi bir ziyafet çektikten sonra boş kalan ellerimizi sallıya sallıya ters geri döndük.. Artık hiç bir ümid kalma- mış, bu gece aç yatmayı zihnime yerleş- tirmiştim.. Gümrük binasının üstündeki sırtlara geldiğim zaman, aşağıdan feryad eden insan sesleri kulağımıza çalındı.. Dikkat edince bu seslerin bizim için yükseldi - ğini, mendillerin, «gelin!» diye bize doğ- ru sallandığını farkettik... Tuhaf şey!. Ne olabilirdi?. Her iyi haberden üÜümidimi kesmiş olduğum için, bu seslenme ve bu işaretlere hayırlı bir mana verememiş - tim... Ne olursa olsun, dolu dizgin ken - dimizi kaptık koyuverdik. — Müjde bayım müjde! — Hayrola?!.. — Gidiyorsunuz! * — Gümrük izni mi geldi? — Hayır amma, Tebrize gidecek bir İran kamyonu geldi... — Amanın! Beni de götürecek mi? — Tabil değil mi ya? demindenberi ni- ye feryad ediyoruz?.. Yarabbi bu havadis kadar beni acaba ne sevindirebilirdi? <Piyango çıktı! İs - tanbulda yeni bir tiyatro binası yapıldı!» Yahud «*Bir erkek evlâdın oldu!. dese - ierdi acaba bu kadar hoşuma gider de beni coşturur muüydu?.. Issız bir adada kalmış kazazede insan, ufukta vapur dumanı gördüğü zaman a- caba benim kadar heyecan duyar mıy - dı?.. Düşünün ki ÂAç, susuz ve yersiz ka- lacağım gecede bir vasıta çıkıyor; beni erişmek istediğim diyara götürüyor.. Bu- nun vereceği sevinç ve heyecanı anlıya- bilmek için o hayatı yaşamak lâzımdır.. yoksa anlatabilmek kimin haddine... Saçı dökük kel, İrani şoförün yüzüne öyle yalvararak bakmış olacağım ki, yol- cu alacak yerleri olmadığı halde, beni götürmeğe razı oldular.. Kamyoncular iki kişi idi.. Biri şoför; öteki muavini.. Kam- yon tepeleme, amma bir küçük dağ tepesi kadar yükseklikte «çay» sandıkları yük- bu sandıklar Trabzona gelmiş, oradan İran kamyonuna yığılıp transit olarak lâzım benim!. Aralarına alıp götürecek- ler ya... Sevincimden az kalsın gümrük meydanında oynıyacaktım.. herkesin eli- ne, boynuna sarıldım, öpüştük helâllaş - tık, vedalaştık... Arabadaki yerime sıç - rayıp atladım... Bu andan itibaren artık Türkiye hududlarından dışarı çıkıyor - dum.. İki senedir tasarladığım, binbir müşkülâtla kapısına kadar geldiğim İra- na şimdi girecek, hiç bir ârızaya uğra - madan tâ Tebrize kadar gidecektim.. Vâkıâ Tebrize gidivermek öyle kolay de- ğildi. En aşağı iki gün lâzımdı. Neyse, İrana giriyordum.. hiç olmazsa İran köy- lerinde kala kala gidecektim ya.. başka bir hayat, başka bir düşünüş ve başka bir yaşayışta insanlar arasında günleri- mi geçirecek, yeni yeni şeyler de öğre - necektim.. Bu kamyon da, öteki, yani Türkiyeli eş- leri gibi, hırlaya, poflaya harekete geçti.. Tozu dumana katarak yola revan olduk.. hafif bir tepeye çıktık. İki dağ arasında- ki ince yoldan geçtik. Hudud karakolu - nun nöbetçisini de selâmladıktan sonrâ İran topraklarına girmiştik.. Yanımdaki şoförlerin. neş'elerine pa - yan yok.. Kendi vatanına giren her in - san gibi, sevinçlerinden gülüşüp söyleni- yorlar. Tekrar memleketlerine dönebil - diklerine hamdü sena edip <«Ya Abbas!>» diye ellerini açıp dua ediyorlar.. Bütün bu telâş arasında da Tebriz şehrini, İran yollarını; memleketlerine aid her şeyi methetmeğe fırsat buluyorlardı.. Bilhas- sa yolları.. Zaten İran yollarının çök muntazam olduğunu İstanbulda iken de duymuştum.. Onlar methettikçe, ben de: — Evet öyleymiş.. haberim var! Gibi cevablarla boyuna onları tasdik edip gidiyorduk.. Fakat bütün bu ko - nuşmamıza rağmen daha düzgün bir yo- 'la girememiştik.. Avrupada yaptığım o - tomobil seyahatinde de görmüştüm ki: Bir çok memleketlerin hududa yakın yol- ları daima bozuk ve kötüdür.. bu aklım- da olduğu için, iyi yola daha sonra çıka- cağımızı düşünerek şimdilik sarsılmamı- zı hoş görüyordum... İstanbulda duyduğum İran - yollarının Büzellik tafsilâtımı, iki yanımdaki şoför- ler de, biri bırakıp öteki âğâz eyliyerek tekrar ediyorlardı. gönderiliyormuş.. Ne olursa olsün, neme (Devamı 10 ncu sayfada) Su teksitleri Zamanında Tahsil edilmeli Kadıköyünde oturan bir okuyucumuz, su taksitlerinin her üç ayda bir tahsil e- dilecek yerde, bazan altı ayda bir tahsil edilmesinin doğurduğu mahzurlar Üüze - rinde duruyor. Anlattığı hikâyeyi nakle - delim: Kadıköyündeki evimi bir memura ki- ralamıştım. Memur Bursaya tayin olun - du. Birkaç gün sonra evimi bir başkasına kiraladım ve suyun açılması İçin müra - eaatta bulundum. Sular idaresi çıkan ki- racının depozitten başka daha 425 kuruş | börcu olduğunu söyledi. Bizzarur parayı vererek suyu açtırdık. On gün sonra ailesini götürmek Üzere İstanbula gelen eski kiracım makbuzu a- larak parayı verdi. Bunun gebebi sular idaresinin alacak- larını üç ayda bir tahsil etmeyip altı ay- da bir almasından ileri gelmektedir. Eğer kiracı uzak bir yere gitseydi. Şüphesiz ki mutazarrır olacaktım. Mercili aidinin na- zarı dikkatini celbetmenizi rica ederim. * 'Tarla ekilip icarı verilmiyor. Okuyucularımızdan Osmanbey cadde- si, Şâir Nigâr sokağında Erhan Ezer ya- On sene evvel ölmüş bulunan babam emekli yarbay Asımdan kalan Denizlinin Çivril kazası civarında Karamenderes bo-« yunda bin dönümlük arazimizi ora yer - lilerinin ileri gelenleri ekip — biçmekte ve öon senelik teraküm eden İcarını verme - mektedirler. Bu yüzden teraküm —eden vergiyi de biz vermeğe mecbur kaldık. Bir çok yerlere müracamt — ettim, bir netice alamadım. Ne yapacağımı şaşır - dim kaldım, * Tekirdağ mektebleri neden erken açılıyor? Tekirdağ okuyucularımızdan P. Maldu İmzasile yazılıyor: ü Gazetelerde okuduğuma göre İstan - bulda mektebler 2 teşrinlevvelde açıla - cakmış. Halbuki Tekirdağındaki mekteb- ler Eylülün 15 inde tedrisata başlıyor, Geçen sene de böyle olmuş ve çocukları « mız 30 derece hararette — buram buürtam ter dökerek hastalanmışlardı. Burası bir ziraat ve çiftçi memleketldir ve hava İtl- barile de İstanbuldan daha sıcaktır. Maas rif idaresi mıntaka düşünerek bunu tan- gim ettiyse burasının — sıcaklığını nazarı itibara almalıydı. Maarif Vekâleti mek - teblerin açılma işini bir sistem dahilinde yaptırsa ve bildirdifim vaziyete müdaha- le etse çocuklarımız harab olmaktan kur- tulurlar, İ