— Eski Türk detektifleri “Son , YA Posta maceralarını anlatıyorlar : İ Malta üsera kampında işlenen bir cinayet Hacı Alinin boğazına ip takıldı. Bir düğmeye basıl- masile ayağının altındaki döşeme tahtaları açılıp boşluğa indiler. Her şey bitmişti... İ - - ©© Be - KA li AAA RASARA 3 ' ADAAASASLA C) VERE OÜŞ GUYUKÇADIR. K0cuK ÇADIRLA A&A»â%âaa AAAA XND AAA ABTESTHANELE OA A AAA A " AMÜERNUM SADI NECOETİN ÇADIRI AAA AAAAA A&AAA AİAAAAAAA AAA Fd Üsera kampının ve cinayet sahnesinin krokisi — Sen Kıleman kampına götürülecek- tim, Malta atasının yüksek bir yerinde bulunan bu kamp, on iki metre irti - famdaki duvarlarla çevrili idi. Duvar- ların etrafında derinliği altı, genişliği dört metre olan su ile dolu hendekler var- dı. Hendeklerin ötesinde de İngiliz nö - betçileri ve mitralyözler bulunuyordu. | Sen Kıleman kampındaki esirlerin iki yüz tanesini zabit veya - benim gibi - giyasi maznun olmak üzere Türkler teş- kil ediyordu. İngilizler, mevkufların nerede hapso- lunacaklarını, içtimaf mevkilerine göre tayin ederlerdi. Meselâ Vardala kışlasın- da aristokratlar, Roket ve Arab kampla- rında da ehemmiyetsiz şahıslar bulunu- yordu. Eski istihbarat memurlarından Bay Ce-. male: — O halde sizi de burjuvaların arası- na koymuşlar, dedim! Muhatabım gülerek sözüne şöylece de- vam etti — Sen Kıleman kampındaki iki kişi na- zarı dikkatime çarptı. Bunlardan biri dok- “tor Sadi Necdet Beydi; diğeri de Hacı Ali., Sadi Necdet Bey gayet vatanperver ve kibar birzattı. Aslan Arab olan Hacı 'Ali ise sâbıkalı, nevi şahsına — mün- hasır bir adamdı. Vaktile Türk ordusun- da süvari yüzbaşısı iken fırkacılık yü - zünden arkadaşlarından birini öldür - müş. Bilâhare aftan istifade etmiş. Fakat Çatalca harbinde gene birisini vurmuş; Bulgarlara kaçmış. Uzun bir macera ha- yatı geçirmiş, bir çok memleketleri do - laşmış. Nihayet Mısıra gitmiş, fakat İn - gilizler hüviyetinden şüphe etmişler, Mal- taya sürmüşler. | Hacı Ali ile doktor Sadi Necdet Beyin araları açıktı. Hacı Ali, Türk hükümeti- nin, kendisini zehirlemek üzere döktor Sadi Necdet Beyi buraya. gönderdiğini zannediyordu. Hattâ, bu korku yüzünden kimsenin verdiği şeyi yemiyordu. Dai- ma çarşıdan çiy olarak tedarik ettirdiği gıda maddelerini kendisi pişirir, güvercin besler ve kimse ile de konuşmazdı. Yal - niz arasıra benim yanıma geliyordu. Hiç kimse ile temas etmediği halde, bana so- 'kulmasını bir maksada hamlediyordum. Hacı Alinin şüpheli bir hareketini gör - memekle beraber, bu adama karşı ihti - yatlı davranmamızi bütün arkadaşlara söylüyordum. Hacı Ali bir taraftan da Sen Kıileman kampından yakayı kurtarmağa bakıyor- du. Türkiyeden kaçmış bir siyasi mülteci olduğunu ileri sürüyor, tahliyesini isti - yordu. Nihayet bu emelinde muvaffak oldu. Günün birinde yanıma âdeta koşarak geldi: — Yarın çıkıyorum, dedi, bu akşam bir veda ziyafeti vereceğim. Bazı arka - daşları davet ediyorum. Bir liste yaptım, al, oku ve hep beraber akşamleyin çadı- rımda buluşalım! Hacı Ali, bu sözleri söyledikten sonra uzaklaştı. Listeye baktım: En başta dok- tor Sadi Necdet vardı! Diğer davetliler de, ya benim gibi ecnebi memleketler - deki faaliyetleri şüpheli görülen veya © zamanki hükümetin müfrit aleyhtarı olan şahıslardı. Hacı Alinin kulandım. Arkadaşları birer birer bul - dum ve düşüncelerimi söyledim. Niha - Yet, Hacı Alinin ziyafetini reddetmeğe, hep beraber karar verdik! Yalnız doktor Sadi Necdet itiraz edecek oldu! — Korkuyor musunuz, dedi? Ona: — Hayır! cevabını verdim. Fakat va- ziyetimizdeki nezaketi gözönünde tut - mak lâzım. Bir hâdise çıkar, lüzumsuz ye- re üzülürüz. Onun için gitmemek daha doğrudur! Hacı Ali bizi beklemiş. Bakmış ki gel- miyoruz. Ârab, kızmış, köpürmüş Ve sa- baha kadar içmiş. Alkolün ve intikam hissinin verdiği bir nevi cinnetle evvelce hazırladığı usturpayı eline almış, doktor Sadi Necdetin çadırını gözetlemeğe baş- lamış. Doktorun çadır arkadaşı olan zat ga - yet sofu idi. Sabah namazını kılmak için, her vakit olduğu gibi, o sabah ta abdest almağa dişarı çıkmış, Hacı Âli de za- ten bu fırsatı kolluyormuş. Hemen ça - dırdan içeri girmiş ve usturpayı, her şey- den habersiz olarak uyuyan doktor Sadi Necdetin başına indirmiş. Doktor, başından kanlar aka aka ya - taktan fırlamış, Kendisini yaralayıp ka - çanın Hacı Ali olduğunu görmüş. Arabı: — Ulan katil herif diye kovalamağa başlamış! Arab, ters yüzü geri dönerek doktorun üstüne saldırmış: — Daha sen ölmedin mi, diye koynun- dan çıkardığı bıçağı Sadi Necdet merhu- mun vücudüne tam 18 kere saplamış, hır- sını bununla da alamamış, âdeta kemik - lerini kırarcasına zavallıyı doğramış! Gürültüden uyanıp ta hâdise mahalli- ne geldiğimiz zaman, doktorun ölü ola- rak yerde yattığını, katil Arabın da ça- dırının önünde şarkı söylediğini gördük. Bu kanlı hâdisenin verdiği teessür, A- rabın istihzasile, bütün âsâbımızı gale - yana getirdi. Herifin üstüne hücum e- decek olduk. Çadırının içine kaçtı. Ara - bın başına çadır direği düşsün diye, ip- leri söktük. Ondan sonra taş yağmuruna başladık! Hacı Ali boğuk boğuk feryad ediyordu, Fakat onu mutlaka recmetmeğe karar vermiştik. Nihayet süngülü İngiliz as - kerleri geldi. Arabı hapishaneye ve dok- tor Sadi Necdet merhumun nâşını da ü- sera hastanesine götürdüler. Doktor için, aramızda iane topladık, Malta adasındaki camiin mezarlığındaki medfenine lâhid ve taş yaptırdık! İngilizler, Hacı Aliye dikkat ve ihti - mamla bakıyorlardı. Aradan altı ay geç- ti, katil Arab iyi oldu! Biz, ona karşı gös- terilen bu alâkayı nazarı dikkate alarak, tahliye edileceğini zannediyorduk. Fa - kat, Arab kefeni yırtınca, sanki beyhude- ye zahmet etmiş gibi, hemen divanıharbe verildi. Hepimizi ayrı ayrı çağırdılar. Ben, Hacı Alinin ziyafet akşamı bana bı- raktığı listeyi gösterdim. Bütün talâka - timle Arabın kötü maksadlarını izah et- tim. Listede bulunan isimler, divanihar - bin gözüne çarpı. Hâdisede tasmim gö- rüldü. Neticede Hacı Ali için şu hükmü verdiler: — İdam! (Devamı 10 ncu sayfada) , el Çai İ '|bir sahne tertibatı da yapılacaktır. “ İpek ,, sineması büyütülüyor 'bir şöhret kazanmış olan İsveçli yıl - sinema yapılacak Şehrimizin en müteşebbis sinema - cılarından biri Kadıköyünde muazzam bir sinema inşasına karar vermiştir. 1500 seyirciyi istiab edecek olan bu sinemanın inşasına bir iki aya kadar başlanacaktır,. Bu sinemanın inşasında modern tek nik nazarı dikkate alınacağı gibi ica - bında büyük tiyatro kumpanyalarının temsil verebilecekleri surette — zengin Şehrimizin birinci sınıf sinemaların- dan olan (İpek) sineması — büyültül - mektedir. Sinema (250) seyirci daha alabilecektir. Ayni zamanda — makine tertibatında son yenilikler tatbik edi - lecektir. Sigrid Gurie boşanıyaor... Son sene içinde birdenbire büyük dız Sigird Gurie kocası Tomas Ste- wart'dan boşanmıştır. Mahkemede ko- casından ayrılmak — için şu sebebleri serdetmiştir: — s«AÂramızdaki rabıta karı koca ra- bıtasından fazla bir kardeş rabıtası idi. Bundan da bıktım doğrusu... En so - nunda attığı tokat beni baştan çıkardı.» San'atkâr fare! Jozephine Beach kimdir bilir mi- siniz?... Bu Holivudda rol yapan kü - çük bir — faredir... Senelik maası 8000 dolardır... Bu güzel fareyi bu sene piyasaya çıkacak olan ve Freddie Bartholomew W Holivutt yf a 1İ5 gün Myrna Loya Türkiyeden mektub yazan gençler ile Warner Baxter tarafından oyna - nan filmde göreceğiz. | Berlinde çevrilecek Fransız filmleri | Meşhur Fransız san'atkârlarından: | Marie Bell -Raimu- Michel Simon | (Hindistan -cevizi) adında bir film çe - virmek üzere (Berlin) e hareket etmiş- lerdir. ! Bündan başka gene Fransız san'at- kârlarından Robert GOÖzaune ve grupu (Tabarin) adında bir film çevirecek - lerdir. «İdeal» tip hangisidir?.. (Kolombia) film kumpanyası (Gol- den Bay) adında büyük bir film çe - virmek üzeredir. Bu filmde baş doölü yapacak olan erkek — san'atkârın bir boksör ile hayalperver bir musikişinas tipini canlandırması icab eylemekte - dir. , Kumpanya, bu hususta gazetelerd bir anket açmış ve filmde — yapılacak role göre bir (İdeal) tipin tesbitini is - temiştir. Alınan netice şudur: Baş — Tyrone Power yahud Erol Flym. Göz — Charles Boyer. Burun, yanak, çene: Gary Grant. Ağız: Robert Taylor yahud Franc - hot Tone. | Şimdi (Kolombia) — kumpanyası bu tipde bir san'atkâr yahud bir san'at - kâr namzedi aramaktadır. — Milton bu sene iki film çevirecek Meşhur Fransız san'atkârı Milton hâlen (Prince Bouboule) adında güzel bir komedi çevirmektedir. Yakında bitecek olan — bu filmden sonra (Kamış darbesi) adında büyük bir müzikli komedi — çevirecektir. Bu filmde kadın baş rolleri birkaç aded o- lacaktır. San'at hayatını terkettiği ri - vayet edilen (Jozefin Beker) in de bu filmde rol alacağı söylenmektedir. «Uçan Deli» film çeviriyor Eski bir tayyare ile bir hamlede A- merikadan Avrupaya geçen ve (Uçan Deli) lâkabını alan Douglas Corrigan hayatı ve hassatan Amerikadan Avru- paya uçuşu hakkında bir film hazırla- maktadır. Filmde baş rolü kendisi ya- pacaktır. Film 1938 - 1939 prodüksyo- nunun en cazib eserlerinden biri ola- caktır. Annabella'nın yeni filmi Meşhur Fransız sinema yıldızı eylül ayının ortalarına doğru (Hotel du Nord) adında büyük bir film çevirme- ğe başlıyacaktır. Erkek san'atkârın kim olacağı henüz tesbit edilmemiştir. Hollywoodda sinema yıldızlarının şöh- reti, aldıkları mektubların adedile ölçü- lür. Birinci sınıf bir yıldız mutlaka haf- tada beş bin mektub almalıdır. Bu bir ölçüdür. Mektubların adedi düştükçe, yıl- dızın prestiji azalıyor demektir. Bu mektubları yıldızların bizzat ken- dileri değil, husust kâtibleri okurlar. En mühimlerini ayırıp yıldızın masasına bı- rakırlar. Diğerlerini de kaldırıp atarlar. Myrna Loy sinema yıldızları içinde bu çeşid mektublara en çok düşkün olanla- rın başında gelir. Kendisile konuşmağa gittiğim zaman bilhassa bu mesele üzerinde fikrini sor- dum. Dedi ki: — Bir tiyatro artistine seyircilerin al- kışları neyi ifade ediyorsa sinema yıldız- larına gelen mektublar da ayni şeyi gös- terir. Çünkü bu mektubların mühim bir kısmı, bizim rollerimizdeki muvaffaki- ' yet veya ademi muvaffakiyetimize dair- dir. Ya takdir edilirsiniz, yahud da ten- kid,... İşte ben bu yüzden bu mektublara çok büyük bir ehemmiyet atfetmekte< — Her gelen mektubu okur.musunuz? — Evet, okurum. Çünkü içinde ne ya- zıldığını çok merak ederim. Yalnız re- sim istiyenleri kâtiblerim okurlar. Bizzat okuduğum mektublarda bazan | çok istifadeli fikirler bulurum. Meselâ geçenlerde bir kadından aldığım bir mek- tubda, benim yeni şekilde bir kuvaför ile çok daha cazib olacağım söyleniyor- du. Bu kadının tarif ettiği kuvaförü yap- tım ve hakikaten tipime çok uygun oöl- duğunu gördüm. Şimdi saçlarımı eskisi gibi yaptırmıyorum. İşte bakın. Gördü- ğünüz bu kuvaför, beni seven kadının tarif ettiği kuvafördür, nasıl buluyor- sunuz? — Güzel, çok güzel, Başınıza çok ya- kışıyor? — Bir başka gün de bir genç adamdan bir mektub aldım. Bazı yürüyüş hareket- lerimi kusurlu buluyor ve tashih etmemi söylüyordu. Bu arada birkaç türlü ekzer- siz de tavsiye ediyordu. Bu genç adamın bütün tavsiyelerini yerine getirdim ve çok istifade gördüm. — Bu mektubları okumak için günde kaç saat sarfedersiniz? — Beş, altı saat. Bazan daha fazla.. fa- kat bunların içinde neler vardır? Meselâ bazı genç kadınlar uğur temin etmek için sağ terliğt#mi isterler, yeni doğuran kadınlar da: «Bu pazar bize gel de yav- h ai A l Genç ve güzel san'atkâr haftada 6.000 mektub alıyor ve bunları teker teker okuyor ( Amerika hususi muhabirimiz İbrahim Safa yazıyor ) Klark Gable ve Myrna Loy açılan bir anket neticesinde sinema san'atkârları | arasında kral ve kraliçe seçilmişlerdir. Resim kendilerini bu anketi açanların verdikleri tacları alır ve radyo ile halka teşekkür ederken gösteriyor rumun ismini koy, isim anası ol!» der« ler; bazıları hiç akıl almıyan şeyler ise terler, bazı köylüler köylerindeki pana« yırın ekraliçe» si olmam için davete ge- lirler. Bütün bunlara nazikâne cevablar ya- zarım gönüllerini alırım. Sonra aramız- da bir muhaberedir başlar, onlar yazar, ben cevab veririm. Bu suretle yüzlerini görmediğim birçok dostlara malik olmuş bulunmaktayım, — Peki Mis Loy, bir hafta aldığınız mektublar ne kadardır, yekünun büyük kısmını kadınlar mı, erkekler mi teşkil eder? — Bir haftada 6000 mektub aldığım ol- du. Yazanların mühim bir kısmını ka- dınlar teşkil etmektedir. Bazı filmlerde gelin elbisesi kullandığım zaman birçok genç kızlar derhal bana baş vururlar, kısmetlerini celb için giydiğim elbiseyi isterler. ' Biz böyle konuşurken Mis Loyun hu- susi kâtibi olan genç kız içeri girdi ve te< lefondan istendiğini söyledi. Myrna Loy: «Şimdi meşgulüm, siz ce- vab veriniz!» dedi. Biraz sonra hususi kâtibi geri geldi: — Eleanor Powell bu akşam buraya gelecekmiş» haberini getirdi, Eleanor Powell iki senedenberi yıldız- lığa yükselememiş bir dansözdür, Myrna Loy kendisile çok samimidir. Çünkü dansı çok sever. Hattâ sinemaya intisab etmeden evvel Hollywoodda bir dans mektebi açmıştır. Şimdi bile — Beverly Hill'deki köşkünde büyük bir dans sa- lonu vardır. Köşkte bundan başka mü- zik odası, mütalea salonu, sigara salonu, poker salonu yazı odası bulunmaktadır. Mis Loy sadece bir yıldız değil, ayni zamanda mükemmel bir ressam ve hey- keltraştır. Sonra ©O kadar güzel piyano çalar ki, hayran olmamak imkânsızdır. Myrna Loy evi içinde daima pijama ile dolaşır, şimdi bile benden özür dili- yerek bu şekilde karşımda oturuyor. Kendisine en mühim süalimi sordum: — Türkiyeden hiç mektub aldığınız oluyor mu? — Nâadiren. Bünlar da yirmisine gir- memiş gençler tarafından geliyor. Ekse- risi de Amerikaya gelip sinemada çalış- mak istiyorlar. Bazan mektublarla bir- likte resimlerini de gönderiyorlar. Bu suretle de şahsiyetlerini göstermeğe ça- lışıyorlar. Kendilerine gönül okşayıcı bi- rer mektub yazarak Hollywoodda bu heves yüzünden aç ve perişan kalmış 25,000 kişi olduğunu bildiriyor ve arzu- larının yolunu değiştirmeğe çalışıyorum.»