31 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

&i Düşmanı nasıl yendik? 20 Ağustos gecesi Garb cebhesinde Başkumandanın riyaseti altında yapılan tarihi toplantı Bu toplantı kumandanları, taarruzun yapılacağı mıntakan Yazan: 1922 senesinin ağustos ayındayız; kes taarruz neş'esi il tedir. Son noksanlar da- Te . uzğaîcaryadan, yani takriben b.ır. serîîn : denberi, garp cephesi kuvvetlerini mut kün mertebe arttırmaya, teşkilâtını ve a- lim ve terbiyesini sağlamlamıya çalışı - ordu. Bu hümmalı m ğa ne idi?.. Şüphesiz, düşmanı meî“aîa: 'ketten çıkarmak lâzımdı. Sakarya :eıîln:;ıî'kilmiş, fakat düşman ordusu hgnüz Eskişehir - Afyonkarahisar bölgelerinde duruyor ve bütün batı Anadolu onun e- linde inliyordu. ' Düşmana topraklarımızı tahliye ett.ır- mek için yalnız siyasi tedbirler yetmi - yor ve yetemezdi; bunlar vakit kazan - mak, taarruz maksadimızı gizlemek ve düşmanı atalete sevketmek için güzel ve faydalı yardımcı vasıtalardı. ; Memleketi düşmandan temizlemek için tek müessir çare ona taarruz etmek_ ve onu yerinden koparıp atmak idi; ve işte, bir senedir, bunun için çalışılıyordu. Taarruz niyeti, tabiatile, Sake_u'ya. şa—' libiyeti ile beraber doğmuştu; şımdı ise, aradan tam bir seneye yakın mühim Pır zaman geçmiş, garb cephesindeki Türk orduları, memleketin verebildiği kadar artmış Ve maddi ve manevi epey kuv - vetlenmişti. (Dünkü yazıya bakınız.) Düşman ordusuna nasıl ve nereden ta- arruz edilmelidir? Bu çok mühim sor - gu, Başkumandanlığın ve garb cepheşi kumandanlığının halledecekleri esaslı .bır mesele idi ve bu mevzu üzerind_a, taı_ııa - tile, garb cephesi ve birinci ve ikinci or- du kumandanlıkları arasında epey Mmü - zakereler ve yazışmalar oldu. Taarruz, düşmanın Eskişehir ve Afyoıı'gruplzîrı— nın arasından Döger genel istikametine sürerek büyük bir meydan mu_harebeqı; sinde düşmanın asıl kuWetIerinj mağlü etmeği düşünenler düşmanın müstahkem bir mevziine çatmaktan ve Afom Cînf; bunda her hangi. bir muvaffakiyetsizli halinde Sultan dağları ve cenubuna_ a_ - tılmak tehlikesinden içtinab etmek isti - yorlardı. Nihayet pek musip olarak _taâ— ruzun düşmanın ric'at hattına, yant &- yon - İzmir demiryoluna, yakın olan ce- nub cenahına ve gerisine tevcih edilmesi kararlaştı. Bu karar yüksek ve cesurane idi ve onu ancak bizzat Başkumşmdfn ve- rebilirdi. Muvaffakiyet halinde düşman yalnız mağlüb değil, imha edilebilecekti. Düşmanın şimalden Afyonun doğusu- na doğru inen cephesi birdenbire batıya dönüyor ve Afyonun 8 Km. kadar cenu- bundan geçiyordu. Bu vaziyet, Afyon böl- gesinde, düşman için mahzurluluğu do"- ğudan ve cenubdan taarruza maruz, bü- .yük bir çıkıntı yapmıştı. Bundan t!aşka. düşmamn “Afyon grupunun, Emirlere doğru kırılan, gimal cenahı da ihataya el- verişli idi. : i Garb cephesi iki ordu bölgesine ayrıl - mıştı. Kumandanlık karargâhı Çayda ku- rulu olan birinci ordunun mıntakası  - karçaydan Akdenize kadar gidiyor ve em- rinde, cephedeki 8. ve 6. piyade fırkalar_'ı, Dinar müfrezesi, 3. süvari fırkası Ve bir takım küçük piyade ve jandarma müfre- zelerinden maada, 14. piyade fırkası 've L Korun üç fırkası bulunuyordu. (Cem an 6,5 piyade ve bir süvari fırkası). Karargâhı Bolvadinde bulunan 2. or- dunun ise cem'an 11 piyade fırkası ile birer müstakil piyade ve süvari alayın- dan mürekkeb kuvvetleri 4 kolordu ha - linde idiler ve mıntakası Akarçaydan Por- suğa kadar uzanıyordu. c Yalva, İznik gölü ve Bilecik şimali böl- gesinde İzmiti örtmeğe memur olan Ko - caeli grupunun kuvveti bir fırkadan pek az farklı ve doğruca cephe kumandan - her- tamamlanmak esainin hedefi aca- | (i Es b İr # Afa Hutatydı ı Ükermar Berei Gari H, & ; Rarart sirmii l t h .;:ı —_'_- ' “. —--—İ-::ı:“' — Tuwsk Kılalavı —3 Çenan « '& 5 26 ağustos taarruz tahaşşudıinden evvel Garb cebhesinin vaziyeti Akşehir doğusunda Ilgında 3 zayıf fır- kalı V. süvari koru cephenin ihtiyatında idi. Cephenin emrinde ayrıca yeni beş keşif tayyaresinden mürekkep te bir uçak kademesi, menzil teşkilâtı vesaire vardı. Garp cephesinin, taarruz tahşidatın - dan evvelki, bu durumu çok iyi, elâstiki ve her hale uygun idi. Düşmanın 11 piya- de fırkasından üçü ve bir S. firkası, yani kuvvetinin yalnız 1/4 ü ihtiyatta iken Türk ordusunun 17 piyade ve 4 S. fırka- sından yalnız 7 piyade ve 1 S. fırkası cephede ve mütebaki 10 piyade ve 3 5. fırkası, yani 2/3 ü ihtiyatta bulunuyor- du. İki tarafın konuşunun tedkikinden şu netice çıkıyordu ki, düşmanın. bir cep - he kısmına ve tahkimata bağlı olmıyan ve bu sebeble her tarafa harekete hazır nlan genel ihtiyatı yalnız, Döger bölgesim_leki, üç piyade ve Uşak cephesindeki hafif S. fırkasından ibaret iken Türk garp cep - hesinin seyyar ihtiyat kuvvetleri 10 pi - yade ve 3 süvari fırkasına baliğ oluyor- du. Bizim koönüş tertibatımızdaki bu üs - tünlük taarruz hazirlik ve tahşidatımızı gereği gibi kolaylaştırmak ve gizlemiye de çok yaramıştı; çünkü Akarçay cenu- buna yollanmak için cepheden kuvvetler çıkarmak lâzım değildi. — ; Her iki tarafın da, kuvvet, ağırlık mer- kezleri Akarçayın şimalinde idi. Eğer biz ihtiyat fırkalarımızı Akarçayın ceıîu'bu- na, düşmandan habersiz kaydırabilir ve musammem' taarruzumuzu, düşmanın bi- rinci ve dördüncü fırkalarının, nisbeten zayıf olan, arasına ve birinci fırkanın boş bulunan sağına ve gerilerine, üstün pi - yade, topçu ve süvari kuvvetlerile an « sızın .ve baskın tarzında yapabilirsek har- bi kazanabilecek idik. Bunun için, gündüz, düşman uçakları- nın ve kara gözetleme yerlerinin görüp sezebilecekleri, cenuba doğru her hare - ketten ictinap edilecek ve taarruz tahşi- datımız munhasıran gecenin karanlığın- da ve ağaçlardan ve her türlü arazi ör- tülerinden istifade edilerek, — dikkat, ihtimam ve itina ile yapılacak sayıca ol- dukça külliyetli olan taarruz ağır ve ha- fif top bataryalarımız ve taarruz fırka- larımız, düşmana en ufak bir şüphe ver- miyecek surette yeni hazırlık mevzile - rine gireceklerdi. Bunlar pek güç şeyler- di fakat muhakkak olacaklardı. Taarruzun ağustos sonundan evvel ya- pılması artık takarrür etmiş ve Akar ça- yı cenubuna tahaşşüd harekâtı, tarifimiz vechile başlamıştı. Bir gün, 20!21 ağus - tos 1922 gecesi birinci ve ikinci ordu danları erkânı harbiye reisleri ile Akşehirde Garb cephesi karargâhıma da- iLine! ordu erkânı harbiye reisi sıfatile ben de vardım. Ordu - ıı:'ıîuclıar::ın durumunu ve hazırlık derecesini anlattılar. Asıl . ın, yani birinci ordunun kumandanı şevk içinde idi General H. Emir Erkilet vet olundular. Erkânıharbiyei umumiye reisinin hazır bulunduğu ve Başkuman- danın gizzat idare ve riyaset ettiği bu mühim ve tarihi toplantıda, ikinci ordu erkânıharbiye reisi sıfatile ben de bulun- muş idim, Ordu kumandanları orduları- nın durumunu ve hazırlık derecesini an- lattılar ve ihtiyac ve noksanlarını bir daha söylediler. Fakat geriden gelebile- cek, bir kaç binek ve yük otomobili ile sıhhiye kamyonlarından başka bir şey yoktu. Asıl taarruzun yapılacağı mintakanın yani birinci ordunun kumandanı şevk içinde idi ve «filvaki top mermisi muha- bere ve nakil vasıtaları ilâ, ordunun çok noksanları vardır; kalabalık cihetile bu- lunduğumuz yerde tam iaşe bile olamı - yoruz; fakat bunları tedarik etmenin ye- gâne çaresi taarruz etmek ve ileri Bit - mektir.» diyordu. İkinci ordu kumandanı daha kaygılı idi: Vâkıâ asıl taarruzu o0 yapacak değil idi. Fakat elinde kalan beş fırka ile düş- manın büyük kısmını, yani 7 fırkasını, tutmak ve tesbit etmek gibi ağır bir vazife ona düşmüş idi. Bir düşman fırkası, sayıca ve kuvvetçe bir Türk fırkasının yarım misli kadar fazla sayıldığından ikinci ordunun karşısındaki düşmanın kuvveti hükmen bir misli fazla idi ve işte o, kendince bir misli fazla bir kuvvete, gene ancak taarruz ederek, birinci ordu- nun asıl taarruzunu muvaffakiyete erdi- recek idi, Bunun için 2. ordu VI. kolordunun 16. ve 17. fırkalarile düşmanın Güzelimdağ şimal ve cenubundaki tel örgülü kat, kat müstahkem mevziine cebheden ve TII. Korun G61. piyade ve mürettep süvari fır- kaları ile de, VI. korun şimalinden, düş- manın Kazuçurandaki sol yanı ile geri- lerine taarruz edecek idi. Ancak bu taar- ruzu mümkün kılmak ve düşmanın Es- kişehir gurupuna karşı himaye etmek için de 41. fırkayı, düşmanın Eskişehir grupunun Seyidgazi cenubundaki cena- hına şimale doğru taarruz ettirmek ve bu esnada düşmanın bütün -Eskişehir grupunun demiryolunun cenup ve şima- lindeki cephesini işgal edip tutmak ve bütün cebhenin sağyanını ve Ankara is- tikametini korumak icap ediyordu. TII. korun geri kalan birinci fırkası bu işe memur edildiği takdirde 2. ordunun hiç bir ihtiyatı kalmıyacak idi; bu sebeble bu müşkülü hal için mühim ve cesurane bir karar lâzımidı ve işte bu kararı, bütün mes'uliyetleri omuzlarında taşıyan Baş kumandan, bu 20/21 gecesi bizzat verdi: Ankara - Eskişehir demiryolunun şimali boş bırakılacak, cenubu Çiftelere kadar yani 40 km.lik bir alan müstakil bir pi- yade alayı ile iki topa tevdi olunacak ve 1. piyade fırkası toplanarak (Çifteler - Hüsrev paşa) bölgesinde ikinci orduya ihtiyat olacak idi. Bu suretle, taarruz i- çin lâzım olan son mühim teferrüat bu gece hallolunmuş ve taarruzun birinci ordu mıntakasından 26 ağustos 1922 sa- bahı yapılması kat'i surette takarrür et- miş idi. (Birinci yazı Son. Postanın 30 ağustos tarihli nüshasındadır.) (Sonu yarına) Belediye otobüs işletme hazırlıklarını bitirdi Belediye, şehirde işleteceği otobüsler etrafındaki hazırlıklarını ikmal — etmış bulunmaktadır. Şartnamenin hazırlan- ması için Dahiliye Vekâletinden emiır beklenmektedir. Türkiye topraklarında işletilecek otobüslerin tipini tesbit — ile meşgul olan Vekâlet, kararıpı yakında İstanbul Belediyesine bildiretektir. Servetifünun hatıraları Bir melon şapka, on kolon yazı ve sürekli bir titizlik... İşte masa başında son Süleyman Nazif Yazan: Halid 1925 ilkteşrinindeki şapka kanunile ben başıma, ilk defa olarak, İzmir kavunu bi- çiminde bir hasır şapka geçirmiştim. Fe- sin çirkinliğinden ve manasızlığından kurtulmuştum ya, bir müddet için daha iyisini aramıyabilirdim. Zaten dükkân- larla mağazaların raflarından bodrum - larına kadar her hangi bir köşesinde,* içi oyuk ve önü, yahud etrafı çıkıntılı. ha - sırdan, kadifeden, fötrden veya çuhadan her hangi nesne ele geçirilirse kafanın üs- tüne oturtulduğu o telâşlı ve kesadlı gün- lerde medeni serpuşunu henüz kim zev - kine göre seçebiliyordu. Her gün şu bi - zim, yani muharrirlerin meşhur yoku - şumuzu İnerken ve çıkarken genç, orta yaşlı ve ihtiyar bütün meslekdaşlarımın kafâsında da ya kulaklarına kadar geç- miş, yahud gagasını kanadlarının altına sokup uyuklıyan büyücek bir kuş gibi te- pesinde bozulup kalmış çeşid çeşid, aca- yip şapkalar görüyordum. İşte bu esna- da Süleyman Nazif te, yıldırımlı ve şim- şekli fikirlerle dolu başı üstüne inadına dar gelen bir siyah melon oturtmuştu. Nihayet aradan bir kaç ay geçti ve da- ha bu bir kaç ay içinde şapkasının biçi - mini ve rengini değiştirenler haylice zi- yadeleşti. Yalnız nedense «Karagün» ün kahraman yazıcısı Süleyman Nazif, 1927 de öldüğü güne kadar başından siyah me- lonunu uzaklaştırmadı. Ben işte o aralık, yani 1926-27 arasında, Leyali Girizan şai- ri Hüseyin Siretin «Servetifünun» yazı işleri müdürlüğünden çekilmesi üstüne bu vazifeye çağırıldığımdan üstad Nazifi heybetli çehresine ayrıca bir heybet ılâ- ve eden bu siyah melonu ile matbaada sık sık karşımda görmeğe başlamıştım. Üstadı çok eskiden tanıdığım ve bir de- fa kalabalık bir mecliste bana sevinç ve- ren teveccühüne, bir defa da sokakta müdhiş zılkıtına uğradığım cihetle (bu hatıralarımı ayrıca yazacağım) mümkün olduğu kadar gönlüne göre gidip canını sıkmamağa çalışıyordum. Fakat ne müm- kün? Bana çatacak sebeb bulamasa bile mürettiblerle hiç arası iyi değildi. Kırık bir virgül için söylenir, bir tek maka - lenin tashihi için üç dört gün üstüstüne matbaaya gelir, bazan bir günde sabah, akşam bir kaç defa-uğrardı. Bu suretle, |Mahmud Sadığın fenni makaleleri gibi döküz on sütundan aşağı yazmadığı ede- bi makalelerinin tashihi hiç bitmez ve dizildikten sonraki sütun mikdarlarını aştığı haftalar çok olurdu. Ne uzun iş! Hem de her defasında bütün kolonlar ye- niden çıkarılacak! Amma, bir kaç kolon- da, bu kadar eleme sonunda tek hata bu- lamasa bile o sütunlar da ötekiler, yani filân satırında bir harfi bozuktur diye İişa- ret ettiği, yahud bir kelimeyi değiştirdiği tashihli sütunlar gibi tekrar tertemiz ö- nüne konulacak! Yukarıda mürettibler hayrette ve pro- | va tezgâhı başka işle meşgul değil diye başmürettib Sadık Efendi telâştadır. A - şağıda da, Allah rağmet etsin, Muhtar Ha. lit Bey, Nazifin, yanımızda olmadığı sa- atlerde yalnız bana derdini yaânar, bana söylenir durur — Birader, bu iş ne olacak? Nazif Be- ye rica etsek te bu kadar tashihten vaz- geçseler.. vallahi matbaada işler duru - yor! Tabit, benden aldığı cevab da şudur: — Hakkın var, kardeşim. Fakat sen hem patronumuz Ahmed İhsan Beyin bi- raderisin, hem de matbaa müdürüsün. Bu meseleyi bizzat Nazif Beyin kendisine söylemelisin! Ben böyle deyince karşımdakinin der- hal benzi sararır ve iki elini havaya kal- dırıp masasında doğrularak itiraz eder- di: — Yoo.. bak, ben söyliyemem. — O hâlde ben de söyliyemem, O zaman Muhtar Bey melül melül yü- züme bakardı: — Pekâlâ.. ne olacak bunun sonu? — Olacağı işte bu, d.erdimı Nazif Bey her hafta bitinciye kadar makalelerini sekiz, on, on beş defa tashih edecek! — İyi amma, onun bu işten bıkacağı | yok! — Ehh.. ne yapalım.. üstada hürmete mecburuz! İşte Muhtar Beyle bu meseleyi her gün aşağı yukarı bu sekilde kaonusurdulr Fahri Ozansoy Merhum Süleyman Nazij Şimdi Süleyman Nazif, ekseriya Fu « İçtihatçı Abdullah Cevdetin Shakespetara tercümelerine kızarak «Shakespeare Mez« bahası» başlıklı ve numaralı üstüstüne yedi sekiz makale ile ona müdhiş hü - cumlar savurduğu bu yazılarını nasiıl tas- hih ederdi, onu anlatayım. «Servetifünun» matbaasını bilenler va- ziyeti gözlerinin önüne getirebilirler. Ma- lüm ya, içerideki camlı kapıdan, alt kat- taki idarehaneye girilince hemen karşı- ya gelen ve ön tarafı bankalardaki gibi uzun ve ancak omuz hizasına kadar yük- sek tahta sedli bir bölme vardır. Dipte soldaki aralığından içerisine girilir. İşte Servetifünunun son on beş yıldır hazır- landığı yer orasıdır. Eskiden yukarıda bir odada çalışılırdı. Fakat sonra aşağısı, da- ha pratik görüldü. Fakat ne var ki Sü- leyman Nazifin bir kere bile bu höcreye pıdan girer girmez, ilk karşısına gelen ben olduğum için derhal siyah melonu- nu çikarır, ben de kalkıp hürmetle selâm veririrdim. Sonra acele, bölmenin üstün- den elimi sıkar, arkasından sorardı: — Provalar hazır mı? . — Zannederim. Siz istirahat buyurun — da... vi Ona bu cevabı verir vermez derhal ha- demeyi çağırırdım: — Mürettiblere seslen.. Nazif Bey gel- diler.. çabuk provaları getirsinler! matbaa müdürlüğü- tarafına geçmiştir. Tâ uzaktaki, pencerenin sağındaki yazı- haneden Muhtar Bey ve kapının yanın- daki masasından da Muhtar Beyin arka- daşı Mazhar Bey ayağa kalkarlar, Se - lâmlar ve el sıkmaları... Bu da bitti mi, Nazif hemen bir iskemle çekerek ve şap- kasını karşısına koyarak Muhtar Beyin yanındaki uzun yeşil masanın önüne ku- rulur. O masa, icabında, matbaaya aid di- ğer işlere, kitablara, mecmualara gire- cek olan klişelerin sıralanacağı ve bir sü- Tü nümunelerin ortaya serileceği masa- dır. Fakat Süleyman Nazif orasını bir ke- Te zaptetti mi; artık hiç bir yürekli çı - kıp ta masanın bir köşesine bir toplu iğ- ne bile iliştiremez. Biraz sonra makalesinin bilmem ka « çıncı tashihleri kendisine getirilir ve ge- ne kırık virgülün, yahud. provada çık - mamış noktalar ayrı ayrı işaret edilir ve provaları çıkaran çocuğun makine bas - kısı gibi tertemiz, her tarafı okunaklı ha- zırlamağa gayret ettiği kolonlar bile ya iki saat sonraya, yahud vakit darsa ertesi sabaha tekrar görülmek emrile geri gön- derilir. Üstad, uzun uzun uğraşarak tashihleri her bitirişinde gözlüğünü tekrar çıkarır mıydı, çıkarmaz mı idi, bu anda iyice ha- tırlıyamıyorum. Yalnız kat'i olarak şunu söyliyebilirim: Siyah melon şapka, ye - şil uzun masanın üstündeki yetimliğin « den, garibliğinden kurtulur ve üslübu kadar ihtişamlı olan başa yeniden kavu- şurdu. O baş bugün ebedi uykusunda., ah keş- ki sağ olsaydı da, o kadar sevdiği mec « muasında biz gene ona bütün sevgimiz ve saygımızla kolonlarının sayısız prö « Mi l a siie DA zuliden, Bakiden bahsettiği ve bazan da — sokulduğunu hatırlamıyorum. Camlı ka - — Nazif bu esnada sağdaki kapıdan asıl

Bu sayıdan diğer sayfalar: